Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

İSTANBUL'LA İLGİLİ İLGİLİ ŞİİRLER

  1. KASİDE DER VASF-I DER İSTANBUL – NEDİM   
  2. SİS-TEVFİK FİKRET   
  3. İSTANBUL DÜŞMAN İSTİLASI ALTINDA İKEN ÇAMLICA’DA-ABDÜLHAK HAMİT TARHAN   
  4. İSTANBUL ACILAR KRALİÇESİ – YUSUF HAYALOĞLU    
  5. GÖZLERİN İSTANBUL OLUYOR BİRDEN-YAVUZ BÜLENT BAKİLER    
  6. CANIM İSTANBUL – NECİP FAZIL KISAKÜREK    
  7. İSTANBUL İSTANBUL OLALI – SEZEN AKSU    
  8. SEN İSTANBUL KOKARDIN-SEN İSTANBUL KOKARDIN    
  9. İSTANBUL VE SEN – NURULLAH GENÇ    
  10. İSTANBUL AĞRISI-ATTİLA İLHAN    
  11. İSTANBUL TÜRKÜSÜ – ORVAN VELİ KANIK    
  12. İSTANBUL-MEHMET AKİF İNAN    
  13. İSTANBUL-ZİYA OSMAN SABA    
  14. İSTANBUL DESTANI-BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU    
  15. İSTANBUL-VEDAT TÜRKALİ    
  16. BİR BAŞKA İSTANBUL-ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN    
  17. İSTANBUL YOKTU SEN OLMASAYDIN- ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN    
  18. İSTANBUL DEDİM DE SENİ HATIRLADIM - ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN    
  19. ÜSTÜME VARMA İSTANBUL-ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN    
  20. FEVKALÂDE MEMNUNUM DÜNYAYA GELDİĞİME-NAZIM HİKMET RAN    
  21. İSTANBUL-CAHİT KÜLEBİ    
  22. İSTANBULU'U DİNLİYORUM - ORHAN VELİ KANIK
  23. İSTANBUL – NEŞİDE GÖKTÜRK    
  24. İSTANBUL SENMİŞSİN-ERHAN GÜLERYÜZ    
  25. İSTANBUL MUSUN?-FEYZİ HALICI    
  26. İSTANBUL – TALAT SAİT HALMAN    
  27. ALINYAZISI SAATİ (İSTANBUL)-SEZAİ KARAKOÇ    
  28. AT KOKUSU-SUNAY AKIN    
  29. BENİM ADIM İSTANBUL-KUBİLAY TEK    
  30. AĞA CAMİİ- NAZIM HİKMET    
  31. İSTANBUL'UN ÜSTÜNE GÜNEŞ DOĞDU- OKTAY RIFAT HOROZCU    
  32. İSTANBUL ŞARKISI – HÜSREV HATEMİ    
  33. İSTANBUL MEKTUBU – ŞEMSİ BELLİ    
  34. AH İSTANBUL-İLHAMİ ATMACA    
  35. İSTANBUL DENİLİNCE SORULUR YERYÜZÜ- ARİF AY    
  36. BAHAR SARHOŞLUĞU-CAHİT SITKI TARANCI    
  37. BARBAROS MEYDANI-BEHÇET NECATİGİL    
  38. BEYAZIT MEYDANI'NDAKİ ÖLÜ -NAZIM HİKMET RAN    
  39. BİR GÜN SABAH SABAH-TURGUT UYAR    
  40. -BOĞAZ GEZİNTİSİ-ÖZDEMİR ASAF    
  41. DENİZİN KENTİNİ YAKTIM-SEZAİ KARAKOÇ    
  42. BİR GÜN İSTANBUL`DA-SABAHATTİN KUDRET AKSAL    
  43. BEYOĞLU KESTANECİSİ-EMRAH CEYLAN    
  44. İSTANBUL'UM-OKTAY TEM    
  45. İSTANBUL (SEVGİSİ İÇİMDE)-ÂŞIK VEYSEL ŞATIROĞLU    
  46. İSTANBUL CENNETSİN, İSTANBUL SULTANSIN-HALİL ÇOLAK    
  47. SİSTE SÖYLENİŞ-YAHYA KEMAL BEYATLI    
  48. İSTANBUL DESTANI - BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU    
  49. BAHAR SARHOŞLUĞU  - CAHİT SITKI TARANCI    
  50. İSTANBUL'DAN - İLHAN BERK    
  51. İSTANBUL DUDAKLIM -MUSTAFA ALİ AKBAŞ    
  52. İSTANBUL-ABBAS YURT    
  53. KAVGALARIMIZIN ŞEHRİ İSTANBUL - YILDIRIM YILDIRAN    
  54. SEVENİ ÇOOK SAHİBİ YOK İSTANBUL-MUSTAFA KEMER    
  55. İSTANBUL HİÇBİR ŞEYİM..- ŞAİR LACİZÜN    
  56. BENİ AZAT ET İSTANBULRECEP DELİDUMAN    
  57. İSTANBUL'UN KIRIK KANADI-ÜMİT DUMAN    
  58. YAKAMOZ-MEHMET AKİF UÇAR    
  59. GÜZELİM İSTANBUL-HÜRREM YALÇIN    
  60. HEP İSTANBUL-SALİH ÇELİK    
  61. SULTAN ŞEHİR-YUSUF ÖNDER BAHÇECİ    
  62. BİR İSTANBUL ŞARKISI-TARIK ÇITAK    
  63. KÖPRÜDE SABAH- SABAHATTİN ALİ    
  64. BİR SAADET – CAHİT SITKI TARANCI    
  65. HEP KAHIR- NAZIM HİKMET    
  66. BİTMEMİŞ ŞİİRLER -VII – TURGUT UYAR    
  67. BU ŞEHRİ BIRAKMAK – ORHAN VELİ KANIK    
  68. NEYDİ O BİR ZAMANLAR – ATTİLA İLHAN    
  69. OLMAK İSTERDEİM – ÖZDEMİR ASAF    
  70. SUSTUM-KOCA İSTANBUL-MUSTAFA ALİ AKBAŞ    
  71. İSTANBUL - BİRHAN KESKİN    
  72. İSTANBUL -CAHİT ZARİFOĞLU    
  73. İSTANBUL - FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL    
  74. İSTANBUL CADDESİ - FEYZİ HALICI    
  75. İSTANBUL-HALİL SOYUER    
  76. KANLICA-HALİL SOYUER    
  77. İSTANBUL- İBRAHİM SAĞIR    
  78. İSTANBUL’UN FETHİ- İBRAHİM SAĞIR    
  79. FETHİ GİRAY – İSTANBUL    
  80. SEN ve İSTANBUL - KEMAL ÖZER    
  81. SENİ DÜŞÜNMEK BÖYLE BİRŞEY OLSA GEREK, İSTANBUL - LALE MÜLDÜR    
  82. MİMOZA - MEHMET ATİLLA MARAŞ    
  83. İSTANBUL’A HASRET - MUZAFFER TAYYİP USLU    
  84. FELAKETTEN SONRA* - NECMETTİN HALİL ONAN    
  85. İSTANBUL - NEYZEN TEVFİK    
  86. YÜRÜYELİM SENİNLE İSTANBUL'DA – NURULLAH GENÇ    
  87. İSTANBUL TÜRKÜSÜ - OKTAY RİFAT HOROZCU    
  88. İSTANBUL'UN FETHİ - ORHAN SEYFİ ORHON    
  89. AH İSTANBUL – VEDAT OKKAR    
  90. GÖZLERİM İSTANBUL’DUR BENİM- SEMA AKDOĞAN    
  91. İSTANBUL'UN HAZAN GAZELİ -SEZAİ KARAKOÇ    
  92. KIZ KULESİ’NE GAZEL- SEZAİ KARAKOÇ    
  93. İSTANBUL - SALİH POLAT    
  94. İSTANBUL - ÜLKÜ TAMER    
  95. SANA GELİRSEM İSTANBUL-YAHYA AKENGİN    
  96. İSTANBUL FETHİNİ GÖREN ÜSKÜDAR .- YAHYA KEMAL BEYATLI    
  97. BİR BAŞKA TEPEDEN  - YAHYA KEMAL BEYATLI    
  98. HAYAL ŞEHİR  - YAHYA KEMAL BEYATLI    
  99. İSTANBUL UFUKTAYDI - YAHYA KEMAL BEYATLI    
  100. İSTANBUL'UN O YERLERİ- YAHYA KEMAL BEYATLI    
  101. ÜSKÜDAR TÜRKÜSÜ - YAVUZ BÜLENT BAKİLER    
  102. LALELİ AKSARAY- YAVUZ BÜLENT BAKİLER    
  103. İSTANBUL - CAHİT IRGAT    
  104. İSTANBUL SEVDASI-İBRAHİM MİNNETOĞLU    
  105. İSTANBUL'UMUN DİLİ - ASAF HALET ÇELEBİ    
  106. İSTANBUL CAMİLERİ - NÜZHET ERMAN    
  107. YETİM İSTANBUL - NURETTİN ÖZDEMİR    
  108. İSTANBUL'A AĞIT - HÜSREV HATEMİ    
  109. İSTANBUL - MUSTAFA MİYASOĞLU    
  110. 80'LERDE İSTANBUL'DA - ALİ EMRE    
  111. İSTANBUL GAZELİ - SEFA KAPLAN   
  112. AY İSTANBUL İÇİN AĞLADI-FERHAN KARA
  113. İSTANBULA KAR YAĞIYORDU - İBRAHİM SADRİ
  114. UZAK İSTANBUL - NURETTİN ÖZDEMİR
  115. İSTANBUL KAPILARINDA - MUSTAFA NECATİ KARAER
  116. İSTANBUL - YAVUZ BÜLENT BAKİLER

 


SAYFA:1/01-10

1-KASİDE DER VASF-I DER İSTANBUL – NEDİM

Bu şehr-i sitanbul ki bi misl ü behâdır
Bir sengine yek pâre acem mülkü fedâdır

Bir gevher-i yekpare iki bahr arasında
Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezâdır

Bir kân-ı niamdır ki anın gevheri ikbâl
Bir bağ-ı iremdir ki gülü izz ü alâdır

Altında mı üstünde midir cennet-i a’lâ
El-hak bu ne halet bu ne hoş âb u hevâdır

Her bağçesi bir çemenistân-ı letâfet
Her kûşesi bir meclis-i pür-feyz ü safâdır

İnsaf değildir ânı dünyaya değişmek
Gülzarların cennete teşbih hatadır

Herkes irişür anda muradına ânınçün
Dergahları melce-i erbab-ı recâdır

Kala-yı meârif satılır sûklarında
Bazâr-ı hüner ma’den-i ilm ü ulemâdır

Camilerinin her biri bir kûh-i tecellî
Ebrû-yi melek andaki mihrâb-ı duâdır

Mescidlerinin her biri bir lücce-i envâr
Kandilleri meh gibi lebrîz-i ziyâdır

Ser-çeşmeleri olmada insana revân-bahş
Germ-âbeleri câna safâ cisme şifâdır

Hep halkının etvarı pesendîde-i makbul
Derler ki biraz dilleri bî-mihr ü vefâdır

Şimdi yapılan âlem-i nev-resm ü safânın
Evsafı hele başka kitâb olsa sezâdır

Nâmı gibi olmuşdur o hem sa’d hem âbâd
İstanbul’a sermâye-i fahr olsa revâdır

Kûh-sarları bağları kasrları hep
Güya ki bütün şevk ü tarab zevk u safâdır

İstanbul’un evsafını mümkün mi beyân hiç
Maksûd heman sadr-ı kerem-kâra senâdır


SİS-TEVFİK FİKRET

Sarmış yine âfâkını bir dûd-ı munannid,
Bir zulmet-i beyzâ ki peyâpey mütezâyid.

Tazyîkının altında silinmiş gibi eşbâh,
Bir tozlu kesâfetten ibâret bütün elvâh;

Bir tozlu ve heybetli kesâfet ki nazarlar
Dikkatle nüfûz eyleyemez gavrine, korkar!

Lâkin sana lâyık bu derin sürte-i muzlim,
Lâyık bu tesettür sana, ey sahn-ı mezâlim!

Ey sahn-ı mezâlim…Evet, ey sahne-i garrâ,
Ey sahne-i zî-şâ'şaa-i hâile-pîrâ!

Ey şa'şaanın, kevkebenin mehdi, mezârı
Şarkın ezelî hâkime-i câzibedârı;

Ey kanlı mahabbetleri bî-lerziş-i nefret
Perverde eden sîne-i meshûf-ı sefâhet;

Ey Marmara'nın mâi der-âguuşu içinde
Ölmüş gibi dalgın uyuyan tûde-i zinde;

Ey köhne Bizans, ey koca fertût-ı müsahhir,
Ey bin kocadan arta kalan bîve-i bâkir;

Hüsnünde henüz tâzeliğin sihri hüveydâ,
Hâlâ titrer üstüne enzâr-ı temâşâ.

Hâriçten, uzaktan açılan gözlere süzgün
Çeşmân-ı kebûdunla ne mûnis görünürsün!

Mûnis, fakat en kirli kadınlar gibi mûnis;
Üstünde coşan giryelerin hepsine bî-his.

Te'sîs olunurken daha, bir dest-i hıyânet
Bünyânına katmış gibi zehr-âbe-i lânet!

Hep levs-i riyâ, dalgalanır zerrelerinde,
Bir zerre-i safvet bulamazsın içerinde.

Hep levs-i riyâ, levs-i hased, levs-i teneffu';
Yalnız bu… ve yalnız bunun ümmîd-i tereffu'.

Milyonla barındırdığın ecsâd arasından
Kaç nâsiye vardır çıkacak pâk u dirahşan?

Örtün, evet, ey hâile… Örtün, evet, ey şehr;
Örtün ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!..

Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;
Kaatil kuleler, kal'alı zindanlı saraylar;

Ey dahme-i mersûs-i havâtır, ulu ma'bed;
Ey gırre sütunlar ki birer dîv-i mukayyed,

Mâzîleri âtîlere nakletmeye me'mûr;
Ey dişleri düşmüş, sırıtan kaafile-i sûr;

Ey kubbeler, ey şanlı mebânî-i münâcât;
Ey doğruluğun mahmil-i ezkârı minârat;

Ey sakfı çökük medreseler, mahkemecikler;
Ey servilerin zıll-ı siyâhında birer yer

Te'mîn edebilmiş nice bin sâil-i sâbir;
"Geçmişlere rahmet!" diyen elvâh-ı mekaabir;

Ey türbeler, ey herbiri pür-velvele bir yâd
İykâz ederek sâmit ü sâkin yatan ecdâd;

Ey ma'reke-i tîn ü gubâr eski sokaklar;
Ey her açılan rahnesi bir vak'a sayıklar

Vîrâneler, ey mekmen-i pür-hâb-ı eşirrâ;
Ey kapkara damlarla birer mâtem-i ber-pâ

Temsîl eden âsûde ve fersûde mesâkin;
Ey her biri bir leyleğe, bir çaylağa mavtın

Gam-dîde ocaklar ki merâretle somurtmuş,
Yıllarca zamandan beri, tütmek ne…unutmuş;

Ey mi'delerin zehr-i tekâzâsı önünde
Her zilleti bel'eyleyen efvâh-ı kadîde;

Ey fazl-ı tabîatle en âmâde ve mün'im
Bir fıtrata makrûn iken aç, âtıl ü âkim;

Her ni'meti, her fazlı, her esbâb-ı rehâyı
Gökten dilenen züll-i tevekkül ki.. mürâyi!

Ey savt-ı kilâb, ey şeref-i nutk ile mümtâz
İnsanda şu nankörlüğü tel'in eden âvâz;

Ey girye-i bî-fâide, ey hande-i zehrîn;
Ey nâtıka-ı acz ü elem, nazra-i nefrîn;

Ey cevf-i esâtîre düşen hâtıra: nâmus;
Ey kıble-i ikbâle çıkan yol: reh-i pâ-bûs;

Ey havf-i müsellâh, ki hasârâtına râci'
Öksüz, dul ağızlardaki her şevke-i tâli';

Ey şahsa masûniyyet ü hürriyyete makrûn
Bir hakk-ı teneffüs veren efsâne-i kaanûn;

Ey va'd-i muhâl, ey ebedî kizb-i muhakkak,
Ey mahkemelerden mütemâdî sürülen hak;

Ey savlet-i evhâm ile bî-tâb-ı tahassüs
Vicdanlara temdîd edilen gûş-ı tecessüs;

Ey bîm-i tecessüsle kilitlenmiş ağızlar;
Ey gayret-i milliye ki mebgûz u muhakkar;

Ey seyf ü kalem, ey iki mahkûm-ı siyâsî;
Ey behre-i fazl ü edeb, ey çehre-i mensî;

Ey bâr-ı hazerle iki kat gezmeye me'lûf;
Eşrâf ü tevâbi', koca bir unsûr-ı ma'rûf;

Ey re's-i fürûberde, ki akpak, fakat iğrenç;
Ey taze kadın, ey onu ta'kîbe koşan genç;

Ey mâder-i hicranzede, ey hemser-i muğber;
Ey kimsesiz, âvâre çocuklar… hele sizler,
Hele sizler…

Örtün, evet, ey hâile… Örtün, evet, ey şehr;
Örtün ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!...

(ŞİİRİN BİRİNCİ BÖLÜMÜNÜN SADELEŞTİRMESİ)

Örtün, evet ey felâket sahnesi... Örtün artık ey şehir;
örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahbesi!
Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;
Kaatil kuleler, kal’ali ve zindanlı saraylar.
Ey hâtıraların kurşun kaplı kümbetlerini andıran, câmîler;
ey bağlanmış birer dev gibi duran mağrur sütunlar ki,
geçmişleri geleceklere anlatmıya memurdur;
ey dişleri düşmüş, sırıtan sur kafilesi.
Ey kubbeler, ey şanlı dilek evleri;
ey doğruluğun sözlerini taşıyan minâreler.
Ey basık tavanlı medreseler, mahkemecikler;
ey servilerin kara gölgelerinde birer yer
edinen nice bin sabırlı dilenci gürûhu;
“Geçmişlere Rahmet! ” diye yazılı kabir taşları.
Ey türbeler, ey herbiri velvele koparan bir hâtıra
canlandırdığı halde sessiz ve sadâsız yatan dedeler!
Ey tozla çamurun çarpıştığı eski sokaklar;
ey her açılan gediği bir vak’a sayıklıyan
vîrâneler, ey azılıların uykuya girdikleri yer.
Ey kapkara damlariyle ayağa kalkmış birer mâtemi
sembole eden harap ve sessiz evler;
ey herbiri bir leyleğe yahut bir çaylağa yuva olan
kederli ocaklar ki, bütün acılıklariyle somutmuş,
ve yıllardır tütmek ne... çoktan unutulmuş!
Ey mîdelerin zorlaması zehirinden ötürü
her aşâlığı yiyip yutan köhne ağızlar!
Ey tabi’atin gürlükleri ve nimetleriyle dolu
bir hayata sâhip iken, aç, işsiz ve verimsiz kalıp
her nâmeti, bütün gürlükleri, hep kurtuluş sebeplerini
gökten dilenen tevekkül zilleti ki.. sahtadir!
Ey köpek havlamaları, ey konuşma şerefiyle yükselmiş
olan insanda şu nankörlüğe lânet yağdıran feryât!
Ey faydasız ağlayışlar, ey zehirli gülüşler;
ey eksinlik ve kaderin açık ifadesi, nefretli bakışlar!
Ey ancak masalların tanıdığı bir hâtıra: Nâmus;
ey adamı ikbâl kıblesine götüren yol: Ayak öpme yolu.
Ey silahlı korku ki, öksüz ve dulların ağzındaki
her tâlih şikayeti yapageldiğin yıkımlardan ötürüdür!
Ey bir adamı korumak ve hürriyete kavuşturmak için
yalnız teneffüs hakkı veren kanun masalı!
Ey tutulmıyan vaitler, ey sonsuz muhakkak yalan,
ey mahkemelerden biteviye kovulan “hak”!
Ey en şiddetlikuşkularla duygusu kö¨rleşerek
vicdanlara uzatılan gizli kulaklar;
ey işitilmek korkusuyle kilitlenmiş ağızlar.
Ey nefret edilen, hakîr görülen millî gayret!
Ey kılıç ve kalem, ey iki siyasî mahkûm;
ey fazilet ve nezâketin payı, ey çoktan unutulan bu çehre!
Ey korku ağırlığından iki büklüm gemeye alışmış
zengin – fakir herkes, meşhur koca bir millet!
Ey eğilmiş esir baş, ki ak-pak, fakat iğrenç;
ey tâze kadın, ey onu tâkîbe koşan genç!
Ey hicran üzgünü ana, ey küskün karı-koca;
ey kimsesiz; âvâre çocuklar... Hele sizler,
hele sizler...
Örtün, evet, ey felâket sahnesi... Örtün artık ey şehir;
Örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahpesi!

NOT: Bu şiire karşı Yahya Kemal Beyatlı'nın yazdığı "Siste Söyleniş" şiiri Yahya Kemal Beyatlı'nın İstanbul Şiirleri bölümündedir


İSTANBUL DÜŞMAN İSTİLASI ALTINDA İKEN ÇAMLICA’DA-ABDÜLHAK HAMİT TARHAN
 
Hey Çamlıca mehtâbı ne olmuş sana öyle?..
Küskün duruyorsun.
Bir şey kuruyorsun.
Seyrinle ıyan et bana, ilhâm ile söyle:
Aksetmede âlâm-ı vatandan mı bu halet?..
Anlat; bu tahavvül neye etmekte delâlet.
Vaktiyle ederken bu havâliyi zılâlin
Bir sâha-i nilî.
Ey neyyir-i leylî,
Matem döküyor arza bugün bedr ü hilâlin
Bir şeb ki, zîrinde küsûfun,
Seyrangehi olmakda tuyûfun.
Mâzîden esip gelmede bir nevha-i vâveyl..
Bir âh-ı müebbed.
Hangi güneşin mâtemidir zulmetin ey leyl,
Ey şi’r-i muakkad
Yıldızlar olur bence meâlin gibi nâ-yab
Atîde görünmezse o mâzideki mehtâb
Olmazdı sabahın da yarın gülmeye meyli
Pîşinde bu dîdar-ı mahûfun.
Kartallara baktım düşüyorlar yere bi-ta’b;
Oldum sanıyordum Melekü’l Mevt ile hem-hâb.



İSTANBUL ACILAR KRALİÇESİ – YUSUF HAYALOĞLU

İstanbul ey İstanbul ey
Ey acıların gözyaşlarının kraliçesi
İstanbul ey İstanbul ey
Ey bozgunların garip çiçeği
Bu akşam yemin ettim
Seni bir daha öpmemek için
Ben ki bütün duvarlarını, afişlerle donatıp
Yumruğumla kanatmıştım
Rezil bir aşktı
Bütün arkadaşları miting alanlarında
Ve mezarlıklarda bırakmıştım
İstanbul ey İstanbul ey
Acılar kraliçesi
Umudun ve direncin yorgun anası
Ve ey çıldırmak üzere olmanın çamurlu ikonası
Tırnaklarım kopuyor, Görmüyor musun
Bir ben miyim kapılarını şaşıran her yokuşun başında
Bir ben miyim ekmek arasına canına doğrayıp doğrayıp yutan
Bir kedi bile sağarken yüreğini
Telaş içerisinde yavrusuna
Ey acımasız acuze!
utan şu türbelerinden
Minarelerinden utan
İstanbul ey İstanbul ey
Acılar kraliçesi
Savaşın ve bozgunların gariban çiçeği
Ve ey teslimiyete düşmenin o hazin gerçeği
Bayraklarım kanıyor, Sormuyor musun
Kadınlarınki;
Omuzları hicran, saçları ihanet sarısı
Çocuklarınki;
Yağmur emiyor yıkılası kaldırımlarından
En ücra genlerime, alyuvarlarıma,
Kılcal damarlarıma, ruhuma kadar. Bıktım
İliklerime, gömlek ceplerime kadar sızan
Bu Allahsız yağmurundan

İstanbul ey İstanbul ey
Acılar kraliçesi
İhtişamın ve sefaletin çaresiz bacısı
Ve ey çürümenin yok olmanın amansız sancısı
Ciğerlerim çatlıyor, Duymuyor musun
Hangi pencerene çıksam
O salya sümük pezevenk suratları
Hangi caddene dökülsem
O şangur şungur düş kırıkları
Bütün bu ezginler, tükenenler, yerlere serilenler, tutunamayanlar
Sarsmıyor mu seni hiç
Bunca infilak
Bunca isyan çığlıkları
İstanbul ey İstanbul ey
Acılar kraliçesi
Aldanışların ve hüznün yalancı tanrıçası
Ve ey ruhu kirlenmiş gecelerin cilveli yosması
İntihar anı geldi, beni öpmüyor musun,
Ağlamak istemiyorum, yenildim sana
Hikâyenin özeti bu
Bir istimlak gibi ödedim ve çiğneyip geçtin maceramı
Şimdi ben suçlarımı didikleyen bu martı sürüsüyle
Şimdi ben hangi şehirde soğuturum zonklayıp duran bu yaramı
İstanbul ey İstanbul ey
Acılar kraliçesi
İhanetin ve ihbarların arkadan dolaşan bıçağı
Ve ey ödeşmelerin, yüzleşmelerin, erkekçe vuruşmaların kaçağı
Beni harcadın ulan!
Beni sattın
Utanmıyor musun


5-GÖZLERİN İSTANBUL OLUYOR BİRDEN-YAVUZ BÜLENT BAKİLER

Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik,
Bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden.
Martılar konuyor omuzlarıma,
Gözlerin İstanbul oluyor birden.
Akşamlardan, gecelerden, senden uzağım
Şiirlerim rüzgârdır uzak dağlardan esen
Durgun sular gibi azalacağım
Bir gün, birdenbire çıkıp gelmesen.
Şarkılarla geleceksin, duygulu, ince
Yalnız gözlerime bak diyeceksin.
Ellerim usulca ellerine değince
Kaybolup gideceksin
Bir elim seni çizecek bütün pencerelere
Bir elim seni silecek.
Kalbim: Ebemkuşağı; günde bin kere
Senin için yeni baştan can kesilecek.
Ne güzel seni bulmak bütün yüzlerde
Sonra seni kaybetmek hemen her yerde
Ne güzel bineceğim vapurları kaçırmak
Yapayalnız kalmak iskelelerde.
Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik,
Bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden.
Martılar konuyor omuzlarıma,
Gözlerin İstanbul oluyor birden.



CANIM İSTANBUL – NECİP FAZIL KISAKÜREK

Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekân aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.
İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım...
İstanbul,
İstanbul...

Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik...
Bulutta şaha kalkmış Fatih'ten kalma kır at;
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat...
Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare? ..
Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet...
O manayı bul da bul!
İlle İstanbul'da bul!
İstanbul,
İstanbul...

Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği.
Oynak sular yalının alt katına misafir;
Yenidünyadan mahzun, resimde eski sefir.
Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar...
Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi?
Cumbalı odalarda inletir ' Katibim'i...
Kadını keskin bıçak,
Taze kan gibi sıcak.
İstanbul,
İstanbul...

Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler...
Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
Adada rüzgâr, uçan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hala çığlıklar gelir Topkapı Sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar...
Gecesi sünbül kokan
Türkçesi bülbül kokan,
İstanbul,
İstanbul...


İSTANBUL İSTANBUL OLALI – SEZEN AKSU

Uzanıp Kanlıca’nın orta yerinde bi taşa
Gözümün yaşını yüzdürdüm Hisar’a doğru
Yapacak hiçbir şey yok gitmek istedi gitti
Hem anlıyorum hem çok acı tek taraflı bitti
Bi lodos lazım şimdi bana bi kürek
Zulada birkaç şişe yakut yer gök kırmızı
Söverim gelmişine geçmişine ayıpsa ayıp
Düşer üstüme akşamdan kalma sabah yıldızı
Ah İstanbul İstanbul olalı
Hiç görmedi böyle keder
Geberiyorum aşkından
Kalmadı bende gururdan eser
Ne acı ne acı insan kendine ne kadar yenik
Bulunmadı ihanetin ilacı yürek koca bir karadelik
Yapacak hiçbir şey yok gönül bu sevdi
Yeni bir ten yeni bir heyecan bilirim üstelik



SEN İSTANBUL KOKARDIN-SEN İSTANBUL KOKARDIN

Martıların gözlerinden dinledim
İstanbul'un boğazı yanmış dün gece
Yıldızlar şahitlik etmiş, güya suçlu benmişim
Oysa can, yemin olsun yanağımdan süzülen denize
Ben bu şehre yüreğimi içirmedim

Göklerden hicran yağdı, İstanbullu bir geceydi
Yere düşen her damlanın yüreğinde sen vardın
İsmin dudaklarımda idamlık bilmeceydi
Yalansa kahrolayım, sen İstanbul kokardın

Sevda dediğin gülüm bir busedir dudağımda
Bıçak gibi, yasak gibi, kan gibi...
Utanır, intihar ederdi ölüm,
Hayata rest çekip ağladığımda,
Korkak gibi, tutsak gibi, yaşanmamış an gibi...
Ben lal olmuş bülbülüm, sen deli gülsün bağımda
Toprak gibi, yaprak gibi, candan özge can gibi
Kuş uçmaz kervan geçmez dağımda,
Kâh aşkı yağan kar tanesi
Kâh Leyla tüten rüzgârdın
Zambak gibi leylak gibi,
Sigaramda duman gibi
Sevdiceğim, sen İstanbul kokardın

Dayadım ondörtlüyü İstanbul'un şakağına
İstediğim gül içmekti gözlerinden bir yudum
Seni sordum gündüzlerce bu şehrin her sokağına
Söylemedi, inat ettim gece seni uyudum

Ben bir sana, bir bu şehre gül dedim
Ayla toprak şahittir, şahittir denizle gece
Sensizken, İstanbul'da bir kez olsun gülmedim
Yıllar kapımı çaldı, ellerinde vur emri
Yokluğun var sen yoktun, ölüm geldi ölmedim
Ağladım yüreğimde sen, sende divane İstanbul
Aşkından hatıra dedim gözyaşımı silmedim
Ben bir sana, bir bu şehre gül dedim
Belki de can ben bu şehri güller için çok sevdim
Gözlerimden dökülen yaş denizi ıslatıyor
Sevda kilim, hasret nakış, gönül derdi dokuyor
Çatlayası deli yürek 'sen sen' diye atıyor
Oy gece gözlüm oy, İstanbul seni kokuyor


İSTANBUL VE SEN – NURULLAH GENÇ

İstanbul bana hep seni hatırlatıyor.
Çünkü onun gözleri de en az senin ki karar yeşil.

Hala, gülümseyen bir lale gibi
bana sürgününü gönderiyorsun
dört yanı çevrili bir kale gibi
ne sır umut, ne de sır veriyorsun

gemiler gidiyor, sen gidiyorsun
sulara yansıyor yeşil gözlerin
hüzün dalga dalga, ıssız ve derin
beni İstanbul’a terk ediyorsun

sensiz ne şehrayin, ne deniz kalır
gidersin, harabe olur İstanbul
martılar göç eder; sular alçalır
kendini çöllerde bulur İstanbul

güneşi rengarenk şavkınla gökte
saçlarını tarar iken bulurum
beyazı, gecenin çizgilerinde
ellerini arar iken bulurum

sensiz çözülür mü gül ve muamma
yüreğimden hala habersiz misin
adını göklere yazarım amma
mehtabı kaybolur düşlerimin




10-İSTANBUL AĞRISI-ATTİLA İLHAN

kanatları parça parça bu ağustos geceleri
yıldızlar kayarken
şangur şungur ayaklarımın dibine dökülen
sen eğer yine İstanbul’san
yine kan köpüklü cehennem sarmaşıkları büyüteceğim
pançak pançak şiirler tüküreceğim
demek yine ben
limandaki direkler ormanında bütün bandıralar ayaklanıyor
kapı önlerinde boyunlarını bükmüş tek tek kafiyeler
Yahudi sokaklarını aydınlatan Telaviv şarkıları
mavi asfaltlara çökmüş
diz bağlıyor
eğer sen yine İstanbul’san
kirli dudaklarını bulut bulut dudaklarıma uzatan
Sirkeci Garında tren çığlıklarıyla bıçaklanıp
intihar dumanları içindeki Haydarpaşa’dan
Anadolu üstlerine bakıp bakıp
ağlayan
sen eğer yine İstanbul’san
aldanmıyorsam
yakaları karanfilli ibneler eğer beni aldatmıyorsa
kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
yine senin emrindeyim
utanmasam
gözlerimi damla damla kadehime damlatarak
kendimi yani şu bildiğin Attila İlhanı
zehirleyebilirim
sonbahar karanlıkları tuttu tutacak
Tarlabaşı pansiyonlarında bekârlar buğulanıyor
imtihan çığlıkları yükseliyor üniversiteden
Tophane İskelesinde diesel kamyonları sarhoş
direksiyonlarının koynuna girmiş bıçkın şoförler
uykusuz dalgalanıyor
ulan İstanbul sen misin
senin ellerin mi bu eller
ulan bu gemiler senin gemilerin mi
minarelerini kürdan gibi dişlerinin arasında
liman liman götüren
ulan bu mazut tüküren bu dövmeli gemiler senin mi
akşamlar yassıldıkça neden böyle devleşiyorlar
neden durmaksızın imdat kıvılcımları fışkırıyor
antenlerinden
neden
peki İstanbul ya ben
ya mısralarını dört renkli duvar afişleri gibi boy boy
gümrük duvarlarına yapıştıran yolcu Abbas
ya benim kahrım
ya senin ağrın
ağır kabaranlarınla uykularımı ezerek deliksiz yaşattığın çaresiz zehirler kusan çılgın bir yılan gibi
burgu burgu içime boşalttığın
o senin ağrın
o senin
eğer sen yine İstanbul’san
yanılmıyorsam
koltuğumun altında eski bir kitap diye götürmek istediğim
Sicilyalı balıkçılara Marsilyalı dok işçilerine
satır satır okumak istediğim
sen
eğer yine İstanbul’san
eğer senin ağrınsa iğneli beşik gibi her tarafımda hissettiğim
ulan yine sen kazandın İstanbul
sen kazandın ben yenildim
kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
yine emrindeyim
ölsem yalnız kalsam cüzdanım kaybolsa
parasız kalsam tenhalarda kalsam çarpılsam
hiçbir gün hiçbir postacı kapımı çalmasa
yanılmıyorsam
sen eğer yine İstanbul’san
senin ıslıklarınsa kulaklarıma saplanan bu ıslıklar
gözbebeklerimde gezegenler gibi dönen yalnızlığımdan
bir tekmede kapılarını kırıp çıktım demektir
ulan bunu sen de bilirsin İstanbul
kaç kere yazdım kim bilir
kaç kere kirpiklerimiz kasaturalara dönmüş diken diken
1949 Eylülünde birader mırç ve ben
sokaklarında mohikanlar gibi ateşler yaktık
sana taptık ulan
unuttun mu
sana taptık
Bu şiir: http://www.istanbul.net.tr sitesinden alınmıştır





SAYFA:2/ 11-20

11-İSTANBUL TÜRKÜSÜ – ORVAN VELİ KANIK

İstanbul'da Boğaziçi'nde
Bir garip Orhan Veli'yim
Veli'nin oğluyum
Tarifsiz kederler içindeyim

Urumeli Hisarı'na oturmuşum
Oturmuşta bir türkü tutturmuşum

İstanbul'un mermer taşları
Başıma da konuyor martı kuşları
Gözlerimden boşanır hicran yaşları
Edalım...
Senin yüzünden bu halim.

İstanbul'un orta yeri sinema
Garipliğim, mahzunluğum duyurmayın anama
El konuşurmuş, görüşürmüş bana ne

Sevdalım...
Boynuna vebalim

İstanbul da, Boğaziçindeyim
Bir garip Orhan Veliyim
Kaynak: https://siirkulubu.deviantart.com


İSTANBUL-MEHMET AKİF İNAN

Bir kapalı çarşı büyür gider
Ben gönlümden başka yerde olamam

Piyano üstüne birkaç söz yani
Aşksız ve müziksiz her şey anlamsız

Şefkatten terlikler sergilenmeli
Bir çocuk yanağı ayaklarında

Varla yok arası yürüyen ilgi
Tereddüt heykeli bir sinemadır

Suskunluğu bölen kızgın bir sitem
Unutulmuş vitrinde pol ve virjini

Huzur limanına uğrar mı bilmem
Sonsuza yönelen vapurlarımız

Anı galerisi kutlu İstanbul
Fatih'ten asılar sürdürmektedir

Sokaklar insanlar hep bize küstü
Deniz kenarında bir öğleüstü


İSTANBUL-ZİYA OSMAN SABA

Seni görüyorum yine İstanbul
Gözlerimle kucaklar gibi uzaktan
Minare minare, ev ev,
Yol, meydan.

Geliyor Boğaziçi`nden doğru
Bir iskeleden kalkan vapurun sesi,
Mavi sular üstünde yine
Bembeyaz Kızkulesi.

Bir yanda, serin sabahlarla beraber,
Doğduğum kıyılar: Beşiktaşım.
Baktıkça hep, semt semt, yer yer,
Beş yaşım, onbeş yaşım, ah yirmi yaşım!

Durmuş bir tepende okuduğum mektep,
Askerlik ettiğim kışladır ötesi.
Bir gün bir kızını benim eden
Evlendirme dairesi.

Benim de sayılmaz mı oralar?
Elimi tutar gibi iki yanımdan,
Babamın yattığı Küçüksu,
Anamın toprağı Eyüpsultan.

Önümde, açık kollarıyla boğaz,
Çengelköy`den aktarma Rumelihisarı.
İstanbul, İstanbul`um benim,
Kadıköy`ü, Üsküdar`ı...

Gün olur, Köprü ortasında durur
Anarım, Adalar`da çamların uykusunu.
Gün olur, Beyoğlu`nu özler içim,
Koklamak isterim Tünel`in kokusunu.

Bulut geçer üstünden,
Gemi gelir yanaşır
Bir eski türküdür, kulağıma fısıldar,
"İçi dolu çamaşır."

Göğünde tanıdım ayın ondördünü.
Kırlarında bilirim baharı,
Her şey içimde, her şey,
İstanbul yadigârı.

Bir daha görüyorum seni dünya gözüyle,
Göğün hep üstümde, havan ciğerlerimdedir.
Ey doğup yaşadığım yerde her taşını
Öpüp başıma koymak istediğim şehir!




İSTANBUL DESTANI-BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU

İstanbul deyince aklıma martı gelir.
Yarısı gümüş, yarısı köpük
Yarısı balık, yarısı kuş.
İstanbul deyince aklıma bir masal gelir,
bir varmış, bir yokmuş.

İstanbul deyince aklıma Gülcemal gelir,
Anadolu`da, toprak damlı bir evde,
Gülcemal üstüne türküler söylenir.
Süt akar cümle musluklarından,
direklerinde güller tomurcuklanır.
Anadolu`da, toprak damlı bir evde çocukluğum,
Gülcemel`le gider İstanbul`a,
Gülcemal`le gelir.

İstanbul deyince aklıma,
bir sepet kınalı yapıncak gelir.
Şehzadebaşı`nda akşamüstü,
sepetin üstünde üç tane mum.
Bir kız yanaşır, insafsızca dişi,
boyuna, posuna kurban olduğum.
Kalın dudaklarında yapıncağın balı,
tepeden tırnağa arzu dolu.
Sam yeli, söğüt dalı, harmandalı,
bir şarap mahzeninde doğmuş olmalı.
Şehzadebaşı`nda akşamüstü,
yine zevrak-i derunum,
kırılıp kenara düştü.

İstanbul deyince aklıma Kapalıçarşı gelir.
Dokuzuncu senfoniyle kol kola,
Cezayir marşı gelir.
Dört başı mamur bir gelin odası;
haraç mezat satılmakta.
Bir gelinle güvey eksik yatakta.
Köşede sedef kakmalı tombul bit ut,
Tamburi Cemil bey çalıyor eski plakta.
Sonra ellerinde şamdanlar, nargileler,
paslı Acem kılıçları.
Amerikan kovboyları,
eller yukarı...
Ne kadar da beyaz elbiseleri,
Amerikan deniz erleri.
Kocaman bir papatyadan yolunmuşlar gibi.
Sütden duru, buluttan beyaz.
Beyazın böylesine ölüm yakışır mı dersin?
Yakışmaz.
Ama harbederken onlara
Bambaşka elbiseler giydirirler.
Kan rengi, barut rengi, duman rengi.
Kin tutar, kir tutmaz.

İstanbul deyince aklıma
Kocaman bir dalyan gelir.
Kimi paslı bir örümcek ağı gibi
Gerinir Beykoz`da
Kimi Fenerbahçe`de yan gelir.
Dalyanda kırk tane Orkinos
Kırk değirmen taşı gibi dönmektedir.
Orkinos dediğin balıkların şahı
Orkinoz mavzerle gözünden vurulur.
Denizin içinde ağaçlar devrilir.
Kan çanağına döner Dalyan`ın yüzü
Camgöbeği yeşili bulanır
Bir çırpıda kırk Orkinos.
Reisin sevinten dili dolanır.
Bir martı gelir konar direğe
Atılan Kolyos`u havada yutar.
Bir başkasını beklemez gider.
Balıkçı gülümser tatlı tatlı
Adı Marika dır bu martı`nın der,
Her zaman böyle gelir, böyle gider.

İstanbul deyince aklıma Adalar gelir.
Dünya`nın en kötü Fransızcası orda harcanır.
Çalımından geçilmez altmışlık Madamların
Ağzı dili olsa da tenhadaki çamların.
Görüp göreceği rahmeti anlatsa insanların.

İstanbul deyince aklıma kuleler gelir.
Ne zaman birinin resmini yapsam, öteki kıskanır.
Ama şu Kızkulesi`nin aklı olsa
Galata kulesine varır.
Bir sürü çocukları olur.

İstanbul deyince aklıma,
Tophane`de küçücük bir sokak gelir.
Her Allah`ın günü kahvelerine
Anadolu'dan bir sürü fakir fukara gelir.
Kimi dilenecek dilenmesine, utanır,
Kiminin elinde bir süpürge peyda olur uzun
Dudaklarında kirli, paslı bir tebessüm,
Çöpçü olmuştur bugüne bugün.
Kiminin sırtında perişan bir küfe,
Kiminin sırtında nakışlı semer.
Şehrin cümbüşüne katılır gider.
Kalın yağlı bir kolona koşulur,
Piyano taşırlar omuz omuza.
Kendinden ağır yükün altında adamlar,
Balmumu gibi erir dururlar.
Sonra kan ter içinde soluk alırlar
Nazik eşya nazik hammallar ister neylersin
Ama onlar kadar piyanoyu ciddiye alırlar mı dersin?
Nazdan nazik, çiniden bilezik eller.
Derken;
Karşı radyoda gayetle mülayim bir ses
Evlere şenlik üstat Sinir Zulmettin.
Hacıyağına bulanmış sesiyle esner ;
Gamı şadiyi felek,
böyle gelir böyle gider.

İstanbul deyince aklıma,
Stadyum gelir.
Güne, güneşe karşı yirmibeşbin kişi
Hepsinin dudağında İstiklal marşı.
Bulutlar atılır top top, pare pare
Yirmibeşbin kişilik bir aydınlık içinde eririm
Canım ağzıma gelir sevinçten hilafsız,
İsteseler bir gelincik gibi koparır veririm.

İstanbul deyince aklıma
stadyum gelir.
Kanımın karıştığını duyarım, ılık ılık.
memleketimin insanlarına
Daha fazla sokulmak isterim yanlarına.
Ben de bağırırım birlikte
Avazım çıktığı kadar.
Göğsümü gere gere.
Ver Lefter`e yaz deftere
Stadyum gelir.

İstanbul deyince aklıma
Binlerce insanın aynı anda,
Aynı şeyi duymasından doğan sevincin,
Heybetini düşünürüm.
Birbirine eklenir kafamda,
Binler, yüzbinler, milyonlar.
Sonra bir mısra havalanır ürkek,
Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar.

İstanbul deyince aklıma,
Yahya Kemal gelirdi bir eyyam.
Şimdi Orhan Veli gelir.
Deminden beri dilimin ucundasın Orhan Veli.
Deminden beri senin tadın senin tuzun.
Senin şiirin senin yüzün.
Yaralı bir güvercin misali
Başımın üstünde dolanır durur.
Gelir sessizce konar, bu şiirin bir yerine
Neresine mi? arayan bulur.
Erbabı bilir.
Deli eder insanı bu şehir deli,
Kadehlerin çınlasın Orhan Veli.




15-İSTANBUL-VEDAT TÜRKALİ

"Sis" şairine ithaf edilmiştir.


Salkım salkım tan yelleri estiğinde
Mavi patiskaları yırtan gemilerinle
Uzaktan seni düşünürüm İstanbul
Binbir direkli Halicinde akşam
Adalarında bahar
Süleymaniye’nde güneş
Hey sen güzelsin kavgamızın şehri

Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde
Bakışlarımda akşam karanlığın
Kulaklarımda sesin İstanbul

Ve uzaklardan
Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde
Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul

Plajlarında karaborsacılar
Yağlı gövdelerini kuma sermiştir.
Kürtajlı genç kızlar cilve yapar karşılarında
Balıkpazarında depoya kaçırılan fasulyanın
Meyvesini birlikte devşirirler
Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul

Et tereyağı şeker
Padişahın üç oğludur kenar mahallelerinde
Yumurta masalıyla büyütülür çocukların
Hürriyet yok
Ekmek yok
Hak yok
Kolların ardından bağlandı
Kesildi yolbaşların
Haramilerin gayrısına yaşamak yok

Almış dizginleri eline
Bir avuç vurguncu müteahhit toprak ağası
Onların kemik yalayan dostları
Onların sazı cazı villası doktoru dişçisi
Ve sen esnaf sen söyle sen memur sen entellektüel
Ve sen
Ve sen haktan bahseden Ortaköy’ün Cibali’nin işçisi
Seni öldürürler
Seni sürerler
Buhranlar senin sırtından geçiştirilir
İpek şiltelerin istakozların
ve ahmak selameti için

Hakkında idam hükümleri verilir
Haktan bahseden namuslu insanları
Yağmurlu bir mart akşamı topladılar
Karanlık mahzenlerinde şehrin
Cellatlara gün doğdu
Kardeşlerin acısıyla yanan bir çift gözün vardır
Bir kalem yazın vardır
Dudaklarını yakan bir çift sözün vardır
Söylenmez

Haramiler kesmiş sokak başlarını
Polisin kırbacı celladın ipi spikerin çenesi baskı makinesi
Haramilerin elinde
Ve mahzenlerinde insanlar bekler
Gönüllerinde kavga gönüllerinde zafer
Bebeklerin hasreti içlerinde gömülü
Can yoldaşlar saklıdır mahzenlerinde
Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul

Bulutların ardında damla damla sesler
Gülen çehreleri ve cesaretleriyle
Arkadaşlar çıktı karşıma
Dindi şakalarımın ağrısı

Bir kadın yoldaş tanırdım
Bir kardeş karısı
Hasta ciğerlerini taşıdığı çelimsiz kemikli omuzları
Ve hüzünlü çehresiyle bebelerini seyrederdi
Cellatlara emir verildiği gün haramilerin sarayında
Gebeliğin dokuzuncu ayında
Aç kurtların varoşlara saldırdığı
Tipili bir gece yarısı
Sırtında çok uzak bir köyden indirdi
Otuzbeş kiloluk sırrımızı
Zafer kanlı zafer kıpkırmızı

Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul
Bekle bizi
Büyük ve sakin Süleymaniye’nle bekle
Parklarınla köprülerinle kulelerinle meydanlarınla
Mavi denizlerine yaslanmış
Beyaz tahta masalı kahvelerinle bekle
Ve bir kuruşa Yenihayat satan
Tophanenin karanlık sokaklarında
Koyunkoyuna yatan
Kirli çocuklarınla bekle bizi
Bekle zafer şarkılarıyla caddelerinden geçişimizi
Bekle dinamiti tarihin
Bekle yumruklarımız
Haramilerin saltanatını yıksın
Bekle o günler gelsin İstanbul bekle
Sen bize layıksın



BİR BAŞKA İSTANBUL-ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN

Oturdum başka bir İstanbul düşündüm
Daha çok sen olan daha bir seninle
Yeşili daha yeşil, mavisi daha mavi
O, her şeyi daha güzel yapan ellerinle

Sildim bütün yıldızları gökyüzünden
Yerine gözlerini koydum, gözlerini
Serdim saçlarını üstüne İstanbul'un
Dudaklarının rengine boyadım her yerini

Şimdi İstanbul aydınlık, öyle pırıl pırıl
Estirdiğim senin kokundur denizlerden
Senin güzelliğinle süsledim bahçeleri

Seni İstanbul yaptım, İstanbul'u sen
Her sokağına şiirini yazdım satır satır
Şimdi bütün semtleri bu şehrin seni anlatır..



İSTANBUL YOKTU SEN OLMASAYDIN- ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN

Ben nice İstanbullular gördüm sana gelinceye kadar
Kirli paçavralara benzerdi insanları
Dostluktan, vefadan yoksun.
Bölünmüş, dağılmış, parçalanmış
Ve her biri kendi ağırlığıyla ezilmiş, yorgun.
Yüzümde dolaşan birer iğrenç böcekti gözleri
Bir tutsam
Yapışır kalırdı ellerime en çirkin yerleri
Evlerinde bulduğum yalnızlık
Sokaklarında bulduğum upuzun bir kahırdı.
Günler boyunca
Bir başka karanlık gelirdi
Karanlığın biri kaybolunca
Güneşler doğardı görmezdim.
Bir ses durmadan ölüme çağırırdı beni
Bilmezdim bu şehirde senin yaşadığını.
Bilmezdim...

Zindandı bütün meyhaneler
Duvarlar karaydı
Köhne bir Bizans eskisiydi İstanbul sensiz.
Semt semt bir ağır yorgunluktu
Sürekli bir aldanıştı sokak sokak
Benden en uzak sevgilerde yaşadım yıllarca
O büyük yalanlarda yaşadım.
Senden habersiz bir ölü gibi
Senden uzak zamanlarda yaşadım.

Mabetler yıkıldı içimde
Umutlar hayaller yıkıldı
Bir gün bütün İstanbul yıkıldı.
Sokaklar kaydı ayaklarımın altında
Gün oldu kalabalık meydanlarında inançlarım yıkıldı
Gün oldu
Gözlerime çiviler çakıldı merhametsiz.
Toz toz oldum, duman duman oldum
Aldığını geri vermedi yıllar
Yitirdim kendimi bu rezil şehirde
Seni buluncaya kadar.

Eskiden bir lale hatırlardım
Ya da mavi mavi bir deniz İstanbul denince
Serin rüzgârlar okşardı saçlarımı
Rıhtımlar balık balık kokardı.
Ne zaman
Yumsam gözlerimi bir gemi kalkardı.
Vapur düdükleri durmadan öterdi.
Eskiden bir İstanbul vardı bilmediğim
Bana yeterdi.

Sonra kaç yıl yaralı bir hayvan gibi
Gezdim sokaklarında
Sonra kaç yıl bir sevgi aradım
İstanbul’u aradım.
Belki de seni aradım bilmeden
Ayaklarımın dibinde denizler can çekişti
Şehirler parçalandı
Bir çağ öldü gözlerimin önünde
Benim en güzel çağım öldü.
Bizi topraktan yarattılar
Gel gör ki...
Bu şehirde
Benim toprağım öldü.

Seni aradım bu şehirde yıllarca
Yana yakıla seni..
Sen kimdin, sen neredeydin kim bilir.
Hep böyle sensiz miydi bu şehir.
Bu şehir İstanbul muydu?
Öyleyse sensiz yaşanmazdı bu şehirde
Gemiler demir almazdı
Trenler işlemezdi
Sen olmasaydın
Bir ömür bitip
Yepyeni bir ömür başlamazdı içimde
Bahar gelmezdi
Ağaçlar çiçek açmazdı
Seni bulmasaydım
Ve ben yoktum
İstanbul yoktu
Sen olmasaydın.


 İSTANBUL DEDİM DE SENİ HATIRLADIM - ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN

İşte İstanbul
yorgun şehir
işte canından bezmiş boğaz vapurları
kederli tramvaylar
ve Galata Köprüsü'nden
telaşlı insanlar geçmektedir
bir gizli sevinç mahzun gözbebeklerimde
eriyen bir sükun kaldırımlarda adım adım
işte İstanbul
İstanbul dedim de seni hatırladım.

Balıkçı tepsilerinde gümüş balıkları
tekir, barbunya, canım uskumru, levrek
işte İstanbul
kulaklarımda bir derin uğultu
hiç bitmeyecek
karşıda kızkulesi
gözleri yaşlı bir kadın gibi
ve minareler çaresizliğimizi haykırmakta Allah'a


caddelerinde başım dönüyordu
gecelerinde ağladım
İstanbul, o büyük şehir
o mahzun şehir
İstanbul dedim de seni hatırladım.

Boğaz içinden bir vapur geçer
benim aklımdan senin gözlerin geçiyordu
-Bebek, dediler indim
nereye baksam denizdi
mavi mavi bir hüzündü ayaklarımın altında
işte İstanbul
Haliç,
Çiçek Pasajı,
Beyoğlu...
Beyoğlu'nun daracık sokaklarında seni aradım.
İçim ürpertilerle dolu, amansız korkularla
İstanbul dedim de seni hatırladım.


ÜSTÜME VARMA İSTANBUL-ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN
 
Sana geldim, içim ümitlerle dolu
Beni sarhoş etme İstanbul, ne olur
Bir gün ben de eririm caddelerinde
Çürür kemiklerim adım unutulur

Yine sen kalırsın dipdiri, sımsıcak
Göğün, bulutların, denizlerin kalır
Oynama İstanbul, benimle oynama
Bir gün öldürür beni bu dert, bu kahır

Ezilmiş ellerim arasında başım
Bu yeryüzünde başka çarem kalmamış
İşte gelip kapılarına dayanmışım

Karşında yıkılmış bir duvar gibiyim
Beni sarhoş etme, başım dönüyor
Üstüme varma İstanbul, kederliyim.


20-FEVKALÂDE MEMNUNUM DÜNYAYA GELDİĞİME-NAZIM HİKMET RAN

Fevkalâde memnunum dünyaya geldiğime,
toprağını, aydınlığını, kavgasını ve ekmeğini seviyorum.
Kutrunun ölçüsünü santimine kadar bilmeme rağmen
ve meçhulüm değilken güneşin yanında oyuncaklığı
dünya, inanılmayacak kadar büyüktür benim için.
Dünyayı dolaşmak,
görmediğim balıkları, yemişleri, yıldızları görmek isterdim.
Hâlbuki ben
yalnız yazılarda ve resimlerde yaptım Avrupa yolculuğumu.
Mavi pulu Asya'da damgalanmış
bir tek mektup bile almadım.
Ben ve bizim mahalle bakkalı
ikimiz de kuvvetle meçhulüz Amerika'da.
Fakat ne zarar,
Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar
her mili bahride, her kilometrede dostum ve düşmanım var.
Dostlar ki bir kerre bile selâmlaşmadık
aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz.
Ve düşmanlar ki kanıma susamışlar
kanlarına susamışım.
Benim kuvvetim:
bu büyük dünyada yalnız olmamaklığımdır.
Dünya ve insanları yüreğimde sır
ilmimde muamma değildirler.
Ben kurtarıp kellemi nida ve sual işaretlerinden,
büyük kavgada
açık ve endişesiz
girdim safıma.
Ve dışında bu safın
toprak ve sen
bana kâfi gelmiyorsunuz.
Halbuki sen harikulâde güzelsin
toprak sıcak ve güzeldir.




SAYFA:3/ 21-30

21-İSTANBUL-CAHİT KÜLEBİ

Kamyonlar kavun taşır ve ben
Boyuna onu düşünürdüm,
Kamyonlar kavun taşır ve ben
Boyuna onu düşünürdüm,
Niksar'da evimizdeyken
Küçük bir serçe kadar hürdüm.

Sonra âlem değişiverdi
Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak.
Sonra âlem değişiverdi
Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak.
Mevsimler ne çabuk geçiverdi
Unutmak, unutmak, unutmak.

Anladım bu şehir başkadır
Herkes beni aldattı gitti,
Anladım bu şehir başkadır
Herkes beni aldattı gitti,
Yine kamyonlar kavun taşır
Fakat içimde şarkı bitti.

 

İSTANBUL'U DİNLİYORUM - ORHAN VELİ KANIK


''İstanbul'u Dinliyorum
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Önce hafiften bir rüzgâr esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda
Sucuların hiç durmayan çıngırakları;


İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı;
Kuşlar geçiyor derken
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık;
Ağlar çekiliyor dalyanlarda;
Bir kadının suya değiyor ayakları;


İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalıçarşı,
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa
Güvercin dolu avlular,
Çekiç sesleri geliyor doklardan
Güzelim bahar rüzgârında ter kokuları;


İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı
Başında eski âlemlerin sarhoşluğu,
Loş kayıkhaneleriyle bir yalı
Dinmiş lodosların uğultusu içinde.


İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir yosma geçiyor kaldırımdan.
Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.
Bir şey düşüyor elinden yere;
Bir gül olmalı.


İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir kuş çırpınıyor eteklerinde.
Alnın sıcak mı, değil mi bilmiyorum;
Dudakların ıslak mı değil mi, bilmiyorum
Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından
Kalbinin vuruşundan anlıyorum;
İstanbul'u dinliyorum.''




İSTANBUL – NEŞİDE GÖKTÜRK

Aşkı aldatan bir şehrin sancısındayım
denizinde bir terk ediş bir hüzün
maviye nasıl kıydıysa yüreğin, nasıl kıydıysa
yapma nolur
.....topla kendini şehr-i İstanbul
vururum seni İstanbul
vururum boynundaki gerdanlıktan
vururum seni en sarı sonbaharından
topla kendini...
sana yalvaran kaçıncı şair
kaçıncı şiir bu
yarım kalan sevişmelerden geldik sana
şiirimiz öksüz kalsın diye mi
dilim yetmiyorsa kalbimi dinle
sevda de buna
ekmek parası de
aşk de
ar namus de
töre de
cefa de vefa de
topla kendini topla
vururum seni İstanbul
vururum en yeşil baharından
Kız Kulen'den Aşiyan'dan Bebek'ten
denizinden vururum seni masmavi kanarsın
masmavi ağlarım sana
kendimi vurdurma bana
topla kendini
topla kendini şehr-i İstanbul



İSTANBUL SENMİŞSİN-ERHAN GÜLERYÜZ
 
Dün gece yatak yorgan döşek, uyandım kanter içinde
Dünyayı kalayladım biraz, kötülük yok aslında içimde
Neden böyle yapayalnız, neden çaresiz gibi
Senden bir haber gelmez biliyordum
Senden bir umudum yok gibi

İstanbul'dan kolay kolay gitmezdim bilirsin
Tadı tuzu sendeymiş meğer İstanbul senmişsin
İhtiraslardan kolay kolay vazgeçmem bilirsin
İstanbul bitmedikçe sen hala benimsin.


25-İSTANBUL MUSUN?-FEYZİ HALICI
 
Yolsun, adım adımsın,
Kolumsun, kanadımsın.
Özdeşleşen adımsın,
Bil ki ağız tadımsın.

Bir sevgiye kul musun,
Söyle İstanbul musun?

Aşkla yuğrulmuş harcın,
Yolusun, hangi burcun?
Vurdun kalbime perçin,
Konuş yavru güvercin!

Gizemli eylül müsün,
Söyle İstanbul musun?

Ne söylesem sana az,
Düşlerim tekmil beyaz.
Ellerim dolu niyaz,
Gözlerin ilkbahar yaz.

Işıkta pul pul musun,
Söyle İstanbul musun?

Hoşgörüyle çoğalan,
Bir düş bu, değil yalan.
Sevgi edilmez talan,
Nedim devrinden kalan.

Lâle misin, gül müsün,
Söyle İstanbul musun?

Boğazdan Emirgân'a,
Dolan ıtırsın, cana.
Aşkı duy kana kana,
Arzuhalim var sana!

Gönül zarf, sen pul musun,
Söyle İstanbul musun?

Açmış kaysı dalısın,
Bir sevda masalısın.
Has bahçenin balısın,
Aşkım sen olmalısın.

Bir gönülce yol musun,
Söyle İstanbul musun?

Sevdiğim, yoğum, varım,
Sensiz her şeyim yarım
Sensin yazım baharım
Biricik tatlı yarîm.

Sevgiden yoksul musun
Söyle İstanbul musun?



İSTANBUL – TALAT SAİT HALMAN

Hangi ayazmadan su içsem
Başında kaç batın
Susuzluktan ölmüştür

Irıpları çekmeyegör
Boğazda her balığa
Bir orospu gömülmüştür

Dinmişse
Saraylarda düğünler
Harem ağası gülmüştür

Yangın yerlerinde tekbir
Yoksulların
Canevinden dökülmüştür

İstanbul
Çağların görmekten korktuğu
Düştür



ALINYAZISI SAATİ (İSTANBUL)-SEZAİ KARAKOÇ

Yeryüzüne ayı indir o bir şehir olsun
Yaklaştıkça büyüyen
Ayrıntıları setleri bahçeleri
Yumuşak çizgileriyle ortaya çıkan
İşte ben o şehri yaşadım yıllarca
İstanbul’da parça parça
Çeşmelerinde ayı yaşadım
Servilerinde ayla birlik bölündüm
Ayla birlik yaralandım
İstanbul mezarlıklarını aydınlatan ayla
Soludum bölük bölük ahiretin
Keskin çizgili özgürlüğünü
Kanlı canlı özgürlüğünü ay kesmesi
İçtim sıcak bir yaz günü içilen buz gibi bir vişne şurubu benzeri
Kutsallığın ballı biberli çilekli çile kevserini
İstanbul’dur bu otuz yıl kana kana yaşadığım
Taşlarına adeta resmim işledi
Ben İstanbul’da dağıldım zerre zerre
İstanbul damla damla içimde birikti
Mermer tozu gelip gelip içimde oluştu bir şehir
Bu yeryüzünden ve gökyüzünden ötedeki şehirdir
O bir kılıçtır Doğudan Batıya uzanıp
Çin ipeğinden örülmüş şeytan kozasını bölen
Darbeleriyle Batı çeliğini lime lime eden
O Tanrının kılıç halindeki hilali
İslam ruhunun kristalleşmiş heykeli
İçimin sesi rüyamın öfkesi merhametimin şehri
İstanbul’a gel oruç günleri gez gör ve dinle derinden
Taştaki oymalarını incele bir er gözüyle
Semerkant’tan kalkıp gelmiş erlerin gözüyle gör her yeri
Camileri mezarlıkları çeşmeleri ve sebilleri
Git Sümbülefendi’ye servilerden sor olan biteni
Merkezefendi’de tüket maddeyi yırt maddeciliğin kefenini
Bağdat’ta ebedi bağı ruhun ve ilahi hikmetlerin
Şam’da son sınırı manevi medeniyetlerin
Kozmik bakış metafizik sezgi
Bağdat’tan dal, Şamdan yaprak Diyarbekir’den çizgi
Hep İstanbul’da kırık dökük
Parçalanmış silinmiş sönmüş
Hayaletler gibi kaçmış gizliliklere
Loş boşluklara sığınmış kan rengi bir huzur arzusu
Sabah Karacaahmet’te öten şafak kırmızısında savaş borusu
Sökün eder her sabah ufkun bir ucundan yeniçeriler
Su şırıltısından gök gürültüsüne değin
Bütün seslere düzen vermiş ebedi mehter
Yok olduysa bu şehir ruhu ruhuma sindi
Ben yaşadıkça o yaşayacak bende
Kim bilir belki o da dirilecek benimle
İslam Milletinin dirilişinde
O yeniden güneşin güneş ayın ay ve dünyanın dünya
İnsanın insan olduğu o günde
Ölümün biliyorum ey İstanbul diriliş içindir
Öyleyse indir ruhunun teslim bayraklarını indir göm toprağa
Doğrul ve kalk ayağa
Kemiklerinle etin arasında
Sonsuz güç topla korku ve muştuyla
Mucize muştusuyla
Yüreğim yırtılıyor çınlıyor ağlıyor yüreğim
Fırtına yaprak yaprak dökülüyor
Gecenin tüyleri savruluyor havaya
Ölümümü kutlayan Arz oğullarıyla
Mübarek toprağın anlamından bile yoksun
Taşın demirin mermerin ve tozun metafizik kadrine bile düşman
Kâbus ruhumu çalmak isteyen hırsız
Madde dönüşür binbir şeye ama ruh kaybolmaz
Altın madeni gibi pırıl pırıl kalır ve solmaz

Ve ben kardan geldim ama denizi üstlendim
Denizi yüklendim adeta denizle evlendim
Denizle yaşadım denizle öldüm
Öldükten sonra denizin gözlerini gördüm
Denizden denize yükseldim
Birliğin şarkısını işittim dinledim derinliklerinde
Sedeflerinden yapılmış İstanbul camilerinin taşları
Beyaz güvercin kanadı köpüklerinde kubbelerini gördüm camilerin
-Ama gizleyerek saklayarak itiraf etmeyerek-
Bursa’dan gelen yeşil bu denizi boyadı gökten sonra
Ve trenler şifreli düdükleriyle trajedileri perdelerken
Dönüp bir köşeden ötede kaybolurken
Ben kayalarını denizin ahenkleştirdiği kıyılarda
Gerçeği koğaladım hayal meyal görünen kelimeler arkasında
Ve derken birden karaya sıçradım Ayasofya
Padişah türbeleriyle örtülmüş maskelenmiş şehzade mezarlarıyla
Kayboldu o deniz o kentle birlikte Rabbim bildir bana
olup biteni
O yeşil ötesi ışığı o güneşi tahlil eden su çizgisini
Ve sen ey Avrupa yerin dibine batacaksın bitmez tükenmez suçlarına karşılık
Ve derken Ayasofya yüzüme çarpan karanlık
Serin ve kilim nakışlı kızıl gözlü dev bir cam gibi
Ve kılıcımın ucunda Ayasofya küçük bir bilya gibi
Uçuyorum göklerin kubbesine bir ikram gibi
Gök sofrasında bir çeşni bir garnitür gibi
Kalk ve kavra ruhum bir kadavra gibi solan bu göksel yapıyı
Bir kartal taşırken yere düşmüş
Ve kalakalmış kaldığı yerde
Sonra karanlıklardan çıkan kartallar tünemiş üstüne
Yemişler ötesini berisini
Ey kozmiğin kemirdiği bir kent gibi yükselen yapı
Ey Allaha açılan ve kapanan ulu kapı
Bir at gibi soluyorsun kulelerinle
Deniz öfkenin köpükleriyle benekli
Gel barışın köprüsü ol içimizde dışımızda
Yeniden sularından içelim kana kana
Savaşabilirim bugün bütün dünyayla
Gerekirse
Ruhumuzun susadığı hakikat olan
Evrensel İslam Barışının zaferi için
Aşk için Tanrı hakikati aşkı için
Göğe çıkan İsa yere insin diye
-Fazla çıkardılar göğe-
Gel ey Muhammed ve İsa hakikati
Burada sizi bekleyen bütün bir insanlık var
Bulutlar yaralı insanlar zehir saçan fırtınalar
Kara-düşünce fırtınalarıyla yüklü kurşun levha havaları
Savaşırım doğudan daha doğu
Doğrudan daha doğru olanı bulmak için
Zulme karşı savaşabilirim
İnsan başı yalnız Tanrı önünde eğilecektir
Ebedi hakikat budur
Bunun için savaşırım ben
Bunun için kanım helal olsun
Şehrimin altına özgür Tanrı aşkını yazmak
İstanbul’u yeniden Tanrı şehri yapmak
Bunun için savaşırım ben
Servi için savaşırım çınar için savaşırım
Tozlanmamış gün doğuşu için
Yıldızlar geceleri yeniden görünsün diye
Tuz deniz damlasında gülsün
Çam denizle gülüşsün
Su tenimizle barışsın
Ruhumuzla ışısın diye
Savaşçıyım ben atalarım gibi
İstanbul için savaşırım
Bağdatın dervişlik ortağı
Şam’ın kılıç kardeşi
Olan İstanbul için
Benim güneşimden öteye kimse gidemez
Benim güneşimin üstüne doğmadığı yaşam yaşam değil
"Benim duvarımdan yüksek duvar haraptır"
Gerçek özgürlüktür kölelik değil Tanrıya kulluk
İstanbul olacak yine gerçek özgürlüğün türküsü
Kıyamete kadar söylenecek türkü



AT KOKUSU-SUNAY AKIN

Son evi gösterin bana İstanbul`da
vapur sesinin duyulduğu
ki kapısını çalıp
söyleyeyim içindekilere
daha çok kedi yavrusu ezilsin diye
eski iskeleleri
sahil yoluyla ayırdıklarını
denizden

Karşılığında ben de size
kanaryası ölüp
kuaför salonuna dönüşmeyen
kaç mahalle berberinin
kaldığını söylerim
ya da kaç fötr şapkanın
tutsak olduğunu
köhne bir konağın
askısında

Kaç faytoncunun
artık taksicilik yaptığını da bilirim
ama söylemem
onu da siz bulun
dikiz aynasına takılı boncuklardaki
at kokusundan


BENİM ADIM İSTANBUL-KUBİLAY TEK

İstanbul benim şehrim
aynaya yansıyan yüzüm
İstanbul benim şehrim
durmadan kanayan yaram

İstanbul ağlayan kadınım
aldatan erkek
İstanbul ağlayan kadınım
ağlayarak ürkek

İstanbul yorgun kollarım
gece karanlığım
İstanbul yorgun kollarım
her zaman inandığım

İstanbul benim adım
kostantinadan sonraki
İstanbul benim adım
ölene dek baki

İstanbul yanan ateşim
söndürülemeyecek kadar
İstanbul yanan ateşim
ömrümün sonuna kadar

İstanbul benim melodim
geceleri dinlediğim
İstanbul benim melodim
ağlayarak inlediğim

İstanbul ağlayan gözlerim
ıslanan kirpiklerim
İstanbul ağlayan gözlerim
kopan ipliklerim

İstanbul anne kucağım
nokta nokta bucağım
İstanbul anne kucağım
olmazsa olmayacağım

İstanbul üzerimdeki sancı
kıvranarak izlediğim
İstanbul üzerimdeki sancı
Herkesten gizlediğim

İstanbul benim adım
kostantinadan sonra
İstanbul benim adım
1453`ten sonra


30-AĞA CAMİİ- NAZIM HİKMET

Ana Sayfa İstanbul Rehberi İstanbul Şiirleri
Havsalam almıyordu bu hazin hali önce
Ah, ey zavallı cami, seni böyle görünce

Dertli bir çocuk gibi imanıma bağlandım;
Allah’ımın ismini daha çok candan andım.

Ne kadar yabancısın böyle sokaklarda sen!
Böyle sokaklarda ki, anası can verirken,

Işıklı kahvelerde kendi öz evladı var...
Böyle sokaklarda ki, çamurlu kaldırımlar,

En kirlenmiş bayrağın taşıyor gölgesini,
Üstünde orospular yükseltiyor sesini.

Burda bütün gözleri bir siyah el bağlıyor,
Yalnız senin göğsünde büyük ruhun ağlıyor.

Kendi elemim gibi anlıyorum ben bunu,
Anlıyorum bu yerde azap çeken ruhunu

Bu imansız muhitte öyle yalnızsın ki sen
Bir teselli bulurdun ruhumu görebilsen!

Ey bu caminin ruhu: Bize mucize göster
Mukaddes huzurunda el bağlamayan bu yer

Bir gün harap olmazsa Türkün kılıç kınıyla,
Baştan başa tutuşsun göklerin yangınıyla!



SAYFA:4/ 31-40

31-İSTANBUL'UN ÜSTÜNE GÜNEŞ DOĞDU- OKTAY RIFAT HOROZCU

“İstanbul'un üstüne güneş doğdu,
Çıktı silkinerek gecenin içinden,
Kız gibi minareleriyle Süleymaniye,
Sultanahmet, Sultan selim, Fatih camileri.

Türbeler, çeşmeler, sebiller
Aldılar aydınlıkta yerlerini.
Şakımaya başladı bülbül gibi
Bağdat köşkünün çinileri;
Hepsi de alın teri,
Hepsi de el emeği.
Bir yaprak düştü döne döne şadırvana;
Bir kumru su içti şadırvandan.
Üsküdar'ın fakir evleri göründü uzaktan
En arkada Çamlıca tepeleri.”
Oktay Rıfat Horozcu


İSTANBUL ŞARKISI – HÜSREV HATEMİ


Orda, uzaklarda, İstanbul’da,
Herkesin bir sonbahar toplayışı vardır...
Günlerden sonbahar toplayanların ustası;
Orda, Atillâ İlhan’dır.
Burası bir Alman kasabası,
Ve ben ağaçlardan, kuşlardan değil de sonbaharı,
Hayâlimdeki gözlerinden topluyorum.
Batıda da çözüm yolu yok yalnızlığa,
Yalnız şu gerçeği buldum galiba:
Kimi unutmak istesem bir daha,
Bu işe gözlerden başlamalıyım.
Çünkü ne zaman unuttumsa seni,
Gözlerin yeniden çizdi yüzünü.

 
İSTANBUL MEKTUBU – ŞEMSİ BELLİ

Bu şehir bıraktığın gibi Hasan.
Martılar
Yine öyle ürkek,
İnsanlar cesur,
Deniz bâzan yeşil, bâzan kurşunî

Liseli gençlerin selâmı var
Yeni bir çete kurmuşlar soygun için.
Çapkın hırsız emekliye ayrıldı.
Vapurlar naylon külot taşıyor Akdeniz'den.

Torpilsiz evlere baskın berdevam
Formalı öğrenciler yakalanmış geçenlerde
Evli kadınlar yakalanmış.
Yatakhaneye oğlan kapatmış kolejli kızlar
Üç gün misafir kalmış.

Bu şehir bıraktığın gibi Hasan.
Câmilerde yine kandiller yanar Ramazanda.
Duraklar boyunca kuyruk,
Sokaklar boyunca şen-dul.
Ocaklar, bucaklar, kucaklar açılıyor
Yine öylesine güzel İstanbul.

Her şey bıraktığın gibi Hasan
Ada'sı, Moda'sı, Şişli'si
Naylon boynuzlusu, altın dişlisi
Ahmed'i, Mehmed'i
Hâlâ aynı oyunu oynuyorlar
Repertuar değişmedi.

Takvimler değişti ama
Hiçbir şey değişmedi inan.
Eyüp Sultan'da dualar ediliyor
Vampirler kan emiyor çocuklardan.

'Boğaziçi şen gönüller yatağı'
Turistik oteller güzel.
Turistik otellerin odalarında
Et pazarları kurulmuş yine.
Koyun eti, ceylân eti
Öküz eti, manda eti
Yavrukuzu eti var
Müzikle sevişiyor bugünkü İstanbul
Aşkın bereketi var, Hasan!

Başka ne yazayım, yeter bu kadar
İstanbul bıraktığın gibi
Martılar ürkek
İnsanlar cesur.
Deniz bâzan yeşil, bâzan kurşunî


AH İSTANBUL-İLHAMİ ATMACA

Çok gece dayanır kapıma ağlamaklı İstanbul
Unutulmuş kokularıyla gülleri, leylakları
Bir Anadolu türküsü kadar çoğul
Dindirdim içimde nice zehirli çavlanları

Ne sırrına ne bakire ellerine dokundum
Sabık bir şairin esrarıyla direndim yaslara
Rahmetle anacağım aşklarla avundum
Bir yarasa gibi savruldum karanlıklara

Çöker, ruhumun ölçülemez derinliğine
Köpüre köpüre gelen denizlerin büyüsü
Delinmiş gökyüzünün peşinde pervane
Karanlıklara çarpan bir çığlığın türküsü

Ah parçalar, parçalar içimi çalan saz
Ah dökülür ellerim eteğinden tutunca
Ah sızım sızlar içimde naz
Ah İstanbul çığlığın kapımda patlayınca

Nice iniltilerle sokaklara doğuran
Kadınların çocuklarına merhamet
Ah ufkunda çığlıklı martılara karışan
Güzel kızların etlerinde cinayet

Peki har’ın yeter mi ki böyle gür
Köpüre köpüre giden vapurların küpeştelerinde
Nice aşklar kelimelere dökülür
Kırılan bir gül dalı kalır ellerimizde

İstanbul sustun, kıyılarına vuran denizi
Nice ayrılıklara gömdün ulaşılmayan
Şimdi kapımda bir yığın kum tanesi
Beni mecnun gibi çöllere hazırlayan

Ah parçalar, parçalar içimi çalan saz
Ah dökülür kalırım ellerini saklayınca
Ah sızım sızım buharlaşır niyaz
Ah İstanbul çığlığın kapımda patlayınca


35-İSTANBUL DENİLİNCE SORULUR YERYÜZÜ- ARİF AY

Akşam kişneyen bir at İstanbul’da
Baktıkça Sarayburnu’ndan
Okşar yelesini tunusun yeli
Açılır Marmara bir mavi zambak
Bir dağ yansıması Cezayir’den

Akşam yürüyen bir kervan İstanbul’da
Baktıkça Eyüp’ten
Ansızın boşalan yağmur
Yüzündeki telaştan
Anlaşılır bir gezgin kadar yerli
Olamadığınız

Günün iskeleti var ortada
Ne içinizde bir giz
Ne güneşin pasa işleyen yanı
Çözülmeyen bir buzul
Bu bilinçsiz durum
Durmadan inip kalkan balyoz
Ve ezilmişliğiniz

Ağır ağır inen morluk
Bir faslı ananın yüzü sularda
Sığmaz içimin mağaralarına
Çözülüp dağılan güvercinlerden
Eyüp’te bir türbe kalır


BAHAR SARHOŞLUĞU-CAHİT SITKI TARANCI

İlk sevgilimin gülüşüne benzer
Bir Nisan havası değil mi esen?
Zincirlere, kelepçelere inat,
Kanatlarımı açmak zamanıdır;
Allahaısmarladık kaldırımlar.

Giyenler düşünsün dar elbiseyi;
Ölçülü sözü, hesaplı adımı
Ben kurtuldum kafeste kuş olmaktan;
Saltanat sürer gibi uçuyorum,
Erk ağacı gelin olduğu gün.

Hayranım bu şehrin bacalarına.
İrili ufaklı, hep bir ağızdan,
Nasıl derinden gökyüzüne doğru
Bir türkü söylüyorlar öyle sessiz!
Dumanı daim olsun güzel baca!

Yuvası saçakta kalan kırlangıç,
Yuvası dallara emanet serçe.
Derken camiler üstünde güvercin,
Minareler katında geçiyorum,
Gökyüzü mahallesi İstanbul’un.

Süt beyaz bir martıyım açıklarda.
Gemilere ben yol gösteriyorum,
Buğday ve ilaç yüklü gemilere.
Bir kanat vuruşta bulutlardayım;
Bir süzülüşte vatanım dalgalar!



BARBAROS MEYDANI-BEHÇET NECATİGİL

Biliyorum ayıp ve mânasız
Ama peşlerinden gidiyorum
Gezmeye çıktıkları vakit
Ana kız.

Utanır da belki
Anasının sırtındaki
Yeldirmeden,
Kız bir adım önde gider
Sezdirmeden.

Beşiktaş’ta Barbaros Meydanı
Sağı anıt, solu türbe
Ortası kare şeklinde,
Parkıdır yoksulların
Bilhassa yaz ayları.

Fidanların, mezarların önünde
Yontulu taşlar çepçevre,
Yer yer banklar konulmuş,
Meydana dolmuş millet
Sıra sıra oturmuş.
Ah genç kız kalbi,
Sıralara bakar elbet.

Meydanın ilerisi deniz kıyısı
Karaya çekilmiş kayıklar
İskele gazinosu yanda
Sulara dökülmüş ışıklar
Üsküdar şu karşısı.

O nemli topraklara
Ana çöker yorgun argın,
Kalmış gözü arkada
Kendi ayakta kızın.


BEYAZIT MEYDANI'NDAKİ ÖLÜ -NAZIM HİKMET RAN
 
Bir ölü yatıyor
      on dokuz yaşında bir delikanlı
      gündüzleri güneşte
      geceleri yıldızların altında
      İstanbul'da, Beyazıt Meydanı'nda.

Bir ölü yatıyor
      ders kitabı bir elinde
      bir elinde başlamadan biten rüyası
      bin dokuz yüz altmış yılı Nisanında
      İstanbul'da, Beyazıt Meydanı'nda.

Bir ölü yatıyor
      vurdular
      kurşun yarası
      kızıl karanfil gibi açmış alnında
      İstanbul'da, Beyazıt Meydanı'nda.

Bir ölü yatacak
      toprağa şıp şıp damlayacak kanı
      silâhlı milletimin hürriyet türküleriyle gelip
                                            zaptedene kadar
                                                      büyük meydanı.
 

                                                                                Mayıs 1960




BİR GÜN SABAH SABAH-TURGUT UYAR

Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni:
Ki, sisler daha kalkmamıştır Haliç ten.
Vapur düdükleri ötmektedir.
Etraf alacakaranlık,
Köprü açıktır henüz.
Bir gün sabah sabah kapıyı çalsam...

Yolculuğum uzun sürmüş oldukça
Gece demir köprülerden geçmiştir tren.
Dağ başında beş-on haneli köyler,
Telgraf direkleri yollar boyunca
Koşuşup durmuş bizle beraber.

Şarkılar  söylemişim pencereden.
Uyanıp uyanıp yine dalmışım.
Biletim üçüncü mevki,
Fakirlik hali.
Lüle taşından gerdanlığa gücüm yetmemiş,
Sana Sapanca’dan bir sepet elma almışım.

Ver elini Haydarpaşa demişiz,
Vapur rıhtımdadır pırıl pırıl,
Hava hafiften soğuk,
Deniz katran ve balık kokulu.
Köprüden kayıkla geçmişim karşıya,
Bir nefeste çıkmışım bizim yokuşu...

Bir gün sabah sabah kapıyı vursam,
-Kim o dersin uykulu sesinle içerden.
Saçların dağınıktır, mahmursundur.
Kim bilir ne güzel görünürsün sevgilim,
Bir sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni,
Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliç ten.
Fabrika düdükleri ötmektedir.



40-BOĞAZ GEZİNTİSİ-ÖZDEMİR ASAF
 
Ne günlermiş, ne günlermiş
Yıldızlar, mehtap, çamlar altında.
Yıldızlar, mehtap, çamlar altında
Ne günlermiş, ne günlermiş
Gelip geçmiş!

Vapurlar değil, Boğaz'dan geçen:
Boğaz'dan yalılar geçiyor.
Toplamış sulardan eteklerini,
Odasına çekilen bir saraylı gibi
Yalılar gelmeyen âlemlerine gidiyor
Bırakıp bu sessiz gecelerini.

Çekip almış kuşların kanadlarından rüzgârını
Asırlık rüyalarında yalılar.
Uykuların mahmurluğu saçaklarını sarmış.
Saz sesleri gelmeyor kıyılarından.
Ne geçen yazlardan haber var,
Ne gelecek baharlardan.
Kim bilir kaç deniz geçmiş uykularından...

Başbaşa kalmış iki Hisar
Beklemekte sönük sahilleri.
Artık eski harpleri anlatır taş duvarlar
Kıyılarından geçen balıklara.
O balıklar ki, dedeleri
Şarkılarla beslenmişti geceleri.
Şimdi sulara düşen çürümüş tahtalar
Dalgalarda son oltanın yemleri..

Bir zamanlar şen yaşamış yalılar
Işıklı bir ziyafet sofrasında.
Renklerini deniz almış götürmüş,
Küllerini alev alıp savurmuş.
Deniz kenarında denizsiz kalmışlar.
Ortaklığı ayrılmış kıt'aların.
Anadolu günden güne Rumeli’ye küsmüş

Bugün biz değiliz bakan yalılara;
Yalılar boynu eğik bize bakıyor.
Biz değiliz sarkan hatıralara
Göğüs gererek dalgalara.
Yalılar bir hayâl için denize sarkıyor
Yalılar bize bakıyor, denize bakıyor.

Ne günlermiş, ne günlermiş
Yıldızlar, mehtab, çamlar altında.
Yıldızlar, mehtab, çamlar altında
Ne günlermiş, ne günlermiş
Geçip gitmiş.



SAYFA:5/ 41-50

41-DENİZİN KENTİNİ YAKTIM-SEZAİ KARAKOÇ
 
Denizin kentini yaktım
Vızıldayıp duran kafamın ortasında
Denizin kentini yaktım
Hurma şırıltılarıyla

Denizin kentini yaktım
Beni çocukluğumdan koparan
Denizin kentini yaktım
Bir kent kadın kabuklarından

Denizin kentini yaktım
Miras kalmış bir alevle
Denizin kentini yaktım
Veli ağaçlarla kalbi atan mermerle

Tanrıyı anarak kalbi atan
Cami sütunları boğdu
Sararmış gözyaşlarıyla
Kararmış denizin kentini

İstanbul ey sevgili şehir
Dön dön karadan gelen sesime
Son veren zaman yatırında
Denizden getirilen biçimine



BİR GÜN İSTANBUL`DA-SABAHATTİN KUDRET AKSAL

Günlerden bir gün İstanbul`da
Sabah oldu, eşya ışıdı
Bahçedeki horoz öttü
Horozun öttüğünü duyunca
Türkü tutturdu
Bir çiçek keyfine göre...

İşler bu yola döküldü mü,
İnsanoğlu durmaz
Yatağımdan kalktım
Kahvaltı ettim
Geceden kalma ne varsa
Ceketimi giydiğim gibi
Sokağa çıktım

Bir rüzgâr esti hafiften
Sonra durdu
Yağmur çiseleyecek gibi oldu
Bir tramvaya atladım
Doğru parka gittim
Sıranın birinin üstüne
Uzandım
Gökyüzünü seyrettim

Gökyüzü de bir türkü söyledi
Gökyüzünün türküsü de
Horozun kine, çiçeğin kine uygundu
Öylesine maviydi gökyüzü
Öylesine derin
Öylesine sonsuz

Ama bıkılıyordu gökyüzünden
Kalktım kahveye uğradım
Bir çift söz ederim dedim
Ahbap aradım
Bulamadım
Bulamayınca
Elim şakağımda
Düşünmeye vardım

Derken öğle oldu
İş yerleri boşaldı
Cümle halkın karnı acıktı
Ben de acıktım
Bir köfteci dükkânına girdim
Köfteler kızardıkça
Ortalığı bir duman sardı
Bir soğan kokusu

Öğleden sonra da geçti aynı minval üzre
Yalnız bir aralık
Bir sevda yaşadım düşümde
Büyük bir caddeden geçerken
Bir kadın görünce balkonda
Saçları alabildiğine sarıydı
Bugüne dek
Görmediğim acaip kuşlar havalanıyordu
Sabahlığında

Sevdalandım düşümde
O benden habersiz
Akşam gelecek aşığına
Hazırlandı durdu aynasında

Gönlü sevdayla dolanların
Son uğradıkları meyhane
Bir yudum aldım da
Kendimi buldum kocaman bir denizde
Nelerin unutulup gittiği nelerin
İzi bile görünmeyen gemilerin

Akşamları sokakları dolduran serinlik
Bir kahvecinin
Kahvesinin bahçesini suladığı
Anı hatırlattı bana
Bütün gün taban teptim
İçimde bitkinlik
Akşamı ettim


BEYOĞLU KESTANECİSİ-EMRAH CEYLAN

İstiklal caddesi ağlıyordu...
Sınırsızca koşmalarımızı özlemişti.
Ayak seslerimiz,
Her gün düşlerin başladığı yerlere,
Umarsızca yankılanıyordu.

Şimdi...
Sensizlik dökülüyor caddede,
Her geçen gün silüetin karşıma çıkıyor
Kışları almadan geçmediğimiz kestanecide..

Ne kadar çok severdin, sıcak sıcak
Ağzımla açıp avuçlarına bırakırdım
Şeker gibi, yanakların gibi kestaneleri...

Şimdi...
Senin payını sokak çocuklarına veriyorum.
Ama size kestane açamam diyorum,
Aniden uzaklaşıyorlar yanımdan..

O paramparça kestaneler,
Paramparça yalnızlığıma dönüşüyor...
İstanbul 2006


İSTANBUL'UM-OKTAY TEM

Bir an senden ayrılsam, Nerde der misin?
Gelemezsem yine de affeder misin?
Hasretini çekerken sen de ben gibi,
İçinde bir yalnızlık hisseder misin?

İstemem olmasın ne mal ne pulum.
Gurbete düşende sanadır yolum.
Esirin, kölenim, kapında kulum,
Ben sensiz yaşayamam İstanbul’um.

Gecen başka bir âlem, suların serin.
Sana karşı sevgimiz o kadar derin.
Yaşayan bir tarihsin, ömre bedelsin.
İnan ki yok dünyada başka benzerin.

İstemem olmasın ne mal, ne pulum.
Gurbete düşende sanadır yolum.
Esirin, kölenim, kapında kulum.
Ben sensiz yaşayamam İstanbul’um.
(şarkı sözü)
İstanbul (1970)


45-İSTANBUL (SEVGİSİ İÇİMDE)-ÂŞIK VEYSEL ŞATIROĞLU

Sevgisi içimde yaşayıp duran
Nazlı güzellerin şirin İstanbul
Hayali kafamda hükümler süren
Görmez gözlerime görün İstanbul

Ortasında deniz kenarlar kara
Bu dünyada cennet olmuş kullara
Mehtapta sandallar ne hoş manzara
Sahildir yayladır yerin İstanbul

Gemilerin gelir peşi peşine
Şöhretin yayılmış hudut dışına
Ayrı bir güzellik başlı başına
Sevgi muhabbetin derin İstanbul

Fatih Mehmet Sultan temeli kurdu
Ondan sonra oldu Türklerin yurdu
Edirne'den gelen o büyük ordu
Ayyıldız bayraktır nurun İstanbul

Denizler kilidi boğazların var
Dünyaya haykıran avazların var
Yılmaz Türk Ordusu şahbazların var
Ferah tut gönlünü serin İstanbul

Dünya güzelliği sendedir mevcut
Hususi özenmiş yaratmış Mabut
Herkesin gönlünde vardır bir maksut
Halis Türk maksadın varın İstanbul

Edipler şairler yetişmiş sende
Ehli aşklar yanmış tutuşmuş sende
Bir aciz kimseyim Veysel'im ben de
Seversen olayım yârin İstanbul



İSTANBUL CENNETSİN, İSTANBUL SULTANSIN-HALİL ÇOLAK
 
Yedi tependen görünür yedi güzellik
Gönlümde sensin sevdamda sensin
her kıyında var bir nostaljik te özellik
İstanbul cennetsin, İstanbul sultansın

Dün gezdim senin güzel camilerin
Sana hiç eksik olmaz da dualarım
Nereye baktımsa yaşadım anılarımla
İstanbul cennetsin, İstanbul sultansın

Muhteşem camilerinde okunan ezanların
Boğazı seyrederken güzel olan hülyalarım
Büyülü gecelerinde gördüğüm rüyalarım
İstanbul cennetsin, İstanbul sultansın

İki gerdanlıkla kıyıların birbirine bağlanmış
Etrafın Allah tarafından ağaçlarla bezenmiş
bahçelerinde lale sümbül türlü çiçek ekilmiş
İstanbul cennetsin, İstanbul sultansın

Çamlıca’ tepelerinde senin seyran doyulmaz
seni oradan seyreden sana nasıl âşık olmaz
Vapur seslerinden bile düşlerden uyanılmaz
İstanbul cennetsin, İstanbul sultansın

Yağmurunda kıyılarında âşıklarda ıslanır
sevdalılarında adalardan birbirine seslenir
seni tanıdıkça sana olan aşkı da yenilenir
İstanbul cennetsin, İstanbul sultansın

Dolunaylı gece güzelliğine güzellik katar
Boğazdan türlü gemilerde selamlar geçer
Seni tanıdıkça insan kendini sende bulur
İstanbul cennetsin, İstanbul sultansın

sabah ezanların her zaman beni mest eder
yedi tependen semayı da ezan sesleri yarar
Rahmeti de rabbim onun için bu diyara verir
İstanbul cennetsin, İstanbul sultansın



SİSTE SÖYLENİŞ-YAHYA KEMAL BEYATLI

Birden kapandı birbiri ardınca perdeler...
Kandilli, Göksu, Kanlıca, İstinye nerdeler?
Som zümrüt ortasında, muzaffer, akıp giden
Firuze nehri nerde? Bugün saklıdır, neden?

Benzetmek olmasın sana dünyâda bir yeri;
Eylül sonunda böyledir İsviçre gölleri.

Bir devri lânetiyle boğan şairin Sis'i.
Vicdan ve rûh elemlerinin en zehirlisi.

Hulyâma bir eza gibi aksetti bir daha;
-Örtün! Müebbeden uyu! Ey şehr! -O beddua...
Hayır bu hâl uzun süremez, sen yakındasın;
Hâlâ dağılmayan bu sisin arkasındasın.

Sıyrıl, beyaz karanlık içinden, parıl parıl
Berraklığında bilme nedir hafta, ay ve yıl.

Hüznün, ferahlığın bizim olsun kışın, yazın,
Hiç bir zaman kader bizi senden ayırmasın.


İSTANBUL DESTANI - BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU

''İstanbul deyince aklıma martı gelir
Yarısı gümüş, yarısı köpük
Yarısı balık yarısı kuş
İstanbul deyince aklıma bir masal gelir
Bir varmış, bir yokmuş
İstanbul deyince aklıma Gülcemal gelir
Anadolu’da toprak damlı bir evde
Gülcemal üstüne türküler söylenir
Süt akar cümle musluklarından
Direklerinde güller tomurcuklanır
Anadolu’da toprak damlı bir evde çocukluğum
Gülcemalle gider İstanbul’a
Gülcemalle gelir
İstanbul deyince aklıma
Bir sepet kınalı yapıncak gelir.''


BAHAR SARHOŞLUĞU  - CAHİT SITKI TARANCI

''Yuvası saçakta kalan kırlangıç,
Yavrusu dallara emanet serçe,
Derken camiler üstünde güvercin
Minareler katından geçiyorum
Gökyüzü mahallesi İstanbul’un
Süt beyaz bir martıyım açıklarda
Gemilere ben yol gösteriyorum,
Buğday ve ilaç yüklü gemilere
Bir kanat vuruşta bulutlardayım;
Bir süzülüşte vatanım dalgalar!''

50-İSTANBUL'DAN - İLHAN BERK

''İşte kurşun kubbeler şehri İstanbul’dasın
Havada kaçan bulutların hışırtısı
Karaköy çarşısından geçen tramvayların camlarına yağmur yağıyor
Yenicami, Süleymaniye arkalarını kirli bir göğe vermişler
Hiç kımıldamıyorlar
Ayasofya elleriyle yüzünü kapamış bütün iştahıyla ağlıyor
İnsanlar sokak sokak, çarşı çarşı, ev ev
İnsanlar sırt sırta, omuz omuza verip durmuşlar
Boyunları bükük
Yorgun, asabi, kederli, kindar
Yığın yığın olmuşlar hepsi köprünün açılmasını bekliyor
Bir anda şehrin dört bucağına akacaklar
Bir anda iki ayrı kıtadaki insanlar gibi
Fatihliyle Beşiktaşlı sarmaş dolaş olacaklar''



SAYFA:6/ 51-60

51-İSTANBUL DUDAKLIM -MUSTAFA ALİ AKBAŞ

Bakışın İstanbul gibi yakıyor
İstanbul dudaklım kaldır kaşını
Sevdan yüreğimde aşka akıyor
İstanbul dudaklım kaldır başını

İskeleden bakıp yaşımı döktün
Emirgan’da açtım Beykoz’da söktün
Yazılı taşını başıma diktin
İstanbul dudaklım kaldır taşını

Haliç’te içime hüzünler çöktü
Haykırdım karşıma martılar çıktı
Boğazın suyuna yaşın mı aktı
İstanbul dudaklım kaldır yaşını

Hayalin ve resmin gözümden gitmez
Sen yoksun rüyalar teselli etmez
Eşin benzerlerin para pul etmez
İstanbul dudaklım kaldır düşünü

İlkbahar sitemde yaza darıldı
Beden hasret kaldı susuz yarıldı
Yedi tepesine karlar serildi
İstanbul dudaklım kaldır kışını

Alev püsküren dağ gibi yakışın
Yanımda ceylanlar gibi sekişin
Sabah doğan güneş gibi bakışın
İstanbul dudaklım al bakışını

Ayyıldız diyor ki, denizler mavi
Tenime sevdanı örtmüşüm kavi
Demir yanar olmuş neylesin tavı
İstanbul dudaklım sal ataşını


İSTANBUL-ABBAS YURT

Güneş gibi doğdun yedi tepeye,
Asırlarca tarih yazdın İstanbul.
Adını duyurdun her bir cepheye,
Asırlarca tarih yazdın İstanbul.

Bin dörtyüz elli üç'te çağ atlattın,
Sultan Mehmet Han'la topu patlattın,
Bir anda Bizans'ı tarihe kattın,
Asırlarca tarih yazdın İstanbul.

Süleymaniye'nin gök kubbesiyle,
Boğazda çınlayan martı sesiyle,
Sevdayı haykıran Kız Kulesiyle,
Asırlarca tarih yazdın İstanbul.

Topkapı Sarayı, Ayasofyası,
Yerebatan ile Mısır Çarşısı,
Kapalı Çarşıdır çarşılar hası,
Asırlarca tarih yazdın İstanbul.

Altın boynuz Haliç çok caka satar,
Beyoğlu'nda nice sırların yatar,
Hisarlar rengine güzellik katar,
Asırlarca tarih yazdın İstanbul.

Taksim, Eminönü, Sultan Ahmet’i,
Eyüp Sultan'dır bir kültür serveti,
Boğazda yaşamak mümkün cenneti,
Asırlarca tarih yazdın İstanbul.

Sulukule'deki hoş şatafatı,
Kimse yaşayamaz bu saltanatı,
Sensin tarihin tek şahlanan atı,
Asırlarca tarih yazdın İstanbul.

Heybeli Adayla, Kınalı Ada,
Üsküdar'ın sesi çıktı sonra da,
Bulunmaz bir eşin senin dünyada,
Asırlarca tarih yazdın İstanbul.

Galata Kulesi çakar selamı,
Çamlıca tepesi eder kelamı,
Hayran bırakarak dünya âlemi,
Asırlarca tarih yazdın İstanbul.



KAVGALARIMIZIN ŞEHRİ İSTANBUL - YILDIRIM YILDIRAN

Kavgalarımızın şehri İstanbul,
Çarpıklıkların, bozulmuşlukların, çılgınlıkların,
Yozlaşmış gecelik aşkların şehri,

Sultanahmet’i, Ayasofya’sı,
Gülhane’si, Topkapı’sıyla,
Tarihimizin şehri İstanbul.

Boğazının güzelliğiyle,
Üsküdar’ı, Çengelköy’ü, Kuleli’siyle,
Mavilerimin ve mazilerimin şehri İstanbul.
Göğü delen gökdelenleriyle,
Beni korkutan şehir İstanbul.
Koşturan telaşlı insanlarıyla,
Eminönü, Sirkeci, Kadıköy’üyle,
Kalabalık ve yığınların şehri İstanbul.

Adaları ve ada vapuruyla,
Simiti, çayı, martısıyla,
Vapurların yanında yüzen yunuslarıyla,
Bir vapur keyfi İstanbul.

Her gece yaşanan duygusuz sevişmeleriyle,
Veya duygu dolu. coşkulu geceleriyle,
Coşkularımın ve duygularımın şehri İstanbul.
Hüzünlerimin ve kavgalarım(ız) ın şehri İstanbul,
Kendini esir etmiş şehir İstanbul.


SEVENİ ÇOOK SAHİBİ YOK İSTANBUL-MUSTAFA KEMER

Niceleri senden gelip geçtiler…
Taşını toprağını zibil ettiler.
İlahi... Eyüp, Fatih, Akşemseddin peygamber sözü ile şereflendiler,
Türk milletine sebil oldun, hayrat oldun İstanbul.

Ne sesler çınladı kulağında... Toplar, çanlar, naralar
Nihayet bağrından yükseldi arş’ı alaya ezanlar
Her tepende bir mescit, her mescit de bin mevlit
Kâbe gibi, Mekke gibisin İstanbul.

Dünyanın tam ortasına kuruldun
Her milletin yurdu yuvası oldun
Kıymet bilmeyenleri ki hep kovdun
Geçmişi dolu, her günü kutlu İstanbul

Bereket kelimesi sende erdi misale
Denizin toprağın gelse anlatsa bir dile
Milyonlara bakarsın ana şefkatiyle
Hayırsız evladın çokmuş İstanbul

Bağrın camii dolu, beş vakit nida da
Bülbül-ü müezzinler çağırır ki şefaat'e
Ayasofya bekler.. Hüzün ile sırada
Her vakitte kıyama kalkan İstanbul

Gözler ölmeden ki seni görmeli
Süleymaniye’n de ezan başka lezzetli
Nefesler bu toprakta can vermeli
Şehitsiz toprağın var mı? İstanbul

Eli âlemi derki sana; benim diye
Bizim milletin umrundamı? Kıymet bile
Ezanı neylesin.. Çan varken komşu bahçede
Seveni çoook sahibi yok İstanbul

Yeşil mavi senin rengin di
Her tarafta bağın bahçen biterdi
Senin için ahir zaman mı geldi?
Gök delenle dolu, alaca bulaca İstanbul

Âşıklar, Emirgan, Tarabya, sahillerinde
Turistler, Topkapı, Ayasofya, Sultanahmet’te
Vatandaş pijama ile haliçte
Herkesin keyfine uyan canım İstanbul

Surların dibinde kimler can verdiler
Kule dibini bir garip pazar ettiler
Güvercinlere beleş i ezberlettiler
Seveni çoook sahibi yok İstanbul

Her tarafın insan dolup taşıyor
Tuzu kurun ecnebi gibi yaşıyor
Toprak altındaki buna şaşıyor
Seveni çoook sahibi yok İstanbul

Ey İstanbul sen Türkiye'nin incisi
Sahibin yok! Herkes babasının memleketlisi
Hemşeri'si taşı toprağı türbesi
Seveni coook sahibi yok İstanbul

İstanbul ecdadını hep arıyor
Cami yanı meyhaneyle doluyor
Beslediğin buna çanak tutuyor
Seveni çoook. Sahibi yok İstanbul

Korkma bu densizler seni bozamaz
Ecdadın hayrı hasenatı ki kalkmaz
Senin sahibin olsak varyaa biraz
Bütün cihan seni görmeye doymaz

Gözlerin eski eski yılları arıyor
Sokaklarda serseri, terör yürüyor
Kimse malına sahip çıkamıyor
Bir acayip neslin şehri İstanbul

Ecnebisi bakıp ta hayran kalıyor
Ey ALLAH'IM bu şehir nicelerini besliyor
Nankörü çok kıymet bilmez pisliyor
Seveni coook sahibi yok İstanbul

Yedi tepen bir boğazın iki yakan
Şükürler olsun artık... Var halinden anlayan
Şehremini derdine derman arayan
Sevenin çook, sahibin çok olsun İstanbul

Gelin etmeyelim bunu biz bize
Sahip çıkalım İstanbul nimetine
Seveni çook, sahibi çook olsun diye
Felaket yerimiz olmadan İstanbul


55-İSTANBUL HİÇBİR ŞEYİM..- ŞAİR LACİZÜN

İstanbul
sen benim içimde kayboldun
hadi kendini bul...

gözlerini gördüm binkez daha daldım seyrettim
kollarımda sevgilim vardı ama sana ihanet etmedim

anlıyorsun işte halimden
en büyük aşkım sana

bak namusumdu bakışlarım
asla kirletmedim

kucagındayım İstanbul yârimsin benim
ölüm bile senin yanında en büyük şerefim

ne güzel dinliyorsun beni
konuşuyorsun susmadan

martılar
vapur sesleri
insan yüzleri
kalabalıklık

İstanbul
senin parçanım ben

İstanbul
sana yananım ben

boş ver gönderme itfaiyelerini
yağmura söyle az sonra gelsin

İstanbul bak üşüyorum
terk etmedim Kızkulesi sahilinde saatlerce bekliyorum

seni gerçekten seven bir kaç kişiymişiz
seni üşüyerek yanarak sevmekmiş hünerlerim

alıştırdım sana kendimi
İstanbul içimde tüm sevda tünellerin...

bogazda
iki kişilik yalnızlığımla

yaşıyorum
yaşıyorum seni

şah damarım gibisin
elim boynumda

İstanbul seni saydım nabızlarımda
sen atıyorum nabızlarım soluk soluğa

İstanbul vallahide seviyorum seni
seviyorum
sendeki beni

çiçek pasajındayım
sanat evi

labirentlerinden geçiyorum
her çıkışta buluyorum seni

fasıl heyetini göndermişsin
rakı beyaz peynirle masayı süslemişsin

Fedakarlığın büyük
İstanbullu gören bir çift göz göndermişsin

her şeyde sen varsın
her şarkıda sen varsın

en ağır parçaları çaldırdım
keman sesi
klarnet
darbuka
ud
sırasıyla
benzemez kimse sana
dönülmez akşamın ufkundayım
makber

zamanı izine göndermişsin
sadece anlar var hizmetimizde

İstanbul vallahi sen beni seviyorsun...
taptazesin yine

uyutmadın muzırsın yine...

tüm ışıktan askerlerin gözlerimin hizmetinde..

İstanbul deliliğime şahitsin
bak çisiliyor yağmurların

ayaklarım yalın kollarımda sevgilim
koynumda çubuk şarabı

andımı yerine getiriyorum bu gece

İstanbul’da yalın ayak
başı dik
yanında bir kadın

sabaha teslimim...

uykusuzluğun yük

İstanbul
gece gözlerini gördüm senin
koyu mavi
yok yok
laplacı
martılar uçan yıldızdı
sislerindi bakışların
bir tek ben anladım

sustun
sustum
gözümü yumdum
seni dinledim

şarabımdan içtin
dudaklarının tadı vardı şarabımda

saçlarımı okşadın rüzgârınla
huzurum oldun yanaklarımda

gamzelerime kanatlar taktın

İstanbul
sevgilim

İstanbul
benliğim

İstanbul hiçbir şeyim..


BENİ AZAT ET İSTANBULRECEP DELİDUMAN

Beni âzat et İstanbul,
Meriç’in sularına gömdüğüm aşkım,
Boğazın sularında boğulan adamlığımla yaramam sana
Bütün ahşap bina yangınlarında yanan yüreğim
Ve koyu karanlık sokaklarında bıraktığım yalnızlığımla
Yâr olmam sana
Beni âzat et İstanbul

Bir sahiplenme masalı çocukluğunda kaybettiğim aşkım
Ada yakamozlarının efkârında solan sevdam
Serin Kuzguncuk seherlerinde uyandığım yalanların
Ve sahte ışıklarından öğrendiğim aldatmacalarınla
Yaşayamam toprağında
Beni âzat et İstanbul

Senin yollarında serçeler su içerken ölür
Ağır ceza davalısı sevdam, mahkemesi vicdanla görülür
Baktığım bütün güzel manzaralarından katlime ferman süzülür
Ahdim büyük İstanbul, bu sözden ne cayılır, ne dönülür
Beni âzat et İstanbul.

Beni âzat et ki, firarım olmayasın hayattan
Ahde vefasızlığa mabedim olmayasın
Ve sen bilesin İstanbul, bilesin ve unutmayasın
Meriç’in sularına gömdüğüm aşkım
Boğazın sularında boğulan adamlığımla
Yaramam sana ve yaşamam toprağında
Beni âzat et İstanbul


İSTANBUL'UN KIRIK KANADI-ÜMİT DUMAN

Yığılırsam canım
Olmadık anda yere,
Bilki ben sevaba girdim
Yaktı beni İstanbul.

Gidersem canım
Bu şehirden bu gece,
Bil ki ben günaha girdim
Attı beni İstanbul.

İşte böyle yaralarım var benim
Rahatsız benden, aldığım nefesim
Örtülere sarıldı makûs geleceğim
Hiç gözünü kırpmadan yaktı beni İstanbul.

Yollarında kayboldum
Feryat ederken bulundum
Hem açtım hem de toktum
Bir kalem ucunda yazdı beni İstanbul,

Sayfaların başına kattı beni İstanbul.
Deryanın güzelliği beni mest eylemişti
Sevabın gözyaşıyla karşılanması gibi,
Ağızdan çıkan sözler deryaya düştü
Haykırışlarla doldu denizin dibi
Belki de dalgalar bu yüzden hırçın
Denizi bile bana haram etti İstanbul,
Sen beni sevmeyi sevmedin İstanbul...


YAKAMOZ-MEHMET AKİF UÇAR

Var edenin adıyla var edilmiş bir şehir,
Camisi, kilisesi, havrasıyla İstanbul…
Bu şehir ki bu şehir, Fatihiyle bilinir,
Tanktan, toptan ziyade duasıyla İstanbul…

Yavuzlar, Kanuniler, Mimar Sinanları var,
Hoca Akşemseddinler, Eyüp Sultanları var,
Daha nice yarenler, nice mekânları var,
Ayasofya misali edasıyla İstanbul…

Onlardan bize miras; surlar, sırtlar, hisarlar,
Maneviyat ruhuyla perçinleşen mezarlar,
İstanbul konuşunca dize gelir nazarlar,
Def çalar yıllar yılı mirasıyla İstanbul…

Ev sahibi misafir, misafir ev sahibi,
Ağırlanır Mekke’nin, Medine’nin garibi,
“Ya ben onu, ya da o beni” sigası gibi,
Fetheder Eyüpleri pervasıyla İstanbul…

Bir ince nakış gibi tütsülenmiş toprağa,
Toprağın üstündeki ay yıldızlı bayrağa,
Bayrakla bütünleşen her mavimsi yaprağa,
Taze fidanlar verir sırasıyla İstanbul…

Kıyamet sahrasında tavlanan ince şebit,
Rab’be yakınlığınca o merhaleye sabit,
Ondan uzaklığınsa mefhumunda bir zabit,
Raks eder insanlığı, mezrasıyla İstanbul…

Fatihalar körpedir, Bakaralar adanmış,
Felak, Nas sureleri cinci evinde yanmış,
Modacıların ruhu dualarla yıkanmış,
Örselemiş bahtını nidalarla İstanbul…

Ay’ın sudaki hali gibidir koca şehir,
Akseder dünyaları ondan çıkan her fikir,
Peygamber ya da Mesih letafetinde zahir,
O manevi gizemin sevdasıyla İstanbul…

Sanki makaslanmış da koskoca bir okyanus,
Oturtulmuş toprağa ilham vâri olimpus,
Sus artık ey ezberci köhne tarih sen sus!
Konuşsun yenilikçi fetvasıyla İstanbul…

Sen! Ey yakamozların rıhtımında açan gül,
Ve sanatkâr ruhların bestelediği gönül,
Adanmış bir kalp gibi ebediyete gömül,
Yakamoz da yakamoz hülyasıyla İstanbul…


GÜZELİM İSTANBUL-HÜRREM YALÇIN

kaldır ellerini gökyüzüne
kara bulutları artık temizle
dindir semalarındaki kara yaşı
bir daha dökmemek üzre

güzelim İstanbul
bu yakışır sana...

indir ıslak mendilleri gözünden
göm toprağının en derinine
yerine yerleştir gülümsemeni
hiç silinmemek üzre

güzelim İstanbul
bu yakışır sana...

diz kuğu gerdanına
boğazın pırlantalarını
salın ortada mağrur kibirli
bir gelin misali

güzelim İstanbul
bu yakışır sana...

mavileri giydir bulutlara
yeşilleri dağıt sokaklara
mutluluk şarkılarını sakız et
insanlarının ağzına

güzelim İstanbul
bu yakışır sana...

güneşini gelin
dolunayı damat et
yıldızlarsa çocuklar
mutlu olsun insanlar

güzelim İstanbul
bu yakışır sana....


60-HEP İSTANBUL-SALİH ÇELİK

Nereye bakarsam karşımda hep o
Dağlarda İstanbul, yolda İstanbul;
İlmek, ilmek nakış, nakış işlenmiş
Kovanda İstanbul, balda İstanbul

Ellerimi açsam dualarımda
Gözümü kapasam rüyalarımda,
Her sabah her akşam hülyalarımda,
Tavırda İstanbul, halda İstanbul

Bir kıta’dan diğerine geçilir
Çamlıca’dan çam kokusu saçılır
Her baharda çiçek çiçek açılır
Lale de İstanbul, gülde İstanbul

Yağmurunda sevdalılar ıslanır
Rüzgârında fırtınalar beslenir
Anlattıkça kelimeler hislenir
Ağızda İstanbul dilde İstanbul

Yedi tepeleri güneş aralar
Boğaz sularında yunuslar oynar
Ay ışığı vurur yakamoz parlar
Denizde İstanbul salda İstanbul

Dualar yükselir ta arşa kadar
Gökyüzünü ezan sesleri yarar
Bu toprak uğruna sel olur akar
Damarda İstanbul kanda İstanbul

İyide güzelde doğruda hoşta
Yağmurda çamurda toprakta taşta
Yürekte gönülde gövdede başta
Bedende İstanbul canda İstanbul




SAYFA:7/ 61-70

61-SULTAN ŞEHİR-YUSUF ÖNDER BAHÇECİ

İstanbul gözlerimde nem, İstanbul o peygambere kadem,
Bilir misin dostum İstanbul olur benim, benim şehzadem,
Ya İstanbul beni alır, ya da ben bu İstanbul’u alırım diyen,
İstanbul gözlerimde nem, İstanbul o peygambere kadem.

Söylesene, İstanbul değil miydi, böyle asırlarca özlenen,
Söylesene, İstanbul değil miydi böyle asırlarca beklenen,
İstanbul Galata Kulesi’dir, Hezarfen Ahmet Çelebi diyen,
İstanbul gözlerimde nem, İstanbul o peygambere kadem.

İstanbul laleler kokar, İstanbul laledir bilir misin sen sen,
İstanbul Topkapı Sarayı’dır, kutsal emânetlere âmâdem,
Ben, ben İstanbul’u bilirim derim, başka bir yeri bilmem,
İstanbul gözlerimde nem, İstanbul o peygambere kadem.

İstanbul’um sadece yedi tepe midir, İstanbul kâlplerdedir,
İstanbul bir rüyaların şehridir, İstanbul’um asırlarca özlenir,
İstanbulun fethinde, aşklar ne kadar, ne kadar da yücedir,
İstanbul gözlerimde nem, İstanbul o peygambere kadem.

İstanbul alınır, karanlık çağlar kapanır, yeni bir çağ açılır,
Asırlardır masum duran İstanbul, peygamberine kavuşur,
Bütün dünya İstanbul der, buradan, âleme ziyalar saçılır,
İstanbul gözlerimde nem, İstanbul o peygambere kadem.

Bütün dünya, İstanbul İstanbul der, İstanbul bir Lalezâr,
Bir başka İstanbul yok yok, İstanbul ebediyyen Gülizâr,
İstanbul, asırlardır bir ticaret merkezi, sanki ortak pazar,
İstanbul gözlerimde nem, İstanbul o peygambere kadem.

İstanbul’um Fatih demek, gemilerim karadan yürüyecek,
İstanbul âlemin dürri incisidir, İstanbul hep yâd edilecek,
İstanbul Boğaziçidir, Avrupa Haliçi Altın Boynuz bilecek,
İstanbul gözlerimde nem, İstanbul o peygambere kadem.

Fahri Kâinat, İstanbul mutlaka fetholunacaktır, diyordu,
O ne güzel bir ordudur, ne güzel kumandandır, diyordu,
İstanbul’un manevi kumandanı, Eyyûb Sultan biliyordu,
İstanbul gözlerimde nem, İstanbul o peygambere kadem.

İstanbul önce Konstantiniyye, sonrası İslambol, İstanbul,
Beldet-üt-Tayyibe’dir, Derseâdet, Asitane, Aziz İstanbul,
Baktığın esrarengiz Kız Kulesi’ni, Üsküdar önlerinde bul,
İstanbul gözlerimde nem, İstanbul o peygambere kadem.

Fatih Topkapı’dan İstanbul’a girdi, Ayasofya’ya yürüdü,
Hocası Akşemsettin ise Ebû Eyyûb El Ensari’yi görürdü,
Bilir misin, Fatih bir dahi idi, döktürdüğü topları, Şahi idi,
İstanbul gözlerimde nem, İstanbul o peygambere kadem.

Bir de bakacaksın ki, Ayasofya’da bir sabah vakti, mutlu,
Mahsun Ayasofya, senden ne kadar, ne kadar da umutlu,
Ayasofya, Sultan Ahmet Cami kardeş gibi, ikisi de kutlu,
İstanbul gözlerimde nem İstanbul o peygambere kadem.

Çamlıca Tepesinden seyredecek, İstanbul’u göreceksin,
Vallahi, ben İstanbul için ölürüm be, ölürüm! Diyeceksin,
Fethi Mübin aklına gelecek, isteseler cânını vereceksin,
İstanbul gözlerimde nem İstanbul o peygambere kadem.

Denizler mürekkep olsa, ağaçların elimde, hepsi kalem,
Seni nasıl överim gücüm yetmez Sultan Şehir Asitanem,
İstanbul’da olsam bile İstanbul’u özlüyorum, O bir tanem,
İstanbul gözlerimde nem, İstanbul o peygambere kadem...


BİR İSTANBUL ŞARKISI-TARIK ÇITAK

Bir İstanbul şarkısı söyle bana bu akşam
Beyoğlu'nda, Moda'da hatıralar bu akşam

İster Münir Nurettin, ister Avni Anıl'dan
Güzel bir şarkı söyle, duyulsun İstanbul'dan

Her İstanbul şarkısı alır, götürür beni
Gezer durur yüreğim Bebek'le, Sarıyer'i

İster Münir Nurettin, ister Avni Anıl'dan
Güzel bir şarkı söyle, duyulsun İstanbul'dan


KÖPRÜDE SABAH- SABAHATTİN ALİ

Gece, yavaşça siyah mantosunu sürükler
Vapurlar, şimdi suya bırakılmış kütükler,
Ufuk, banyo edilen bir fotoğraf camıdır…

Dağlar dudaklarını boyar pembe bir tüyle
Köprüde fersiz gözler açılır üzüntüyle:
Sabah, ıstırap çeken kalplerin akşamıdır…

Kollarını gererken iş bekleyen bir sandal,
İlk ışıklar açılır esmer sularda dal dal;
Rüya görür kıyılar bir uyanık uykuda…

Gecenin bir mehtabı andırırken sonları,
Gemi fenerlerinin ziyadan bastonları
Kaybolur ağır ağır kurşunileşen suda…

Paslı mızraklar gibi uyuklayan direkler
Bir gün yapacakları muhayyel cengi bekler,
Uçuşur beyaz deniz kuşları alay alay…

Buruşuk bir deriyi andırır titreyen su,
İner merdivenlerden ilk vapurun yolcusu,
Uyandırır ihtiyar köprüyü bir tramvay…


BİR SAADET – CAHİT SITKI TARANCI

Ne bir kelime konuştuk,
Ne işaret çektik birbirimize,
Fakat gerçektir seviştiğimiz
Vapur kalkıncaya dek,
Göz göze gelmekle sade.
Bir saadet gibi hatırlıyorum,
Yasemin kokusu ondan,
Teneffüsü benden,
Bir yaz akşamı,
Kandilli iskelesinde.



65-HEP KAHIR- NAZIM HİKMET

Dur! bırak kaynasın kahvenin suyu,
Bana İstanbul’u anlat nasıldı?
Bana boğazı anlat nasıldı?
Haziran titreyişlerle kaçak yağmurlar ardı
Yıkanmış, kurunur muydu yine o yedi tepe
Ana şefkati gibi sıcak bir güneşle

İnsanlar gülüyordu de
Trende, vapurda, otobüste,
Yalanda olsa hoşuma gidiyor, söyle.
Hep kahır, hep kahır, hep kahır
Bıktım be…

Dur! bırak, kalsın, açma televizyonu
Bana İstanbul’u anlat nasıldı?
Şehirlerin şehrini anlat nasıldı?
Beyoğlu sırtlarından yasak gözlerimle bakıp
Köprüler, Sarayburnu, minareler ve halice öv
Diyiverdin mi bir merhaba, gizlice

İnsanlar gülüyordu de
Trende, vapurda, otobüste
Yalanda olsa hoşuma gidiyor, söyle.
Hep kahır, hep kahır, hep kahır
Bıktım be…

Dur! bırak, kımıldama, kal biraz öylece n’olur
Kokun İstanbul gibidir, gözlerin İstanbul gecesi
Şimdi gel sarıl, sarıl bana kınalım
Gökkubbenin altında orada da beraber
Çok şükür diyerek yeniden başlamanın hayali
Hasretinin çölünde sanki bir pınar gibi

İnsanlar gülüyordu de
Trende, vapurda, otobüste
Yalanda olsa hoşuma gidiyor, söyle.
Hep kahır, hep kahır, hep kahır
Bıktım be…


BİTMEMİŞ ŞİİRLER -VII – TURGUT UYAR

Kapalıçarşı’da, bir kuyumcu dükkânında
Sol eline bir yüzük takmıştım.
Senin entarin basmaydı.
Benim elbisem pamuklu
Yüzüklerimiz sekiz ayardı…

Çocuklar gibi gülmüştük, hatırlarsın
Kapalıçarşı, Mahmutpaşa, satıcılar
Bir hafiflik içinde elele, yaya.
Bir sabah vaktiydi, güzel ve taze
Mevsim bahardı…

Sonra saçların, omuzların Elâgözlüm
– Sana Elâgözlüm diyeceğim ömrümce
Koyu da olsa rengi gözlerinin.
Bir kırmızı kordelâ, bir bulut, bir gül
Sen gittin hatıralar perişan etti beni,
Gel, eski günlerin içinden, rüzgârlarla,
Gel,
Kurumuş kirpiklerime bir yağmur gibi dökül…


BU ŞEHRİ BIRAKMAK – ORHAN VELİ KANIK

Bu şehirde yağmur altında dolaşılır
Limandaki mavnalara bakıp
Şarkılar mırıldanılır geceleri.
Bu şehrin sokakları çoktur,
Binlerce insan gelir gider sokaklarında..
Her akşam çayımı getiren
Ve bir Beyaz Rus olmasına rağmen
Hoşuma giden garson kadın bu şehirdedir.

Bu şehirdedir
Valsler, foksrotlar altında
Suman`dan, Bramsdan
Parçalar çaldığı zaman dönüp
Bana bakan ihtiyar piyanist.

Doğduğum köye müşteri taşıyan
Şirket vapurları bu şehirdedir.
Hatıralarım bu şehirdedir.
Sevdiklerim,
Ölmüşlerimin mezarları.

Bu şehirdedir işim gücüm,
Ekmek param.
Fakat bütün bunlara mukabil
Yine budur başka bir şehirdeki
Bir kadın yüzünden
Bıraktığım şehir.


NEYDİ O BİR ZAMANLAR – ATTİLA İLHAN

İstanbul ve sen / neydi o bir zamanlar
sanki gençliğime doğru yaşlanıyordum
Çengelköy’de yaz unutulmaz erguvanlar
hangi yanıma dönsem seni bulurdum
içimdeki lambanın kırıldığı anlar

İstanbul ve sen / sırılsıklam yaşananlar
yanardöner bir ayna yeniden ruhum
Çengelköy’de yaz unutulmaz erguvanlar
gözlerinin sisinde sevdalı bir yolcuyum
hayal meyal gemiler dumanlı ilkbahar

İstanbul ve sen / ikinizden kalanlar
tekrar tekrar ısrarla yaşayıp durduğum
Çengelköy’ de yaz unutulmaz erguvanlar
rüya mıdır gerçek mi kendi kendime sorduğum
İstanbul ve sen / neydi o bir zamanlar



OLMAK İSTERDEİM – ÖZDEMİR ASAF

Şu anda İstanbul’da olmak isterdim.
Mihrabat Korusunun dar yollarında seninle
Yan yana, yana yana yürümek…
Birde martıların kanatlarından seyretmek İstanbul’u.

Birde sen olacaktın yanımda adamım.
Bakarken Çamlıca’dan mehtaba,
Dinleyecektik en güzel aşk şarkılarını.
Ve ben senin gözlerinde kaybolurken,

Seni Seviyorum diye haykıracaktım Marmara’ya

Şimdi yanımdasın belki ama,
Ne Mihrabat Korusunun dar yollarında,
Seninle yan yana, yana yana
Yürüyebildik…

Ne de bakabildik Çamlıca’dan mehtaba
Ne de Dinleyebildik en güzel aşk şarkılarını
Sadece kaybolabildim gözlerinde ama
Seni seviyorum diye haykıramadım Marmara’ya…


70-SUSTUM-KOCA İSTANBUL-MUSTAFA ALİ AKBAŞ

Issız sokaklarda yaralı yüzün,
Canansız gülmesin koca İstanbul.
Yüreğinde gizli kalan o hüzün,
Bağrını delmesin koca İstanbul.

Mağrur yüreğinle dik tut başını,
Onsuz adımladım her bir taşını,
Suskun gözlerinden akan yaşını,
Kimseler silmesin koca İstanbul.

Sensiz buralarda ağladığımı
Bilir misin nasıl çağladığımı
Yar sensiz gönlümü dağladığımı
Kimseler bilmesin koca İstanbul

Bir İstanbul bir sen yakıp yıktınız
Yaralı gönlümü neden yaktınız
Kenara çekilip öyle baktınız
Kimseler gelmesin koca İstanbul

Sizin olsun artık bütün sevgiler
Ateşi yanıp ta tüten sevgiler
Ecelime doğru biten sevgiler
Teninde kalmasın koca İstanbul



SAYFA:8/ 71-80

71-İSTANBUL - BİRHAN KESKİN

ben istanbul’a çok benzerim sevgilim
yarı trak yarı buralı.
azıcık gidersin haliç’te bir çekirdek aileyim
o siyah suya bakakalmış, su yağlı mı yağlı.
adamda bej kundura, kadın çarşafa dolanmış,
yüzlerinde kırağı
kızların birini açık havada doğurmuşlar,
öbürü kapalı.

bende sevgilim yan yana ışır
ılık kasabalar köyler
ben istanbul’a çok benzerim sevgilim,
bir yanım haliç’te bir karabatak
bir yanım samandıra’da saplı samanlı.

ben istanbul’a çok benzerim sevgilim
onca iştiha içinde onca keder.
çın çın bin ses imkanıyken
sesin göbeğinden çatlayıp orada kaldığı yer.

sorunun sorulduğu yerim ben,
cevabın alındığı yer!
bir yanım erguvan bir yanım gül ve laleler
bir yanda serseri otlar, başıboş, plastik çiçekler
kök dal dolanmış duvarda birbirine koyu keder.

gezmediğin yerlerim vardır mutlaka
beklerim, yeraltı mağ’raları
bir ayağım geçmişte kalmış alamam
öbürü koduğun bahtımmış, eline ayarlı.

sevgilim kış düşmüş dünyaya içimden
eve nasıl varayım!
bir kovuk bir obruk oldum,
üstüm başım kar, yollar kapalı


İSTANBUL -CAHİT ZARİFOĞLU

Bir tohumdan daha az değil
Fatihin büyük güvercin kanatları
Meleklerin sık aralıklarla
Dokunduğu toprak
Güzel buyruklar
Gürbüz havalar
Boğaziçi bir akımdır
Bir akan sudur
Nice dergahlar
Dinler gibi nabzını
Yeni doğan çocukların
Yamaçlarda mezarlıklar
Sever gibi bazıları
Açık havada gömülmeyi
Çocuklar Topkapıda
Sedef kabzalı kılıçlar ellerinde
Rahlelerde Kur'an
Tefsir
Arapça
Farsça
Dikkatle önünü iliklemede
Padişah ve şehzade
Açılıyor dev bir kapı
Dikiliyor dev gibi bir sütun
Sütun başı sütun ayağı
Dibinde dilek şikayet sahipleri
Birer gürz gibi sağ ellerinde
İradeleri
Bir ellerinde arzuhalleri
Oğullarım
Dikkat edin
Hak yemeyin
Oğullarım
Mümkündür
Topal bir karınca
Mihnettir
Oğullarım
Mümkündür ki
Bir baş kesilir avluda
Akın, akan kanla
Cihangir
Taş yokuşlar
Eyüp
Sıla sıla Medine
Acı
Bu tortu
Karartır camları
Yorar küpleri
En berrak sular bile
Ve kapanıyor saray kapısı
Saklanıyor
Sarı sarı altınlar
Korkup
Şimdi birden Eminönü kalabalığı
Kimseyi tanımazsın
Kıyafetinden
Yüz çizgisinden
Katil efendi
Hırsız baş köşede
Haksız haklı
Şer belalı
Örtünmüş güneş
Çoktandır, yüzü nerde
Ya o ay
Kara bir zıbın biçmiş kendine
Bir düş
O buyruk
Şefaat
Gürbüz hava
O güzelleri İstanbulun
Dönüyor demir teker


İSTANBUL - FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL
- Şehremini Cemil Paşa'ya -

Bütün hayatı uyur bir sema-yı mühmelde
Geniş ufukları efsanevi hikayelerin
Tasavvur ettiği gökler kadar beyaz, narin,
Minarelerle müzeyyen, sevimli bir belde...

O mai dalgaların bu sesiyle perverde
Sevahilinde güler ruhu başka bir denizin,
Gezer bu levhaya ait bir ihtiram-ı hazin
Melul hisli mükedder nazarlı gözlerde.

Bütün bedayi'-i ezman, nefais-i a'sar
Bu mai çehreli İstanbul'un beyaz ve uzun
Ufuklarında bulur penah si'r ü füsun.

Dalınca gözlerim ağlar bu hüsn-i sakinde;
Bu beldenin uyuyan bir başka güzellik var
Bütün tulu' ve gurubunda, subh u leylinde...


İSTANBUL CADDESİ - FEYZİ HALICI

Bu cadde İstanbul Caddesi,
Aziziye minaresinde çifte ezan
Nal sesleri, motor gürültüleri
Arasında kaybolursunuz bazan.

Burası dellal pazarıdır
Eski eşyaların satıldığı
Cömert oturak âlemlerinin
Kayıtsızca anlatıldığı...

Ağzına kadar dolu dükkânlarda.
Duyun ki ne ümitler eridi!
Oturup seyredin şöyleleyin
Cadde değil, sinema şeridi!

Bir para sesidir duyulmasın
Tekmil kulaklar kirişte.
Teraziler, vitrinler, hanımlar
Alışverişte...

Günbatı tarafından bizim dükkân
Halı, kilim, çepeçevre yanları.
Karşımızda çitlem çitlem bir otel
Duvarında banka ilanları...

Yolunuz İstanbul caddesine
Düşmez mi bir zaman, ne dersiniz?
Pahalılıktan falan konuşur
Bir acı kahvemizi içersiniz...


75-İSTANBUL-HALİL SOYUER

İstanbul çok perişan geldi halin doğrusu
Gördüm ki her tarafın birer yürek ağrısı
Yaşarken gönlümüzde seni sevmek çağrısı
Bize yeniden getir seni bul da İstanbul
Yazık kaybolup gittin, İstanbul’da İstanbul.

Seveceğiz demiştik seni ölene kadar,
Ne kadar değişmişsin, ey İstanbul ne kadar?
Sabrımız yetecek mi yüzün gülene kadar
Gel artık gözlerimiz kaldı yolda İstanbul
Yazık kaybolup gittin, İstanbul’da İstanbul.

Doğal güzelliğinin her yanını kazmışlar,
Üstüne gecekondu, toplu konut dizmişler,
Güzellik pazarında terazini bozmuşlar
Hatıra gibi kaldın yaşlı dulda İstanbul,
Yazık kaybolup gittin, İstanbul’da İstanbul.

Bu halin sevenlerin yüreğini dağlıyor,
Yine de bizim deyip sana umut bağlıyor,
Erenköy, Kanlıca’da baharların ağlıyor,
Böyle mi kin olurmuş fani kulda İstanbul?
Yazık kaybolup gittin, İstanbul’da İstanbul.

Siyahlar işgal etmiş kar gibi beyazını,
Duymayan kaldı mı ki canhırâş âvâzını?
Kim sevsin Emirgan’m Tarabya’nm yazını?
Adın kötüye çıkmış para, pulda İstanbul,
Yazık kaybolup gittin, İstanbul’da İstanbul.

Artık eksi’ye dönmüş kaderinde artılar,
Haline ağlıyor bak, denizlerde martılar.
Hani nerde adına bestelenen şarkılar?
Nasıl darlığa düştün, bunca bolda İstanbul?
Yazık kaybolup gittin, İstanbul’da İstanbul.

Hele şöyle bir düşün, elli yıl öncesini,
Boğaz yerde akvaryum, ay gökte bakır sini...
Hangi vicdan büyütmüş, sana karşı bu kini?
Kuru yaprak gibisin artık dalda İstanbul,
Yazık kaybolup gittin, İstanbul’da İstanbul..


KANLICA-HALİL SOYUER

Bir geceye bir ömür,
Verilir kanlıca’da.
İstanbul’un sırrına
Erilir Kanlıca’da.

Mehtap oynar su ile,
Işıklar gelir dile.
Ölmüş sevdalar bile
Dirilir Kanlıca’da.





İSTANBUL- İBRAHİM SAĞIR

Şu boğaz konuşup bir dile gelse,
Fatih’ten bahseder, sorsam İstanbul.
Bilirim sığmazsın birkaç heceye,
Aklımı zorlayıp, yorsam İstanbul.

Zamanı eskiten inci, mercansın,
Üstüne hayâller kursam İstanbul.
Şanlı çağların var, şah-ı cihansın,
Huzurunda divan dursam İstanbul.

Dünyanın başını döndürür sevdan,
Zamanı geriye kursam İstanbul.
Kavuşur sükuna gönlüm o zaman,
Kem gözle bakanı vursam İstanbul.

Sensin renk katan gündüz, geceme,
Toprağına yüzüm sürsem İstanbul.
Nedim değişmezdi taşı Acem’e,
Az gelir dünyayı versem İstanbul.

Anlatmak zor seni, haddimi aşar,
Yâr diye sineme sarsam İstanbul.
İçimde duygular kabarır, taşar,
Ne zaman yanına varsam İstanbul.

Kubbeler şehrisin, eşin var danse,
İnanmam gözümle görsem İstanbul.
Bitmiyor hasretim, sevdam nedense,
Yoluna canımı versem İstanbul.

Seni benden ayrı düşünenleri,
İçinden çıkarıp sürsem İstanbul.
Benimsin o kutlu fetihten beri,
Ben de hürüm, eğer hürsen İstanbul.


İSTANBUL’UN FETHİ- İBRAHİM SAĞIR

Yüce ceddim yeniden yazdı bir kutlu destan,
İstanbul’u kurtardı o köhnemiş Bizans’tan.

Hâlâ bülbüller öter o eski bahçelerde,
Hâlâ selviler ağlar içinde perde perde.

Bitmemiş bestelerin arşa yükselen sesi,
Okşuyor saçlarımı ataların nefesi.

Yokmuş gibi bu bitmez rüyalarımın sonu,
Dün gece İstanbul’u kuşatmış gördüm O’nu.

Sezdim bütün ruhumla Fatih’in kudretini,
Gördüm asil ırkımın yiğit cesaretini.

Bir kutlu Cuma idi ferman eyledi Fatih,
“Mübarek ola gaza, müyesser ola Fetih.

Paşalarım, beylerim, Allah’tır bize muin”
Gök gürler gibi ordu seslendi “amin amin”.

Melekler ve şehitler şâhit oldu bu hâle,
Ne muhteşem manzara, zor sığıyor hâyâle.

Elli üç gün ibretli ne sahneler yaşandı,
Son gece tüm kandiller, mumlar, fenerler yandı.

Topların uğultusu yayılırken semâ’ya,
Akşemsettin, Gürâni durmuşlardı duaya.

Geçti şanlı ordular, gözümden birer birer,
Toprağı deniz sanan o muhteşem gemiler.

Yeraltında dehlizler savaş alanı oldu,
Yerüstünde kuleler, küffara korku saldı.

Yiğitler kalkan etti oklara sinesini,
Yerle bir eylediler Bizans efsânesini.

Peygamber muştusundan aldılar hızlarını,
Derdiler deste deste zafer yıldızlarını.

Önüne devler çıksa ezer, geçer, aşardı,
Ya şehit, yada gâzi olmak için koşardı.

Her gece semâlarda yaşatarak yâdımı,
Başıma tâc eğledim o şanlı ecdâdımı.

Bizans’ın surlarına sancağımı asanı,
Fatihin imrendiği Ulu batlı Hasan’ı.

Unutur mu bu millet, vicdanına bir danış,
Bu millet ki şânını burda göğe çıkarmış.

İstanbul’u fetheden şanlı bir ırkı gördüm,
Atını deryalara salan o Türk’ü gördüm.

Duydum O’nun hissini damarımdaki kanla,
Biz her an beraberiz Hakk yoluna çıkanla.

Bu şehrin alınışı sıradan zafer değil,
Ey Türk oğlu ceddinin kadri kıymetini bil..

Şanı yüce muştuya mazhar olan diyarsın,
Ey İstanbul sen bana böyle bir yadigârsın.


FETHİ GİRAY – İSTANBUL

Canım İstanbul;
Sokaklarında, caddelerinde kucak, kucak,
Çiçek satılan şehir.
Haliç, tersane ameleleri..
Bir tütün yaprağı gibi: rejili işçi kızlar!..
İnsanlarla dolu, canım insanlarla,
Vapurlar, tramvaylar..
Yerimde duramıyorum,
Ayaklarım koşuyor, kahrolası ayaklarım!
Ekmek peşinden;
Kapayın ellerinizle yüzünüzü büyük patronlar
Mahmut Yesari Bey geçiyor Babı-âli caddesinden

"Vazgeç ulan taksimden
Dertliyim yine bu akşam.
Söyle kızım Aksaraylı Leman,
Hüzzam faslından söyle,
Güzeldir, hazindir faslı hüzzam".
"Biz ehli kalemdeniz,
Dertliyiz...
Balık pazarında birkaç kadeh
Bulanık rakı içelim dedik bu akşam,
Balık pazarında iyot kokuyor bu akşam,
Yanımızdaki masada "Cevriyem" türküsünü söylüyor,
Büyük elli, büyük ayaklı üç adam
Yarın yine havada lodos var,
Yarın yine
"Gözlerinden anladım Cevriyem sende kara sevda var"

İstanbul, güzel şehir,
Affeyle bizi.
Gerçi övemedik ufkunu, mehtabını, denizini...
Sen doldur oğlum kadehlerimizi
Dertliyiz yine bu akşam.
"Söyle kızım Aksaraylı Leman;
Hüzzam faslından söyle,
Güzeldir, hazindir faslı hüzzam!..


80-SEN ve İSTANBUL - KEMAL ÖZER

Ben
Sana türkülerden sesleniyorum
Bir akşam vakti ve uzak
Deniz bütün ürperişleriyle kapında
Ayaklarını bekliyor küçük çakıl taşları
Ve gönlüm
Bir akşam vakti ve uzak

Ben
Sana türkülerden sesleniyorum
Bir sabah erkenden
Sisli ve yakın
Sancısı ellerinde başlıyor yalnızlığın
Kimsesizlik dilinmiş bir yürek gibi
Ellerini bekliyor
Uzanıp tutmuyorsun
Uzanıp tutmuyor parmakların
Sisli ve yakın

Ben
Sana türkülerden sesleniyorum
Dilimde semt semt dolaşıyor İstanbul
İki güzellik önündeyim
Biri o biri sen
İki güzellik önünde çırpınıyor bu yürek
Bu arzular böyle döküm saçım
Ve boynuma düğüm atan kader
Sen ve İstanbul

Ben
Sana türkülerden sesleniyorum
Türkülerde öğreniyor İstanbul seni
Sesimde titreşiyorlar birer yaprak gibi
Enlem ve boylam daireleri
Yitirilmiş rüzgârı bulup çıkarıyorum

Diriliyor bütün bayrakları dünyanın
Bütün yüzyılları birden
Bir arada yaşıyor gönlüm
Ve türkülerde öğreniyorlar İstanbul'u
Türkülerde öğreniyor İstanbul seni...




SAYFA:9/ 81-90

81-SENİ DÜŞÜNMEK BÖYLE BİRŞEY OLSA GEREK, İSTANBUL - LALE MÜLDÜR

seninle bir istanbul kentinde karşılaşmıştık, istanbul…
sen o zamanlar konstantinopolis olduğunu henüz unutmuştun.
ben seni daha terk etmemiştim…
terk etmek üzereydim…
geri dönüşün olmadığını, geriye dönülemeyeceğini henüz
bilmiyordum
karşıdan karşıya geçiyorduk.
ben tam o anda karar verdim.
yerleşiklik o an yitirildi.
gerisi sürekli gel-git artık…
dönmeye ve kaçmaya çalışarak hep.
oysa sana dönemiyorum işte, istanbul.
bütün dönüş biletlerimi saklıyordum,
biliyordun ama kabul etmiyordun.
dönüş yoktu, olamazdı, tıpkı gidişin olmadığı gibi.

ben hala o uzun kıvrılan yolda bekliyordum.
oradan ayrılmamıştım ki…
sonra, şimdi yatağımda, bütün gece yazmaktan
yorgun düşmüşken, kuzey rüzgarları buzdan
heykeller yontarken odada, kulaklarımda
“the long and winding road” dönerken
yavaşça, seni düşünüyorum…

uykuya dalar gibi olduğum bir an,
bir şey görüyorum, sonradan hatırladığım…
belki bir yaz sabahı,
ılık otların üzerinde saatlerce kalındığı
bir ilkyaz sabahı belki,
yolun kenarında,
altından ince uzun bir suyun akıp gittiği
bir böğürtlen korusuna uzanıyorum…
ellerim böğürtlen rengi…
uyanıyor, anımsıyorum.
böğürtlen… dikencikler… akarsu…
seni düşünmek böyle bir şey olsa gerek, istanbul.


MİMOZA - MEHMET ATİLLA MARAŞ

Nasıl bir akşamdır ki karanlık düşer
El ayak çekilir dar sokaklardan
Üşür ceviz ağaçları yapraklar üşür
Akşam olunca içimize bir hüzün çöker

Araya mesafeler girse ne çıkar
Şu dünya gurbetinde yalnız mimoza
İnsem otobüsten Ortaçeşme’de
Bir seher vaktinde gelsem Beykoz’a

Benzemiyor hiçbir tavrın kimseye
Ey gönlümü sürekli kanatan dilber
Yok ki resmettiğin o siyah güller
Hülyamda sevgilim mehtap ve gece

İstanbul gözümde seninle büyük
Sevmek suç değil anla mimoza
Bilmezdim sensizlik ağırca bir yük
Küllenmiş bir ateş bir sırlı koza

Uzak ufuklarda batan gemiler
Aşkımı sana taşır mı bilmem
Gözlerin katlime ferman yazdırsın
Saçların celladım olur mu bilmem

Akşamdır karanlık ansızın çöker
Ansızın tükenir oyunlarda koz
Lambalar yanmıştır canan evinde
Canlanmıştır Ortaçeşme ve Beykoz



İSTANBUL’A HASRET - MUZAFFER TAYYİP USLU
- Behçet Necatigil’e -
 
İstanbul'un bir başka hatırası
Sigara dumanı dolu kahve
Güven olmaz erkenden gitmeli eve
Kararsızdır eylül güneşinin seması

Sonbahardır yağmur yağacak elbet
Baksana, kuşlar yuva derdinde
Sen ekmek parası peşinde
Ah dayanılmaz bir hale geldi gurbet.

Dayanılmaz yolumun üstünde meyhane
‘çek canım çek’
‘çek gülüm çek’
‘çek İstanbul aşkına bi tane.’

Ne iştir ben de bilmem
İçtikçe hatırlıyorum
Hatırladıkça içiyorum
Doldur kadehi anam babam.


FELAKETTEN SONRA* - NECMETTİN HALİL ONAN

- İstanbul'a -
Çapkın, rakıslı dalgalar üstünde martılar,
Yorgun minârelerde kımıldar parıltılar.
Yüksek duvarların suya düşmüş akisleri
Akşam yavaş yavaş sarıyor şimdi her yeri..
.
Kayboldu işte hasta günün son ziyası da,
Sisler kımıldanır, uzanır, kıvrılır suda.
Titrek fenerlerin karışır gam ziyasına,
Şehrin fesâneler yayılır boş semasına.

Issız karaltılar sarıyorken ufukları
Şarkın eser alınlara hülyâlı rüzgârı
Ellerde hasta, sisli fenerler yanar, söner
Dinler sükûnu ince ve esmer minâreler.

Ey Fâtih'in güzel ve beyaz nurlu beldesi
Vurmuş şu ufkuna bir yıldırım sesi
Kubbende yanmış ise felâket çerağları,
Susmuş ufuklarında şeref macerâları.

Toplandı gözlerinde emeller neden demin
Şarkın ey inci beldesi pek çok mu mâtemin.
Eyvâh o alçalışlara pek çok mu ağladın,
Artık şerefli alnına mâtem mi bağladın?

Solgun gurublarındaki mecrûh inilti ne?
La'net mi Osman'ın bu felâketli nesline.

*Şair bu şiiri İstanbul'un işgalinden sonra yazmıştır.

Nedim Mecmuası, C. 2, No: 14

 

85-İSTANBUL - NEYZEN TEVFİK

Sen ey muhit-i mülevves sen ey hadid-i fesad,
Sen ey nifak u şikakıyle melanet-abâd.

Sen ey yegâne belası maarifin, hünerin,
Adüw-i fahrîsi sensin efâzıl-ı beşerin!

Senin riyâh-ı nesimin mefâsid-i iğvâ,
Çeker felaketini nev-i Âdem ü Havva.

Suyun fusûk u fiten menbaı, soyunda liâm,
Sokaklarında gezen piçlerinde naz u hıram.

Kiminde turra-i zerrin, kiminde çeşm-i kebûd,
Kiminde gerden-i sîmîn, nigâh-ı aşk-alûd,

İpekli burkanın altında nefs-i emmare,
Koşar sevâid ü sine güşâde ağyare.

Bir irtiâş-ı harîsâne leblerinde uçar,
Sokak sokak dolaşır her leıme damen açar.

Nişanlısı, kocası kan içinde serhadde,
Bunun sahâif-i âmâli fuhşe müsvedde.

Kulaklarında uğultu, nasihati, pendi,
Duyar mı hiç, “Kadının fendi erkeği yendi”

Bu mahz-t hikmeti talim eden haminninesi,
Yılışması, bakışı tıpkı kendi ananesi.

Bu yolda hıfzolunurmuş hukuku nisvâmn,
Açıldı dide-i idraki yâr-i cananın.

Serildi hâk-i maarifte damen-i namus,
Kırıldı leyl-i terakkide şişe-i fanus.

Döküldü jale gibi berk-i gonca-i ikbal,
Açıldı lale gibi ümmehât-ı istikbal.

Göründü dide-i huffaşa levha-i hurşid,
Büründü leyle-i zalmaya âftâb-ı ümid.

Bahar-ı şehvete serv-i revan olan şıklar,
Hele bıyıklı sakallı şu kahpe kancıklar...

Resim, şiir edebiyat, musikiyle spor,
Tiyatro, kotra, lisan, her şeyi bilir unutur.

Ocaklıdır, asabidir, uçar gibi görünür.
Bizans'ta sanki kanatlı karıncalar sürünür.

Vatan giderse ne varmış, yeter ona futbol,
Geçindirir beyi elbette şanlı İstanbul.

Meta’ sük-ı cehalet, bu kütle-i meşum,
Ne fikr-i mazi ü ati ne hâl-i nâmalum.

Akar gider doludizgin bu nehr-i fısk u fücıır.
Köpüklü dalgalan hep birer ukab-ı akur.

Çakar sahâib-i ufkunda râ’d-i izmihlal,
Döner başında bela-yı muhaceretle zeval.

Yine bu hizb-i zelilin vazifesinde değil,
Bu kavme has bu haslet ki halli pek müşkil.

Sen ey arûse-i fettanı âlemin, kürenin,
Gezer mesirelerinde hayali Sent İrerim.

Sufûf-ı tayf-ı hurâfâta kal’a, her surun,
Peri-i hudaya me’men cibal-i mağrurun.

Tahayyülâtı esatire bahrin ayine,
Kapında imparatorlar ki abd-i dirine.

Tebessümün nice bin hükümranı aldattı,
Zehirli sine-i kahrında çok emel yattı.

Menâzırırıdaki eşvâka tül olan âfâk,
Saçar mezâhim-i hunîn ile cihana nifak.

Senin o semli nigâhın zehirli handelerin,
Sadakatinle mükellef yeminli bendelerin,

Ayırdı kardaşı kardaştan, oğulunu babadan,
Senin o pençe-i zulmün, gönülleri kanatan.

Nedime-i hevesâtın ki nefs-i enımare,
O kahpeye tutulan halka olmamış çare.

Riya u kizb ile fitne, nifak u bî-şermî,
Sefahete veriyor fuhş u cehl ile germi.

Cidar-ı kasr u sarayın eder bunu ibraz,
Bütün fecâyie masdar, şenâyie maraz.

Fevâhişe yuva oldu kafesli hanelerin,
Alıştı gözleri her şeye maderin, pederin.

Birer mezâbih-i iffet devâir-i aklâm,
Erir önünde şenaatle ismet-i eytam.

Bütün hazine-i devlet erâzile me’kel,
Asar, keser, sürer - onlarca ülke bir maktel.

Bakınca Meclis-i Millîye bir de Âyâna,
İçinde çifte atanlarla döndü Nallıhan'a.

Oyuncak oldu elinde iaşe muhtekirin,
Akar bugün kasasından sirişk ile kan, irirı.

Yazık değil mi bu millet ezilsin, incinsin?
Ahalinin başına günde bin bela insin.

Deyen o herze vekilân ki hırs ile daha dün,
Öperdi bin kapının âstânını gece, gün.

Cerâidin açınız da bakın sahâifine,
O maskeli çetenin hainiyle hâifine

Ne oldu anlamadım ben, hemen nasıl döndü,
O nur-ı şevk u hamiyyet ne çarçabuk söndü?

Vatan deyip sarılanlar zehirli gerdenine,
Şifa deyip sarılanlar zulüm kokan tenine,

Zamana lanet okuttu cihanı incitti,
Muvafakatla teellüf nasıl olup bitti!

Hakikate eden isyan yalancı matbuat,
Bu halka rehber olan şu e'râzile, heyhat,

Sırâc-ı nur-ı saadet deyip de aldandık,
Ki on birinci yıl oldu, cayır cayır yandık.

Nedir bu şendeki sihr-i füsun ü izmihlal,
Bu işlere mütehayyir nigâh-ı rûz u leyal.

Cihanı tuttu mutalsam nigâh-ı efsunun,
Lisan-ı millete vurdu kelepçe kanunun.

Cihâd-ı ekber’i açtı kel onbaşı derhal,
Aduya meydan okundu, yenilmek emr-i muhal!

Güvendiği dağa karlar yağınca mert Enver,
Cemal’i Talat’ı aldı bu yerden etti sefer!

Bu kârvân-ı vegaya Topal eşekle giren,
Bulur mu kendine bilmem Çolak'ta bir me’men?

Göründü hasılı harbin ziyanlı, kanlı sonu,
Prusya'nın harekâtında Kayser'ln oyunu.

Dönek o zübbe-ki Enver görünce ikbali,
Tebeddül eyledi efkârı, kavli, ef’ali.

Makasıdı bu harisin yegâne servetmiş,
Vücûd-ı devlete girmiş muzır bir illetmiş.

Vekil-i millet olan şu güruh-ı mebûsan,
Dururdu piş-i hıyanette sâmit ü handan.

Düşün şu zümreyi bir kerre var mı vicdanı?
Huda’ya, Kabe'ye, Kurân'a var mı imanı?

Evet, bu şerzimedir şirket-i cinâiyye,
Ezildi gitti bu elle hukuk-ı milliyye.

Sen ey selâsil-i gafletle bağlanan evlat,
Halas ’ına acaba var mı sende istidat?

Tamam bin üç yüz otuz beşte Kâbe’nin tekrar
Zulümle hedmine kalkıştı Ebrehe-J küffar.

Musallat oldu ebabil o kavmi etti zelil,
Buna deîiî ile burhan meali Sure-i Fil.

Medine'ye edilen zulüm için şu söz kâfi,
Asıldı Ravzâ-i pâkin önünde eşrafı.

Tutunca danıen-i sadâtı kanlı tırnaklar,
Yetişti seyf-i İlahi ezildi alçaklar.

Arah o “kavm-ı necib” oldu cümleden dilgîr,
Muhibb-î Âl-i Nebi m iş Acem görüldü hakir.

Yüründü üstüne toplarla Kürd’ün, Arnavud'un,
Ne Rum, ne Ermeni kalmıştır olmadık dilhün.

Hülasa cümle anasır bozuldu ser-ta-pâ
Pişirdi Türk Ocağı’nda hamursuzu Musa.

Nifak u tefrika düştükçe beynine millet,
Girişti birbirine kalktı ortadan hürmet

Bu devletin ki cenaze namazına niyet,
Eden bu zümre-i fâsık bu kani; Cemiyet,

Mezarını vatanın dişleriyle kazmıştır,
Kitab-ı mahvını kirli eliyle yazmıştır.


YÜRÜYELİM SENİNLE İSTANBUL'DA – NURULLAH GENÇ

Kırmızıyı sevdiğini bilseydim
hayallerim kıpkırmızı olurdu

İstanbul hala güneşin ardında
ufuklarında birkaç kara leke
birkaç kan pıhtısı dudaklarında
İstanbul hala sevimli mi sevimli
ve hala bir tomurcuk tadında
yürüyelim seninle İstanbul'da

korkusuz bir rüyadır
bekler bizi Beykoz'da, Üsküdar'da
birkaç kuğu, birkaç mahzun kuştüyü
yenilgisiz bir muamma gibidir
arar buluşmayan ellerimizi
deli rüzgâr yine sarhoş, hovarda

tam orada, Çamlıca yokuşunda
birkaç bulut çekelim gökyüzünden
damarlarımızdan geçirelim ve birden
bırakalım suların üzerine
sen bir defa konuş, sen bir defa gül
kumlu ebrular yapalım seninle
serpmeli ebrular, bülbülyuvası
hercaimenekşe, gonca ve sümbül

yüzün bir ay gibi parlarken gecenin ortasında
yürüyelim seninle İstanbul'da
boğaziçi mağrur türkülerini
gözlerine baka baka söyleyin
martılar üşüyünce
denizin sıcağında bulsunlar kalbimizi

anlayabilir misin
neden çıban gibi büyür bağrımda
büyür de kelebek olur bu sızı
kırmızıyı sevdiğini söyledin
bu yüzden mi günlerdir
İstanbul'da gül kokusu yayılan
tepeler kırmızı, sular kırmızı

İstanbul bilmeli ki, sahillerine
mehtabı taşıyan senin bakışlarındır
İstanbul bilmeli ki, limanlardan gemiler
önce senin yüreğine açılır
uzaklarda bir yerde
toprağı öpmek için eğilen bahçıvanın
parmaklarında hüzün
sana doğru akan nehrin
ağlayan suretidir

bir elimizde umut
bir elimizde sevda
yürüyelim seninle İstanbul'da
musiki kesilsin, tükensin yazı
çaresiz kalınca mızrap ve şiir
ozan bir kenara bıraksın sazı
ressam fırçasına neden mi kızgın
tuvalde çizgiler, renkler kırmızı
kırmızıyı sevdiğini bilince
çekilir mi artık güllerin nazı

Anadolukavağı'nda her akşam
burcu burcu bir rüyadır hayalin
karanlık, hüznünü düşürür dağa
kuşlar kanat çırpar, yıldızlar ağlar
endamın her sabah iner toprağa

hasret, yanlızlığı çoğaltan deniz
ayrılık acıyla süzülür kandan
nefesin fermandır Topkapı Sarayı'nda
dönüşünü bekliyor rıhtımda şehzadeler
öylesine yorgun, mahzun ve candan

İstanbul bir yanımda, sen bir yanımda
uykusundan uyanınca fırtına
dalgalar türkümüze aşina olur
yüzümüze bakınca deniz fenerleri
sahibini arayan gemilerin
çığlığıyla vurulur

tarih heyelandır hainlerin ardında
İstanbul tarihin soylu anası
biz bu yürüyüşü çiğdemlerden almışız
sevdayı kız kulesi'nden
yalıların burukluğu altında
geçiyoruz sokaklardan delice

anlayabilir misin
beyoğlu'nda gezinen
hayal kırıklığının benden türediğini
anlayabilir misin
kırmızı neden böyle
doldurur aynalara inleyen yüreğimi

sana giden yolların kavşağında
bir adam direniyor izini bulmak için
siliyor tanyerine akan alın terini
ufkunda sapsarı umudun rengi
mavi yitik, beyaz kızgın ve siyah
arıyor sessizce kaybolan günlerini

Gülhane'de simit satan çocuklar
nasıl anlasınlar ellerimizin
neden böyle çekingen olduğunu
Ayasofya önünde tramvay bekleyenler
gökyüzüne dokunurken bu acı
kimdir diye sorsunlar içlerinden
birlikte yürüyen iki yabancı

biz gitsek de, İstanbul'da yine de
yıllar yılı gezinmeli bu sızı
benden bir yaralı şiir kalmalı
senden bir tebessüm, bir de kırmızı



İSTANBUL TÜRKÜSÜ - OKTAY RİFAT HOROZCU

Kasımpaşa kıyıları tersane
Bir kız sevdim alimallah bir tane
Herdem sevdalıya kız mız bahane
Top çiçeğim deste gülüm
Canım İstanbullum
Aman aman bahane


Gittim baktım şıkır şıkır Balıkpazarı
Üç tek attım sarhoş oldum ayak üzeri
Üç doluya üç tanecik badem şekeri
Top çiçeğim deste gülüm
Canım İstanbullum
Aman aman badem şekeri
 
 
İSTANBUL'UN FETHİ - ORHAN SEYFİ ORHON

Beş yüzüncü yıldönümü için:

I

Gün batmada İstanbul’un üstünde Haliçten,
Bir renge bürünmüş yanıyor Marmara içten.
Durgunlaşıp engin, silinirken kırışıklar,
Oklar gibi fışkırmada her yandan ışıklar...
Bir penbe bulut bağrı delinmiş kanamakta,
Yorgun uyuyan tekneler altında uzakta.
Altındır ufuk çizgisi, altındır akisler,
Altın tozlu hainde iner her yana sisler...
Durgun sular üstünde kesik vakvakalarla,
Uçmakta gümüş martılar, altın gagalarla.
Gök şimdi yeşil, şimdi kızıl, şimdi turuncu,
Camilerin andırmada mermerleri tuncu
Kandır dağılan şimdi günün battığı terden,
Kandır sızan etrafa alev pencerelerden.
Kandır görünen Fatihin altın âleminde,
Fethin yine İstanbul o en kanlı deminde:

II

Mevsim mayısın sonları, yaz başlamış artık,
Gittikçe açılmakta, dağılmakta karanlık.
Her şey hareketsiz, ağaran tan yeri sessiz,
Kalmış gibi şehrin sarılan bağrı nefessiz...
Bir korkulu rüyayı yataklarda sayıklar,
Dalgın uyuyanlar beraber uyanıklar...
Bir saltanatın son gününün korkusudur bu!
' - Türkler hareketsiz duruyor, bir pusudur bu!'
Kostantin ümitsiz, saray erkânı telaşta
Surlarda Bizans askeri, Jüstinyan’i başta!
Çarpmakta bugün bir yeni korkuyla yürekler,
Zağnos Paşa bir yanda hücum emrini bekler.
TURHAN Bey uzaklarda yakıp yıkmada hâlâ!
Bir yandan o Beylerbeyi korkunç Karaca'yla,
Türk ordusu İstanbul’u sarmış çepeçevre,
Dünya girecektir bu sabah bir yeni devre!

III

Birdenbire gökkubbe dolar velvelelerle,
Atlar koşar ön safta kabarmış yelelerle!
Tozlarla, dumanlarla karışmakta ateş, kan...,
Yer yer tutuşur toprağın altındaki volkan!
Mızraklar uçar, oklar uçar, taşlar uçarken,
Burçlar yıkılırken, kesilen başlar uçarken,
Etrafa saçılmakta cehennemden alevler,
Tunç topların ağzıyla homurdanmada devler...
Her hamleyi bir hamle kucaklar yeni baştan,
Jüstinyani bir sedyede kaçmakta savaştan!
Bir burca zafer sancağı dikmiş Ulubatlı...
İlk hızla girer Topkapı’dan yirmi bin atlı!
'Türkler geliyor!' çığlığı aksetmede dağ dağ,
Bir çağ kapanır böylece, başlar yeni bir çağ
Rum Kayseri'nin kellesi bir mızrak ucunda,
Şarkın eşi yok incisi Türkün avucunda!

IV

Ey Kayser, öğünsen yeridir kanlı başınla,
Tarihe adın geçti o erkek savaşınla!
Ey Fatih, iraden gibi kuvvetli bir elde,
Dünyanın asırlar boyu göz koyduğu belde!
Ey ünlü kumandan paşalar, tuğlu vezirler,
Ey tulgalı erler, ağalar, beyler, emirler...
Haşmetli zafer menkibeniz geçti şafaktan,
Gördüm, düşünürken sizi beş yüz yıl uzaktan!
Ey mutlu ışık beldesi, nurunla yıkansın,
Her türlü hiyanet dolu tarihi Bizansın!
Artık savaşın hüsnüne hayranlık içindir,
Artık zaferin şi'r için, insanlık içindir.
Sihrinle, füsununla, gururunla, nazınla,
Altın Halicin, Marmaran, âşık Boğazınla,
Endamını sarmakta ipek tüllü karanlık,
Türkün güzel İstanbul’u mesut uyu artık!


AH İSTANBUL – VEDAT OKKAR

Dolaşırken sokak sokak
Geçerken caddelerden
Tarih kokuyor her içime çektiğim nefeste
Ah İstanbul! …

Beyazıt’taydım bugün kapalı çarşıda
Gökleri süslemiş bayraklar siyah beyaz
Herkese nasip olmaz
Ayrı bir duygu İstanbul’da Beşiktaş’ı yaşamak

Dolaşırken kalabalığın içinde
Bir grup ekmek peşinde sarraflar
Dericiler, Çiniciler, Antikacılar
Turistler dört bir yanda resimler çekerken
Hayran kalırlar her bir portresine
Gölgesinde yaşadığım
Hüzünlerin aşkların
En güzel şarkıların yazıldığı
Tarihin göbeğindeydim bugün
Ah İstanbul! …

Kapalı çarşıdan verdin mi kendini sahile doğru
Mahmut bey yokuşu
Her köşesinde
Onlar, Binler, Onbinler
Türkü söyler dilsizler
Şaşıp da kalmayın misafirler
Kalpten gelir nameler
İstanbul işte
Dilsizlere bile şarkı söyletirler

Mahmutbey’den aşağı sarkarken sessiz sessiz
Karşında büyük cami
Havlusunda güvercinler
Çevresinde buğday atanlar
Galata’dan esen rüzgar
Eminönü, Sirkeci haliç
Buram buran tarih kokuyorlar

Ben ise
Sessiz günlerim içinde
Yalnız
Bir başıma
Ruhum Ortaköy’de sabah kahvaltısında
Yanımda bir sandalye hep boş
Duyursak da boş
Duyurmasak da boş
Demek hep orda boş kalacaklar

İstanbul’un kalabalığı içinde
Yalnızlığı geliyor her defasında aklıma
Kime baksam
Neyi görsem
İçimde
Yalnızken ben
İstanbul’un kalabalığı içinde hep yalnızım ben

Yaş otuz
Bir varız bir yokuz
Tarih gibisin yalnızlığımda
Ah ulan İstanbul! …
 

90-GÖZLERİM İSTANBUL’DUR BENİM- SEMA AKDOĞAN

İstanbul’un gözleriyim ben
Hırçın ruhumun ötesinde ağlıyor İstanbul
Bir vapur kalkıyor Eminönü’nden
Balık ekmek kokuyor tekneler
Uçsuz bucaksız gökyüzü, martılar
Ve huzur veren mavi
Çocuksu bir mutluluk, büyümüşlüğün telaşıyla
İçilen sıcak bir çay
Üsküdar iskelesinde
Nazlı bir gelin edasıyla
Karşımda duruyor Kızkulesi
Arkamda hasret rüzgârları esen Haydarpaşa

Toprağın buram buram tarih kokuyor
Dikilitaş’tan Ayasofya’ya
Gözlerimi yumdum
Süleymaniye’de yem atıyorum kuşlara
Gözlerimi açtım
Eyüp Sultan’da ellerim duada
Ortaköy’de alıyorum her zaman en derin nefesimi

İçime çekiyorum tüm aşklarımı
İstanbul benim gözlerim
Bazen isyankâr Beyoğlu bazense masum Maçka
Aksaray’dan bir dolmuş yol alıyor bilinmeyen aşklara
Laleli’de yitirilen duygularla
Eline ver diyorum yalnızlığıma
Elini ver diyorum köprü altındaki çocuklara

Çamlıca’daki özgürlüğümle
Sokakların ışıl ışıl aydınlanıyor
Varoşlarında ısınıyorum
Tarlabaşı’nda küskünlüğüm bırak bende saklı kalsın
Geceleri gezen bozacılarını özlüyorum
Senden ayrı düşmek ne acı
Bir ananın yavrusunu özlemesi gibi
Kokunu özlüyorum
Umut
Ekmek
Yürek
Azim
Ruhum İstanbul



SAYFA:10/ 91-100

91-İSTANBUL'UN HAZAN GAZELİ -SEZAİ KARAKOÇ  

Ne yapacaksın plaj yerlerini
Gidelim kâğıthaneye Sâdabad harabelerine

Şâd etmek için Nedim’in ruhunu
Ağzımızı dayayalım kurumuş çeşmelerine

“Sinemaya gidiyorum” de annene
Cuma namazına gidelim onun yerine

Bakalım hayranlıkla Süleymaniye’ye
Sultanahmed kubbe ve minarelerine

Sahaflarda kitapların sonbaharında
Erelim geçmiş baharın menekşelerine

İstanbul’un kaybolan geçmiş tarihini tabiatını
Son kez tadalım başlamadan ahiret seferine

Dünyadan daha dünya ahiretten ahiret
Bir kent ki benzer divan şairlerinin kasidelerine


KIZ KULESİ’NE GAZEL- SEZAİ KARAKOÇ

kızlar çıkar kule'den bir gün kızlar gelir
İstanbul'u yeniden bir ipeğe çevirir

bir gün bir uğurlu doğu saatinde
kızkulesi bir zafertakı gibi yükselir

gelecek oğullar için beşiklerin en güzeli
denizde sallanan o kulenin etekleridir

güneş der ki: yeniden doğmaya değer
o günü o kuleyi o çocukları görmelidir

gecenin çiçekleri değince kule'nin saçlarına
beklediği konuğun sırrı çözülecektir


İSTANBUL - SALİH POLAT

Bir gün sana şiir yazacağım
aklımın ucundan bile geçmezdi
Onca şairi hapsettin sen
duvarların arasında
zindanlarında çürüyüp gidende oldu
hakka yürüyende…
Ülkemin dörtte birini barındırdın
Ama ben sığmadım sana
kargaşalar kenti İstanbul…
Gökdelenlerine inat
gece kondular arasına top oynadım ben
ilk kez âşık olduğumda
Eminönü’nde yüreğimi suya döktüm
Galata’nda el oltasıyla istavritleri kandırdım
Taksim de bir fahişe soydu beni…
Bir mayıs günüydü
Evlatların yatıyordu meydanında
Emekçinin emeği ezilmişti
Oysaki ezenler bilmiyorlardı ki
Dünyayı var eden emekçilerdir…
İki kıtayı birleştirdin ama
İnsanları ayırdın birbirinden…
Ben hiç seni gözlerim kapalı dinlemedim
Sen bende o güven duygusunu yaratamadın
Şairin dediği İstanbul değilsin artık…


İSTANBUL - ÜLKÜ TAMER

Kadın ölür hiç bırakılmadığı kalabalıklardan.
Saçlarına gelip gelip kumrular konar ve sevinir ayrıldığına.


Belki evlenmişti ve yaşamıştı çocukların öldüğü kuytularda, her gece adlarını unuttuğu şehirlerde.
Hiç bilmediği dağları aramıştı o zaman, çocukluğunda dinlediği hazineleri.


Kadın ölür, yeniden saçlarına üşüşür kalabalık; uykusundan iki kişinin başlattığı eski bir karanlığa azalır, ölmekten hiç bıkılmayan çağlar geçer gölgesinden.


Gölgesinden haydutlar geçer, dönüp onu kuyulardan çıkarır bir tanesi, atların en iyisini ona verir; özlediği sulardan çıkar kadın, ama öteki haydutların çadırlarını görür birden, yorgun atına bakar ve ağlar belki.

Ve büyür uykusunda İstanbul
İstanbul


İstanbul bir denizdir lale gemileriyle taşınan,
Savaşlara, üzüntüye ve çocuklara taşınan,
Silahların sandıklara saklandığı evlere,
Ve insanlara, açıkça yaralanan;
İstanbul bir sudur akşamların aradığı.


Kalabalık durmadan büyür, kumlar büyür,
Uzanır altın aşklar kulesinden kanlara,
Sevgilerin eridiği kanlara her yapıyla biraz,
Biraz ağladığı bazı kadınların;
Her kelime artar nice kelimelere.
Fenerlerin gerisinde sabahlar ışır
Bir parça sevişmenin anılarına,
Uyanır Osman’lardan bir Kara Osman,
Her yatağı o evlerin, memleketinden
Birer kıl aba olmuş sırtına karşı,
Ağarır saçları sırtına karşı, bulanır,
Oklar bulanır durur içindeki kişiye,
Biner tramvaya önce ayakları,
Bilet ister dudakları, elleri alır,
Kerpiç gölgesinden tanıdığı kadına,
Parasında Taşlıçay, her sayışta eksilen
Ama kutlu bir yalnızlıkta anılan.


Bırakırsa kazmasını, İstanbul bir kova kan.

İstanbul bir kuyudur geceleri büyüyen;
Yıllara bırakıp erkeğinin sesini
İner kadın karanlığa, nerde eski erkeği?
Yankılanır sular ve çığlıkları kadının,
İner bulamaz, iner ağlar, iner inilder:
Çelik bıçak kalk!
İliklerime kan doldu, uyan!
Azalır fısıltım yalnızlığa...

Kuzca’daki evi gider, gelmez artık,
Kuyuya indikçe taşlarda yosun;
Görünür surları yeniden İstanbul’un,
Gelir kocası her akşam mezarından,
Yeni taşlar dikerler çocuklarına.
Kadın her uykusunda biraz kin bulur.

Ve şehrin sokakları hep İstanbul’dur.

İstanbul bir çocuktur minarelerde ölen,
Her şeye karşı ve hiç durmadan ölen;
Kalsaydı ninesinin masallarına Çine’de,
Ne güzel saçlarına o perinin, hazinesine;
Hiç bilmeseydi annesini, yeni evleri,
Denizi ve balıkları, ara sıra boğulan,
Anardı bir kere yalnız, Allah bahsını.


Şimdi yalnız balıklar boğulmuyor İstanbul’da,
Şimdi çocuklar sıra olmuş giderler denize,
Ağır ağır boğulurlar, çünkü dalgalar İstanbul’a yakındır,
Görünür kayboldukları kulelerden, ağlanır anıldıkça,
Yüreklerden gemiler, kamyonlar, insanlar geçer,
Çiçek yüklü ölümler taşınır İstanbul’a.



95-SANA GELİRSEM İSTANBUL-YAHYA AKENGİN

Mavi bir sevdayla tutuşmuş iki yakan,
Hasretli şarkıları da güzel İstanbul
Karlı dağlar aşıp sana geldiğim zaman,
Boğaz köprüsünde kederim al İstanbul

Yürekte kalmış ne varsa hasretten yana,
Dindir İstanbul, avut beni diyeceğim
Ümidin mavi şarkısında kana kana,
Bir o köprüden, bir kendimden geçeceğim

Üsküdar'dan yanık Rumeli türküsüyle,
Oturup sabrın şarabını içeceğim
Gurbet bitiminde Anadol'lu güzelle,
Bir o köprüden, bir kendimden geçeceğim


İSTANBUL FETHİNİ GÖREN ÜSKÜDAR .- YAHYA KEMAL BEYATLI

Üsküdar, bir ulu ru'yâyı görenler şehri!
Seni gıbtayla hatırlar vatanın 'her şehri.
Hepsi der : "Hangi şehir görmüş onun gördüğünü?
"Bizim İstanbul'u feth ettiğimiz mutlu günü!
Elli üç gün, ne mehâbetli temâşâ idi o!
Şimdi, beş yüz sene geçmiş o büyük hâtıradan.
Elli üç günde o hengâme görülmüş buradan.
Canlanır levhası hâlâ beşer ettikçe hâyâl;
O zaman ortada, her sâniye, gerçek bir hâl.
 
Gürlemiş Topkapı'dan, bin yeni şiddetle daha,
Şanlı nâmıyle "Büyük Top” denilen ejderhâ.
Sarf edilmiş nice kol kuvveti gündüz ve gece,
Karadan sevk edilen yüz gemi geçmiş Halic'e;
Son günün cengi olurken, ne şafakmış o şafak!
Üsküdar, gözleri dolmuş, tepelerden bakarak,
Görmüş İstanbul'a yüz bin meleğin uçtuğunu;
Saklamış durmuş, asırlarca, hayâlinde bunu.

 


BİR BAŞKA TEPEDEN  - YAHYA KEMAL BEYATLI

Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.

Nice revnaklı şehirler görülür dünyada,
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rü'yada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.


HAYAL ŞEHİR  - YAHYA KEMAL BEYATLI

Git bu mevsimde, gurup vakti, Cihangir'den bak!
Bir zaman kendini karşındaki rü'yâya bırak!
Başkadır çünkü bu akşam bütün akşamlardan;
Güneşin vehmi saraylar yaratır camlardan;
O ilâh isteyip eğlence hayalhânesine,
Çevirir camları birden peri kâşânesine.
Som ateşten bu saraylarla bütün karşı yaka
Benzer üç bin sene evvelki mutantan şarka.
Mestolup içtiği altın şarabın zevkinden,

Elde bir kırmızı kâseyle ufuktan çekilen,
Nice yüz bin senedir şarkın ışık mîmarı
Böyle mâmûr eder ettikçe hayâl Üsküdar'ı.
O ilâhın bütün ilhâmı fakat ânîdir;
Bu ateşten yaratılmış yapılar fânîdir;
Kaybolur hepsi de bir anda kararmakla batı.

Az sürer gerçi fakîr Üsküdar'ın saltanatı;
Esef etmez güneşin şimdi neler yıktığına;
Serviler şehri dalar kendi iç aydınlığına,
Ezelî mağrifetin böyle bir iklîminde
Altının göz boyamaz kalpı kadar hâlisi de.
Halkının hilkati her semtini bir cennet eden
Karşı sâhilde, karanlıkta kalan her tepeden,
Gece, birçok fıkarâ evlerinin lâmbaları
En sahîh aynadan aksettiriyor Üsküdar'ı.


İSTANBUL UFUKTAYDI - YAHYA KEMAL BEYATLI
 
Gurbetten, uzun yolculuk etmiş, dönüyordum.
İstanbul ufukta'ydı...
Doğrulduğumuz ufka giderken...
Sevdalı yüzüşlerle, yunuslar
Yol gösteriyordu.

İstanbul ufuktan,
Simasını göstermeden önce,
Kalbimde göründü;
Özentili kalbimde bütün çizgileriyle,
Binbir kıyı, binbir tepesiyle,
Binbir gecesiyle.

Yıllarca uzaklarda yaşarken,
İstanbul'u hicranla tahayyül, beni yordu.
Yer kalmadı beynimde hayale.
İstanbul'a artık bu dönüş son dönüş olsun.
Son yıllarım artık
Geçsin o tahayyüllerimin çerçevesinde.

Bir saltanat iklimine benzer bu şehirde,
Hulya gibi engin gecelerde,
Yıldızlara karşı,
Cananla beraber,
Allah içecek sıhhati bahşetse...
Bu kafi...!


100-İSTANBUL'UN O YERLERİ- YAHYA KEMAL BEYATLI

Aşkın şeref diyarını gördümdü bir zaman.
Yıldızlarıyla başka bir âlemdi her gece.
Kıpkırmızıydı şanlı ufuklarda her şafak.

Cananla çıktığım tepeler...Başta Çamlıca..
Hala muhayyilemde parıldar, resim gibi,
Yârin dudaklarında bitip başlayan visal.

Cananla gezdiğim kıyılar, sürdüğüm hayat,
Öz mavilikle çerçevelenmiş o levhada,
Ömrün muradımızca geçen mutlu günleri.

Yaş bastı. Görmedim nice yıldır o yerleri.
Görsem de görmesem de bu indimde bir benim;
Mademki şimdi her biri kalbimdedir benim.




SAYFA:11/ 101-110

101-ÜSKÜDAR TÜRKÜSÜ - YAVUZ BÜLENT BAKİLER

İstanbul'da Üsküdarlı bir kız var
Bir tramvay durağında evleri
Sarı kanaryalar, ak kanaryalar
Öter balkonunda geceleri...

Bulutsuz rüzgârlar gibi her sabah
Bir masal âleminden çıkıp gelirdi.
Ne adını düşünürdüm bir deniz kıyısında
Ne adımı bilirdi.

Bir gün bulutlar geldi habersiz
Sonra incecikten yağdı üstüme
Büyüdü içimde zamanla yeri.
İki mısra gibi aldı gönlümü
Bir gül yaprağından güzel elleri

Bendim artık gölge gölge sokaklardaki
Öylesine mahzun, kaygılı, ürkek.
Bendim her mevsim boyu sımsıcak
Sevdalar içinde vuran tek yürek

Bir gün baktım penceresi perdesiz
Yok odalarda çın çın şarkı söyleyen sesi.
Yok balkonda artık ak kanaryanın,
Sarı kanaryanın kafesi.

Benden sorun Üsküdar'ın şimdi her gece
Sokakları kaç adım.
Bir gece yarısı düştüm yollara
Her köşe başında ağladım.

 
LALELİ AKSARAY- YAVUZ BÜLENT BAKİLER

Yine akşam, yine gurbet, yine başımda efkâr
Ve yine içimde şarkılı sesin.
Gözlerimde çizgi çizgi duraklar
Duraklarda hayal-meyal sen misin?

Sen misin yanyana gezemediğim?
İnce sitemini sezemediğim
Sırrını bir türlü çözemediğim
İçimdeki çetin sual sen misin?

Bu nasıl yürekten söylenmiş makam?
Dinlediğim bütün türkülerde gam
Laleli-Aksaray arasında her akşam
Dinlediğim tatlı masal sen misin?

Ne derse aldırma şimdi artık el
Gel bir akşam yine türkülerle gel!...
İstanbul seninle çok daha güzel
İstanbul'dan güzel hayal sen misin?

Biliyorum seni türküler yaktı,
Türkülü gözlerin ıslak ıslaktı.
Şimdi beni sokak sokak her akşam vakti
Dolaştıran 'Dişi kartal' sen misin?

Yine akşam, yine gurbet, yine başımda efkâr
Ve yine içimde şarkılı sesin.
Gözlerimde çizgi çizgi duraklar
Duraklarda hayal meyal sen misin?

 
İSTANBUL - CAHİT IRGAT

İstanbul köprüsü yeşil boyalı
Ama tersi başkadır, yüzü başkadır;
Bir yanda Haliç,
Kervansaray, Eyüpsultan, mezarlık

Alın teri, kol kuvveti, mezbaha.
Haliç deri kokar, kan kokar
Haliç'te balık bile yaşamaz
Yarı ölü, yarı diri
Yarı ayık, yarı sarhoş
İnsanlar yaşar.

Bir yanda Boğaziçi,
Adalar Rüzgârı karpuz kokar,
Yeşil mi yeşil
İnadına denizi.

Yaşa İstanbul yaşa
Yeni zenginlerinle.
Bana senden hayır gelmez,
Çok çektirdin.
Bitpazarı şahidimdir
Az mı pabuç, palto sattım
Aç kaldım, az mı para dilendim
Bütün şehre borcum var.

Ben çok dertli adamım
Koyver benim yakamı
Senden bana hayır gelmez
Güzel İstanbul.


İSTANBUL SEVDASI-İBRAHİM MİNNETOĞLU

Gün ışığı vurmuş hayran sularına
Ne zaman baksam aydınlık
Ne zaman baksam mavi
Işığın suya olan aşkı
Sana sevdamla müsavi
Bahçelerde gül açar lâle açar,
Göklerine ak güvercinler kanat.
Sende yaşanan bir gün
Bin yıllık hayat.
Fakircene de olsa
Gerçek saltanat.


105-İSTANBUL'UMUN DİLİ - ASAF HALET ÇELEBİ

Annemin dili,
Babamın dili,
İstanbul'umun dili,
İstanbullumun dili.
İstanbul'umun efendisi,
Hanımefendisi.
Sokaklarımın bekçisi,
Yoğurtçusu, balıkçısı.
Can dilimi konuşanım,
Canım benim.
Ninnilerimi bu dil söyledi,
Masallarımı bu dil.
Bu dille duydum türkülerimi,
Bu dille okudum şairlerimi.
"Zalim beni söyletme derunumda neler var."


İSTANBUL CAMİLERİ - NÜZHET ERMAN

I
Renkli camlardan içeri giren gün,
İç ürperten raksı ölümsüzlüğün;
Kuytulaşan minber, eriyen nakıs,
İnce serin bir an boyunca akis,
Sadelikte buluş, günü, güzeli.
Öpülmez mi yeşili sunan eli,
Bir şekil, ışık ve renk ustasının
Onulmaz derdine bir şerbet diye?
Öpülmez mi menevişli maviye
Kurnalık eden bir göz öpülmez mi?

II
Adalardan mermer taşıyan gemi,
Giriverse yine bir Haliç’e,
Taze cam kokusu dolarken içe,
Yine Allah’a doğru, birer birer
Yeşererek yönelse minareler.
Yine tazelenir, pişerken cini,
Esik yapsalar Ada mermerini,
Biraz sonsuzluğa, biraz Tanrı’ya
Bir kapı açılır, yarıyaysa
Güler bir yüz yine uzak, derinden,
Mavi sesler gelir o gök şehrinden.
III
O ne katkısız, ne ince sanatmış
Ki tasa en tatlı yuvarlaklığı,
Çiniye bir yeşil göz berraklığı
Verirken nura renk, renge nur katmış!
Ve bu renk bayramı, nur şenliğinde,
Bu ebedi aksam serinliğinde
Duyulan heybete bir huzur katmış!
Cini göz alan iç, mermer donuk diş!
Göz alan iç, donuk dışla beraber,
Esiğini, o gök denen fanusun,
O bir uzak, sonsuz, hür okyanusun
Yoluna benziyen yolu arayış.
Burada, unutmak ve unutulmak,
Burada, bir ince derde tutulmak,
Ruh serbest burada, fani ölümsüz,
Tasasız iç, duru bakış, nurlu yüz,
Ayırt edilmeyen günle gece,
Burada çözülemeyen bilmece;
Burada, ferahlık içinde gülen,
İç ateşi, göz nuruyla çizilen
Öz şiirin, temiz aşkın gerçeği:
Nar, nergis, karanfil, erik çiçeği,
Bal sarisi, beyaz, çimen yeşili
Mavinin konuşan sıcacık dili.
Pembe kabuğundan soyunan soğan,
Bakışların dinlendiği erguvan,
Badem çiçekleri, kızıl laleler,
Işık kemeri kuran şelaleler
Bir iç açan şarki dallar boyunca
Ve rengi her an tazelenen gonca.
IV
Zihin gökyüzünde, gönül sevinçte,
Esenliğin hüküm sürdüğü içte
Yeşerirken sırrı bir mucizenin,
Cami eşiğinde dize gelmenin
Varamaz zevkine asla ham sofu.
Ruhun en fakiri, içi en kofu
Bile zengin, hoşnut döner oradan.
Döner gibi kutsal bir maceradan.
Bir yoldur sanki her cami eşiği,
Göklere acılan rahat ve iyi.
Bir yol üstünden bulutlar geçer.
Bir ucu toprakta ve öbür ucu
Kaçıncı katında kim bilir göğün?
Bu yoldan, bu yoldan günde beş öğün
Tanrı’ya şükreden insanlar geçer:
Kimi arzulardan silkinmiş, temiz,
Güvercinler gibi, rüyada, sessiz,
İnsanlar, insanlar, birer ikişer...
V
Çirkinin hoş göründüğü mahşer
Yerine döndüğü bir anda için,
Ne sihirli seccade, ne güvercin,
Uçamaz bu yolda ruh gibi.
Ruh, o hür mesafenin galibi,
Ele avuca sığmayan hafiflik.
Meçhul buutlar arasında mekik
Dokuyan kus; her günahkar bedenin,
Aydınlıkta yolunu kaybedenin,
Belki güne, belki kıbleye doğru,
Sevki yüzlere vuran şeye doğru
Vakitli vakitsiz açtığı yelken.
Gök duru, iç rahat ve her şey güzelken
Ve en hoş yerindeyken yolculuğun,
Bir sabırsız, titrek, ince soluğun
Kararttığı canım ömür çırası,
Ruhun bir anda değişen mecrası
Ve akmağa başlayışı rasgele.
Mesafe dediğin gelir mi ele?
Vurur mu açığa derinliğini,
Hiç güneş görmeyen canavar ini?
Benim bildiğimse o soğuk alev,
O her gece şehre inen sinsi dev,
Karaya oturan kapkara bulut,
Karanlık... Gözlere dolan ince kum,
Günahlara çanak tutan uçurum
Pek sermez sırrını gün ışığına.
Bir gül dalına, dağ sarmaşığına
Yürüyen öz suya dönen ruh bile,
El yordamı, iç güdümü, nafile
Bulamaz yolunu ferah göklerin.
Gökler... O rengi övüleceklerin
İlki gökler... Cini döşeli tavan!
Ey gölgesinde gözlerini ovan!
Öyle, durduğuna bakma onun.
Onun, gün ortası, insanoğlunun
Başucunda pırıl pırıl parlayan,
Bir içi güzelliğini tekrarlayan
Cami kubbesinden pek farkı yoktur
Bir dua, bir ezan, bir şarki yoktur
Ki, bu kubbede durulmamış olsun,
Sonunda ALLAH´ı bulmamış olsun.


YETİM İSTANBUL - NURETTİN ÖZDEMİR

Çocukluğa, küçük şehirlere,
ilk aşka, senin gidişine
ve İstanbul şehrinin yetimliğine dair…’

Bir zümrüt masaldı çocukluğumuz;
Bembeyaz çiçekler söylerdi onu.
Nedir, bilir misin unuttuğumuz
Ömrün başlangıcı, masalın sonu.

Acısı duyulur bir yerimizde,
Küçük şehirleri hatırlamanın.
Bir sır gibi yaşar gözlerimizde,
Buğulu rüyası geçmiş zamanın.

Duaların narin yapraklarında,
Tanrı’nın yüzüne bakmadığı kul.
Bir ayet gibidir dudaklarımda,
Sen gidersen yetim kalır İstanbul.

Seninle güzeldi kubbeler şehri.
Senin yüzün kadar büyülü seher;
Boğaz, sahil boyu, firuze nehri
Ve garip rüyalar içinde sefer.

Uzakta Küçüksu, Kandilli, Hisar.
Kimsesiz yollarda ayak seslerin.
Bana gülümsüyor, asırlık çınar
Dalları içinden mavi gözlerin.
Sponsorlu Bağlantılar

Aşkın sahilinde böldük nasibi.
Yollar ölesiye bekler gölgeni.
Suyun ve toprağın sarışı gibi,
Şimdi bir başkalık sarıyor beni.

Ay, sarmaşıklardan gülmüyor artık;
Işıklar düşmüyor sulara pul pul.
Şimdi yollarımın hepsi karanlık.
Şimdi her şeyiyle yetim İstanbul!



İSTANBUL'A AĞIT - HÜSREV HATEMİ

Kaybettiğim eski İstanbul bir gün
Yaşlı, hasta bir beyefendinin,
Terekesinden çıkacak
-vefatından hayli sonra –
Ben o günü sanmam ki göreyim
Fakat o gün geldiğinde
Büyük bir sarı zarf içinde
Üstünde “muhibbim” filan beyefendiye
İthafıyla yaldızlı bir kent
Yarı küflenmiş fakat olağanüstü güzel
Zuhur edecek bir evden...
O zaman kentimiz çoktan,
Hani erkek çocukları ürperden
Hımar tıraşından geçerek
İmar görmüş tepeleriyle
New İstanbul olacağından
İş işten geçmiş olacak
Sadece gönül sahipleri umarım
Derinden ve insanın içine işleyen
Bir musıki duyacaklar kısa süre
Beton tepeler üzerinde...
“İşte onların mahvolmuş yurtları”


İSTANBUL - MUSTAFA MİYASOĞLU

Bir yerden sonra her şey İstanbul oluyor
Sürekli İstanbul’u yaşıyoruz akşam oluyor
Kirli paralar dolanıyor mafyalar kaçakçılar
Ne yandan baksan ağızları bıçak açmıyor
Herkes bir şeyleri saklıyor saklanıyor

Sürekli acıları yaşıyoruz sürekli ziyanda
Ötede kanlı güller açıyor şehit kanları sebil
Muhacir yüreklerde hep hüzün ve acı ve dua
Vakitlerden bir vakit huzurdayız kabul
Yanıyoruz yakıyoruz ey koca İstanbul

Muhalif rüzgârlar uysal insanlar panayırı
Bütün kapılar kapalı bütün renkler kirli sarı
Acıları afyonlanmış geceleri tutuklanmış
Eskitilmiş hüzünlerin bürokrat neşeleri mor
Tutulmuş güneşlerde solgun güller kanıyor

Metropol akşamları gökdelen lambaları
Aynı şarkıları söyleyen dilenciler tufeyliler
Kentli soytarılar palavracı silahşörler
Sahte renkler dizi film hastaları
Büyük puntolu konuşmalar çağdaşlık tafraları

Bir mazlum bir mazluma dert yanıyorsa
Saat başları hece taşları defterler dolusu
Kim kimin yanında kimlerin eli kanımda
Sorular sorulur cevaplara durulur paydos
Uzaklara gidelim sus dostum sus

 
(Bir Gülü Andıkça, 1997)



110-80'LERDE İSTANBUL'DA - ALİ EMRE

Bir de küt bir ağaç vardı önünde unutkan bir dut ağacı
Bayılmıştım açlıktan lokantada, cezayir miydi fas mı
Üç günde bir akıyordu o zaman sular istanbul’da
Üç kişiden biri ya şairdi ya polis ya da amerikan ajanı
Her darbede bir arbede çıkar ve derbeder çocuklar
Kantinlerde bıyık burar evlerde devletler kurarlardı
– “Ah evet biliyorum tatlım demode lakırdılar bunlar! ”
Vakit yoktu bakışmaya çekirdek satıyordum akşamları
Düşünce kolum kırılmıştı gece kaçak giriyordum yurda
Anamın gözyaşları birikir tombul bir mektuptan ağardı
Üç günde bir bayılıyordum ve edip cansever sağdı
Dişleri bembeyaz bir ispanyol vardı bir de beyoğlu’nda
– Babam ve oğlum’u kırk kere izleyen kaç kişi var?
Akşamları üstümüze hep bir kenan evren sıçrardı

O dut ağacı kurudu, çernobil patladı çünkü az sonra
Çaylar ucuzladı birden yurtta, müdürün pos bıyıkları
Uzadı kış uzadı fındık dağıttılar bize hem de bedava
Ahmet kaya dinliyorduk, üç günde bir gidiyorduk okula
Waldo’yu arıyorduk zor konuşuyordu ismet özel
Dikkatim dağılıyordu ikide bir yoksulluktan beyazıt’ta
Bir kitap çalmıştım bir kez sahaflardan, elim dardı
Beşiktaş’ta almıştım soluğu, yurda gündüz sokmazlardı
– Konuşurken niye yüzümüze bakmıyorsun ali ya?
Utangaçtım, kızlarla konuşurken yüzüm kızarırdı
Edip cansever gitti dediler zarifoğlu aramızdan ayrıldı
Eylemden geliyordum cop hiç işlemiyordu yaralarıma

Günahı yoktu istanbul’un, çernobil’i iplemiyordu kızlar
Ütü yapmayı bilmiyordum daha salavat getirmeyi
Çay iyiydi de zamanla dokunmaya başladı fındıklar
Deli gibi fransızca çalışıyordum sökmek için baudelaire’i
Ağzıma tütünden başka bir şey sürmemiştim yani
Üç günde bir, tek ayak üstünde sorup duruyordu hocalar
– Hani abesle muktebes, ne yaptın kulak için kafiyeyi
Ortaköy hesap soruyordu, bana bakıp kikirdiyordu kızlar
– “Paris” hocam, “dünyanın en berbat batakhanesi”
Ne les fleurs du mal dinliyor acı ne savaş ritimleri
Amerikan bilardosuyla penguen de sadece bizde var

Ha bir de turgut nereden koşuyor diye sormuştu çölaşan
Emin değilim ama imgeye de çok abanmıştı 80’li yıllar




SAYFA:12/ 111-120

111-İSTANBUL GAZELİ - SEFA KAPLAN

gecedir kandillerden mevsime eylül düşer
bir gül tenhalaşırken kıbleme bin gül düşer

ömrüm kuşatmalarında beyhude bir intihar
acılar yaylım ateş-vurulur bülbül düşer

alkol girdaplarında direniriz yine de
bir damla gözyaşıdır mektuplarda pul düşer

mezarlık boylarında panayır ve sirklerde
ölüme zengin giren dirime yoksul düşer

tedirginliği vaktin üretirken kendini
gecedir tabutumdan hâlâ İstanbul düşer


AY İSTANBUL İÇİN AĞLADI-FERHAN KARA

İstanbul'um bu gece çok sessiz,
Eşsiz yansıması yok mavi gözlerinde ayın,
Ay yansıyacak yer görememiş puslu gözlerinde,
Ay İstanbul'a karşılıksız Aşık olmuş.

Yaşamak mıymış ay için İstanbul ölmek mi?
Her gece onun için doğar onun için ağlar,
Bilmez İstanbul bunun bir aşk olduğunu,
Ay İstanbul İçin ağladı bu gece.

Ay İstanbul için bir başka doğdu
Artık haykırdı aşkını Kız Kulesinden başlayarak,
İstanbul için yaşayanlar sokaklara döküldü
Kimi el ele kimi gözgöze dinlediler Ay'ı
Bu aşk için gülümsedi insanlar.

İstanbul bir aşktır...

 

İSTANBULA KAR YAĞIYORDU - İBRAHİM SADRİ

Yetmiş dokuzun kışıydı,
Sertti, soğuktu
İstanbul’a kar yağıyordu..
Kömür yanıyordu sobalarda
Geceleri polisler, bekçiler oluyordu..
Bir de biz oluyorduk
Ölümüne üşüyorduk ha
Yalan yok polisler de üşüyordu

On altı yaşındaydım..
Her şeyi bükecek bileğim vardı
On altı yaşındaydım

Aslan gibi ortadaydım
Gündüzleri okulda coğrafya defterimin arkasına
Senin için şiirler,
Geceleri duvarlara ülkemi kurtarmak için
Kahrolsun yazacak kadar adamdım
On altı yaşındaydım
Ne senin haberin oluyordu şiirlerimden
Ne de birileri kahroluyordu
Mahalle duvarlarına çiziktirdiğim harflerimden
On altı yaşındaydım
Yalan yok

Ben yazmaya böyle başladım
Coğrafya defterim bir eskiciye kurban gitti
Duvarlarına yüreğimi bağırdığım o evler birer birer
Yıkıldı gitti..

Şimdi güzel kağıtlara yazıyorum,
Kocaman laflar ediyorum
Marşlar biliyordum,
Kitaplar okuyordum.
Koşarak ve ıslanmadan geçiyordum sulardan
Koşarak ve ıslanmadan yaşıyordum.
Bak
İstanbul’u seviyordum
Seni seviyordum
Dualar öğreniyordum
Meydanlarda toplanıp bağırıyordum
Herkes gibiydim,
Herkes kadar cesur..
Herkes kadar korkak
Herkes kadar filinta delikanlı
Ve herkes kadar buralı..

Yetmiş dokuzun kışıydı,
Sertti, soğuktu
İstanbul’a kar yağıyordu..
Ağzımızdan dumanlar çıkıyordu konuşurken..
Haliç’ in arkasında toplanıyorduk
Gece adamı içine çekiyordu
Biz geceyi içimize çekiyorduk..
En güzel ben yazıyordum duvarlara yazıları
Herkes beni seviyordu..
En güzel şiirleri de ben yazıyordum oysa
Coğrafya defterimin arkasına..
Bunu kimse bilmiyordu

Sizin evin duvarına kahrolsun diye yazıyordum
Ve hızla kaçıyordum
Sizin evin duvarına bir kez olsun
Seni seviyorum diye yazamadım
O zaman duvarlara öyle şeyler yazılmıyordu
Dedim ya
Yetmişdokuzun kışıydı
Sertti, soğuktu
İstanbul'a kar yağıyordu.

 

UZAK İSTANBUL - NURETTİN ÖZDEMİR

Bu maviyi biliyorum, Boğaz'dan,
Ne güzel yakışmış gözlerinize.
'Mirgün' çınarlarından bu yeşil,
Öylesine kanat germiş denize.

Belki temmuz sıcağıdır bu sarı,
Tutuşmuş yamaçlarında Küçüksu'yun.
Belki de uçuşan ekim yaprakları,
Altın rüzgârında bir uykunun.

Bu ışık, tuğrasındaydı Fatih'in,
Şimdi bakışlarını aydınlatan.
Bu rüzgâr hep eserdi Çamlıca'da,
Bize gençlik günlerimizi hatırlatan.

Her halin bir semtin güzelliğidir.
Bu bakış, bu göğüs, bu dudak, bu el...
Bu, içimde büyüyen özlemindir,
İstanbul gibisin, uzak ve güzel.


115. İSTANBUL KAPILARINDA MUSTAFA NECATİ KARAER

Deniz kayısında durmuş devrin askerleri,
Beyaz atlı adam dalmış uzaklara,
Durgun sularla büyür düşüncesi.
Aşkın, sabahın, kalbin bulutlarında
Gürül gürül bir gök gürlemesi:
- Mehmet, ilk işin İstanbul'u almak ola!
Beyaz atlı adam dalmış uzaklara.

Gemilerle donanmış dağ başları,
Upuzun bir sessizlik çökmüş kavaklara;
Gök mavisinden korkar olmuş
Dal yeşilinden.
Aklın ve mantığın kapısından öte
Öyle bir sabah başlamış ki yelkenlerden,
Beyazlığı sığmaz şafalara

Bir Mayıs sabahı olmalı, erken ve pervasız
Su yürümüş dallara ve topraklara,
Bahar ve zaman akıyor damarlardan.
Tüyleri diken diken sipahilerin,
Mavi bir aydınlık içinde yüzüyor
Tepeler ve insan oğulları,
Batıya ve bahtsız ufuklara.

Selâm verir, selâm alır,
Edirne'den yola çıkan kağnılara,
Bismillâhlara yol mu dayanır?
Gecenin sessiz, kalın duvarlarında
Parıldar gerçek, mucizenin gemileri
Omuzlar ve darı taneleri üstünde,
Boyun eğmeden denize, kadere, rüzgâra.

Haliç'te gemiler duradursun, ne var?
Bir ses gidip gelirdi kulaklara,
Kapkara bir düşünce bize karşı, apaşikâr;
Yün ve pamuk balyaları ile donanmış
Koko'nun dört parça gemisi,
Suları oynatmadan geliyor birisi
Gecenin peşi sıra.

Bir top ateş açtı, Kasımpaşa sırtlarından,
Sığındık, şafağı ve sessizliği yırtan dağlara.
Bizden yana uykusu kaçmış böcekler,
Kader ve sular küçülüyordu önümüzde:
İkinci mermi karnından öptü kadırgayı,
Haliç'in karanlık sularına gömüldü, bulamadık,
Kaptanı, tayfası kaç para?

Vakt erişmek üzre geceyi durdurmak gerek,
_ Ateşler yakılsın, mum dikilsin mızraklara!
_ Analar, bugün için doğurdu leventlerim!
Tavında demir gibi yeniçeriler, erkek;
Bir kolu havada kaldı İshak Bey'in,
Arkasından Ulubatlı Hasan
Tırmandı surlara ve Allah'a.

Yeditepe'nin üstünde kuvvet kasırgası,
Üç serdar yürü demiş ırmaklara;
Yedikule'den, Topkapı'dan,
Edirnekapı'dan Koptu devirlerin son halkası,
Düştü orta zaman;
Bahtı açık,
Yüzü kara.

Sabah mı oluyor, yıldızlar var mısınız,
Nedir bu inen nur yapraklara?
Bir nefer olmuşum Fatih'in ordusunda
Yürüyorum omuz omuza sipahilerle.
Duvardaki fetih tablosunda
Sallanan devirler değil, dağlar değil yalnız,
Şehit burçların gölgesi vurmuş bayraklara.


İSTANBUL- YAVUZ BÜLENT BAKİLER

Canevimden baktım sana İstanbul!
Rüzgârların anamın duası kadar serin.
Beyaz şamdanlar gibi yükseliyordu
İnce kalem kalem minarelerin.

Bir sabah vapurlar alıp getirdi beni
Güneşteydi rengi narın.
Şadırvan şadırvan aktı içime
Masal güzelliği surların.

Kiraz dallarına benzer incecik, nârin
Bir kız vapurda gelip yanıma durdu,
Saçlarından, gözlerinden, dudaklarından
İstanbul esiyordu.

Canevimden baktım sana İstanbul!
Demli çaylar gibiydi uzaklarda Emirgân,
Türkülerde yağmur yağmur Üsküdar
Dualarda sımsıcak Eyüp Sultan.

Renkli resimler gibi işlenmiş, ince
Çeşmelerin vardı senin.
Durdum gölgesinde şair gönlümce
Öptüm taşını çeşmenin.

Bir sıcak selâmla gelir uzaktan
Vapurlar, mavnalar, tramvaylar.
Ve bir eski türküyle alıp gider gönlümü
Sultan duruşlu yalılar, padişah bakışlı saraylar.

Beyazıt Camii'nde bir namaz kıldım
Safların ardında garipsi, mahzun.
Sen bin yaşa sımsıcak dualarda
Ey destan şehri yurdumuzun.

SON EKLENENLER

Üye Girişi