Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

AKREP KİM, SEHER KURBAĞA MI? - DURSALİYE ŞAHAN

Seher ile Ali Londra’da üç akşam arka arkaya sahnelendi. İlk günün biletleri bitmişti, biz üçüncü güne yer bulabildik. Neyse ki bulmuşuz.

Akreple kurbağanın hikâyesini bilirsiniz. Dereyi kurbağanın sırtında geçen akrep, kıyıya vardığında onu sokarak ölüme terk eder. Niye diyene de; ‘Fıtratım böyle,’ savunmasını yapar.

Sahnedeki pavyon sanatçısı Seher ile mekân fedaisi Ali’nin kurtuluş yolculukları da biraz buna benziyor.

Yaşadıkları mezbeleden arkalarına bakmadan kaçarken tanıyoruz onları.

İki aşığın umutlarla bezenmiş yolculuklarıyla hikâye başlıyor.

İlerleyen dakikalarda Ali’nin çoktan akrepleştiğini fark ediyoruz. Bu durumda Seher sevilen kadından çok göldeki gariban ve iyi niyetinin kurbanı kurbağa durumunda.

Aslında hikâye klişe bir kurguya oturtulmuş. Eski Türk filmleri tarzında bile diyebilirsiniz.

Öyle ya, biz ne ‘seher ile ali’ler gördük. Kaç bin kez tekrar tekrar seyrettik.

İyi de, seyretmekten, duymaktan, izlemekten, görmekten bıktık mı? Evet. Bunaldık mı? Evet. Hem de kocaman bir evet. Yorulduk mu? Çoooook!

Peki. Bilerek isteyerek tekrar aynı oyun için tiyatrolara doluşmamız niye?

Mesela tiyatrolar cenneti Londra’da başka oyun yok muydu da, Fatih Dönmez ile Eda Çatalçam’ın tek perdelik oyunu Seher ile Ali için koşa koşa gittik.

İşte püf noktamız burası.

İnsan evladının var olduğu günden bu yana kadın erkek eşitsizliği hiç bitmedi ki. Kadının sömürüsü erkeğin en doğal hakkıymış gibi bir algı yaratılması hiç durmadı ki.

Ve fakat biz de yüz bin kez seyretmiş olsak da vaz geçmemiz mümkün değil. Çünkü ‘seher ile ali’lerin hikâyesi de mücadelesi de bizi derinden ilgilendiriyor.

Elbette tekrar tekrar izleyip onları merak edeceğiz. Niye öyle olduğunu sorgulayıp çıkış noktalarını tartışacağız. Onları seyrederken sessizce bangır bangır bağıracağız. Bu böyle sürmez! Sürmemeli! Diyeceğiz.

Kaldı ki; Eda Çatalçam ile Fatih Dönmez rollerinin hakkını fazlasıyla veriyor.
O klişe hikâyeyi soluksuz izletiyorlar.

Ezberledikleri replikleri değil de gerçekten de yaşamlarından bir kesit sunuyor gibiydiler.

Arka fondaki müziğin tamamı arabesk ama yakışmış. Seçimler özenli ve oyunla birebir örtüşüyor gibi.

Ve milyon yıllık soru da oyunun içinde aksesuar gibi gitti geldi: Aşk affeder mi?

Yok romantik olamayacağım. O af koşullara bağlıdır ve de ayrı bir konudur.

Erkeklerin kadınlarla empati yapabilme yetenekleri var mıdır? Mesela yoldan geçen pala bıyık bir adamın üzerine ince bir çorap atarak başlayıp, kadın elbiseleri giydirsek… Olur mu? Sahnedeki gibi kadın olmak da hiç kolay değilmiş derler mi?

Şimdi sizlere bireyin sistem karşısındaki çaresizliklerinden filan da dem vurabilirdim ama konunun özü yukarıda.

Oyundan sonra seyircilerin arasına karışan Eda ile Fatih’e sarım sarım olduk. Ne Eda o an için Eda’ydı, ne de Fatih o an için Fatih’ti. Ben fotoğraf çekilirken kolumu Eda’nın omuzuna değil de Seher’in omuzuna atmış gibi oldum.

Oyunun yazarı Şamil Yılmaz’ın kalemine yüreğine, Yapımcı Zeynep Dalkıran’ın ellerine sağlık.

Sosyal medyada fark ettim. “İnsan canı bildiğinden ölümünü esirger mi?” sadece benim değil, seyredenlerin çoğunun aklında kalmış.

Kadın erkek eşitliğinin sağlanamadığı, Seher’lerin hak ihlali yaşadığı bir dünyada ne birey var olabilir ne de toplumlar.

Oyun basit, yalın ve yineliyorum, klişe ama güzel.

Asla sıkıcı değildi.

Emeği geçen herkesi kutluyorum.

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi