Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

ŞİİRİMİZDE ANADOLU

  1. ANADOLU –MEHMET EMİN YURDAKUL   
  2. HAYAL ŞEHİR - YAHYA KEMAL BEYATLI   
  3. ANADOLU TOPRAĞI - ORHAN SEYFİ ORHON   
  4. BİZİM MEMLEKET-FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL   
  5. URFA GECELERİ - HALİDE NUSRET ZORLUTUNA   
  6. VASİYET - NÂZIM HİKMET   
  7. YÖRÜK HASRETİ-AHMET KUTSİ TECER   
  8. BİR YOLCUYA-NECMETTİN HALİL ONAN   
  9. BURSA'DA AKŞAM - ÖMER BEDRETTİN UŞAKLI   
  10. MEMLEKET İSTERİM-CAHİT SITKI TARANCI   
  11. ELİF - AHMET MUHİP DIRANAS   
  12. KEŞAN-ORHAN VELİ   
  13. KARADAYI’YA MEKTUP-BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU  
  14. KIZILIRMAK KIYILARI-FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA   
  15. KASABA-OKTAY RIFAT   
  16. GÖK -OKTAY RIFAT   
  17. EKECİK DAĞLARI-A. KADİR   
  18. EDİRNE-NİYAZİ AKINCIOĞLU (1916 - 1979)   
  19. TOKAT'A DOĞRU -CAHİT KÜLEBİ   
  20. ANADOLU’NUN DEVEDİKENLERİ- NAHİT ULVİ AKGÜN      
  21. KAŞ BETİMLEMESİ- HASAN HÜSEYİN   
  22. ANADOLU-AHMED ARİF   
  23. PÜLÜMÜR’ÜN YAŞSIZ KADINI-BÜLENT ECEVİT   
  24. KARŞILAMA-MEHMET BAŞARAN   
  25. BİR ANADOLU VARDIR-TURGUT UYAR   
  26. BİR AY ALDIM DİYARBAKIRDAN TOKATTA BİRİ ÖLDÜ O ZAMAN-EDİP CANSEVER   
  27. AFYON GARINDAKİ-CEMAL SÜREYA   
  28. YOKTUR GÖLGESİ TÜRKİYE’DE-SEZAİ KARAKOÇ   
  29. DATÇA’DAN -NAHİT ULVİ AKGÜN   
  30. ÇORUM’DAN GELİRİK-GÜLTEN AKIN   
  31. DELLOCAN-GÜLTEN AKIN   
  32. İNEGÖL HEY İNEGÖL-AHMET NECDET   
  33. DOĞUDAN BİR KENT-HİLMİ YAVUZ   
  34. BEN MERSİN’E GİTTİĞİM ZAMAN-ÖZDEMİR İNCE   
  35. AVLU -ÜLKÜ TAMER   
  36. YILMAZ ERDOĞAN (1967)   
  37. KÖYLÜLERİ NİÇİN ÖLDÜRMELİYİZ?- ŞÜKRÜ ERBAŞ   
  38. GÂVURDAĞLARI’NDAN RİVAYET -ATTİLÂ İLHAN   
  39. MEMLEKETİMİ SEVİYORUM-NAZIM HİKMET   
  40. BEN ANADOLUYUM - YAVUZ BÜLENT BAKİLER   
  41. ERZURUM-ARİF AY   
  42. HAN DUVARLARI-FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL   
  43. ADIM ADIM ANADOLU - BEHÇET KEMAL ÇAĞLAR   
  44. EĞLEN ÇORUH! DUR ÇORUH! - BEHÇET KEMAL ÇAĞLAR   
  45. ANADOLU-RIZA TEVFİK BÖLÜKBAŞI   
  46. ANADOLU SEVGİSİ –ABDURRAHİM KARAKOÇ   
  47. ANADOLUDA BAHAR- ABDURRAHİM KARAKOÇ   
  48. ANADOLU GEZİSİ - ABDURRAHİM KARAKOÇ   
  49. BİRİ ANADOLU BİRİ ATATÜRK-ŞEREF TAŞLIOVA   
  50. ANADOLU- MEHMET FARUK GÜRTUNCA   
  51. BU VATAN KİMİN-ORHAN ŞAİK GÖKYAY   
  52. ANADOLU KADINI --BEKİR SITKI ERDOĞAN   
  53. AKŞAM OLUR -BAHATTİN KARAKOÇ   
  54. YURDUM -CAHİT KÜLEBİ   
  55. ANADOLULU GELİN - GÖKTÜRK MEHMET UYTUN   
  56. VAR - GÖKTÜRK MEHMET UYTUN   
  57. KARA GÖZLÜ MEMLEKETİM-HALİL SOYUER   
  58. YAYLA TÜRKÜSÜ - HALİDE NUSRET ZORLUTUNA   
  59. ANADOLU AKŞAMI- HALİT FAHRİ OZANSOY   
  60. ANADOLUM - İBRAHİM SAĞIR   
  61. TÜRKİYE’MİZ - MEHME NECATİ ÖNGAY   
  62. KIZILIRMAK KIYILARI - NİYAZİ AKINCIOĞLU   
  63. ANADOLU HASRETİ - ÖMER BEDRETTİN UŞAKLI   
  64. ÇORUH - ÖMER BEDRETTİN UŞAKLI   
  65. SAKARYA -ORHAN ŞAİK GÖKYAY   
  66. HEYBELİ -RIFAT ILGAZ   
  67. MERİÇ TÜRKÜSÜ-NİHAT SAMİ BANARLI   
  68. TÜRKİYE - ADİL TURAN   
  69. YOLCU GÖNLÜM - YAHYA AKENGİN   
  70. AĞRI - YAHYA KEMAL BEYATLI   
  71. ANADOLU GERÇEĞİ- YAVUZ BÜLENT BAKİLER   
  72. ANADOLU ACISI - YAVUZ BÜLENT BAKİLER   
  73. BİZİM TÜRKÜMÜZ-YAVUZ BÜLENT BAKİLER   
  74. TÜRKİYEM, ANAYURDUM, SEBEBİM, ÇAREM! - YAVUZ BÜLENT BAKİLER   
  75. ILGAZ - ZEKİ ÖMER DEFNE   
  76. ORTA ANADOLU - ZEKİ ÖMER DEFNE   
  77. AĞRI - AHMET MUHİP DRANAS   
  78. ANADOLUM-İLHAN GEÇER   
  79. ANADOLU TÜRKÜSÜ - GÜLTEKİN SAMANOĞLU   
  80. NE KADAR BENZİYORUZ- EDİP CANSEVER   
  81. ANADOLU -CEYHUN ATUF KANSU   
  82. İZMİT -BEHÇET AYSAN   
  83. SARIÇİZMELİ-RIFAT ILGAZ   
  84. MEMLEKETİM-ÖMER FARUK TOPRAK   
  85. COĞRAFYA-İLHAN BERK   
  86. YURDUMUN DAĞLARINA - HÜSEYİN  NAİL KUBALI
  87. TARSUS'UN ÇAĞLAYANI- BEHÇET NECATİ ÇAĞLAR
  88. KARADENİZ - KEMALETTİN KAMU
  89. ÖZ VATANIM TÜRKİYE - HAKKI ÇEBİ
  90. MEMLEKET TÜRKÜSÜ - FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL
  91. EGE- İBRAHİM ZEKİ BURDURLU
  92. TÜRKİYEM -TURGUT UYAR
  93. ANADOLU-SIDDIK ERTAŞ
  94. ANADOLU HİKAYESİ - YAVUZ BÜLENT BAKİLER
  95. ANADOLU MEZARLIKLARI - YAVUZ BÜLENT BAKİLER
  96. YENİDEN FETHETMEK ANADOLUYU- YAVUZ BÜLENT BAKİLER

 

 

SAYFA:1/ 01-10

1-ANADOLU –MEHMET EMİN YURDAKUL

Gençliğe
Yürüyordum: Ağlıyordu ırmaklar;
Yürüyordum: Düşüyordu yapraklar;
Yürüyordum: Sararmıştı yaylalar;
Yürüyordum: Ekilmişti tarlalar.

Bir ses duydum, dönüp baktım, bir kadın:
Gözler dönük, kaşlar çatık, yüz dargın;
Derileri çatlak, bağrı kapkara,
Sağ elinin nasırında bir yara

Başında bir eski püskü peştemal
Koltuğunda bir yamalı boş çuval...
........................

-Ne o bacı?
- Ot yiyoruz, n'olacak! ..
-Tarlan yok mu?
- Ne öküz var, ne toprak...
Bugüne dek ırgat gibi didindim;
Çifte gittim, ekin biçtim, geçindim,
Bundan sonra...
- Kocan nerde?
- Ben dulum;
Kocam şehit, bir ninem var, bir oğlum.
- Soyun, sopun?
- Onlar dahi hep yoksul!
Ah Efendi, bize karşı İstanbul
Neden böyle bir sert, yalçın taş gibi?
Taşraların hayvanlık mı nasibi? ..
........................

Hayır hayır, bu nasibi almak için doğmadın.
Onun için doğdun ki sen kadınlığın hakkiyle
Ocağının karşısında saadete eresin,
Göğsünü kabarttıran anneliğin aşkıyla
Evladına südün gibi pak duygular veresin.

Sen bir aziz yoldaşsın:

Senin sesin hayat için dövüşmeğe koşturur;
Senin sevgin vatan için fedakârlık öğretir;
Senin yüzün insan için bir merhamet duyurur;
Senin ile insanoğlu yeryüzünü şenletir.

Lakin bizler bu hakları unuttuk;
Kadınlığı hayvanlıkla bir tuttuk;
Ninen gibi sana dahi hor baktık;
Seni dahi garip, yoksul bıraktık! ..
........................

Kinler için karaları bağlıyan,
Zevkler için zelil sefil ağlıyan.
Acı gören, cefa çeken, ezilen,
Irzdan başka her şeyini veren sen!
Sen şu güzel vatanında cehennemde gibisin;
Gözyaşınla ıslattığın kanlı toprak üstünde
Sana her yer bir çöl gibi cıvıltısız, çiçeksiz;
'Ekmek' diye ağladığın sağır bir halk önünde
Sana herkes bir kurt gibi merhametsiz yüreksiz.
Senin her bir ümidin

Ayrılıksız, yoksulluksuz bir dünyaya kalmıştır,
Oraya ki masum çiftler hıçkırıksız yaşarlar;
O melekçe sevgilerle birbirini okşarlar;
Ve burada Allah bütün dilekleri yaratır?
Ne vakte dek gençliğine hakaret,
Bu ayrılık, bu gözyaşı bu ölüm? ..
Bu sert demir, bu ağır yük. bu zulüm?
Yazık, sana ağlamıyan şiire;
Yazık, sana titremiyen vicdana;
Yazık, sana uzanmayan ellere;
Yazık, seni kurtarmıyan insana! ..
........................

Ey vatanın bağrı yanık bucağı.
Hani senin bereketli hasadın,
Yeşil yurdun, mesut çatın, şen çiftin?
Hani senin medeniyyet hayatın,
Yolun, köprün, kazman, iğnen, çekicin?
Ey Türklüğün otağı!
Ne vakte dek bu acıklı sefalet,
Bu viranlık, bu inilti, bu kaygu?
Ne vakte dek bu uğursuz cehalet.
Bu taassup, bu görenek, bu uyku?
........................

Yazık, sana ağlamıyan şiire;
Yazık, sana titremiyen vicdana,
Yazık, sana uzanmayan ellere;
Yazık, seni kurtarmayan insana! ..



HAYAL ŞEHİR - YAHYA KEMAL BEYATLI

Git bu mevsimde, gurup vakti, Cihangir’den bak!
Bir zaman kendini karşındaki rü’yâya bırak!

Başkadır çünkü bu akşam bütün akşamlardan;
Güneşin vehmi saraylar yaratır camlardan;

O ilâh isteyip eğlence hayalhânesine,
Çevirir camları birden peri kâşânesine.

Som ateşten bu saraylarla bütün karşı yaka
Benzer üç bin sene evvelki mutantan şarka.

Mestolup içtiği altın şarabın zevkinden,
Elde bir kırmızı kâseyle ufuktan çekilen,

Nice yüz bin senedir şarkın ışık mîmârı
Böyle mâmûr eder ettikçe hayâl Üsküdar'ı.

O ilâhın bütün ilhâmı fakat ânîdir;
Bu ateşten yaratılmış yapılar fânidir;

Kaybolur hepsi de bir anda kararmakla batı.
Az sürer gerçi fakir Üsküdar’ın saltanatı;

Esef etmez güneşin şimdi neler yıktığına;
Serviler şehri dalar kendi iç aydınlığına,

Ezelî mağfiretin böyle bir ikliminde
Altının göz boyamaz kalpı kadar hâlisi de.

Halkının hilkati her semtini bir cennet eden
Karşı sâhilde, karanlıkta kalan her tepeden,

Gece, birçok fıkarâ evlerinin lâmbaları
En sahih aynadan aksettiriyor Üsküdar’ı.


ANADOLU TOPRAĞI - ORHAN SEYFİ ORHON

Senelerce sana hasret taşıyan
Bir gönülle kollarına atılsam
Bende bir gün kucağında yaşayan
Bahtiyarlar arasına katılsam


Kadir Mevlam, eğer senden uzakta
Bana takdir eylemişse ölümü
Rahat etmem bu yabancı toprakta
Cennette de avutamam gönlümü


En bakımsız, en kuytu bir bucağın
Bence 'İrem Bağı' gibi güzeldir
Bir yıkılmış evin, harap ocağın
Şu heybetli saraylara bedeldir


Yalnız senin tatlı esen havanda
Kendi milli gururumu sezerim
Yalnız senin dağında ya ovanda
Başım gökte alnı açık gezerim


Bir gün olup kucağına ulaşsam
Gözlerimden döksem sevinç yaşını
Sancağının gölgesinde dolaşsam
Öpsem öpsem toprağını, taşını


BİZİM MEMLEKET-FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL

İçinden tanırım ben o elleri,
Onlar ki zâhirde vîrân olurlar;
Ardıçlı dağları, çamlı belleri
Aşanlar şi’rine hayrân olurlar.


Dökülür köpüklü sular yarından,
Baharlar yaratır kışın karından;
İçenler sihirli pınarlarından
Şöyle bir silkinir, ceylân olurlar!..


Orada yaşayan erlerin içi
Bir tasta yoğurur derdi, sevinci;
Onlar ki sapansız, tarlasız çiftçi,
Davarsız, kavalsız çoban olurlar.


Başıboş, kırlara salar tayını,
Elinden düşürmez okla yayını;
Ellerde bırakır zafer payını,
Memleket yolunda kurban olurlar!..


5-URFA GECELERİ - HALİDE NUSRET ZORLUTUNA

Gök toprağa eğilir, yaklaşır,
Sarardı onu şefkatli bir anne gibi.
Karanlık, Ilık, yıldızlar iri iri.
Ve uzakta çöl, ezeli bir sır!

Ilık karanlık şarkı söylerdi,
Ay ışığı öperdi susamış toprağı.
Kemanlar inler...
Neyler duâ eder,

Ve güzel sesler avuturdu her derdi.
Güzeldi bir güzel masal kadar
Urfa’da yaz geceleri,
Urfa’da saz Geceleri.
O gecelere hasretim var,
Hasretim var!



VASİYET - NÂZIM HİKMET

Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü,
ölürsem kurtuluştan önce yani,
alıp götürün
Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni.
Hasan beyin vurdurduğu
ırgat Osman yatsın bir yanımda
Ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp
kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda.
Traktörle türküler geçsin alt başından mezarlığın,
seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu,
tarlalar orta malı, kanallarda su,
ne kuraklık, ne candarma korkusu.
Biz bu türküleri elbette işitecek değiliz,
toprağın altında yatar upuzun,
çürür kara dallar gibi ölüler,
toprağın altında sağır, kör, dilsiz.

Ama bu türküleri söylemişim ben
daha onlar düzülmeden,
duymuşum yanık benzin kokusunu
traktörlerin resmi bile çizilmeden.

Benim sessiz komşulara gelince,
şehit Ayşe’yle ırgat Osman
Çektiler büyük hasreti sağlıklarında
Belki de farkında bile olmadan.

Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
-öyle gibi de görünüyor-
Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani...


YÖRÜK HASRETİ-AHMET KUTSİ TECER

Güneyde bir avuç toprağım,
Bir evim, kışlağım olaydı,
Baharda göçseydi otağım,
Toros’ta yaylağım olaydı.

Onulmaz içimde bu yara,
Şehirler dumandan kara,
Çıkaydım dağlara dağlara.
Bulutlar çardağım olaydı

Pınar obamızın nennisi,
Çimen yatakların en iy'si
Elimde her gün yenisi,
Güneşler bayrağım olaydı.


Nolurdu göçseydi otağım,
Çukurda olsaydı kışlağım,
N’olurdu Toros'ta yaylağım,
Güneyde toprağım olaydı.


BİR YOLCUYA-NECMETTİN HALİL ONAN

Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.

Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda
Gördüğün bu tümsek Anadolu'nda,
İstiklal uğrunda, namus yolunda
Can veren Mehmed'in yattığı yerdir.

Bu tümsek, koparken büyük zelzele,
Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed'in düşmanı boğduğu sele
Mübarek kanını kattığı yerdir.

Düşün ki, haşr olan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin
Bir harbin sonunda bütün milletin
Hürriyet zevkini tattığı yerdir.


 
BURSA'DA AKŞAM - ÖMER BEDRETTİN UŞAKLI

Bugün de sonbahardan sürülüp doğdu akşam,
Sarın yere indi koyu, serin gölgesi,
Uludağ etekleri al ipekten bu akşam
Düştü yeşil ovaya kubbelerin gölgesi...


Ufuklarda bu akşam ne sis var ne bu
Selvilerin içinde bir alev Emir Sultan.
İçten dualar gibi geçiyor sanki rüzgâr.
Bir İlâhî adaya benzeyen Yıldırım’dan.


Ovada ince yollar gölgeleniyor işte,
Karşıdan renk içinde solgun ay görünüyor.
Güneşin son nûrundan bir damlacık içmiş de,
Şu karşıki kulübe bir saray görünüyor...


Gözlerime vurunca kubbelerin gölgesi,
Öz cenneti gönlümle seyr ettim ben bu akşam;
Göklerde ne bir nefes, ne de bir kanat sesi;
Uludağ etekleri al ipekten bu akşam!..


10-MEMLEKET İSTERİM-CAHİT SITKI TARANCI

Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların, çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim
Ne başta dert ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ne ben farkı olsun
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden olsun.

İLGİLİ İÇERİK

CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ

DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ

HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ

KONULARINA GÖRE ŞİİRLER

29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI İLE İLGİLİ ŞİİRLER

19 MAYIS ATATÜRK’Ü ANMA HAFTASI ŞİİRLERİ

23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI ŞİİRLERİ

ATATÜRK ŞİİRLERİ

ÖLÜM ŞİİRLERİ

TÜRKÇE İLE İLGİLİ ŞİİRLER

ÇANAKKALE İLE İLGİLİ ŞİİRLER

İSTANBUL İLE İLGİLİ ŞİİRLER



SAYFA:2/ 11-20


11-ELİF - AHMET MUHİP DIRANAS

Elif kara taştan bir köyde yaşıyor,
Bir damın sazı, bir ocağın ateşi;
Her akşam kanlarla batan bir güneşi
Başında ağır bir taç gibi taşıyor.

Süt emmiş Elif en eski destanlardan,
Masalların altın beşiğinde uyumuş;
Elif bir mağrada geçmiş zamanlardan
Uğrun uğrun esen ninniyle büyümüş.

Ne kadar güzelsin Elif, dağın kızı!
Derin ıssızlığın kokusuz çiçeği!
Ey, sevincinde bir büyük geleceği
Muştulayan içki, bin yılın kımızı!

Elbet bir ömre tek sözüdür kaderin
Ağrı'nın ak şafağı söken alnında
Mutlu kıyıları kayıp cennetlerin,
Elif sonsuza gebe kız, tek tanrıça!



KEŞAN-ORHAN VELİ


Gemliğe doğru
Denizi göreceksin;
Sakın şaşırma.
21.8.1942,
Cumhuriyet Hanında;
Ne güzel bir geceydi!
Sabaha karşı yağmur yağdı.
Güneş doğdu, ufuk kana boyandı;
Çorbam geldi, sıcak sıcak;
Kamyon geldi kapımıza dayandı.
Karnım tok,
Sırtım pek;
Ver elini Edirne şehri.


KARADAYI’YA MEKTUP-BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU

Bursa’nın Orhaneli kazasının
Çöreler köyünden Karadayı
Acep böyle yazsam zarfın üstüne
Postalar iletir mi ona
Benim altı yıldır cepte taşınmış
Kenarları püskül püskül aşınmış merhabayı
Kusura bakma Karadayı
Nasılsa bir yerde unutmuşum
Senin çoban armağanı nikel tabakayı
Ama o ince belli, kınalı çilli su kabakları
Hâlâ masamın üstünde durur
Sallandıkça çın çın öter çekirdekleri
Bunlardan bir tanesini
Köy mektebinde öğretmen kardeşime verdim
Bütün yaz su kabaklarıyla donandı bahçesi
Bir çekirdek verdik bir bahçe doldu
Can sağlığı bundan ötesi
Ama diyeceğim o değil Karadayı
Sene bin dokuz yüz kırk altıydı
Aylardan ağustos ayı
Senin bende asıl şu sözün kaldı:
Bana öyle bir öğretmen gönder ki
Hem ölü yıkasın
Hem teravi kıldırsın
Hem eski yazıyı söktürsün
Hem yenisini belletsin
Bizim köy otuz beş hane
Birden fazla hocayı neylesin netsin?



KIZILIRMAK KIYILARI-FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA

Kardaş, senin dediklerin yok,
Halay çekilen toprak bu toprak değil.
Çık hele Anadolu’ya,
Kamyonlarla gel, kağnılarla gel gayrı,
O kadar uzak değil.
Çamı bitmiş, kavağı azalmış,
Gamla örtülü bayırlar, çıplak değil.
Yedi ay kıştan sonra,
Yeşeren senin yaşamındır,
Yaprak değil.
Yersin, içersin sofrasından, üç yüz senedir,
Kuvvetlisin ama kuvvet hak değil.
Bakımsızlıklarla göçüp gitmiş bir cihan,
Mevsimler soğumuş, sular azalmış,
Buğday, Selçuklulardan kalan başak değil.
Parça parça yarılmış öküz ardında,
Parmağı üç pare, tırnağı ak değil.
Utanır elin ayağın,
Korkarsın yakından görsen,
Eli el değil, ayağı ayak değil.
Gün doğar, tarla kuşları uçuşurlar,
Ağır bir aydınlık, bildiğin şafak değil.
Öyle dalmış ki yüzyıllar süren uykusuna,
Uyandırmazsan,
Uyanacak değil.
Dertle, sefaletle yüklü,
Siyah leşlerle kararmış, berrak değil.
Çağlayan ne,
Akan kim,
Kızılırmak değil.
Kardaş, görmüyorum ama hala duyabiliyorum,
Geçmiş zamanlar gelecek zamanlardan parlak değil.
Vakte şahadet edercesine yükselmiş,
Akşam parıltısından, bütün zaferler üzerine,
Dağlar dalgalanmakta, bayrak değil.

15-KASABA-OKTAY RIFAT

Oteli var gurbetçiler için
Aşçısı acıkanlara
Kahvesine gir bir çay söyle
Neşeli tarafından
Taşköprü’nün başında minibüsler
İle ilçeye işler
İnce minare şerefesinde leylekler
Kadınlar tütünde pamukta
Kızlar oğlanlar çapada
Ekmek aslanın ağzında
Dam var gök var bulut var
Bir dul karı iki yetim Boş ver.
 
GÖK -OKTAY RIFAT

Taydır gök, koşulu kısrakla
Koşar arabanın yanı sıra
Ak tüylü köpektir koyun sürüsüyle
Seğirtir kaval sesinde sağa sola
Çobandır köyün yamacında
Yayar davarı da çömelir
Meşe dallarının altına
Taşlı tarlada ırgat
Ekmeğin tadı ovada
Yüce dağ başında varılmaz katına
Nice bir yiğit Köroğlu’dur gök.


EKECİK DAĞLARI-A. KADİR

Karşıda Ekecik dağları sessiz sedasız duruyor,
karşıda Ekecik dağları hain.
İşte böylece iki parçaya ayırmış bizi dağlar,
bir tarafta benim derdim,
bir tarafta senin derdin.
Ama dağlar gözümü korkutamadılar benim hiçbir vakit.
Bilmiyorum, oralarda sen ne haldesin.
Burada ben ikiye bölüyorum her şeyimi, inâd için,
bir parçası bana ait,
bir parçası sana ait.
 
EDİRNE-NİYAZİ AKINCIOĞLU
(1916 - 1979)

Bir yerde görürsen ki:
Ağır ve edalı akar
dal dal söğütleri öperek
samur üç belik gibi
üç koldan sular;
müjdeler olsun efendim;
Edirne’desin.
Mevsim, fasl-ı bahardır;
gecedir ve mehtap vardır.
Ve sen,
bir kavs-ı kuzahta yürür gibi
Köprüler’desin.
Şataraban makamından bir şarkı dudaklarında
düşünür, çözemezsin:
Bu naz-ı istiğna, bu âvâz neden;
neden yarı eğilmiş suya dallar?
Öyle fermân etmiş eden
kimseler bilmez.
“Gönül bir top ibrişim
Sarılırsa çözülmez”
Burda her şey,
bakınır hüsnüne hayran.
Seyreyler cemâlini eğilmiş suya
mermer ihtişamında serhadd-i vatan.
Aşina bir çehre sezer belki diye
devr-i saltanatından Edirne;
bir deste alev güldür, mahzun,
yâr elinden düşürülmüş şimdi suda
Ve sular;
şimşir kelâmı dilinde
destan okur-okurakar.
Ve bihaber Yıldırım’da, bir evcikte –
akan sudan, uçan kuştan –
yeşil dut yaprağında
ak bir ipekböceği,
kozasını dokur dokur ölür.
Uyanır veda etmiş gibi artık uykuya,
konuşan bir dil olur
çiler uzakta;
bülbül sesi yağmur gibi
Bülbül Adası’nda.
Kanadı gümüşlü kuşlar geçer
iki şâk bölüp mehtâbı;
Kıyık tan uçurulmuş.
Salınır bahçeler içre kızlar ki:
Nazardan kaçırılmış.
Ağzında kan kırmızı bir can eriği,
mehtapla beraber düşmüş gibi arza;
kızlar ki güzel,
dört başı mâmur ve murassa.
Sevdaya tutulmak bile mümkün
yeni baştan
söylemek kolay olsa eski türkümü:
“Edirne köprüsü taştan
Sen çıkardın beni baştan."


TOKAT'A DOĞRU -CAHİT KÜLEBİ
(1917- 1977)
Çamlıbel’den Tokat’a doğru
Tozlu yolların aktığı ırmak!
Ben seni çoktan unuttum,
Sen de unuttun mu, dön geri bak.
Atların kuyruğu düğümlü,
Bir yandan yağmur yağar, ıslak...
Bir yandan hamutlar şak şak eder,
Bir yandan tekerler döner, dön geri bak.
Orda, derenin içinde
İki üç akçakavak.
Tekerler döner, başım döner,
Kavaklar yeşeriyor dön geri bak.
Orda, derenin içinde
İki üç çırılçıplak
Alçacık damı düşündükçe
Gözlerim yaşarıyor, dön geri bak.
Irmaklar gibi uzaklaşır
Bir türkü kadar uzak
Tekerler iki çizgi bırakır,
Hamutlar şak şak eder, dön geri bak.



20-ANADOLU’NUN DEVEDİKENLERİ- NAHİT ULVİ AKGÜN

Birbirinden güzel kentlerin
Kenarında yükselen fakir evleri
Teneke mahalleleri gecekondular
Gurbete düşenlerin hakir evleri

Gür sesli ayak satıcıları ara sokakların
Kat kat yapıların yorulmaz karıncaları
Onlar fabrika kovanlarında bal veren arı
Yıkılmaz direkleri bu teneke yığınlarının

Küfe küfe portakallar şeftaliler sarıasmalar
Diktiler göverttiler bu cennet bahçeleri parkları
Yünlüler ipekliler çiçek açan basmalar
Tütün mü nakış mı işler görünmez parmakları

Ey harap gecekondular teneke mahalleleri
Siz bu ellerin yapısı değilsiniz Tanrı var
Ey kıraç Anadolu’nun savrulan devedikenleri
Sizi böyle kenar-köşe atan zalim bir rüzgâr

Göçmüşler Maraş’tan Urfa’dan Mardin'den
Özlemleri duyulur gurbet türkülerinden
Bir masal kentini öyle düşler gibi
Görmüşler İstanbul’da İzmir’de geceyi

İLGİLİ İÇERİK

CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ

DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ

HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ

KONULARINA GÖRE ŞİİRLER

29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI İLE İLGİLİ ŞİİRLER

19 MAYIS ATATÜRK’Ü ANMA HAFTASI ŞİİRLERİ

23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI ŞİİRLERİ

ATATÜRK ŞİİRLERİ

ÖLÜM ŞİİRLERİ

TÜRKÇE İLE İLGİLİ ŞİİRLER

ÇANAKKALE İLE İLGİLİ ŞİİRLER

İSTANBUL İLE İLGİLİ ŞİİRLER


SAYFA:3/21-30


21- KAŞ BETİMLEMESİ- HASAN HÜSEYİN
(1927 - 1984)
üç yunuslara yüzdüm o söylence sabrın
gözlerimde gümüş pırıltısı kırlangıç balıkların?
oyuncak bir tanrı gibi anlamsız kaldım
orkestralar yaratan o dantel kıyılarda

Toroslar koşup gelmiş taa ağrılardan
gömülmüş mor sulara yunuslar gibi
o ardıçlar o meşeler köknarlar
çocuklaşmış mor sularda fundalara dönüşmüş

orda gördüm renkten renge nasıl geçildiğini
suyun balık/balığınsa denizkızı olduğunu ben orda gördüm
ne güzel adları vardı o denizkızlarının kimi ortos
kimi kolyos/ıskaros gravida

çok eski kilimlerden nakışlar gibiydiler
papiruslar tabletler yazıtlar gibiydiler
sanki homeros tan dizeler taşıyorlardı
o yanından bu yanına gökkuşağının

batık kentler üstünde/turuncu bir uzaklıkta
üç yunuslar’la yüzdüm o söylence sularında güneyin
tanığımdır mimozalar/tanığımdır o kaya gömütlükleri
gözlerimde pırıltısı kırlangıç balıklarının

giz değildi yaşadığım/konuştum o eski tanrılarla
biryanımda karakeçi/biryanımda yatları kentsoyluların
gördüm ölüm kokusunu bir sabah birdenbire
çağdaş cinivizlerin güneşli gözlerinde

bir daha yüzemem ki o söylence sularda
bir daha gitsem bile güneyin mor denizine
yaşlılar çoktan öldü/bebekler doğmadı daha bile
ben yok olup gitsem de/o mor deniz durur orda

yine çocuklar gelir/yine şeytanminaresi yine kestane
ahtapotlar yine sessizce çözülürler derin sulara
kadınlar yine öyle/yine öyle sevişirler güneşle
döllerimiz düşse bile toprağa


 
ANADOLU-AHMED ARİF

Beşikler vermişim Nuh'a
Salıncaklar, hamaklar,
Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır,
Anadoluyum ben,
Tanıyor musun?

Utanırım,
Utanırım fukaralıktan,
Ele; güne karşı çıplak...
Uşur fidelerim,
Harmanım kesat.
Kardeşliğin, çalışmanın
Beraberliğin,
Atom güllerinin katmer açtığı,
Şairlerin, bilginlerin dünyalarında,
Kalmışım bir başıma,
Bir başıma ve uzak.
Biliyor musun?

Binlerce yıl sağılmışım,
Korkunç atlılarıyla parçalamışlar
Nazlı, seher-sabah uykularımı
Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar,
Haraç salmışlar üstüme.
Ne İskender takmışım,
Ne şah, ne sultan
Göçüp gitmişler, gölgesiz!
Selam etmişim dostuma
Ve dayatmışım...
Görüyor musun?

Nasıl severim bir bilsen.
Köroğluyu,
Karayılanı,
Meçhul Askeri...
Sonra Pir Sultanı ve Bedrettini.
Sonra kalem yazmaz,
Bir nice sevda...
Bir bilsen,
Onlar beni nasıl severdi.
Bir bilsen,
Urfa da kurşun atanı,
Minareden, barikattan,
Selvi dalından,
Ölüme nasıl gülerdi.
Bilmeni mutlak isterim,
Duyuyor musun?

Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip...
Nerede olursan ol, içerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne-üstüne,
Tükür yüzene celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının...
Dayan kitap ile Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile
Umut ile, sevda ile, düş ile.
Dayan rüsva etme beni.

Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
Namuslu, genç ellerinle.
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Her biri vazgeçilmez cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim.
Bir umudum sende,
Anlıyor musun?


 
PÜLÜMÜR’ÜN YAŞSIZ KADINI-BÜLENT ECEVİT

Pülümür’ün bir dağ köyünde gördüm onu
yaşını sordum bir giz gibi güldü
kimi seksen dedi köylülerden kimi yüz
yüzüne baktım bir giz gibi güldü

bir asa vardı elinde
bir solmuş krallığın
kadifeden harmanisi üzerinde
bir hititliydi o bir Selçukluydu
bir ermeniydi bir kürttü
bir türk

yaşını sordum bir giz gibi güldü
koluma girdi bir soylu kadınca
tozlu köy yolunda sürüyerek eteğini
beni tek gözlü sarayına götürdü
köy yapısı kulübesinin

zamanı onda yitirdim ben
yitik zamanlara onda eriştim
en soylu yoksulluğun toprak döşeli sarayında
bir taç gibi kondu başıma Türkiyeliliğim

Pülümür Doğu Anadolu'nun en yoksul köylerinden biridir.

Binlerce yıldır birbirine eklenen uygarlıkların bu deprem

yöresindeki tek kalıntısı insandır.



KARŞILAMA-MEHMET BAŞARAN

İlkyazın ucu göründü
Harlayıverdi çiçek çimen
Kalktım Akçadoruğa çıktım
Bu ova serildi önüme
Karşıma bu dağlar dikildi
Elim ağzımda bakakaldım
Bir yanda dumanlı toprak
Bir yanda deniz

Eriklerin bademlerin şavkı vurmuş havaya
Ortalığı tutmuş zeytin
Gözlerim yeşile kesti
Hey ne dünyaymış dünyamız
Çamların heybetinde sesinde kaynakların
Yaşamak uğul uğuldu
Kımıldıyordu yamaçlarda tarlalar
Tepemde gök

Çevrilmiş üstüme sayısız sevdalı göz
Güp güp atıyordu yüreğim
Kıyısında söğütler göveren
Bir nehir yatağına dönmüştü içim
Üstüme üstüme geliyordu ıraklar
Yankısıyla nice ilkyazların
Coşkun sular geçiyordu
Derinlerimden
Yosunlu kayaların dibinde
Ordan ordan dürtüyordu tohum tomurcuk
Elimi uzatsam özgürlüğe dokunacaktım
Yeni düşünceler patlıyordu zihnimde
Açtım bağrımı güne güneşe
Eh beee



25-BİR ANADOLU VARDIR-TURGUT UYAR


Bir Narhanımcık vardır.
Cin dağlarının arkasında.
Bir çukur köyde.
Ya üç ya dört yaşındadır görseniz,
Süt sağar, yün eğirir ufak elleriyle.
Babasıyla diz dize oturur akşamları,
Ne lâflar söyler büyük insan gibi,
Hayret edersiniz...
Bir Gergisüban köyü vardır.
Cin dağlarının arkasında.
Bizim Narhanımcığın köyüdür.
Fena geçmez baharları kıtlık olmazsa.

Elma yetişir, kartopu yetişir topraklarında.
Gelgelelim yağmursuz yazlar gelince,
Bir dert herkesi dilsiz eder.
Narhanımcık ağlar.
Kış da kötü bastı mıydı üstüne,
Açlıktan sığırlar bile ölür gider...

Bir Mihrali marangoz vardır.
Babası Mihrali koymuş adını ne yapsın.
Narhanımcığın akrabasıdır..
Alinin, Memişin, Satılmışın akrabasıdır.
Terini çevre ile siler Mihrali
Potur giyer, çarık giyer
Bütün ömründe aşağı yukarı
Saçta pişmiş mayasız yufka ekmeği yer.
……
Arpa yetiştirir, sel alır gider.
Bir yar sever, onu da el alır gider...

Bir Anadolu vardır.
Yazları, kışları, kıtlıklarıyla,
Aşılmaz duvarların arkasıdır.
Cin dağlarının arkasıdır.
Bir Anadolu vardır, Anadolu,
Bir lüks banyo sabununun markasıdır...



BİR AY ALDIM DİYARBAKIRDAN TOKATTA BİRİ ÖLDÜ O ZAMAN-EDİP CANSEVER

Tokatlı diyorlar ya da bir ekmeğin başlangıcı
Ezilmiş, sakin, onca bir yoksulluğu ödüyor durmadan
Bu kimin evreni, bu saçına bir el atma saatlerinde
Bu kim ki ölüyor Tokatta ölüyor her zaman
Ya da bir erkek bir erkeği öper gibi
Hiçbir şey anlamamış yaşamaktan.
Hiçbir şey anlamıyor, diyelim anlamıyor
Ama bir yalnızlığı tamamlıyor durmadan
Askerler geziniyor, her yerde bu göz kahveleri
Ben bu gözlere Tokatta rastladımdı bir zaman
Hopalı, biri vardı, hamalın biri
Daha hiç çıkmayacak karısının koynundan.

Bir kadeh olmalı ya da bir rakının başlangıcı
Ansızın bir göl Anadoludan
Bir yanda bir balıkçıl ne zaman istese ölür
Kocaman bir iz bırakır çılgınlığından
Sonra o adamlar ki çelimsiz, esmer, bıyıklı
Ve bütün gün sevişirler acılarıylan

Tokatlı diyorlar ya da bir atın başlangıcı
Eğilmiş, sakin, içkiler alıyor kalabalıktan
Şimdi o mor gözleri mor bir kadınla ilgili
Birazı namuslu iyi, birazı açıkça perişan
Ya da bir kadın bir kadını öper gibi
Hiçbir şey anlamıyor yaşamaktan.



AFYON GARINDAKİ-CEMAL SÜREYA
(1931 - 1990)
Afyon garındaki küçük kızı anımsa, hani,
Trene binerken pabuçlarını çıkarmıştı;
Varto depremini düşün, yardım olarak Batı’dan
Gönderilmiş bir kutu süttozunu ve sutyeni.

Adam süttozuyla evinin duvarlarını badana etmişti,
Karısıysa saklamıştı ne olduğunu bilmediği sutyeni,
Kulaklık olarak kullanmayı düşünüyordu onu kışın;
Tanrım, gerçekten çocukluk günlerinizde mi?..

Eşiklere oturmuş bir dolu insan
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.



YOKTUR GÖLGESİ TÜRKİYE’DE-SEZAİ KARAKOÇ
(1933)
Sabahları gün doğmadan uyanır
Dilini yutacak olur içi kanlanır
Gün boyu çalışır aydınlanır
Kederini anlarsanız size ne mutlu
Acır fakir çalışan kadınlara
Titrer bir gönül kıracak diye hanım dizi

İncedir billurdandır yoktur gölgesi Türkiye’de
Bir meçhul Meryem mermerden değil ama kutlu
Gözlerine baksanız erirsiniz kar gibi
Elinizi sallasanız rüzgârından sallanır
Bir geyik olur sizi arar melûl ve bakır
Görür gibi uyur konuşur gibi susar gibi güler ağlar gibi



DATÇA’DAN -NAHİT ULVİ AKGÜN
(1918- 1996)
Datça’dan Milas ovasına indiler
Kursaklarında bazlama çökelek
Başlarında oyalı yazma
Ayaklarında işlemeli çorap

Datça'dan Milas ovasına indiler
Basma şalvarları dallı güllü
Bebeleri sırtlarında Eliflerin
Arkalarında Beşparmak dağları

Datça’dan Milas ovasına indiler
Sabahın köründe hısım akraba
Azıkları semizotu soğan sarmısak
Konuşarak yerler hep bir ağızdan

Datça’dan Milas ovasına indiler
Ekmek parasına kına parasına
Uslarında kocaman pazar somunu
Hele helva da varsa arasında

Datça’dan Milas ovasına indiler
Alıp gittiler gündeliklerini
Gelecek yılın düşleri uykularında
Yollara düşerler yayan yapıldak

30-ÇORUM’DAN GELİRİK-GÜLTEN AKIN
(1933)
“SEYRAN DESTANI"NDAN
- Atalım mı arkadaşlar?
- Atalım.
- Ne atalım?
- Nara.
- Kime?
- Herkes sevdiğine.
“Karşıda kürdevleri hele yandım
Yayılır develeri elmasım hey
Oturmuş inek sağar hele yandım
Terliyor memeleri elmasım hey”
Çorum’dan gelirik.

Canik dağlarından, Havza’dan beriye
Genişlemiştir yeryüzü
Yaşlı bir bedene benzer öfkesi yuvarlak
Konuşkandır, sivri nüktelerle dengeler kendini

Unutamaz, ezbercidir yine de
Bir elinde tarihle gezer
Ötekiyle halkbilgisim tutmuştur
Tecime yol çizer ayakları
Baca dizer, pancar üretir
Gözleri betondan, camdan soğuktur
Ağzıyla durmadan öper sevdiğini

Güvercinler besler dallıklara
Beyaz, çilli, göğala, kekilli
Oğünür kuşbazlığıyla
Sesiyle uçurur, sesiyle toplar
Kapancalar kurar, allarla eğlenir
Yozgat’la oyuna oturur, yener bitirir
Yine de kaç yüzyıl saklarsa saklasın
Bir Çapanoğlu’su yoktur, hüzünlenir
Koyunbaba’ya sığınır,
Kızdırmağa’laş çekerek köprü kuran geyiklerine
Ateşe sığınır, leblebicidir
Halay kurar, Dillalaya durur
İğdeli geline divane olur
Destinin kulpuna şahin kondurur
Çorumdan gelirik.

 

İLGİLİ İÇERİK

CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ

DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ

HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ

KONULARINA GÖRE ŞİİRLER

29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI İLE İLGİLİ ŞİİRLER

19 MAYIS ATATÜRK’Ü ANMA HAFTASI ŞİİRLERİ

23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI ŞİİRLERİ

ATATÜRK ŞİİRLERİ

ÖLÜM ŞİİRLERİ

TÜRKÇE İLE İLGİLİ ŞİİRLER

ÇANAKKALE İLE İLGİLİ ŞİİRLER

İSTANBUL İLE İLGİLİ ŞİİRLER


SAYFA:4/31-40

31-DELLOCAN-GÜLTEN AKIN
Kayşa’dır toprağı Kemaliye’nin
Akar gider Karasu’yla Dellocan
Geçim bir hışımdır kullar üstüne
Doymaz bakır işleyen el, oyma yapan el
Yozur gider bahçesinden bağından
Dellocan sana kurban

Sohmarik’ten Ovacığa inmişem
İşlediğim, koca bir kış satmışam
Yağ almışam, tütün almışam, kenger almışam
Önüm seldir, yanım dağdır hey anam
Dellocan
Dönüp gelebilsem, gelebilemem

Dağların ardı ağıttır, şivandır
Oğul yitik, haber gelmez
Gurbetin sinsi dülgeri
Usulca çalışır bağrımızda

Keşik vermez, dur durak dinlemez
Acı, analarla yoldaş olmuştur
Bir uzak selam, belirsiz bir haber
Kanadı gümüşlü bir kuştur
Gümüşlü bir kuştur.

İNEGÖL HEY İNEGÖL-AHMET NECDET
(1933)
1.
Ben bir İnegöl'lüyüm / İnegöl güzel yurdum
İlk kez orada açtım dünyaya gözlerimi
Bin dokuz yüz otuz üç senesinde
Yıldızları ilk kez orada gördüm
Ay ayazı bir mart gecesinde
Ve ilk kez orada selamladım insanları
Cin Aralığı’na yakın iki katlı
Çivit mavi badanalı bir evin
Fesleğen kokan penceresinde
2.
Ben bir İnegöl’lüyüm / İnegöl tatlı yurdum
Orada Cuma Mahallesi’nde
Önce çiçekleri tanıdım / sonra kuşları / böcekleri
Unutmamak gerekir arsız kedileri de
Ve hüzün yüklü bir evin ortanca / hanımeli
Ve mor salkımlarla dolup taşan bahçesinde
Orada öğrendim Hazret-i Ali’yi ve Zülfikâr’ı
Issız Ada’yı / Robenson’u / ve Cuma’yı
Anneannemin sıcak nefesinde
3
Ben bir İnegöl’lüyüm / İnegöl şirin yurdum
İlkokulu İshakpaşa’da okudum ve
Nice dostluklar arkadaşlıklar kurdum
Ben de varım bu okulun tarihçesinde
Ve en güzel günlerinde çocukluğumun
Sonsuzluğa uçtu güzel annem
Sessiz sakin bir çınarın gölgesinde
Ve tatile girince hemen her yaz
Bir kulağım bakırcıların çekiç sesinde
Kitaplar devirdim bir medresenin
Kasvetli ve serin kütüphanesinde

DOĞUDAN BİR KENT-HİLMİ YAVUZ
(1936)
siirt, ağaçsız gömütlük çocukluğu doğal kireç
bir kent, orda her kuyu
bir ermiş kadar su bilir
hüzne kil, öfkeye kum
bir kent, orda duyguyu
doldurur boydanboya zakkum

siirt, rüzgârı saralı
gençliği yolgeçen hanı
bir kent, korkunun pirinci
gibi ayıklar zamanı
dilencisi, kör nergis
bir kent, ölü bir balı
gömer arıya, peteksiz

siirt, üzümü ayna
yaşlılığı beton lâledan
bir kent, onra güz bile
kurur acıyla birlikte
çürür gurbetler yüklükte
ve ölüm, bir büyük aile
gibi dağılır konaklarından

BEN MERSİN’E GİTTİĞİM ZAMAN-ÖZDEMİR İNCE
(1936)
Dönersem Mersin’e kışın giderim
yanımda kitaplar sevdiğim ozanlardan.

Dönersem Mersin’e yazın giderim
buğday tanesi yere düştüğü zaman
yanımda “istersen burada kal” diyen biri
arkamda kumru ve havuz sesleri.

Ben Mersin’e gittiğim zaman
kış sen de gel benimle
bir yol aç bana geniş ve uzun
kara servilerden portakal çiçeklerinden.

Ben Mersin’e gittiğim zaman
sen de gel yaz benimle
denizin pencerelerini göster
balıkların adını yazdır bana.

Ben Mersin’e gittiğim zaman
bir portakal fidanım olacak
üzerinden kuşlar uçacak her sabah
bazan bulutlar geçecek dağlara bir de
bir badem ağacım olacak.

Ben Mersin’e gittiğim zaman
yüreğimden geçecek Samanyolu.



35-AVLU -ÜLKÜ TAMER

Burası mıydı taban döşediğim yer,
Nurgana mıydı?
Sarıt’a yakın mıydı Nurgana,
Sarıt, Yılanca’nın berisinde miydi,
Zırambı, Salmanlı, Yazlıbecer,
Ya Ulumasere, o neredeydi,
Neredeydi Antep?
Neredeydi Antep, Antep neresi?

2
Meyan şerbeti içinde kalmış yaz akşamlarını
bir kâhkeci toplar, avluya götürürdü;
Yatsı usul usul sokulurdu aralarına,
Otururlardı.
Sakalına yıldızlar düşerdi Bilbil Hoca'nın.
Havuzun çevresine yayardı
Bellur Baba, Zemge’den kaldırdığı türküyü.
Yirik Muslu yemeni düşleri görürdü gözü açık;
Suyun üstünde yürürdü yemeniler,
On çift kırmızı, on çift kara yemeni.
Humuslu Bozan’ın kendi döşünde dolanırdı sesi.
Şecaat Nahsen’in bir yanı fırın, bir yanı curun;
Doğmamış oğlana don biçerdi boyuna.
Yarasaları kollardı Patpat Hanefi
Arişin altındaki döşekte
Hacı Dede’sinin kucağında.
Koruklar içinde gelirdi uyku.
Ay Padişahı'nın arabasıyla.
Sular, suları katlardı çeşmenin yalağında,
Yaylasında yüreğin, dağları katlardı dağlar,
Usulca olurdu bunların hepsi,
ne deve yürürdü, ne çan seslenirdi.

3
Burası mıydı taban döşediğim yer?
Hele ki kocamışım, karıştırsam ne çıkar,
Eşkin yürüyen kim bu saatten sonra,
Gün buldum, geldim işte yatsıya
Ama Antep, o neredeydi, neresiydi Antep?
Yoksa avludaki o döşek miydi?
Belki gitti ola.


YILMAZ ERDOĞAN (1967)

hiçbir kelimesini kullanmıyorum
eski hikâyelerimin.
yeni sözlerde yıpranmış şeyler vardır.
toz, buğu ya da kir.
nasıl sevinirse bir kedi,
bir karanfil.
her mevsim kendini
kendi yağışına yedirir.
buluttur bir bakıma
yağmurun anavatanı.
İşte benim
dönüp dolaşıp
Anadolu'ya yağışım bundandır.


KÖYLÜLERİ NİÇİN ÖLDÜRMELİYİZ?- ŞÜKRÜ ERBAŞ

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?
Çünkü onlar ağırkanlı adamlardır
Değişen bir dünyaya karşı
Kerpiç duvarlar gibi katı
Çakırdikenleri gibi susuz
Kayıtsızca direnerek yaşarlar.
Aptal, kaba ve kurnazdırlar.
İnanarak ve kolayca yalan söylerler.
Paraları olsa da
Yoksul görünmek gibi bir hünerleri vardır.
Her şeyi hafife alır ve herkese söverler.
Yağmuru, rüzgârı ve güneşi
Bir gün olsun ekinleri akıllarına gelmeden
Düşünmezler...
Ve birbirlerinin sınırlarını sürerek
Topraklarını büyütmeye çalışırlar.
Köylüleri niçin öldürmeliyiz?
Çünkü onlar karılarını döverler
Seslerinin tonu yumuşak değildir
Dışarda ezildikçe içerde zulüm kesilirler.
Gazete okumaz ve haksızlığa
Ancak kendileri uğrarlarsa karşı çıkarlar.
Adım başı pınar olsa da köylerinde
Temiz giyinmez ve her zaman
Bir karış sakalla gezerler.
Çocuklarını iyi yetiştiremezler
Evlerinde, kitap, müzik ve resim yoktur.
Bir gün olsun dişlerini fırçalamaz
Ve şapkalarını ancak yatarken çıkarırlar.
Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Çünkü onlar köpekleri boğuşunca kavga ederler.
Birbirlerinin evlerine ancak
Ölümlerde ve düğünlerde giderler.
Şarkı söylemekten ve kederlenmekten utanırlar
Gülmek ayıp eğlenmek zayıflıktır
Ancak rakı içtiklerinde duygulanır ve ağlarlar.
Binlerce yılın kalın kabuğu altında
Yürekleri bir gaz lambası kadar kalmıştır.
Aldanmak korkusu içinde
Sürekli birbirlerini aldatırlar.
Bir yere birlikte gitmeleri gerekirse
Karılarından en az on adım önde yürürler
Ve bir erkeklik işareti olarak
Onları herkesin ortasında döverler.

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Çünkü onlar yanlış partilere oy verirler
Kendilerinden olanlarla alay edip
Tuhaf bir şekilde başkalarına inanırlar.
Devlet; tapu dairesi, banka borcu ve hastanedir
Devletten korkar ve en çok ona hile yaparlar.
Yiğittirler askerde subay dövecek kadar
Ama bir memur karşısında -bu da tuhaftır
-Ezim ezim ezilirler.

Enflasyon denince buğday ve gübre fiyatlarını bilirler
Cami duvarı, kahve ya da bir ağaç gövdesine yaslanıp
Onbir ay gökyüzünden bereket beklerler.

Dindardırlar ahret korkusu içinde
Ama bir kadının topuklarından
Memelerini görecek kadar bıçkındırlar
Harmanı kaldırdıktan sonra yılda bir kez
Şehre giderler!..

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Çünkü onlar otobüslerde ayaklarını çıkarırlar
Ayak ve ağız kokuları içinde kurulup koltuklara
Herkesi bunalta bunalta, yüksek perdeden
Kızlarının talihsizliğini ve hayırsız oğullarını anlatırlar.
Yoksulluktan kıvrandıkları halde, şükür içinde
Bunun, Tanrının bir lütfu olduğuna inanırlar.
Ve önemsiz bir şeyden söz eder gibi, her fırsatta
Gizli bir övünçle, uzak şehirdeki
Zengin bir akrabalarından söz ederler.
Kibardırlar lokantada yemek yemeyi bilecek kadar
Ama sokağa çıkar çıkmaz sümküre sümküre
Yollara tükürürler...
Ve sonra şaşarak temizliğine ve düzenine
Şehirde yaşamanın iyiliğinden konuşurlar.

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Çünkü onlar ilk akşamdan uyurlar.
Yarı gecelerde yıldızlara bakarak
Başka dünyaları düşünmek gibi tutkuları yoktur.
Gökyüzünü, baharda yağmur yağarsa
Ve yaz güneşleri ekinlerini yetirirse severler.
Hayal güçleri kıttır ve hiçbir yeniliğe
-Bu verimi yüksek bir tohum bile olsa-
Sonuçlarını görmeden inanmazlar.
Dünyanın gelişimine bir katkıları yoktur.
Mülk düşkünüdürler amansız derecede
Bir ülkenin geleceği
Küçücük topraklarının ipoteği altındadır.
Ve birer kaya parçası gibi dururlar su geçirmeden
Zamanın derin ırmakları önünde...
KÖYLÜLERİ, SÖYLEYİN NASIL NASIL KURTARALIM?

 
GÂVURDAĞLARI’NDAN RİVAYET -ATTİLÂ İLHAN

- 5. göçmenler
harmanlar devşirilip mevsim güze yetince
gayrı yağmur mevsimi başlamış demektir
şimşekler çatallanır çakar gömgök çelik rengi
ardınca gök gümbür gümbür gümbürlenir
oy yiğenim göçtü sanırsın şu dağları
sonra nasıl selli sulu indirir
dört bir yanı deryalara döndürür
çok geçmeden coşkunlaşır selleri
coşkunlaşır köpürür
yıkanır dağların tozumuş havası
çamlar ıslak ıslak kokar
gök yıkanmış toprak kokar
karderesi başlar yine hikâyesine

benden sana selâm olsun hasanbeyi yaylası
bilirim koynunda yaşıyan on sekiz hane göçmeni
vardım birisine sordum sual eyledim
hilâfsız anlattı maceralarını
şimdi erkân ile ben dahi nakledeyim
anasıl bulgaryalı imişler
kimisi filibe’den kimi Sofya'dan
toprakları bire yirmi verirmiş
karıları hünerli çocukları kıvrak
erkekleri bin türlü marifet bilirmiş
gel o taraf bulgarlık olalı beri
bir gariplik sinmiş içlerine
altın kafesteki bülbül misâli
yurt hasreti işlemiş iliklerine
gözleri hiçbir şey görmez olmuş
tarlayı toprağı satıp savmışlar

balkan dağlarında şafak sökerken
bir sabah usul usul yola çıkmışlar
anayurda doğru göçmen kafileleri

yeni bir hayat bekliyormuş onları
tunca’nın arda’nın meriç’in gerisinde
taksim edilmiş kızanları
bölük bölük memleketin dört bucağına

hasanbeyli’ye düşmüş on sekiz hânesi
bir türlü sığamamış gözbebeklerine
ilk seferde büklüm büklüm gâvurdağları
bir heybet ki dalga dalga dağılmış
görmüş çarpılmışa dönmüşler
o eşkıya dağların kara kucağında
ne kadar küçülmüşler
ve ne kadar yabancı gelmiş
ilkin anlamamışlar toprağın dilini
nasıl yer fıstığı nasıl çeltik
nasıl yazma yapraklı tütün yetiştirir
yeni insanlar girmiş hayatlarına
erkekleri sapına kadar erkek
kadınları bakır yüzlüdür
ala gözlüdür
çobanları heyheylenir
hayvanları tez huylanır
bir baş soğan bir yumrukta ezilir
güzellere güzelleme düzülür
çok sual sorulmaz dost olmak için

çiler gönül neylesin hatırlamak bu
efkârlanır içinde bir türkü kımıldar
meriç’i geçerken kulakları sağır olan
öğretmen eskisi düğme gözlü receb’in
yağmur hoyratça böler hatıralarını
gözleri büsbütün küçülür
neden sonra bakışıyla kucaklıyarak
gâvurdağları'nın birbirine çarpa çarpa açılan
dev yelpazesini
bir tek kelime söyler ama güç duyulur
lâkin tarife sığmaz lügata sığmaz
o kadar büyük manalar kazanır ki
şu çetrefil kıraca toprağım derken
hasanbeyli köyünün göçmen sağır recib’i


MEMLEKETİMİ SEVİYORUM-NAZIM HİKMET

Memleketimi seviyorum:
Çınarlarında kolan vurdum, hapisanelerinde yattım.
Hiçbir şey gideremez iç sıkıntımı memleketimin şarkıları ve tütünü gibi.

Memleketim:
Bedreddin. Sinan. Yunus Emre ve Sakarya,
kurşun kubbeler ve fabrika bacaları
benim o kendi kendinden bile gizleyerek
sarkık bıyıkları altından gülen halkımın eseridir.

Memleketim:
Memleketim ne kadar geniş,
dolaşmakla bitmez, tükenmez, gibi geliyor insana.
Edirne. İzmir, Ulukışla, Maraş, Trabzon, Erzurum.
Erzurum yaylasını yalnız türkülerinden tanıyorum
ve güneye
pamuk işleyenlere gitmek için
Teraslardan bir kerre olsun geçemedim diye
utanıyorum.

Memleketim:
develer, tiren Ford arabaları ve hasta eşekler, kavak
söğüt
ve kırmızı toprak.
Memleketim:

Çam ormanlarım, en tatlı suları ve dağbaşı
göllerini seven alabalık
ve onun yarım kiloluğu
pulsuz, gümüş derisinde kızıltılarla
Bolu’nun Abant gölünde yüzer.

Memleketim:
Ankara ovasında keçiler,
kumral, ipekli, uzun kürklerin pırıldaması.
Yağlı, ağıt fındığı Giresun’un,
Al yanaldan mis gibi kokan Amasya elması,
zeytin
İncir
kavun
ve renk renk
salkım saikını üzümler
ve sonra kara sapan
ve sonra karasığır
ve sonra: İleri, güzel, iyi
her şeyi
hayran bir çocuk sevinciyle kabule hazır
çalışkan, namuslu, yiğit insanlarım
yarı aç, yarı tok
yarı esir... ...
not: buraya kadar olan şiirler SİMGE dergisinin ANADOLU sayısından alınmıştır


40-BEN ANADOLUYUM - YAVUZ BÜLENT BAKİLER

Ben Anadoluyum…
Yıllar yılı susuz kaldım, yıllar yılı aç…

Şükrederek, kalktığım sofralarımda
Ya soğan ekmek olur, yahut bulamaç.

Hastalarım ölüm yataklarında
Ne doktor yüzü gördüm, ne ilaç.

Zaman zaman nankör çıktı büyütüp okuttuğum,
Gölge vermedi çok kere diktiğim ağaç…

Devlet denince hep vergi geldi aklıma
Jandarma deyince kırbaç…

En gümrah ırmaklarım boşuna akıp gitti
Üç beş adım ötesinde toprağım vardı kıraç.

Gittim, yiğitçe döğüştüm gazâ meydanlarında
Ne tak-ı zaferler istedim, ne taç…

Savaşta çiğnetmedim hilâli düşmanlara
Barışta düştü üstüme gölge gölge haç…

Yolsuz, okulsuz köylerim, kasabalarım hâlâ
Alın terine muhtaç…

Ben Anadoluyum, acılı, mahzun;
Bende bitmez tükenmez dert kulaç kulaç…

İLGİLİ İÇERİK

CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ

DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ

HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ

KONULARINA GÖRE ŞİİRLER

29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI İLE İLGİLİ ŞİİRLER

19 MAYIS ATATÜRK’Ü ANMA HAFTASI ŞİİRLERİ

23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI ŞİİRLERİ

ATATÜRK ŞİİRLERİ

ÖLÜM ŞİİRLERİ

TÜRKÇE İLE İLGİLİ ŞİİRLER

ÇANAKKALE İLE İLGİLİ ŞİİRLER

İSTANBUL İLE İLGİLİ ŞİİRLER



SAYFA:5/41-50


41-ERZURUM-ARİF AY

zaman yitik, sanki hiç yaşanmamış
bu mekân ne ilk, ne son durak
karşıda çifte minare
taşı işleyen nakkaş
hem selçuklu, hem dadaş

burda mevsim ikimizden biri

biz, marifetnameyle bir
akşamı yaprak yaprak çevirip
geceye ferman açtık
okuduk dudakla el arası
tartıp her sözü bir bir
sonra darasını düştük
ve biz, ölümden çok
zulmü gördük

biz erzurumda otuzüç kişiydik

gece oltu taşıdır, işlenir
ve tesbihe dönüşür zaman
geçer parmak uçlarımızdan
sonra, ağırlanır toprak
güze dökerek hüznü
hırkasına bürünmüş bir derviş
suskunluğunda gelir kış

burda mevsim ikimizden biri

bir de kadınlarımız,
yüzleri kavruk, gözleri iri
konuşunca gök, susunca toprak
gülü türküleyip akşam sabah
oturup evlerinde onlar
acıyı kilim gibi dokudular
biz onları, çocuklarımıza sıla
kendimize gurbet bilip
çiçeği burnunda bıraktık

biz ceylanı vurulmuş dağdık

kar iner
isyan gibi çabuk
ölüm gibi sessiz ve dakik
palandöken
kolları gürgen
gözleri çiğdem
gözdesi kekik
ve biz, ölümden çok
zulmü gördük

palandöken hem yassı hem dik
bir sabah kepenkleri
kar tipisi gibi
indirip birden
öpüp yüzünü toprağın
ağır ve derin
bir günü isyana böyle çevirdik

kar palandökenin börkü
bundan gayrısını giymedik
giymeyeceğiz dedik
ve bu söz üzre
başımızı göğe
sakalımızı yele
boynumuzu ipe verdik

biz erzurumda otuzüç kişiydik

şimdi onlarsız bu toprak
acıdan kıraç
hüzünden çorak
kışın dertli, yazın emrah
ve mevsim, ikimizden biri



HAN DUVARLARI-FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL

-Osmanzade Hamdi Bey'e-
Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
Bir dakika araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya.
İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları,
Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...

Ellerim takılırken rüzgârların saçına
Asıldı arabamız bir dağın yamacına.
Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
Yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.
Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.
Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi.
Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi.
Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine.
Yol, hep yol, daima yol... Bitmiyor düzlük yine.
Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,
Sonunda ademdir diyor insana yolun hali,
Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan.
Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...
Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine.


Bir sarsıntı... Uyandım uzun süren uykudan;
Geçiyordu araba yola benzer bir sudan.
Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,
Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:
Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri.
Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,
Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.
Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.
Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
Her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı.
Gitgide birer ayet gibi derinleştiler
Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki cizgiler...
Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
Aygın baygın maniler, açık saçık resimler...
Uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.
Ben garip çizgilere uğraşırken başbaşa
Raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa;
"On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan
Baba ocağından yar kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben"
Altında da bir tarih: Sekiz mart otuz yedi...
Gözüm imza yerinde başka ad görmedi.
Artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş!
Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
Araya gitti diye içlenme baharına,
Huduttan götürdüğün şan yetişir yârına!...

Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk.
Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.
Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...
Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar.
Biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide,
İki dağ ortasında boğulan bir geçide.
Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden:
Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla,
Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla.
Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu,
Burada son fırtına son dalı kırıyordu...
Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla,
Savrulmaya başladı karlar etrafımızda.
Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...
Gönlümde can verirken köye varmak emeli
Arabacı haykırdı "İşte Araplıbeli!"
Tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana
Biz menzile vararak atları çektik hana.

Bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş
Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş.
Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor,
Kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor...
Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri,
Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri.
Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,
Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor;

"Gönlümü çekse de yârin hayali
Aşmaya kudretim yetmez cibali
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgârın önüne katılmışım ben"

Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı,
Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı...
Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.
Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık,
Bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.
Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım,
Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!
"Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslı'mı el almış haram diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben"
Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında,
Korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında.
Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı!
Bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!
Az değildir, varmadan senin gibi yurduna,
Post verenler yabanın hayduduna kurduna!..
Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu:
"Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?"
Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
Dedi:
"Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!"
Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti,
Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti...
Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi.

Aradan yıllar geçti işte o günden beri
Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.
Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar,
Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
Ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!..



ADIM ADIM ANADOLU - BEHÇET KEMAL ÇAĞLAR


Geçmedim durmıyan ekspresle
Değildim açıktan kıvrılan yatta
Gezdim karış karış şevkle, hevesle
Bazı boz yaylıda, bazı al atta.

Halı orta yayla, sedir Erzurum
Bahçemdir Alanya, Van, Mersin, Bodrum
Fıskiyem Manavgat, Gırnavuk, Tortum
Çok yıkandım Meriç, Seyhan, Fırat'ta.

Oldu kaç pınara avuçlarım tas
Ne başımda humma, ne içimde pas
Alnıma değdi Kop, Süphan, Erciyas
Hararet söndürdüm ben Ararat'ta.

Uşakta şevkimi kendim dokudum.
Bolu'da Yunus'u ezber okudum,
Antalya'da bülbül oldum şakıdım
Gönlüm ne kafeste, ne de kanatta.

Konya'da gönlümü sürdüm ve ektim
Antep'te zevkimi imbikten çektim
Yaylada Türkmendim, dağda zeybektim
Türk’ün birliğini tattım hayatta.


Bendedir etekte açan nergisler
Bendedir tepeyi kaplayan sisler
Bendedir harmanda yanan göğüsler
Bendedir savrulan, kalan hasatta.

Gördüm şamanların torunlarını
Seyrettim halay ve horonlarını,
Ayine benzettim oyunlarını
Ben garbe pey sürmem artık mezatta.

Bir bitmeyen sızı, bir sonsuz tasa
Yapan halk, başkası toplayan parsa
Ey Tanrı bu halkın günahı varsa
Ver de yükleyim onu sıratta.

Yeşerir defnedir, kurur gül olur
Kızar kılıçlaşır, sever tül olur
Ah etse karşıki dağlar kül olur
Susar bozkır denen bir Arafat'ta.

Ey baş, yap gönlün ne isterse canı,
Murat dağı, Murat suyunu tanı
Yeri ister nehir, ister dağ yanı
Çağlar ikisinde birden, Murat'ta.




EĞLEN ÇORUH! DUR ÇORUH! - BEHÇET KEMAL ÇAĞLAR


Aşkın ile düştüğüm yurda ben,
Bir hız ile ulaştım tâ Bayburt'a ben.
Bana hiç tanıdık çıkmadın orda,
Doğrulup yüzüme bakmadın orda.


Yalvardım, yakardım, köpürdüm taştım
Bir gece rüyamda sana ulaştım.
Dedim: Çoruh! İnsafa gel, dine gel!
Demedin mi bana: "Artvin'e gel!"


Uçtum hasretinle, döndüm kuşa ben,
Geldim "Yalnızçam"a, "Ardanus'a" ben
Hani vaatlerin? Nerdesin Çoruh!
Hala boynu bükük, yerdesin Çoruh!


Kalkın, şahlan, beni al da sonra in...
Halinizi seyre çıkmış Artvin;
Çamlar sisten çıkmış sesini kısmış,
Evler ayağının ucuna basmış.


Birikmiş yamaca hepsi üst üste...
Hepsinin kulağı sendeki seste!
Senin hasretinle yandım yıllarca
Dur bir gönülüne seslen bir parça.


Bizim kaynağımız aynı dağlardır.
Beni anlayacak başka kim vardır?
Benden de içer bu avare güruh
Sen varsın derdimden anlayan, Çoruh!


Al benden gönlümü, ummana ersin!
Adım Çağlar diye belki gülersin:
Suyuma damlayan bir gözyaşın yok,
Mecranda inci yok, sabır taşım yok.


Yaydığım çakıldır, götürdüğüm kum,
İnsan kılığına girmiş Çoruh'um...
Kan içimde çağıl çağıl akmada,
Tarih geçip, beni boş bırakmada.


Kıyıdan ilk defa ok atan bende.
"Otlukbeli'nde" at oynatan bende;
Sende gölgesi var, bende eseri,
Birbirine düşen nice Türk eri,


Vicdan azabını çekerler bende;
Kalan er bendedir, kaçan er bende;
Bir gözüm yaşlıdır, bir gözüm kanlı.
Benim Akkoyunlu, benim Osmanlı;


Sana dökülecek bir kederim var,
Selam yollayacak kimselerim var.
Ben gibi aşina seyrek bulunur,
Bana seslenmeden geçemezsin, dur!



45-ANADOLU-RIZA TEVFİK BÖLÜKBAŞI


Anadolu, Sultan Osman'ın yurdu.
Tuğrul Bey'in konağıdır o eller!
Milletimiz orda doğdu, büyüdü,
Bize ana kucağıdır o eller!


Osmanlılar unutmasın soyunu;
Anadolu'dan aştık hudud boyunu,
Orda oldu zorlu ateş oyunu,
Ataların ocağıdır o eller!


Bu devlete orda temel atıldı.
O meydanda can alınıp satıldı;
Yaylasında zağlı silah çatıldı,
Kahramanlar otağıdır o eller!


Bir zamanlar krallardan taç aldık,
Uçan kuştan, akan sudan bac aldık.
Nice yavuz düşmanlardan öç aldık.
Bu kuvvetin kaynağıdır o eller...


Hep gaziler ordan gelip geçtiler.
O çaylardan abdest alıp içtiler.
Memleketler fetheyleyip göçtüler
Erenlerin durağıdır o eller.


Her bir viran köşesinde bir er var,
Türbelerde nice nice server var,
Bilmem nerde böyle mutlu bir yer var?
Ulu Kâbe toprağıdır o eller...


Ormanında türlü kuşlar ötüşür,
Çayırında gürbüz koçlar itişir;
Tarlasında altın başak yetişir.
Gölgesinde gam dağıtır o eller.


Oradadır asıl Türk'ün oymağı,
Cevahirdir bütün taşı, toprağı.
Gümüş akar, çiçek kokar ırmağı,
Defineler yatağıdır o eller!..


Sılasıdır serde, Türk'ün sevdası,
Memlekettir gece gündüz rüyası,
Askerlerin odur gelin odası,
Gönüllerin bucağıdır o eller!..


Rıza! Canım o ellere kurbandır,
Sinesinde yatan, atan, anandır;
Anadolu asıl eski vatandır.
Anamızın kucağıdır o eller!..


ANADOLU SEVGİSİ –ABDURRAHİM KARAKOÇ

Sen bizim dağları bilmezsin gülüm,
Hele boz dumanlar çekilsin de gör
Her haftası bayram, her günü düğün;
Hele yaylalara çıkılsın da gör

Bilmezsin ovalar nasıldır bizde;
Kağnılar yollarda yoncalar dizde...
Saydıklarım damla değil denizde,
Hele bir ekinler ekilsin de gör

Görmedin sen bizim mavi suları,
Karlar eriyince kırar yuları...
Köpük olur beyaz, sel olur sarı;
Hele taştan taşa dökülsün de gör

Sen bizim köyleri görmedin ki hiç..
Yolları toz, çamur, evleri kerpiç
O kirli kabukta, o en temiz iç;
Hele bir yakından bakılsın da gör

Anlamaz bilmezsin sen bizim halkı;
Sevgiyi bulasın yakına gel ki..
Kalıplar gerçeği göstermez belki,
Gönül perdeleri sökülsün de gör


ANADOLUDA BAHAR- ABDURRAHİM KARAKOÇ


İlkbaharı geldi Anadolu’nun
Silifke’de çiçek açtı nar şimdi.
Her tarafı yeşillendi Bolu’nun
Sultandağı benek benek kar şimdi.


Eğri yollar yaylaların kuşağı
Çayır, çimen sevgililer döşeği
Hora teper Sürmene’nin uşağı
Dadaşların oynadığı bar şimdi.


Durgun çayı köpüklendi Daday’ın
Palmiyeler zümrüt tacı Hatay’ın
Çukurova cennetidir bu ayın
Aydın ili efelere dar şimdi.


Gönül dile gelir kaval sesinde
Mor martılar düğün yapar Mersin’de
Isparta’nın renk renk gül bahçesinde
Bülbüllerin neşesini gör şimdi.


Cıvıl cıvıl, sessiz duran yuvalar
Kelebekler birbirini kovalar.
Halı gibi nakışlandı ovalar
Bölük, bölük sarı, yeşil, mor şimdi


Âşıklar diyarı Elbistan ili
Olur bu mevsimin bağ-ı İrem’i
Her çeşmenin üç – beş tane güzeli
Her çiçeğin bir arısı var şimdi.


Çıkıp baksan Çamlıca’nın başına
İki kıt’a bir boğazda âşinâ
KARAKOÇ’um, gel, yorulma boşuna
İstanbul’u tarif etmek zor şimdi.

ANADOLU GEZİSİ - ABDURRAHİM KARAKOÇ

Ter kokuyordu Çukurova tarlaları,
Irgat Türküleri duyuluyordu uzaktan;
Ekin biçiyordu yalınayaklı köy kızları
Elleri kabarıyordu oraktan


Gökbelen dağlarına yağmur yağıyordu;
Yetimler mahallesinde bir çocuk ağlıyordu


Kan kokuyordu doğunun çimenli yaylaları;
Silah sesleri geliyordu Şırnak'tan
Oğulsuz koymuşlardı ak saçlı anaları;
Tütünler tedirgin olmuştu ocaktan


Cilo dağlarında kamalaklar üşüyordu;
Garipler köyünde bir gelin düşünüyordu


Yosun kokuyordu Karadeniz'in mavnaları;
Oynak havalar dökülüyordu parmaktan
Buz gibi bir soğuk biçiyordu baharı;
Dal boylu gençler gidiyordu bıçaktan


Ilgaz dağlarında kurtlar uluyordu
Bekârlar kahvesinde bir adam uyuyordu


Şehvet kokuyordu Ege'nin bereketli ovaları;
Körpe bedenler soyuluyordu ahlaktan
Tedirgin etmişlerdi bizim havaları;
Yadırgı sesler geliyordu plaktan


Çatalkaya dağında kartallar dönüyordu;
Bir nesil yaşıyor, bir tarih ölüyordu.



BİRİ ANADOLU BİRİ ATATÜRK-ŞEREF TAŞLIOVA
Biri bülbül oldu, birisi güldür,
Biri Anadolu, Biri Atatürk.
Biri sevgilidir, biri güzeldir,
Biri Anadolu, Biri Atatürk.

Biri arı oldu, birisi kovan,
Biri yaralının derdine derman,
Biri büyük asker, büyük kumandan,
Biri Anadolu, Biri Atatürk.

Biri örnek oldu bütün cihana,
Biri Türk milleti adına, ana,
Biri can adadı nazlı vatana,
Biri Anadolu, Biri Atatürk.

Biri kucaklayan, birisi saran,
Biri aranılan, birisi soran,
Biri kurtarılan, biri kurtaran,
Biri Anadolu, Biri Atatürk.

Biri savaş yaptı bizi kurtardı,
Biri bin bir türlü meyveler verdi,
Bin üzerine bir devlet kurdu,
Biri Anadolu, Biri Atatürk.

Biri bize kurdu cumhuriyeti,
Biri ecdadımın yurdu, cenneti,
Biri bize verdi bu hürriyeti,
Biri Anadolu, Biri Atatürk.

Biri insanlığa örnekler katar,
Biri bu ŞEREF’in kalbinde atar,
Biri birisinin bağrında yatar,
Biri Anadolu, Biri Atatürk.

İLGİLİ İÇERİK

CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ

DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ

HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ

KONULARINA GÖRE ŞİİRLER

29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI İLE İLGİLİ ŞİİRLER

19 MAYIS ATATÜRK’Ü ANMA HAFTASI ŞİİRLERİ

23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI ŞİİRLERİ

ATATÜRK ŞİİRLERİ

ÖLÜM ŞİİRLERİ

TÜRKÇE İLE İLGİLİ ŞİİRLER

ÇANAKKALE İLE İLGİLİ ŞİİRLER

İSTANBUL İLE İLGİLİ ŞİİRLER


SAYFA:6/51-60

50-ANADOLU- MEHMET FARUK GÜRTUNCA
 
Sen ne güzel bulursun,
Gezsen Anadolu’yu.
Dertlerden kurtulursun,
Gezsen Anadolu’yu.
 
Billûr ırmakları var,
Buzdan kaynakları var,
Ne hoş toprakları var,
Gezsen Anadolu’yu.
 
Gülerken çocuk kızlar,
Güler sanki yıldızlar,
Ne kalbin, gönlün sızlar
Gezsen Anadolu’yu!..
 
Derde şifa bulursun,
Halkta vefa bulursun,
Kim der, cefa bulursun,
Gezsen Anadolu’yu.
 
Kırlanda koştur at, At,
ruhunu, savur, at…
Ruhun da açar kanat,
Gezsen Anadolu’yu.
 
Dağdan serin yel eser,
Soğuk suları kevser,
Güzelliği şaheser,
Gezsen Anadolu’yu.
 
Ne eşsiz yerleri var
Beldeler diyarı var,
Bin Bursa İzmir’i var,
Gezsen Anadolu’yu.
 
Bir ağaç kabuğundan,
İçince bir tas ayran,
Erir, varsa her yaran,
Gezsen Anadolu’yu.
 
Hanlar, köprülerden aş,
İllerden ile dolaş,
Yumuşak gelir her taş,
Gezsen Anadolu’yu.
 
Orda bahar başkadır,
Kışlar, yazlar başkadır,
Ah, bu diyar başkadır,
Gezsen Anadolu’yu.



BU VATAN KİMİN-ORHAN ŞAİK GÖKYAY


Bu vatan toprağın kara bağrında
Sıradağlar gibi duranlarındır.
Bir tarih boyunca onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir.

Tutuşup kül olan ocaklarından,
Şahlanıp köpüren ırmaklarından,
Hudutta gaza bayraklarından
Alnına ışıklar vuranlarındır.

Ardına bakmadan yollara düşen
Şimşek gibi çakan, sel gibi coşan
Huduttan hududa yol bulup koşan,
Cepheden cepheyi soranlarındır.

İleri atılıp sellercesine
Göğsünden vurulup tam ercesine,
Bir gül bahçesine girercesine,
Şu kara toprağa girenlerindir.

Tarihin dilinden düşmez bu destan,
Nehirler gazidir, dağlar kahraman,
Her taşı yakut olan bu vatan,
Can verme sırrına erenlerindir.

Gökyay’ım ne yazsan ziyade değil
Bu sevgi bir kuru ifade değil,
Sencileyin hasmı rüyada değil
Topun namlusundan görenlerindir.


 
ANADOLU KADINI --BEKİR SITKI ERDOĞAN

Senden alır türküler ezgisini, tadını;
Sen, analar anası, Anadolu kadını,
Yurt aşkına, dillere destan ettin adını,
Sen, analar anası, Anadolu kadını!

Ya er meydanlarında balta-satır baştasın,
Ya dört mevsim azıkla, sabanla savaştasın;
Harman oldun, un oldun, ekmektesin, aştasın,
Sen, analar anası, Anadolu kadını!

Emeğinle, çabanla sahibisin bu yurdun,
Tohum olup, toprağa kendi sancını vurdun!
Kara yerin karnından ne güneşler doğurdun,
Sen, analar anası, Anadolu kadını!


                             
AKŞAM OLUR -BAHATTİN KARAKOÇ

Akşam olur mesafeler daralır
Yollar kilitlenir, sesler aydınlık
Bir rüzgâr eser ki türküyle ıslık
Dağlar geçit vermez yolcuya
Burası Anadolu'dur
Mektup yaz
Gün doğar, gün batar balam
Sen uzaksın
Sen uzaksın, gönül ister
Ağlar da avutulmaz

Akşam olur dağlar göbeğime oturur,
İp boğazıma... sesim çıkmaz
Karanlıklar katleder kanım akmaz
Derim, şimdi biri kapımı vurur
Vurmaz
Burası Anadolu'dur
Sen uzaksın
Sen uzaksın, gönül ister
Ağlar da avutulmaz

Yıldızlar kınalı keklikler gibi suya iner
Korkarım ürkütmekten
Zayıfım, gidecek yeri bilmem
Saçların, gözlerin davet eder
Durulmaz
Burası Anadolu'dur
Zaman yorulur gönül yorulmaz
Ama sen
Sen uzaksın
Sen uzaksın balam, gönül özler
Beklerim, beklerim sabah olmaz.


YURDUM -CAHİT KÜLEBİ
1917 senesinde
Topraklarında doğmuşum.
Anamdan emdiğim süt
Çeşmenden tarlandan gelmiş.
Emmilerim hudutlarında
Senin için döğüşürken ölmüşler.
Kalelerin burcunda
Uçurtma uçurmuşum,
Çimmişim derelerinde.
Bir andız fidanı gibi büyümüşüm.
Topraklarının üstünde.

Koca koca kamyonlara binmişim.
Daha büyük şehirlerine
Okumaya gitmişim.
Eşkiyalar yolumu kesmiş,
Alacak şey bulamamışlar.
Topraklarının üstünde
Top oynamış, âşık olmuş, düşünmüş,
Ahbap edinmişim.

Kederlendiğim günler olmuş
Naçar dolaşmışım sokaklarında,
Sevinçli günlerim olmuş
Başım havalarda gezmişim.
Bağrımı açıp ılgın ılgın
Esen serin rüzgârlarına,
İlk defa kıyılarından
Denizi seyretmişim.
Issız çorak ovalarında
Günlerce yolculuk etmişim.
Ağladığım senin içindir
Güldüğüm senin için
Öpüp başıma koyduğum
Ekmek gibisin.



55-ANADOLULU GELİN - GÖKTÜRK MEHMET UYTUN


Ben Sivaslı gelinim,
Arkamda bölük bölük saçlarım,
Palandöken dağlarına karşı oturup;
Yanık türküler çağıracağım.

Ben, Toros dağlarının süsü,
Yeşil umutlarla kaynıyor içim,
Ben, Adana'nın beyaz örtüsü,
Duman duman olup savrulacağım.

Ben, Kars yaylasının zümrüt yeşili,
Ben, Ağrı dağındaki kar,
Ben, Isparta'nın halısı, Eğridir'in gölü,
İçimden Murat'lar, Dicle'ler akar.

Garipsi garipsi tütse de ocağım,
Nasırlı ellerime kınalar yakacağım.
Ben, Anadolu'nun yanık gelini,
Bağrıma taş basıp kavrulacağım.



VAR - GÖKTÜRK MEHMET UYTUN


Köylerim var,
Yeşil yeşil ışıldar,
Tütün renkli, başak renkli köylerim,
Her biri bir vatan kadar.

Sularım var,
Köpük köpük çağıldar,
Soğuk soğuk,
Berrak berrak sularım.

Dağlarım var,
Karlı buzlu dağlarım,
Nergis kokar,
Kekik kokar dağlarım.

Şehirlerim var ışıl ışıl,
İnsanları kardeş kardeş geçinir,
Şehirlerim var,
Cıvıl cıvıl.

Bu benim memleketim hür,
Göklerinde ay yıldız dalgalanır.
Bu benim kardeşlerim hep iyilik düşünür,
Bu benim memleketim büyür.


KARA GÖZLÜ MEMLEKETİM-HALİL SOYUER

Yağmur yağsa, bir yerini sel alır
Kara gözlü memleketlim, duy beni.
Akıla gelmeyen başına gelir.
Bir kurumuş dal yerine koy beni
Kara gözlü memleketim, duy beni.

Dağlarında Köroğlunu dinledim
Dinledim de yüz yerimden inledim
Çekiğini gözlerinden anladım
Sen istersen el yerine koy beni
Kara gözlü memleketim, duy beni.

Şu haline acımayan Türk değil
Dert bir değil, dert on değil, kırk değil
Seni ezen felekteki çark değil
Bir tutulmuş dil yerine koy beni
Kara gözlü memleketim, duy beni.

İşte, söylerse Halil Soyuer böyle söyler...



YAYLA TÜRKÜSÜ - HALİDE NUSRET ZORLUTUNA


Bingöl yaylasında bin renktir bahar,
O güzel adına kurban yaylalar!
Bir yudum suyunda bin bir şifa var,

Sarmaşır güneşle, öpüşür ayla,
"Yaylalar içinde Erzurum yayla"

Gülüne başka gül uyar mı ola?
Türküsünü Tanrım duyar mı ola?
Düşümde gördüğüm bu yar mı ola?

Sarmaşır güneşle, öpüşür ayla,
"Yaylalar içinde Erzurum yayla"

Damarında akan Türkün kanıdır.
Göğsünü kabartan Türkün şanıdır;
Yayla Türkün canı, öz vatanıdır,

Sarmaşır güneşle, öpüşür ayla,
"Yaylalar içinde Erzurum yayla"



ANADOLU AKŞAMI- HALİT FAHRİ OZANSOY


Bir mektup parçası
Sevgilim, ne kadar hüzünlü bilsen
Bu ölgün akşamın ölgün bestesi,
Uzak tepelerden, dağlardan esen
Aşina olduğum rüzgârın sesi.

Gölgeler içinde ağaçlar yorgun,
Her tarafta yetim bir tevekkül var.
Sanki fısıldıyor Anadolu'nun
Uyuyan ruhuna ninniler rüzgâr.

Sürüler iniyor karşı bayırdan,
Günün son ışığı vurmuş dereye.
Bir Muğla türküsü yükseldi kırdan:
"Ayşem, aygın baygın Ayşem, nereye?"



60-ANADOLUM - İBRAHİM SAĞIR

Anadolu’m kaç kavme kucak açmış çağlarca,
Dumanlıymış hep başı bağrındaki dağlarca.

Hititler, Urartular, firikler ve niceler,
İzlerine rastlanır zaman zaman ve yer yer.

İbrahim’i yakmayan ateş onda harlanmış,
Nemrutlar gelip geçmiş, unutulmuş, horlanmış.

Eyyüb’ün çilesine ortak olmuş üzülmüş,
Anadolu’nun bahtı bin yetmiş yılında gülmüş.

Malazgirt Ovasında Alparslan adlı yiğit,
Ordusuna seslendi, “Ya gazi ol ya şehit.”

Anadolu’ya adım atılmıştı o Cuma,
Dayanamadı Bizans bu çığ bibi hücuma.

Zaferlerle yürüdüm yavaş yavaş yoluma,
Yeni bir çehre verdim güzel Anadolu’ma.

Selçuklu, Âli Osman imar etti bu yurdu,
Ve sonunda Atatürk Cumhuriyeti kurdu.

Ovasında bereket, dağlarında hayat var,
O’nun akşamlarında başka bir kâinat var.

Yaylasında bağrını yele verip serinle,
Çınarları altında eski şanları dinle.

Duy vatan sevgisini bütün kalbi ruhunla,
Haykır bu vatan benim diyerek gururunla.

Mevlânâlar, Yunuslar, alp erenler yurdu bu,
Vatan, bayrak, din için can verenler yurdu bu.

Çiğnetmedi ecdadım bir karış toprağını,
Çiğnetme sen de oğul bu barış toprağını.

Bir uğursuz yangın var kederli Anadolu,
Kimi Hatay’ı ister, kimisi İstanbul’u.

Kimini gözü Kars’ta, kimilerinin Van’da,
Yeni yeni fitneler kol gezmede vatanda.

Anadolu’m, öz yurdum, anam kadar mukaddes,
İhanete, bölmeye kimse etmesin heves.

Bizde ırk, soy farkı yok inanmış bir milletiz,
Tarihin potasında sınanmış bir milletiz.

Asırlardır kardeşçe yaşamışız burada biz,
Kanımızı beraber dökmüşüz hep yurda biz.

Vatanı bölmek için kıyama kalkışanlar,
İhanetin sonunda vatansız kalmakta var.

Kim demiş yurt toprağı bölünür diye gafil,
Yaşayacak sur’unu çalana dek İsrafil.

Öyle bir milletiz ki Türk, Kürt, Çerkez, Pomak, Laz,
Aramızda hainler şerirler barınamaz.

Tarihler şahidimdir, Şeceremde yok zillet,
Kimsenin himmetine muhtaç değil bu millet.

Ey kardeşim düşmanın sözlerine inanma,
Ceddine istilacı, barbar diyene kanma.

Vatanına sahip ol, bayrağına sahip ol,
Dava budur, hak budur, var mı bundan başka yol.

Çağ kapayıp çap açan bir neslin torunusun,
Yâd sözlere inanma, sen böylesin, sen busun.

Bizde ırk, soy farkı yok inanmış bir milletiz,
Tarihin potasında sınanmış bir milletiz.

İLGİLİ İÇERİK

CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ

DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ

HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ

KONULARINA GÖRE ŞİİRLER

29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI İLE İLGİLİ ŞİİRLER

19 MAYIS ATATÜRK’Ü ANMA HAFTASI ŞİİRLERİ

23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI ŞİİRLERİ

ATATÜRK ŞİİRLERİ

ÖLÜM ŞİİRLERİ

TÜRKÇE İLE İLGİLİ ŞİİRLER

ÇANAKKALE İLE İLGİLİ ŞİİRLER

İSTANBUL İLE İLGİLİ ŞİİRLER


 

SAYFA:7/61-70

61-TÜRKİYE’MİZ - MEHME NECATİ ÖNGAY
Kokar burcu burcu güller;
Öter dalında bülbüller;
Açar menekşe sümbüller...
Ne güzeldir Türkiye’miz...

Sürüler yayılır kıra;
Dağlar uzar sıra sıra;
Sular can verir çayıra...
Ne güzeldir Türkiye'miz...

Köyü, şehri çiçeklidir;
Birbirine eklidir;
Çelik erlerle beklidir...
Ne güzeldir Türkiye'miz...

Türkiye'miz altın eli;
Gönül açar dağı, beli
Eser ince serin yeli...
Ne güzeldir Türkiye'miz...

Kekik, yavşan kokar dağda;
Kaysı, elma, üzüm bağda...
Hele bugün yeni çağda...
Ne güzeldir Türkiye'miz...

KIZILIRMAK KIYILARI - NİYAZİ AKINCIOĞLU

Kardaş, senin dediklerin yok,
Halay çekilen toprak bu toprak değil.
Çık hele Anadolu’ya,
Kamyonlarla gel, kağnılarla gel gayrı,
O kadar uzak değil.
 
Çamı bitmiş, kavağı azalmış,
Gamla örtülü bayırlar, çıplak değil.
Yedi ay kıştan sonra,
Yeşeren senin yaşamındır,
Yaprak değil.
 
Yersin, içersin sofrasından, üç yüz senedir,
Kuvvetlisin ama kuvvet hak değil.
Bakımsızlıklarla göçüp gitmiş bir cihan,
Mevsimler soğumuş, sular azalmış,
Buğday, Selçuklulardan kalan başak değil.
 
Parça parça yarılmış öküz ardında,
Parmağı üç pare, tırnağı ak değil.
Utanır elin ayağın,
Korkarsın yakından görsen,
Eli el değil, ayağı ayak değil.
 
Gün doğar, tarla kuşları uçuşurlar,
Ağır bir aydınlık, bildiğin şafak değil.
Öyle dalmış ki yüzyıllar süren uykusuna,
Uyandırmazsan,
Uyanacak değil.
 
Dertle, sefaletle yüklü,
Siyah leşlerle kararmış, berrak değil.
Çağlayan ne,
Akan kim,
Kızılırmak değil.
 
Kardaş, görmüyorum ama hala duyabiliyorum,
Geçmiş zamanlar gelecek zamanlardan parlak değil.
Vakte şahadet edercesine yükselmiş,
Akşam parıltısından, bütün zaferler üzerine,
Dağlar dalgalanmakta, bayrak değil.
 
(1916 – 1979)



ANADOLU HASRETİ - ÖMER BEDRETTİN UŞAKLI
Nihad Ali Üçüncü'ye

Titrek sahillere güneş doğunca,
Gözlerim, görünmez dağları selamlar...
Buruşur elimde bir sarı gonca,
Ruhuma bir çamın şebnemi damlar.

İçinden bir gümüş çağlayan geçer.
Bağları gül kokan bir cihan geçer,
Şafaklar içinde karşımdan geçer
Tarlalar, çardaklar, çatlamış damlar.

Gurbet işledikçe şu uzun yıla,
Gözümün yaşında ürperir sıla,
Gönlüm dolaşırken yana yakıla,
Ovada sabahlar, dağda akşamlar.



ÇORUH - ÖMER BEDRETTİN UŞAKLI


Kızıla boyanmış koynunda sular,
Yandın mı bu gurbet elinde Çoruh?
Bayburtlu Zihnî'nin koşması mı var
Türküler söyliyen dilinde Çoruh?

Ufkunda parlayan şafak olaydım,
Denize döktüğün toprak olaydım.
Ne olur bir sarı yaprak olaydım,
Denize yollanan selinde Çoruh.

Ben burda tutamam artık gönlümü.
Boş bir çardak gibi, gel yık gönlümü,
Beni bıraksan da, yanık gönlümü.
Denize götürmek elinde Çoruh.



65-SAKARYA -ORHAN ŞAİK GÖKYAY

Sakarya boynunu gezdim düşümde,
Kenarı gölgeli, suyu coşkundu;
Yeşil sularında bir kız medfundu,
Onu böyle gördüm, her görüşümde.

Gürleyen muzaffer edası vardı
Şehit topraklardan geçtiği yerde;
Dağları dolaşan sadası vardı
Şafaklar sökerken mor vadilerde…

Kayalar düşerdi büyük yarlardan,
Seher vakti sular tekbir alırdı;
Ardından gözlerim dolar kalırdı
Atını sürünce her bir kahraman.

Nehirler ayrılır, dağlar yol verir,
Kıvılcımlar çıkar nallar altından;
Maşrıktan mağrıba okunan destan
Bu büyük ilhamın eseridir.

Uzun saçlarını çözüp bırakmış,
Kınalar yakmış da şehit kanından;
Gazi kafileler geçmiş yanından
Bu kan hangi kızılyaradan akmış?

Ne zaman rüyada görsem bunları
Aktığı ummandan büyük görünür;
Yüzüme sanki bir yele sürünür
Andıkça bu yerde döğüşenleri.

Görünür rüyada, suda, çemende;
Bir kızdır vatanın hayali bende,
Sakarya'yı onun saçı sanırdım,
Yoluna nice can veren tanırım.



HEYBELİ -RIFAT ILGAZ

                Fahir Onger'e

Nasıl sevmezsin Heybeli'yi,
Ne evim, ne bahçem var,
Ne iskelesinde sandalım.

Ne param var savuracak
Çamlarına, denizine, ay ışığına!
Ne asfaltına tırmanacak dermanım.
Rüzgârında payım var, olsa olsa
Bir nefeslik.

Ben insanların belki en yorgunu,
Denizin, güneşin özlemi bende,
Bende yaşamanın, çalışmanın özlemi.
Mevsimsiz sevmesini bilirim,
Vakitsiz düşünmesini,
Düşünüp düşünüp üzülmesini.
Gülüşüm, bakışım ayrı,
Belki üzgünüm biraz, yılgın değil,
Farkındayım olup bitenlerin.

Nasıl sevmezsin Heybeli'yi,
Herkesin bağı bahçesi ayrılmış,
Denizde kotrası yalısı.
Ayırmış ayıran hastanesinde
Bizim de yatağımızı.




MERİÇ TÜRKÜSÜ-NİHAT SAMİ BANARLI


Yazın güneş kışın karda
Söğütlü kuytuluklarda
Billur gibiydiyse de Arda
Gönlüm Meriç’te Meriç’te
 
Batıda akşam oluca
Gün sulara vurulunca
Bayrak gibiyse de Tuna
Gönlüm Meriç’te Meriç’te
 
Meriç budak budak daldır
Edirne bir dalda güldür
Tuna’yı andıran seldir
Gönlüm Meriç’te Meriç’te
 
Yol olur sorduğum olur
Saç  olur ördüğüm olur
İçimde bir düğüm olur
Gönlüm Meriç’te Meriç’te
 
Yolcu nice suda sözde
Şu üç ırmak kaldı bizde
Zihnim vardığı denizde
Gönlüm Meriç’te Meriç’te


 
TÜRKİYE - ADİL TURAN

Vurulmuşum toprağına taşına,
Yerde geze, gökte uçam kuşuna.
Baharına, yazına, kara kışına
Vurulmuşum.
Eli kalem, eli kazma, eli kürek tutan,
Yüzü toprak kokan,
Sınırlarında omuz omuza yatan
İnsanlarına...
Benim iyi yürekli kardeşlerim
Hep senin dostlarındır,
Benim çiğdem kokulu memleketim.

Ekin biçtim tarlalarında demet demet,
Kaval çaldım, koyun güttüm yaylalarında;
Tuza bandım ekmeğimi.
Kolumu yastık yaptım düzünde, bayırında.
Kesimde bereket, gönlümde servetim,
Dizimde kuvvet, torbamda katık;
Damarlarımda dolaşan memleketim.

Gözlerin ne güzel deniz mavisi,
Ormanların urban olmuş yeşil yeşil;
Uzanır kolların nehirler boyu,
Sıcak kucağında saadetim.
Benim çiğdem kokulu memleketim.

Nice türküler yakıldı senin için;
Destanlar yazıldı, bayrak bayrak,
Davullar vuruldu, dize geldi zeybeklerin.
Kapında nöbet tuttu yıllar yılı.
Gençliğim, heyecanım, gayretim.
Gözümde nur içimde sevgi,
Elimde saz, dilimde türkü memleketim.

Türkiye, doğduğum,
Türkiye, doyduğum;
Türkiye, konduğum yurt!
Sevgim, inancım, özlemim!
Beşiğimi salladın, sendedir mezarım,
Sen, gönlümde yatan memleketim



YOLCU GÖNLÜM - YAHYA AKENGİN


Erzurum garında bir tren
Sırtına sonbaharı yükleniyor
Dalından düşmüş yaprak gibi yolcular,
Rüzgârlara boyun eğmiş, biri de ben…

Biri de ben
Palandöken dağlarını tutmuş ezgilerle
Yeryüzünün ilk şairi çobanlar
Geceden gündüzü ayıran çizgilerle
Uğurluyor ayrılık katarını ezanlar

Uyuyor şimdi şehir içinde bir şehir
Bir daha göremeyeceğim sevgilimdir
Şafağında güneşler bensiz de ışır
Yollar, bana da bir ezik teselli taşır.

Kemah Boğazı’nda güz seccadesi
Esmer ikindi güneşinde bir esmer adam
Eller duada, Fırat’a vurmuş nefesi
Aklaşıyor gitgide kara sevdam

Kerem ile Aslı’dan bir ses
Her geçene fısıldamış Erciyes
Ağartmış saçlarını şefkatli kalbi
Yollara durmuş, anacığım gibi

Bor istasyonunda elmacı çocuk
Bulamaz da müşteri, dolar gözleri
Yol alır özlemler, birbirinden buruk
Dolanır bozkırı

Dört yana kayan raylara bakıyor
Afyon Kalesi’nden “Uğurlu Kayalar”
Her geçen kızın için bir taş yakıyor
Çürütmüş direkleri, sırılsıklam bir sonbahar

 

70-AĞRI - YAHYA KEMAL BEYATLI


Bir âbide istersen eğer, Ağrı'ya git!
Yükseklerden gelen büyük çağrıya git!
Çıkmışken yolcu, Ağrı'nın zirvesine,
Dönmek ne demek? Kanatlanıp Tanrı'ya git!

İLGİLİ İÇERİK

CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ

DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ

HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ

KONULARINA GÖRE ŞİİRLER

29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI İLE İLGİLİ ŞİİRLER

19 MAYIS ATATÜRK’Ü ANMA HAFTASI ŞİİRLERİ

23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI ŞİİRLERİ

ATATÜRK ŞİİRLERİ

ÖLÜM ŞİİRLERİ

TÜRKÇE İLE İLGİLİ ŞİİRLER

ÇANAKKALE İLE İLGİLİ ŞİİRLER

İSTANBUL İLE İLGİLİ ŞİİRLER


SAYFA:8/71-80


71-ANADOLU GERÇEĞİ- YAVUZ BÜLENT BAKİLER
Yalın ayaklarınla koştun mu tarla tarla
Duydun mu çıplak toprağın, çıplak insanın yasını
Ağlayan kadınlarla, ihtiyarlarla
Yaşadın mı bir yağmur duasını
Boz bulanık ırmaklarda çimdin mi
Kulak verdin mi yürekten kavala, saza
Bir ipek seccade üstünde gibi, huzurla
Durdun mu toprakta namaza?

Bilir misin köylerde akşam olunca
Çekilir el ayak ortalıktan...
Bir hüzünlü ay doğar karanlığa sapsarı.
Başlar bir ağıt gibi sulardan, kapılardan
Kurbağa feryatları, köpek ulumaları...

Geceleri süt kokan, gübre kokan evleri
Topraktır hep damları, duvarı kerpiç...
Seferberlik yıllarını dinlerken ürpererek
Tandır başlarında uyudun mu hiç?

Kış günleri trenlerle geçtin mi uzak köylerden
Gördün mü dehşetini, tipinin karın...
Çektin mi hiç acısını istasyonlarda
Tandır ekmeği satan, yumurta satan
Yarı çıplak çocukların...

Kılığın kıyafetin sarmadı beni
Söylediğin türküler bizim türkümüz değil
Başka çeşmelerden doldurmuşsun tasını
Yüreğinde nakış yok, acı yok bizden
Bulutlar rahmetini kesmeden yavaş yavaş
insanlar selâmını esirgemeden
Savuş git içimizden...


 
ANADOLU ACISI - YAVUZ BÜLENT BAKİLER


Anadolu, Anadolu, ah Anadolu!..
Bir yanında güzellik, incelik ve nur...
Bir yanında bin yıldan beridir süregelen
Toz-toprak, tezek, çamur...

İnsanlar gördüm sende; imbikten geçmiş gibi
Yüreklerinde sıcak, misilsiz bir merhamet
İnsanlar gördüm yine: Hayın, cahil, asabi...
Taş Devrini yaşayan bir kaba kuvvet.

Sivas'ta, Divriği'de, Erzurum'da, Konya'da...
İnce sütunlar gördüm, şadırvanlar, kubbeler...
Bir yanda oya gibi işlenmiş pembe mermer
Öte yanda öbek öbek, çirkin kaba, şekilsiz
Kerpiçten harabeler...

Bağışlasın şimdi bizi, vatan uğruna
Şehid düşen yüz binlerce adsız kahraman
Çünkü seller bir yandan götürür toprağımı
Rüzgârlar bir yandan...

Unutulmuş Türklüğün ceylan yürekli töresi
Çiğnenmiş İslam’ın koyduğu kesin yasaklar.
Bir avuç buğday, bir tutam ot, bir karış toprak için
Konuşur mavzerler, bıçaklar...

Ve dul kalır kadınlar bir hiç yüzünden
Vurulur gelinler telli-duvaklı.
Bir ağıt başlar sonra yetim kalan evlerde
İnce, uzun, ağlamaklı.

Anadolu, Anadolu, Ah Anadolu
Böyle görmeseydim seni, böyle tanımasaydım
Yüreğim olmasaydı binbir yerinde...
Yaşasaydım yine seni acı duymadan
Anamın Azeri türkülerinde…


 
BİZİM TÜRKÜMÜZ-YAVUZ BÜLENT BAKİLER


Bizim türkümüzde gurbet var artık.
Hasret var, yürek var, toprak var balam
Gönlümüzü sımsıcak alan topraklar
Tiyan-Şan, Kadır-Gan Dağları’na dek uzar
Kim demiş vatanımız Edirne’den Kars’a kadar.
 
Kerkük’te kurşunlar ansızın bizi vurur
Sürüklenir sokaklarda başsız cesetlerimiz
Zulüm bir hançer gibi içimize oturur
Bir mağara devrinden arta kalan insanlar
Kerkük’te kan kusturur…
 
Uzar gider bir sessizlik içinde
Bir uçtan bir uca Türkistan toprakları
Beyaz altın dediğimiz pamuk tarlalarına
Çöreklenir yedi başlı kızıl yılan
Başkaldırsa esarete yeni bir Osman Batur Han
Bebekler bile vurulur beşiklerinde
Kana boyanır Türkistan.
 
Basmış kanlı çizmeler toprağına bir defa
Çiğnenmiş kara kalpaklar, temiz duvaklar
Susmuş minarelerinde mübarek ezan
Prangaya vurulmuş bir mahkûm gibi çaresiz
Boynu bükük türkülerde güzelim Azerbaycan.
 
Bir kanlı ağıt söylenir şimdi Kırım’da
Biz duyarız Kırım’ın öldüren feryadını
Bir büyük destanla birlikte yeniden yazacağız
Kırım topraklarına Kırım Türkünün adını.
 
Balkanlarda büyük, öksüz kubbeler
Minareler, şadırvanlar, kervansaraylar
Bizi söyler, anlatır Mimar Sinan’dan beri
Üsküp’te, Estergon’da, bir atar damar gibi
Davullar, zurnalar ve serhat türküleri…
 
Yüzyıllardan beridir Altaylardan Tuna’ya
Bizim türkülerimizdir söylenen
Konuşan dil, bizim dilimizdir
Renk renk, nakış nakış uzayan toprak değildir
Kilimlerimizdir…
 
Yine bir dağ gibi, bir dev gibi doğrulacağız
Yeni bir ruh doğacak toprağımızdan
Tanıyacak bizi dünya yeniden heyecanla
Burma bıyığımızdan, kalpağımızdan.
 
Bizim türkümüzde gurbet var artık.
Hasret var, yürek var, toprak var balam
Gönlümüzü sımsıcak alan topraklar
Tiyan-Şan, Kadır-Gan Dağları’na dek uzar
Kim demiş vatanımız Edirne’den Kars’a kadar.
 

 

TÜRKİYEM, ANAYURDUM, SEBEBİM, ÇAREM! - YAVUZ BÜLENT BAKİLER

Ben, kağnılarla yaylılarla büyüdüm geldim
Çocuk yüreğimi yakan türküler dinleye dinleye.
Mahzun kağnılarla, nazlı yaylılarınla
Ve tozlu yollarınla sevdim seni Türkiye!
 
O tezek topladığım kırlar, yaylalar…
Başına oturduğum, yemek yediğim atandır.
Türkiye’m, anayurdum, sebebim, çarem…
Taşına toprağına vurgunluğum bundandır…
 
Akşam karanlığıyla başlardı kurbağalar
Susar gökyüzü kadar, dinlerdim biteviye.
Gecemi besteleyen cırcır böceklerinle.
Kurbağa seslerinle sevdim seni Türkiye!
 
Bir Peygamber sofrasıydı soframız:
Biraz tandır ekmeği, biraz çökelik…
Yoksulluğunla da bağlandım kaldım sana
Mecnunlar gibi üstelik.
 
Yağmurlar başlayınca, odalarımız damlardı
Dizlerini döve döve ağlardı anam.
Şimdi kırkikindiler boyunca sırılsıklam
Küçük kerpiç evlerin çıkmaz aklımdan!
 
Türkiye’m! Hasretim! Kınalı türküm! ..
İçiçe güzellik, uç uca kahır
Yüreğimi bin parçaya bölseler
Her parçası yine seni çağrışır.
 

75-ILGAZ - ZEKİ ÖMER DEFNE

Yıldızlar çamlara değer de geçer,
Gün burdan başını eğer de geçer.
Sular dizlerini döğer de geçer.
Bir Ilgaz, er Ilgaz, yar Ilgaz!..

Başında bir tavus tuğ gibi çamlar,
Yollara dizilmiş tığ gibi çamlar,
Karşıdan bir zümrüt çığ gibi çamlar.
Bir Ilgaz, er Ilgaz, yar Ilgaz!..

Dalı var; göklere yeşil direktir,
Gölü var; dağlara düşmüş yürektir,
Yolu var; içinde yitsem gerektir.
Bir Ilgaz, er Ilgaz, yar Ilgaz!..



ORTA ANADOLU - ZEKİ ÖMER DEFNE

Git ha git otsuz ağaçsız, sensizliğim
Yansır sanki yüzyıllardan bu yana.
Yansır memleket olur.

Ey savaşlar, bozgunlar, ey iç göçler, ey bağrım!
Ey biraz Orta Anadolu!
Kavuşsun da arada bir zafer sarhoşluğuna.
Yine görüp göreceğin hasret olur.

Çok görür el kadar gölgeliğini.
Rahat vermez yel, yağış yeşiline, çiçeğine...
Zaman zaman boşlukta beliren bir ince dal,
Bir avuç toprağının başına dert olur.

Vara vara üç beş haneli bir köy günler sonra,
Bir geçmişle ödeşeceksiniz biraz.
Bilmem nerelerden kalmış hangi kan davaları...
Kal cinayet, geç git cinayet olur.

Hayal, bu bozkırların ortasında,
Önünde bir sürü gece yarısı
Ağılına, yemyeşil çıkıp simsiyah dönen,
Bir çoban Ahmet olur.

Madem ne yana, nasıl dursa sana duruyor,
Bu bozkır bu kör,
Ey yeşil, ne kılarsa sana ibadet olur.


AĞRI - AHMET MUHİP DRANAS


Vardım eteğine, secdeye kapandım;
Koşup bir koluna sımsıkı abandım.
Karlı başın yüce dedikleyin yüce,
Sükûn içindeki heybetin gönlümce.

Devce yapında ilk rahatlığı duydum.
Şifası mı ne ki ruha bu ilk yudum
Hayâl arkasında boş çırpınışların
Sen uygun bir vakti gelince rüzgârın
Sonsuzluğa doğru kalkacak sihirli
Bir gemisin göklerde demirli
Ve ben rıhtımında bekleyen tek yolcu...
Düşüncemizin en haksız, en korkuncu;
Açan o ağulu çiçek delilikte,
Gir sır mezara cesetle birlikte,
Şüphe; o bin çeşit çilenin yemişi,
Yılan ağzındaki elma... Ey, ateşi
En derin yerinde gizli gizli yanan!

Seyrediyor ruhum kar balkonlarından
İnsanın göresi olmaz manzarayı
Ve aklın o uçsuz bucaksız sarayı
Yıkılıyor... Duygu bir kartal hızıyla
Fırlıyor engine sevinç avazıyla
Bulutlar ne güzel bulutlardır onlar,
Hep öyle başımın üstünde dursunlar
Menekşe rengi, kan rengi, toprak rengi...
Asılı kalsın hep bu yağmur hevengi.
Dünyayı saran bu gece ne gecedir,
Yıldızlardan yağan ışık ne incedir!
Yansın o yıldızlar, bitinceye kadar
En derin uykular, en tatlı uykular.
 
Ey, gökperdelere şahlanan tanrısal!
Eteklerindeyiz işte. Ve bir masal
İçinden gelmişiz sana, atlı yaya,
Attığımız okta kısmeti bulmaya.
Yitik, perişandır elbet bencileyin
Pişmanlığın ırgat olup geceleyin
Günle bahtın çağrısına koşan kişi.
Ah, iç sıkıntısı! sen ettin bu işi.
Zevk, o yosma kadın eski bir bahçede
Ayaküstü günah işlenen gecede
Bir susuzluk kadehi sunmuştu bana:
Yüzümü maskesiz gösteren ilk ayna.
Yel alsın götürsün bütün o geçmişi,
Büyülü kadehin zehrinden içmişi
Serin yalanında kandırmaz her pınar.
Dindirir miydi ki en tatlı rüzgârlar
Bende gizli gizli başlamış ağrıyı:
Bu, rüzgâr ve gemi uğramaz bir kıyı
Ya da bir teknede açılmış bir delik;
Hangi pencereye koşarsan ahretlik
Bir gökyüzü, siyah, güneşten habersiz,
Her adım attığın yeri basan bir sis.
Hangi yana baksam onu görüyorum:
İnancın kaydığı bir dipsiz uçurum;
Günah kapılarının aralandığı,
Tanrıların bile avaralandığı
Şaşkın, çaresiz bir insan kaderince.
Güneş! güneş! güneş! ey, ölümsüz ece!
Sana tapınanlar kardeşimdi benim;
Güneş! güneş! ben sana doğru gelenim,
Kucakla beni, tanrıça, sev, sar beni,
En yırtıcı, en aç hayvanların ini
İçimin göz görmez mağaralarıma gir
Senin girmediğin yerde haset, kibir
Dert, kin, yalan, ölüm, korku ve işkence,
Çakal seslerinden örülmüş bir gece,
Teneşir başında oynaşan çirkinler
Engerek düğümü doğuran gelinler,
Zina şöleninde beynin nöbet nöbet
Cehennem halayı çeken bin iskelet
Ve yaprak indiren ağaçlar baharda...
Senin bağışından yoksun kucaklarda
Çocuklar kertenkeleyle bir biçimde.
Ağrı'ya eş bir dağ olsaydı içimde
İlkin şu gönlüme doğardın her sabah,
Daha her yer geceyken sarardın, gümrah
Sarı saçlarınla benim varlığımı,
Kendimde taşırdım kendi taptığımı...
Ağrı'ya eş yüce bir dağ yok içimde
Ne kadar cüceyim dert ve sevincimde!
Kaplamış gözümün gördüğü her ufku
Umutsuz, zifiri bir gece, bir korku.

Ah, yazık ki bütün insanlık güneşsiz.
Ey ateş, nasıl da seni yitirmişiz!
Bu yalnız inilti esen manzaradan
Bir çaresiz ay'dır sallanan aradan;
Işık tuttuğu her şey bir taze yara.
Onmaz bu gece. Bırak karanlıklara!
Can yiğitliği yitirmiş, kalp aşkı
İlenişlerinden insanın bir şarkı
Tutmuş dört yanı, bir çirkin ağıt, eski...
Ah güç de değildi bahtiyarlık belki;
Üstümüzde deniz gibi bir gökyüzü
Altında her kalbe esenlik payı var;
Bizimdir, yelken açmış giden bulutlar,
Vurup alnımıza serin gölgesini,
Bizimdir bu koku, bu renk dolu sini
Üstünde seslerle ışıklar kamaşan;
Bizimdir bu zafer, bu beste ve bu şan.
Şu aydın, ferah ve rahat gök altında
Her kazazedenin müjdesi bir ada,
Her gülüşe ayna bir gölek kenarı;
Koparırken elin taze meyvaları
Öyle kolaydı ki yaşıyorum demek;
Soframıza konmuş bu doyulmaz yemek
Niçin bir zehirli kaşıkla yenmede?
Ağrı! başına boz bulutlar inmede.
Ne ki bu cendere, ne ki bu sonsuzluk,
Kim bu vurulmuş yatan, ova boyunca,
Bir kan çeşmesine açık durup avcu?
Çile pazarında cana pey sürümü
Çözmek mi istemiş o çetin düğümü?
Korkunç bir ezgide çatlayan bu kamış
Yitirdiğimiz bir cennet mi aramış,
Ölümsüz barışa gülen şafakları,
Lezzet ve esenlik tüten ocakları,
Ömre öpüş tadıyle uyandığımız,
Tanrısal bir çıra gibi yandığımız?..
- Dağ! senin yandığın gibi bir vakitler-
Vuran bir toz parçası değilse eğer
Küçük gövdesine budur giren ölüm,
Onun yüzünü bizden çeviren ölüm...

Sen ey, oyununu en güzel oynayan!
Hangi kıvılcımla fışkırttın ruhundan
Bir gün söndürdüğümüz kutsal ateşi?
Ey sen! ölümden çok hayatın kardeşi
Dirilttin nasıl bir mucizeyle tekrar
Her şeyi, dostluktan düşmanlığa kadar
Ve geri getirdin o sürgünlerini?
Nerde buldun tekrar eski günlerini
Zamanlar içinde yitmiş kardeşlerin
Ve en güzelini sönmüş ateşlerin,
Kalbimin o kadar sevdiği o gülü,
Ölüm ötesinin mutlu tahayyülü
Evrensel cümbüşü, yaşama şevkini,
Bizden gidenlerin bir gün en yakını
Ümidi ve şafak kanatlı neşeyi,
O aşkı, o tadı, o gülümsemeyi?..
Ey boş gecelerin dadı ayışığı!
Salla, salla hüzün uyuyan beşiği
Söğütlerin nazlı dalları içinden
Ki o altın saman yolları içinden
Bir sabahı özleyen şu taze kadın
Yatsın başyastığına anılarının;

Bir makine sesiyle işleyen kalbi
Alıp gezdirsin onu bir gemi gibi
Düşlerinin durgun, mavi denizinde.
Beni de hep kendi kendimin izinde
Fenerinle yolumu aydınlatarak
Barış çeşmesini aramaya bırak,
Budur yaşadığın sürece görevin;
Gecelerin birinde, solgun alevin
Güne yenilmeye başladığı zaman
Üstüne başımın düştüğü kitaptan
Eser Mevlânâ'nın üflediği rüzgâr...
İşte, gam türküsü söyleyen kamışlar
Rüzgârından gördüğüm ova boyunca.
Bu bir düştür belki, insan uyanınca,
Gözlerinde kalır serabı bir ömür,
Her şey bu ışıltı ardından görünür
O insana; sevmek, yaşamak ve ölüm.
Seni uykuya çekip götüren elim
Kadınım, ayışığı içinden şu anda
Aldanış diye ne varsa bir insanda
O daldan tutuyor... Böyledir bu. Kader
Kavuşur sabaha en uzun geceler
Ve serin durur her avunuş testisi.

Rüzgârlar başladı. Sonsuzluk gemisi
Önünde köpürüp şahlanmada engin;
Yolcusu olduğun nihayetsizliğin
Bir ucu Allah'ta ve sende bir ucu.
Başlıyor serüvenlerin en korkuncu:
Gökyüzüne doğru yürüyen yeryüzü,
Barıştıran sınır geceyle gündüzü;
Ey sonuca doğru ilkuçtan gelen Dağ!
Göğü perde perde delip yükselen Dağ!

 


ANADOLUM-İLHAN GEÇER


Ey!..
Rüzgârları burcu burcu hürriyet kokan,
Anamdan yakın,
Yârimden sıcak Anadolum...

Sırtında kırbaçlar şaklamayan
Hür insanlarla dolu.
İliklerine kadar hür Anadolu.
Orda.
Besmeleyle açar şafaklar,
Tevekkülle iner akşamlar.
Dualar sinmiş bulutlar dolaşır
Bereket yağdıran göklerinde,
Teselli çiçek açar dal uçlarında,
Nurdan ırmaklarda yıkanır huzur
Sevda tüten türküler okunur
Uzayıp giden yollar boyunca...
Mevsimleri iç açan,
Ümit gibi yeşil,
Hayal kadar renkli Anadolum
Hür doğdun, hür yaşadın
Hür kalacaksın hür...



ANADOLU TÜRKÜSÜ - GÜLTEKİN SAMANOĞLU

Eski içlemişler yeni özlemde durmuş,
Durmuş; gözler ki karada, eller ki ak'ta.
Kara'da az ömür, ak'ta soğuk döşekler;
Ağlatmış Anadolu'yu bir hain yasak,
Yasak da yasak, yasak da yasak, yasak da...

Dağınık özlemler bir iç çekişte saklı,
Saklı: yağmur ki bulutta, yel ki yaprakta.
Yağmurda bereket, yelde durulu denkler;
Kavurmuş Anadolu'yu bir hain kurak
Kurak da kurak, kurak da kurak, kurak da...

Körpe iç çekişler bir beklenene sözlü,
Sözlü: tarla ki suda, tohum ki başakta.
Tarlada nadas, tohumda çarpar yürekler;
Sarmış Anadolu'yu bir bitmeyen merak,
Merak da merak, merak da merak, merak da...

Uzun bekletişler harmanlarla nişanlı,
Nişanlı: ay ki gökte, güneş ki toprakta.
Toprakta gelinli kağnı, gökte melekler;
Avutmuş Anadolu'yu bir karakavak,
Kavak da kavak, kavak da kavak, kavak da...

Küçük harmanlar hep büyük çocuğa gebe,
Gebe: torun ki başta, yavru ki kucakta.
Yavruda ağıt, torunda bütün dilekler;
Bağlanmış Anadolu'yu bir tatlı adak,
Adak da adak, adak da adak, adak ta da...


80-NE KADAR BENZİYORUZ- EDİP CANSEVER
İnsan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
………………….
Ne kadar benziyoruz Türkiye’ye Ahmet abi

 

İLGİLİ İÇERİK

CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ

DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ

HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ

KONULARINA GÖRE ŞİİRLER

29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI İLE İLGİLİ ŞİİRLER

19 MAYIS ATATÜRK’Ü ANMA HAFTASI ŞİİRLERİ

23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI ŞİİRLERİ

ATATÜRK ŞİİRLERİ

ÖLÜM ŞİİRLERİ

TÜRKÇE İLE İLGİLİ ŞİİRLER

ÇANAKKALE İLE İLGİLİ ŞİİRLER

İSTANBUL İLE İLGİLİ ŞİİRLER


SAYFA:9/81-90

 


81- ANADOLU -CEYHUN ATUF KANSU
1 - MUŞ OVASI
Anadolu’nun kapısı gökyüzüne
Ve bereketin kardeş ovasına açılan
Selçuklu atlarıyla
Yaşama umuduna bir halkın.
Yüzlerce yıl sonra bir gün geçersen
Bak bakalım ne kalmış o şevkten?
Muş ovasında toprak evlerde
O sağlam buğdayın sevinci var mı
Bak bakalım doyuyorlar mı?
2- YAZ GELİNİ
Ben seni nice sevdim gelin
Boyunu sunaya benzettiğim
Gözlerini bir dal kara geceye
Onun için kaçırdım yıldız atıyla.
Seher vakti kuşlar çığrışır şimdi
Doğururken öldü gelin
Kaçak gelin, güzel gelin, ince gelin
Yaz armutları sulandığında
Döküldü gözlerinin balı kara toprağa.
3- BİR TOP GELİNCİK
Çocuklar bırakmışlarsa orada
Yamasıdır gömleklerin.
Haziran sıcağında ot biçerken
Bir damla kan ise, ırgatların
Kesilmiş akar düşlerinden.
Bir türküyse ağu soluk
Gelmiş durmuş yol üstüne
Bir yel bekler savrulmaya incecik
Yaz günlerinin bozgununda bir top gelincik.
4 - PİR SULTAN ABDAL
Tanrı bir güldür açar insanda
Tanrı bir dildir söyler insanda
Bir eldir uzanır seher vaktinde
Tutar sımsıcak insan elini
Bir el bir ele, bir el bütün ellere
Dünyayı insanın bahçesi yapmaya
İnsanı dünyanın türküsü yapmaya
Tanrı bir eldir uzanır kuşluk vakti
Birleşmeye... ellerimizle, insan ellerimizle.

 


İZMİT -BEHÇET AYSAN


kocaman bir yalnızıktır İzmit
denize doğru gittikçe büyüyen
saçak altlarındaki sessiz yağmur
ve vardiya düdüklerinde keder.

kocaman bir yalnızlıktır İzmit
solgun fotoğraflarda gülümseyen
kurumuş incir ağacı ve hatmi
hep işçi bıyıklarıyla terleyen.

kocaman bir yalnızıktır İzmit
istasyon önlerinde sabah ağartısı
yürüyen telaş yarım kalmış şiir
terk edilmiş ölü martılar kıyısı.

kocaman bir yalnızıktır İzmit
kayan bir yemeni uçuşan yıldız
sardunya saksılar kirli bir yüz
aylak rüzgâr yüreğimin sokağında.

kocaman bir yalnızıktır İzmit
gün gelir akar ince bir su gibi
havalanır ak güvercin çatılardan
konar ruşen hakkının çınarına.

sudaki gölgeme konar bir urartu aynasına
gırnata sesine
şeyh şamil atına

benim bu gün görmemiş sevdama
konar veremli kiraz kızın yatağına
çoğalır rize
bayburt mardin siirt
yaralı bir defne yaprağıdır İzmit.

 

SARIÇİZMELİ-RIFAT ILGAZ

A benim, bağrı taşlı,
Gözü yaşlı Mehmet Ağam!
Evin kimin evine yakındı,
Tarlan kimin tarlasına?
Senin karı sağdı o zamanlar,
Ağa’nın karısı ölmüş;
“İşte böyle Mehmet Ağa!"
Bir ipin, bir kuşağın mı kaldı,
Üstü açık köyün Mehmet Ağası!
Nicesin,
İçgüveysisinden hallice mi?
Bilir misin neyin nesisin,
Efendimizsin, rivayete göre,
Çarıklı erkân-ı harbimizsin...
Kurnazlıkta yokmuş üstüne,
Tilki bilmezmiş bildiğini!
Nerelerde bulur seni arayan,
Bu yaz Çukurova’da mısın,
İncirde mi, üzümde mi,
Yoksa yeraltında mısın,
Kozlu'da, Karabük’te misin?
Sanma ki yitirdik izini,
Künyen kütüklerimizde kayıtlı,
Adın tahsildarın defterinde;
Kolay kolay kurtulamazsın elimizden!

 

MEMLEKETİM-ÖMER FARUK TOPRAK
(1920 - 1979)
usandım artık hazin mısralar okumaktan
neyleyim akşam yaklaşıyor dostum
kuşların cıvıltısı dinecek birazdan
yitecek yeşil yapraklar taze güller
ağır bir makamla başlayacak şarkısına
afyon çekmiş zavallı mısır radyosu

sen kütahya sen samsun sen İstanbul
sırtını dayayıp o bereketli toprağa
dinliyorsun Çukurova’nın sesini
sürüyor tarlaları traktör kardeşim
avuçlar serpmeyecek artık tohumu
kaç yıldır özlüyor bu topraklar bilir misin
ağır uykusundan uyanmış kalkıyor
bafralı tütüncüler haliç kıyıları ve toroslar
benim insanlarım öğrenmişlerdir yeryüzünü
ilk kurşunu atan antepli şahin’e kadar

dağlarda bellerde onları tek tek tanımışım
yamalı mintanları ve ağızlarını örten bıyıkları
öfkeyi cesareti bilen gözleriyle
taş taşımışlar ekmeği bölerek yemişler
yıllar var ki hüznü kederi sevmiyorum
yalnız insanlar için şiir yazdığımı bilirler

sen kütahya sen samsun sen İstanbul
asfalt yollara çıkan dar sokakları
köprüleri ambarları ve akarsularıyla
düşünmüşümdür on sekiz saat yol boyunca
bir sabah erken yola çıktım
gâvur dağlarında bıraktım türkümü
avuçlarım delik deşik dudaklarım çatlak
yağmurda ıslanmış saçlarım

yıllardır görmediğim ak saçlı anam
özlem türkülerini ezberler olmuş
bilirim çamaşırdan delinmiş parmakları
saçlarımı okşar her gece uykumda
“gurbet gurbet” diye dizlerini dövme
onu çoktandır kardeş bilmişim ben
mektuplarımda adı torbamda ekmeği var



COĞRAFYA-İLHAN BERK


Bu gökyüzü Sivas'a doğru giderken görülür
Ben hiçbir göğünü kaçırmamışımdır
Daha memleketimin.
TARİH
Neler çekmiş halkım
Türküler şahit.
SONBAHAR
Hep böyle çıkıp gelmiştir
Sonbahar dağlarımıza;
Bir elinde karanfil,
Bir elinde yüreği.

 

YURDUMUN DAĞLARINA-HÜSEYİN NAİL KUBALI

Ey yurdumun gamlı dağları,
Her biri bir çeşit namlı dağları;
Gürgenli, ardıçlı, çamlı dağları;
Şu yüce duruşla ne şanlısınız!

Kervan geçmeyen beller sizdedir;
Şahin uçurtmayan yeller sizdedir;
Delirip göpüren seller sizdedir,
Ezelden beri mi dumanlısınız?..

Hey başı gökleri bürüyen dağlar
Yollar dizilip yürüyen dağlar;
Gönlümü peşinde sürüyen dağlar,
Bilmem neden böyle tez canlısınız?!..

Erceyiş, Toroslar, ey Hasan dağı,
Hepiniz ün almış yiğit yatağı;
Yanarım andıkça eski şen çağı,
Bu uzun derdime dermanlısınız.

Ey birbirine sarılan dağlar,
Dağlara yaslanan çiğdemli bağlar,
Dışınız yeşerir, içiniz ağlar.
Siz de benim gibi hicranlısınız!..




TARSUS'UN ÇAĞLAYANI-BEHÇET KEMAL ÇAĞLAR

Gelir kıvrıla kıvrıla,
Artar yavrula yavrula,
Düşer savrula savrula,
Tarsus'un çağlayanı.

Akar devrile devrile,
İner çevrile çevrile,
Oyar sivrile sivrile,
Tarsus'un çağlayanı.

Üzeri aynadır kırılır,
Taht yapar kendi kurulur,
Bulanır bulanır durulur,
Tarsus'un çağlayanı.

Suyun hırslanıp dinişi,
Köpüğün köpüğe binişi,
Parsın merdivenden inişi,
Tarsus'un çağlayanı.

Gökten elene elene,
Yerden dolana dolana,
Sudur ki çıkmış törene,
Tarsus'un çağlayanı.




KARADENİZ-KEMALETTİN KAMU

Göklere aynasın, bulutlar senin,
Bir ufak meltemle ürperir tenin.
Fırtına, türküsü enginlerinin;
Köpük, sularının perisi, deniz!

Gemiler görünmez dalga çığında.
Bir hınç uğultusu var çığlığında,
Duru sabahların gün ışığında,
Serili bir kaplan derisi deniz!

Kıyın yeryüzünün cenneti bize,
Koylar sıra sıra, dağlar diz dize,
Giresun, Görele, yemyeşil Rize,
Siyah sularının perisi deniz!



ÖZ VATANIM TÜRKİYE’M-HAKKI ÇEBİ

Kara dere haşmetinle durma ak,
Huzur verir sana tepeden bakmak.
Kenarında dalıp yatıp uyumak,
Canım benim, öz vatanım Türkiye’m.

Kenarında otur çalı çırpı yak,
Bir koçan mısır al üstüne bırak.
Böyle güzellikler olmasın ırak,
Canım benim, öz vatanım Türkiye’m.

Yürü yol boyunca stresten uzak,
Her yanı bir cennet hangisini yazsak.
Tek tek değil, hep birlikte korusak,
Canım benim, öz vatanım Türkiye’m.



MEMLEKET TÜRKÜSÜ-FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL

El gibi dolaşma Anadolu’nda,
Arkadaş, yurdunu içinden tanı:
Dinle bir yosmayı pınar yolunda,
Dinle bir yaylada garip çobanı.

Bir ıssız ev gibi gezdiğim bu yurt,
Yavrunun derdiyle ah eder Bayburt,
Yıllarca döktürür sana gözyaşı
Tuna’nın özlemi yakar Maraş’ı…

Bir çölü andırır, bil ki dört yanın,
Bağrını delmezse yanık türküler:
Varlığı bu korla tutuşmayanın
Kirpiği yaşarsa gözleri güler.


SAYFA:10/91-100

EGE- İBRAHİM ZEKİ BURDURLU

Tepelerden değil bulutlardan
Bulutlardan değil, mavilikten
Değil... Değil, ondan da değil
Düşünemediğim uçsuz gök denizlerinden
Sana iniyorum, Sana geliyorum.

Bir küçük renksiz insanım ben
İniyorum sana
Tanrısal güzelliklerden
Karışıyorum cümbüşüne ses, ışık, renk
 Renk, ışık, ses, Işık, ses, renk
Senin de bunlarla mutlu olduğunu hiç bilmeyerek.

Varıyorum Ege, bak güzelliğime
Bir gözüm sen dolu, bir gözüm gökyüzlerini taşıyor
Bir elim, İzmir salkımla vatan
Bir elim, bağbozumu tadımda
Dianizos Sonsuz yanaklarım benim,
Efesler yankılıyor.

Gör Ege'm sensizliğimi
Uçuyorum desem, anlatamam
Eriyorum, bambaşka gök yellerle
Seni özlüyorum ama
Bırakmıyor, yeşille can olan yeşilsiz insanlığım
Yüreğimi çekiyor ötelere hiç bırakmıyor
Ben mavi derken, o yemek istiyor.

Tepelerden değil, gerçeklerden
 İmgeleri bozdum değil mi Ege?
 Sen, bu akşam tüm güzelliğini soyun da
Balık ol, bir tek doyuran balık ol
Gel bizim gecekonduya Gel ha!..
Gel de soğan ekmek yiyelim.

TÜRKİYEM - TURGUT UYAR


Seni boydan boya sevmişim,
Ta Karsa kadar Edirne’den.
Toprağını, taşını, dağlarını
Fırsat buldukça övmüşüm.

Sen vatanimsin, ekmeğimsin
Duyduğum, bildiğim zafersin yıllarca.
Zonguldak’ta 63 numara
Nazlı sahiller Akdeniz’de.
Sevdasın ciğerlerimde parça parça
Yâri kalmış dileğimsin...

Sen Koçhisar’da tuzum,
Sillede krizim...
Çift kulaklı Sürmene bıçağı belimde.
Varmışım çiğ köfte yemeye Adana’ya
Dadaloğlu’ndan bir koçaklama dilimde:
- Şu yalan dünyaya geldim geleli..
Hey vatanim, bacım, sağdıcım, emmim
Senden bir yara her yerimde.
Desteye güreşmişim Kırkpınar’da.
Durmuş da yorgunluk çıkarmışım,
Bir akşam vakti
Dört bardak kıtlama çayla Erzurum’da.

Ardahan’a varmışım yollar uzamış
Bel vermiş, yol vermemiş dağlar.
- Yüce Tanrı dört yanını bezemiş,
Beni yakan bir Konyalı kızımış..

Seni boydan boya sevmişim
Ta Edirne’ye kadar Kars’tan.
Taşını, toprağını, yiğidini,
Fırsat buldukça övmüşüm...

 

ANADOLU- SIDDIK ERTAŞ

Otuz altı kırk iki yirmi altı kırk beş
Ne kadar dik açıyla vursa da güneş
Gölge boyu sıfır olmuyor dönencelerde

Hakkaridenedirneyekarstanmuğlaya kadar
Küsuratsız yetmiş iki millet
Gölgesinde serinler Anadolu’nun

 

ANADOLU HİKAYESİ- YAVUZ BÜLENT BAKİLER

Anadolu toprağında karasaban ve kağnı...
Başka söze ne hacet.

Dolaşır içimde açlardan, çıplaklardan
İşsizlerden binlerce, on binlerce hayalet.

Selâm sana insanı aziz mübarek bilen
Billurdan medeniyet.

Asker demiş, vergi demiş istemiş asırlarca
Ama karşılığında bir şey vermemiş devlet.

Karargâh kurmuş eşkıya Anadolu’mda yıllarca
Âsiler, hainler, sürgünler memuriyet.

Sakal-ı şerif gibi kırk bohçada kaybolmuş
Güzelim İslâmiyet.

Kadın erkek herkese ilmi emretmiş Peygamber
Ama tutmuş yakamızdan katran gibi cehalet.

Cahilinden çektiği yetmemiş gibi yıllarca
Okumuşundan çekiyor şimdi memleket..

Unuttuk sizi Koçero, Hakimo, Tilki Selim...
Artık fakültelerde kol geziyor cinayet.

Bir kızıl yılan gibi çöreklenmiş açıkça
Doğu'ya başka niyet, Güney’e başka niyet.

Türkiye’m, anayurdum, sürüp gitmez bu çile
Az daha sabret.


ANADOLU MEZARLIKLARI-YAVUZ BÜLENT BAKİLER

Bir dost duygudur ölüm, yakın, çaresiz...
Yüreğimin başında bir atardamar.
Ölüm korkunç değildir
Anadolu'da Eski mezarlıklar kadar.

Çiçeksiz, çimensiz, selvisiz, sessiz...
Bir büyük ürpertidir ruhumda varlıkları.
Bir ağıttır içimde kendimi bildim bileli
Yoksul Anadolu mezarlıkları.

Nerde İstanbul'un o bir dantel gibi zarif
Mermer mezar taşları ki, gülleri pembe, sarı
Nerde her Anadolu şehrinde lif lif
Didilmiş kayalardan mezar taşları.

Ey mübarek usta eller, gölgeler, güzellikler...
Bu taş yığınlarından ruhumuzu kurtarın.
Altında yatanlar bizimdir teker teker
Üstü bizim değil mezarlıkların.

Şimdi onlar, çırılçıplak dağların eteğinde
Ya hıçkıran bir tümsek, ya bir kör kuyu
Mezarlıkları görmeyen, duymayan yüreğinde
Bilmez Anadolu'yu.

Ah isimsiz mezarlar, taşsız mezarlar
Taşları yazısız mezarlar.
Eğilsem üstünüze bir söğüt dalı gibi
Ağlasam duyarsınız beni sabaha kadar.


YENİDEN FETHETMEK ANADOLU'YU-YAVUZ BÜLENT BAKİLER

Yeniden cemre gibi düşmek toprağa
Yeniden haram etmek gece gündüz uykuyu...
Yûnus Emre gibi atsız-pusatsız
Yeniden fethetmek Anadolu’yu.

Şehirlerimizde, köylerimizde
Destanlar kadar sıcak, bayraklar kadar aziz...
Anamızın sütü kadar helâl ve temiz
Yeniden güzel Türkçemiz.

Yeniden aydınlık, yeniden huzur
Ne bir çalıda bez, ne falcı tası...
Ne Frenk safsatası bitmek tükenmez
Ne Hazret-i Ali’yle Muaviye kavgası...

Yeniden    bar tutmak omuz omuza
Yeniden    doğrulmak, duymak, okumak...
Bir Sivas kilimi dokur gibi gururla
Yeniden ruhumuzu nakış nakış dokumak.

Yeniden inanmak Yaradana huzurla
En son elçisini şahdamar bilmek.
Bir Hun türküsüyle, Selçuklu yüreğiyle
Yeniden Türklüğe eğilmek.

'emden cemre gibi düşmek toprağa
Yeniden haram etmek gece gündüz uykuyu
Yûnus Emre gibi atsız-pusatsız
 Yeniden fethetmek Anadolu'yu.

İLGİLİ İÇERİK

CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ

DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ

HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ

KONULARINA GÖRE ŞİİRLER

29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI İLE İLGİLİ ŞİİRLER

19 MAYIS ATATÜRK’Ü ANMA HAFTASI ŞİİRLERİ

23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI ŞİİRLERİ

ATATÜRK ŞİİRLERİ

ÖLÜM ŞİİRLERİ

TÜRKÇE İLE İLGİLİ ŞİİRLER

ÇANAKKALE İLE İLGİLİ ŞİİRLER

İSTANBUL İLE İLGİLİ ŞİİRLER

SON EKLENENLER

Üye Girişi