AHENK VE ARUZ
Kur'an-ı Kerim'de "... O Rahman'ın yarattığında hiçbir düzensizlik (nizamsızlık ve ahenksizlik) göremezsin. Haydi, çevir gözünü de bak, onda bir aksaklık görebilir misin? Sonra o gözü bir daha, bir daha çevir; nihayet acz içinde kalan o göz zelil ve hakir (hayretlerle dolu ve bitkin vaziyette) sanki döner (Mülk, 3-4)." buyrulmaktadır. Bu bize kâinatın, en küçük cüzünden en muazzam bölümlerine kadar İlahi bir nizam dâhilinde belli bir tertip ve düzene tabi olduğunu; uygun bir nizam ve ahenk içerisinde bulunduğunu gösterir. Başka bir ifade ile hepimiz bir nizam altında yaşıyor ve değişmeyen hakikat kanunlarının içinde yer alıyoruz.
Böylece her varlık yaratıldığı ve yer aldığı İlahi kanunun düzen ve ahengi içinde bir tecelliye ram olmuş vaziyette akmakta. Bu İlahi akışta her şey düzenli, ritmik ve ölçülüdür. Güneş sistemi, dünyanın kanunları, insanın anatomisi vs.
Kâinattaki bu İlahi nizam ve ritim, en güzel ifadesini güzel sanatlar vasıtasıyla ortaya koyar. Renk, çizgi, nağme, tavır gibi ifade vasıtaları ile ortaya konulan sanat, aslında ruhun madde içerisindeki görüntüsünden ibarettir. Gerek maddeye bağımlı mimari ve heykel, gerek maddeden azade musiki ve şiir, aslında birer nizam ve ahengin çocuklarıdır. Bir mimari eserini, "bir resmi; bir hat şaheserini seyreder yahut bir musiki nağmesi dinlerken insanda estetik zevki oluşturan da ruhlardaki bu ahenk melekesidir. Bu seyrediş yahut duyuşta, insan gönlünde uyanan heyecan ve ulvilik, aslında ruhun manevi bir aydınlık içinde dinlendirilmesi demektir. "Güzel" tanımı, biraz da objenin ahenkli oluşundan ibarettir. Mühendislik, mimari, musiki ve söz ilimleri hep bu ahengin çevresinde gelişip yayılırlar.
Söz ilimlerinde ahengin en zengin olduğu şube hiç şüphesiz şiirdir ve şiirin ahengi tarih boyunca daima vezin ve kafiye ile ortaya konulagelmiştir. Mânâ, söze dönüşürken bu iki kanat ile uçarak musıkar olur. Bir ırmak düşününüz, mecrası içinde koşar ve sekerken; irkilir ve durulurken, İlahi ahenk içinde ritmik akış ve takılışlarla kendini tamamlar. Tıpkı bunun gibi sözün ahengi de hecelerin tertibi ile armoniye dönüşüp ruha tesir eder, sonunda söz ahengi, öz ahengine dönüşür.
Eskiler sözü nazım ve nesir olarak ikiye ayırmış ve nazım için mevzun u mukaffa (vezinli ve kafiyeli) söz tanımını getirmişlerdir. Vezin, nazımdaki ölçünün adı olup ahengi oluşturan en önemli öğedir. Nasıl ki ağırlık için kilo; uzunluk için metre sıvı için litre gibi birimler kullanılıyorsa, nazım için de vezin birimi kullanılır. Vezin, hece ve aruz olmak üzere iki koldan yürür. Hece vezni, mısraların hece sayısı ve duraklan itibariyle eşit olmaları esasına dayanır. Aruz ise hecelerin kısalık ve uzunluklarını esas alır ve her mısraın aynı hizada yer alan bütün hecelerini denkleştirerek ahengi sağlar. Mademki nazım, hislerin zevk-i selim ile terennümünü gerektirir, o halde şair de her mısraında belli bir terennüm ve ahengi yakalamak zorundadır. Bu tıpkı musiki ilmindeki perdelerle nağme yapmak, onları düzenleyip birbirleriyle emiştirerek senfoniler meydana getirmek, velhasıl notaya sadık kalmak gibidir. Musikide nota ne ise, nazımda ölçü (vezin) odur ve aruz vezni sözdeki ahengi en zengin gösterebilen vezindir. Yahya Kemal bu hususta, Üstad elinde serteser aheng olur lisan
Mızraba ses verir kelimatıyla tel gibi demektedir ki gerçekten de aruzun son üstadı olarak lisanı baştanbaşa ahenk kesilmiştir.
Aruz vezni M.S. 81-155 yıllan arasında yaşamış İmam Halil adlı bir Arap dilcisi -tarafından sistemleştirilmiştir. Gerçi eski Yunan ve Latin şiirlerinde buna benzer bir ritim ölçüsü vardır ve Aristo da Poetika'sında buna benzer bir vezinden söz eder; ancak hecelerin yapılan itibariyle tasnifi ve sistemli kalıplar halinde nazmın imkânlarına sunulmasını İmam Halil gerçekleştirmiştir.
Aruz, şiirin söz ahengini kemale ulaştıran bir ilimdir. Biz aruzu XIII. asırda İran yoluyla kabul etmiş ve uzun
Osmanlı asırları boyunca kullanmışız. Şevket dolu mazimizin fetihleri ve zaferleri oramla bestelenip, sosyal hadiseler ve şahsi hisler onunla mısraa dönüşmüştür. Edebiyat ilminin ekseriya şiirden ibaret telakki edildiği mazimizin en gür sadaları olan kasideler, en munis hislerini anlatan gazeller, en muhteşem romanlarla kıyaslanabilecek mesneviler vb. hep bu vezin ile cismaniyet bulup satırlara dökülmüştür.
Sanat tekniği siyasi tabiiyeti değil, kültürel mahiyeti esas alır. Bilim ve tekniğin millisi, gayri millisi olmaz. Ama biz aruzu, sırf "Arap veznidir. Türk'ün milli zevkine uygun olamaz" yaftasıyla bir kenara itivermişiz. Bu tıpkı "Sinema Frenk icadıdır, bizim milli temaşa zevkimize ve Karagöz perdemize kifayet etmez." deyip sinemaya iltifat etmemek kadar abestir. Vaktiyle "Matbaa gâvur icadıdır." diyen zihniyet, asırlar sonra "Aruz Arap malıdır." diyerek hortlamış ve çağdaşlık adına yobazlık yaparak şiirimizin o muhteşem ahengini söküp almıştır. (Keşke birisi onlara aruzun, Aristo'da da mevcut olduğunu söyleseymiş!) O ahenk gidince dildeki mutantan üslup ve zengin ifade kudreti de kendiliğinden bir köşeye çekilerek dilin kalbinde iflah olmaz rahneler açmışta.
Bugün okuttuğumuz mevlidler, okuduğumuz İstiklal Marşı, incelediğimiz divanlar ve dinlediğimiz eski güfteler hep aruz vezniyledir ve bize kâinattaki ahengi telkin edip dururlar. Eğer bizler Süleyman Çelebi'leri, Fuzuli'leri, Baki'leri, Akif'leri, Nedim'leri anlamayı milli kültürümüz ve milli zevkimiz için elzem addediyorsak, aruzu da anlamak zorundayız. Mamafih kültür dünyamızda aruz üzerindeki çalışmalar derinleşmekte ve gördüğü ilgi günbegün ziyadeleşmektedir. Aruzdan hiç taviz vermeyen pek çok şair de yaşamakta ve çok başarılı mısralar yazmaktadırlar. Ancak bizce yine de aruzun son üstadı ve "hatemü'ş-şuarası" Yahya Kemal'dir. O "ağzımda annemin sütü" dediği derin Türkçenin sekerat-ı mevt demlerindeki en büyük tesellisi idi. 38 yıl önce böyle bir günde fani hayata gözlerini yumduğunda (1 Kasım 1958), onun tabutunu taşıyanlar aslında aruzu da beraber mezara götürdüklerinin farkına varmamışlardı.
YAHYA KEMAL BEYATLI
KONU ANLATIM VİDEOSU ( Youtube Kanalımız için TIKLAYINIZ )
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR:
ŞİİR HAKKINDA GENEL BİLGİLER KATEGORİSİ