Mâni halk şiirinde en küçük nazım biçimidir. Yedi heceli 4 dizeden oluşur. Birinci ikinci ve dördüncü dizeler uyaklı, üçüncü dize serbesttir, uyak düzeni harflerle şöyle gösterilir: aaxa
Birinci ve üçüncü dizeleri serbest, ikinci ve dördüncü dizeleri uyaklı mâniler de vardır.
Mânilerin ilk iki dizesi, uyağı doldurmak ya da temel düşünceye bir giriş yapmak için söylenir. Genellikle asıl söylenmek istenen düşünceyle anlam yönünden ilgisi pek yokmuş gibi görüne de konuya bağlı olarak yorumlanabilir. Üçüncü dizenin serbest olması mâni söyleyene kolaylık sağlar. Temel duygu ve düşünce son dizede ortaya çıkar.
Anlamı bir dize ya da uyak bulunamadığı durumlarda, birinci dizede, anlamlı bir sözcüğün hitap biçiminde yinelenmesiyle dize doldurulur ya da türlü çağrışımlar yaratabilecek uydurma bir sözcükle uyak sağlanır.
Kesik Mâni
Birinci dizesinin hece sayısı yediden az olan mânilerdir. Dizeleri cinaslı uyaklarla kurulur. Bundan dolayı böyle mânilere cinaslı mâni de denir. Birinci dize cinaslı uyağı oluşturan sözcüktür. Bu sözcük ya da söz öbeği anlamlı da olsa düşünceye bir giriş ve uyağa başlangıç niteliğinde olduğundan mâninin yapısında ve anlamında bir aksaklığa yol açmaz.
Kesik mânilerde anlam birimi beyittir. Yani, her beytin anlamca, öteki beyitlerle bir ilgisi yoktur. Aradan bir beyit çıkarılmasıyla mâninin yapısında ve anlamında bir bozukluk meydana gelmez.
Artık Mâni
4 dizeli genel tipte olan mâniye, aynı uyakta başka dizeler eklenerek söylenen mâniye denir. Bunları, dize sayısı dörtten artık olan kesik mânilerle karıştırmamak gerekir. Artık mânilerde genellikle cinaslı uyak kullanılmadığı gibi birinci dizeleri de anlamlıdır. Artık mânilere yedekli mâni de denir.
Deyiş (Karşılıklı Mâni)
İki kişinin karşılıklı olarak söyledikleri mânilere deyiş adı verilir. Bunlar, sorulu cevaplı biçimde düzenlenir. Böyle mânilerde kimi zaman mâninin, kimin ağzından söylendiği belirtilir.
(Cem DİLCİN, Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, TDK, Ank.1997.)
TAM MANI
(Birinci Dizesi Doldurma)
Kum birikmiş derede,
Vefasız yâr nerede?
Geçersin belki dedim,
Bekledim pencerede.
Anonim
ARTIK MANİ
Ağlarım çağlar gibi,
Derdim var dağlar gibi,
Ciğerden yaralıyım,
Gülerim sağlar gibi.
Her gelen bir gül ister,
Sahipsiz bağlar gibi
Anonim
DEYİŞ
Altınım alma beni,
Dillere salma beni,
Götür sarrafa göster,
Kalp isem alma beni.
-Altınsın aldım seni,
Dillere saldım seni,
Sarraf seni neylesin,
Beğendim aldım seni.
Anonim
KESİK (CİNASLI) MANİ
Ayna güzel,
Yüz güzel, ayna güzel,
Güzel yâri görenler,
Dediler: Ay ne güzel!
Oturmuş zülfün tarar,
Dizinde ayna güzel.
Anonim
KARŞI-BERİ
Erkek : Mâni mâni mesdi yâr,
Ben ne dedim mesdi yâr?
İkimiz arasında,
Serin yeller esdi yâr.
Kız : Mâniyi mâniciğiyim,
Beylere gemiciyim,
İster al ister alma,
Ben seni alıcıyım.
Anonim
TAM MANİ (İlk iki dizesi doldurma)
Elmayı bütün dildim,
Çamura düştü sildim,
Ben yârimin kıymetin,
Gittikten sonra bildim.
Anonim
- MANİ:
Mani, yedi hecelik ölçüyle söylenmiş dört mısralık bir nazımdır. Yalnız cinaslı manilerle artık mısralı manilerde bu koşul bozulmaktadır. Dört mısralık manilerde birinci, ikinci ve dördüncü mısralar birbirleriyle kafiyeli, üçüncü mısra serbesttin Manilerin ilk iki mısraı doldurmadır. Bunlarda pek anlam aranmaz. Asıl anlam son iki mısradadır. İlk iki mısra, son mısraların hazırlayıcısı durumundadır, örnek:
Doğal mani:
saçımda siyahım var
bülbül gibi ahım var
göz gördü gönül sevdi
benim ne günahım var
Gülmeceli mizahî) mani:
Bahçede iğde midir
Dalları yerde midir
Her gördüğün seversin
Sendeki mide midir
Cinaslı mani
Sürüne Madem çoban değilsin
Ardındaki sürü ne
Ben bir körpe kuzuyum
Al kat beni sürüne
Beni böyle yandıran
Sürüm sürüm sürüne.
Artık mısralı mani :
Derdim var beller gibi
Söylemem eller gibi
Kalbimin hüzünü var
Yıkılmış ileler gibi
Gözlerimden yas akar
Bulanmış seller gibi.
Cinaslı maniler daha çok İstanbul manileridir. Kafiyelerin cinaslı olması, anlamı daha güylü bir duruma getirdiği gibi, söylenişi daha sanatlı oluyor. Cinaslı manilerde ilk sözcük, kafiye hazırlığı içindir. Cinas, bu sözcükten doğmaktadır.
MANÎ (TDK TÜRK DİLİ DERGİSİ)
Türk halk şiirinin en küçük nazım biçimi olup çok geniş bir coğrafî alana yayılmıştır. Türkiye sınırlan içinde Denizli’de mâna, Urfa’da kadınlar arasında söylenenlerine, me’âni, erkekler arasındakilere ise hoyrat,Doğu Karadeniz bölgesinde ise karşı-beri adıyla tanınmaktadır. Karşı-berîlerde karşılıklı olarak ve sıra ile kişiler iki dize söylerler; ikinci dizeler kendi arasında kafiyelidir. Türkiye dışında ise Azerbaycan’da bayatı;Irak’taki Türkler arasında hoyrat; Kazan Türkleri ve Kırgızlar arasında aytipa, kayım öleng veya ülenek; Tatarlarda çinik, çinig, cink, şın; Kırım Tatarlarında mane, Özbekler arasında koşuk, aşula adlarıyla bilinmekte olan mani, değişik araştırmacılar tarafından uzun yıllardan beri üzerinde durulmasına rağmen, etimolojisi bakımından tam bir kesinliğe kavuşturulamamıştır. Bazı araştırmacılara göre bu kelime Arapça mânâ kelimesinin bozulmuş bir biçimidir. Başka araştırmacılar ise man kelimesinden türemiş olduğunu kabul etmekte ve Türkçe asıllı bir kelime olduğunu ileri sürmektedir.
Mani, genellikle yedi heceden oluşan dört dizelik bir türdür. Bu bir tek dörtlük içinde bir anlam bütünlüğü göstermek zorundadır. Anlamın ağırlığını taşıyan dizeler çoğunlukla üçüncü ve dördüncü dizelerdir. Genellikle ilk iki dize, asıl anlamı veren son dizelere bir hazırlık yapılmasını sağlayan doldurma dizelerdir. Bu ilk iki dize maninin bütünlüğü içerisinde herhangi bir anlam tamamlama endişesi taşımaksızın yer aldıkları gibi, bazan bu anlam bütünlüğüne katkıda da bulunmaktadırlar. İlk iki dizenin çeşitli manilerde değiştirilebildiği, ancak üçüncü ve özellikle de anlamın bütün yükünü çeken dördüncü dizenin ise hemen hemen hiç değiştirilmediğini görüyoruz.
Sözlerimizi daha iyi belirtebilmek için birkaç maniye bakalım :
İlk iki dizesi doldurma olanlar :
Elmayı bütün dildim,
Çamura düştü sildim.
Ben yârimin kıymetin
Gittikten sonra bildim.
Arat, Reşit Rahmeti, Eski Türk Şiiri, TTK yayınlarından, Ankara 1965.
veya
Damda otlar bitmez mi?
Süpürseler gitmez mi?
Gel gurbetten güzelim.
Bu hasretlik yetmez mi?
veya
Kaleden iniş olmaz,
Ham demir gümüş olmaz.
Güzele gönül verdim
Ölürüm dönüş olmaz.
veya
Bu dağlar ulu dağlar,
Eteği sulu dağlar.
Herkes yar ile gezer,
Yüreğim kara bağlar.
Birinci dizesi doldurma, diğer dizeleri maninin anlamını oluşturanlar :
Kum birikmiş derede,
Vefâsız yâr nerede?
Geçersin belki dedim
Bekledim pencerede.
veya
Samanlık dolu saman.
Uyan nişanlım uyan.
Eller düğün yapıyor,
Bizim düğün ne zaman?
veya
Suyu verdim soğana.
Gönlüm düştü oğlana.
Oğlan beni almazsa,
Bıçaklana doğrana.
İlk dizeleri doldurma olmasına rağmen son dizelerinin değiştiği manilere de rastlanmaktadır. Bunlar mani söyleyenin maniyi söylediği zamana, duruma ve olaylara göre aynı doldurma dizeleri kullandığım, ancak son dizelerde ise asıl amacım ortaya koyduğunu gösteren örneklerdir :
1. Kadifeden kesesi
2. Kahveden gelir sesi Doldurma dizeler
3. Benim sevdiğim yiğit
4. Bekârların efesi.
yerine aynı doldurma dizelere sahip olan şu maniler bu düşüncemizi destelemektedir:
1. Kadifeden kesesi
2. Kahveden gelir sesi
3. Nere mekân bağlamış
4. Ciğerimin köşesi.3
veya
(1. ve 2. dizeler aynı)
3. Gündüz gelme gece gel
4. Ciğerimin köşesi.
3. Ne dedim de darıldın
4. Ciğerimin köşesi.
3. Nerelerden geliyor
4. Ciğerimin köşesi.
3. Oturmuş gergef işler
4. Ciğerimin köşesi.
3. Oturmuş koyun sağar
4. Ciğerimin köşesi.
3. Oturmuş kumar oynar
4. Ciğerimin köşesi.
3. Oturmuş mani söyler
4. Ciğerimin köşesi.
3. Oturmuş yazı yazar
4. Ciğerimin köşesi.
3. Oturmuş rakı içer
4. Ciğerimin köşesi.
3. Sarhoş olmuş geliyor
4. Ciğerimin köşesi.
Başka örnekler :
1. Ayna attım çayıra
2. Şavkı düştü bayıra Doldurma dizeler
3. Erenler el kaldırsın
4. İşim döndü hayıra.
3. Eşiten amin desin
4. İşim döndü hayıra.
veya
3. Dua edin komşular
4. işim döndü hayıra.
veya
3. Gökte Rabbim çattığın
4. Yerde kimler ayıra?
Bazan bu ilk iki dizenin genişleyerek üçüncü dizeyi de içine aldığı görülmektedir :
1. Ben bir gümüş bıçağım
2. Yalan değil gerçeğim
3. Beni kim olsa sever
4. Bahçenin çiçeğiyim.
manisinde ilk üç dize aynı kalmış ve sadece son dize değişmiştir :
4. Hem gülüm hem çiçeğim.
Aslında mani dörtlüğü içinde bir anlam birliğinin dört dize içine yayılması maninin güzelliğini de rahatlıkla ortaya koymaktadır. Yapılan benzetmeler, çizilen tablo ve ifade bu dört dize içinde bir birlik oluşturduğunda mani daha güzel ve estetik bir yapıya kavuşmaktadır.
Manilerin uyak düzeni genellikle a, a, b, a şeklindedir. Birinci, ikinci ve dördüncü dizeler biribirleri ile uyaklı, üçüncü dize ise tamamen bağımsızdır. Giriş veya doldurma niteliğinde olan ilk iki dizenin uyak bakımından son dizeye bağlı olması sebebiyle en güzel maniler, anlam bakımından da bu bağlantıyı ortaya koyup her bakımdan bir bütünlük gösteren manilerdir. İlk iki dizenin zamanla veya bir kişi ve bölgelere göre değişmesi, bu bütünlüğe olumsuz yönde etki yapmaktadır. İlk iki dize, maninin anlam bakımından dış dünya ile ilişkisini, son iki dize ise vurgulamak istenen duygu ve düşünceyi sergilemeye çalışır. Bu iki bölüm biri birlerine ne kadar uyum gösterirlerse mani o kadar başarılı bir örnek sayılır. Sözünü ettiğimiz manilerden bir kaç örnek verelim :
Kaşların ok dedikçe
Kirpiğin çok dedikçe
Pek mi gönlün büyüdü
Sen gibi yok dedikçe.
veya
Çıktım eşik üstüne
Yâri görmek kastına
Yârim akça bezetmiş
Altın perçem üstüne.
veya
Canımı yakma sakın
Ellere bakma sakın
Seni pek sevdi gönlüm
Beni bırakma sakın.
veya
Kaşlar yaydır kemandır
Yeşil gözler yamandır
0 yâr seyrana çıkmış
Herkes ona hayrandır.
veya
Gittim arpa biçmeğe
Eğildim su içmeğe
Dediler "yârin gelmiş"
Kanat açtım uçmağa.
veya
Keşke derviş olaydım
Aba giymiş olaydım
Haftada değil ayda
Yüzün görmüş olaydım.
veya
Elmayı ince soydum
Yârin dizine koydum
Afiyet olsun yârim
Sen yedikçe ben doydum.
veya
Şu giden kimin kızı
Giyinmiş al, kırmızı
Hem gider, hem sallanır
Alıyor aklımızı.
veya
Ana başta taç imiş
Her derde ilâç imiş
Bir evlat pir olsa da
Anaya muhtaç imiş.
Tam mani veya düz mani adı verilen dört dizeli ve yedi heceli manilerden başka kesik mani, artık manive deyiş denilen çeşitleri de bulunmaktadır.
Karşılıklı olarak söylenen manilere ise deyiş adı verilmektedir. Burada karşı cinsten olan kişiler birer dörtlük (tam mani) söyleyerek dilek, duygu ve düşüncelerini açıklarlar. Genellikle ilk iki dizede soru-cevap biçiminde düzenlendiği görülür.
Bahçalarda gül var mı?
Gül dibinde yol var mı?
Gece yanına gelsem
Bana bir yerin var mı?
Bahçamızda gül de var
Gül dibinde yol da var
Hoş geldin safa geldin
Gönülde yerin de var.
veya
Altınım alma beni
Dillere salma beni
Götür sarrafa göster
Kalp isem alma beni.
Altınsın aldım seni
Dillere saldım seni
Sarraf seni neylesin
Beğendim aldım seni.
yahut
Oğlan heyben var mıdır?
içi dolu nar mıdır?
Üç yüz altın isterler
Hiç haberin var mıdır?
Havar kekliğim havar
Yaylaya doldu davar
Sen sağol ben sağolam
Üç yüz altında ne var?
Şu derede buz musun?
Gelin misin kız mısın?
Akşama geleceğim
Evde yalınız mısın?
Şu derede buzum ben
Gelin değil kızım ben
Geleceksen akşam gel
Evde yalınızım ben.
veya
Bayırda harmanım var
Sultandan fermanım var
Yiğit isen gel bana
Derdine dermanım var.
Bayırda harman olmaz
Sultandan ferman olmaz
Ben her kıza gelemem
Her kızda derman olmaz.
Yedi dizeli manilerin dışında bazı manilerin dize sayılarının 4, 5, 8, 10, 11 ve 14 olduğu da bilinmektedir. Bunların sayılarının kabarık olmaması, çok dizeli manilerin özelikle uyak bulma endişesi dolayısıyla kolay kolay düzülememesine, rahatlıkla hatırda tutulamamasına ve güçlü sanatkârların bunları yaratmaya önem vermemesine bağlanmaktadır.
İlk dizesinin yedi heceden daha az ve uyağın cinaslı olması halinde ortaya çıkan kesik mani özellikle eski İstanbul kahvelerinde çok tutulmuş ve yayılmıştır. Bunlardaki uyaklar cinaslı olduğundan, cinaslı manidiye de bilinmektedirler. Eski İstanbul’da bunların doğmaca olarak söylenmesi, sanatkârın değerini daha da artıran bir özellikti. Söz gelimi, İstanbul’un ünlü manicilerinden Perişan Halil mezbahaya götürdüğü dana ile Haliç üzerindeki Köprü’den geçerken dana bir çocuğa boynuz vurur. Olay üzerine kalabalığın feryatlarla, bağırmalarla başına toplandığım gören Halil, elini kulağına atar ve işi bastırmak için en gür sesiyle ve makamla o anda şu maniyi doğaçtan söyleyiverir :
Adam aman...
Bu dana
Vurdu dana sübyana
Boynuzları budana
Çıktı artık gözümden
Sizin olsun bu dana.
Manilerin özel bir ezgi ile söylendiğini gösteren bu satırları, Ahmet Rasim de desteklemektedir.. “Mani” başlığını koyduğu bir yazısında aynen şunları söylemektedir:
“Mâni denir denmez, gelen seslendirme şekli:
“Adam aman aman!
dan ibârettir. Biz, İstanbul çocukları, bu kelimeyi başka bir şekilde karşılayamayız!.. Gerçekten, Halk Edebiyatı’nda da bu şekil, mânilerin en usûle düşkün bir ağırlayıcıdır. Mâniyi karşılar, makamına götürür, uğurlar.
Şarkılarımızdaki, türkülerimizdeki giriş ile nakarat, hatta miyân basış gibi güfte ve beste yerine, âdetâ bir tekrar olarak bu şekilde yapılır.
Ahmed Vefik Paşa rahmetli, Lehçe-i Osmânî’sinde, mâni karşılığında: “Maâni; usûlsüz, vuruşsuz ezgilerle okunan vezinsiz, mânâsız güfte.” yazmışsa da, onun bu açıklaması, mâniyi bilmediğinden, daha doğrusu şunun bunun iftirası sonucu olarak külhanbeyi şarkıları araşma giren bir güfte ve beste sayılarak vezir edîblerden birine bu şekilde sunulmuş olmasından doğan bir söz yanlışlığıdır. Yoksa mâni, aslında, hem “bedî”, ve “beyân” dallarının değişmez kaidelerince söylenişi, iki anlamlı sözler bölüğünden, hem de Doğu mu, Türk mü, Osmanlı mı, İslâm mı, herhangisinin ise işte onlardan birinin sâhib olduğu mûsiki tarzı çeşitlerindendir.
Şimdi, burada, bir ara-söze kat’î bir ihtiyâç vardır :
Mâni öyle bir nazım şeklidir ki, mûsikimizin ancak ona ayırdığı söyleyiş tarzı ile tamam olur, demek yerindedir.
Yoksa, genel olarak, Çinili Hamam natırı veya ustası Benli Zehrâ’nın bir Hıdırellez sabahı kısmet çömleğinden çekip çıkardığı her örneğe karşı el yanakta, yayık ağız, şaşı göz, iner çıkar gırtlak veyâhut avurdu yırtık Memiş’in aklına yelken ettiği zamanlarda avaz avaz okudukları :
Arpalar evlek evlek
Dadandı kara leylek
Kışı burda kışladık
Yazın ayırdı felek
Kalenin burcu muyum
Dil bilmez Gürcü müyüm
Beni gurbete yollar
Ben gurbet harcı mıyım
gibi, Vefik Paşa rahmetlinin mâni açıklamasına uygun düşen, allakbullak kıtalara asla mâni denilemez. Meğer ki mâni gibi ince, ince olduğu kadar rûh okşayan ve dâimâ bir maksadı anlatan, müstakil beyitler,müfredler olsun!..
Biraz evvel arz etmiştim, mâniler mûsikisimizin ona ayırdığı makamla tamam olur. Bunlar âdeta kafiye ve redif bakımından bir kulak verişte, bir bakışta, “Kafiye içindir”, “Göz için de olabilir” nazariyesinin dayandığı müstakil beyitlerden yâni “müfredlerden” ibarettir. Dört mısrâlı yâni kıta’yı andırır şekilde olanına ne tesâdüf ettim, ne de husûsî şekilde okunanım dinledim.
Mâniciler, bunların kafiye ve redif kısmına ayak derler: “Ayak bulmak”, “ayağı ayağına getirmek”, aynı kafiyede bir başka beyit bulup ve yâhut hemen düşürüp söylemek demektir ki onlar arasında en makbûl bir sanat, bir zekâ eseridir.”
Halk arasında mani söyleme işinin çok ciddiye alındığını başka bir araştırmacı da vurgulamaktadır: “Mani söyleme halk arasında o derece yaygınlaşmıştır ki, mani söylemeyen veya gerektiği anda uygun düşen maniyi bulup diyemeyeni, karşı taraf yine bir maniyle kınamaktan çekinmez:
Duvar üstünde para
Baktım tuğrası kara
Sen de mani bilmezsin
Maymun yüzlü maskara."
Mani söylemeye çağrı yine mani ile yapılır :
Mani mani mendilden
Çıra yaktım kandilden
Gel otur manı diyek
Sen ağızdan, ben dilden
Mani mani rehindir
Manime gelen kimdir?
Kızlar mani diyelim
Bakalım dertli kimdir?
Ancak mani söylemesini bilmeyenler durumlarını ortaya koymaktan geri kalmazlar, fakat bunu da yine mani ile açıklamak zorundadırlar :
Mani bilmem ne deyim?
Beş mani borç edeyim.
Yârim gelip geçende
Yoluna harç edeyim.
Mani bilmem ne diyem?
Hangi yollara gidem?
Yangınlık başımızda
Boynumu büküp nidem?
Cinaslı olarak söylenen manilerden de bazı örnekler görerek eski İstanbul’da yaşayan manicilerin sanat gücünü sergileyelim :
Almadan
Kokun aldım almadan
Bir de yüzün göreyim
Tanrı canım almadan.
veya
Ayna güzel
Yüz güzel, ayna güzel
Güzel yâri görenler
Dediler: Ay ne güzel
Oturmuş zülfün tarar
Dizinde ayna güzel.
veya
Kararsın
Bulut gökte kararsın
Ne büyüksün ne küçük
Tamam bana kararsın
Gündüz gelme gece gel
Bekle sular kararsın
Sarılalım yatalım
Düşman bağrı kararsın
Atma kulun yabana
Bir gün olur ararsın.
veya
Dağıdır
Çıktım dağlar başına
Sordum bu ne dağıdır
Felek bana ses verdi
Dedi sevda dağıdır
Çirkin otağın kurmuş
Gelir güzel dağıtır
Ellerle gönül oynar
Bana çene dağıtır
veya
Gelse yârim yanıma
Cümle gamım dağıtır
Dilin bülbül yüzüm gül
Sinen cennet dağıdır
Bir kez yüzüme gülmez
Ettiği göz-dağıdır
Sensiz şeker yiyemem
Kuzum bana ağıdır.
veya
Yaradan
Tabip bilir yaradan
Derdimi kimse bilmez
Ancak bilir yaradan
Çaresiz derde düştüm
Kurtar beni yaradan
Sevdiğime insaf ver
Yeri göğü yaradan
Yetiş tabibim yetiş
Ölüyorum yaradan.
Artık maniler ise asıl uyak değişmeksizin daha çok dize eklenmesi sonunda ortaya çıkarlar. Bunların kesik maniden ayrılan yönü uyakların cinaslı olmayışı ile ilk dizelerinin bir anlam taşımasıdır :
Ağlarım çağlar gibi
Derdim var dağlar gibi
Ciğerden yaralıyım
Gülerim sağlar gibi
Her gelen bir gül ister
Sahipiz bağlar gibi.
veya
Şu dağlar garip dağlar
İçinde garip ağlar
Kimse garip ölmesin
Garip için kim ağlar?
Ağlarsa anam ağlar
Küsuru yalan ağlar.
veya
Ekin ektim bitmiyor
Boya vurdum tutmuyor
Aramızda dağlar var
Elim yâre yetmiyor
Şekerli yemek yaptım
Boğazımdan gitmiyor.
veya
Kuzular meler gelir
Yiğit aşka düşende
Başına neler gelir
Yâri ellerle gördüm
Aklıma neler gelir
Hicran oku sevdiğim
Sinemi deler gelir.
Ayrıca çok bilinen bir deyiş içinde masallarımızda yer alan Ali Cengiz Oyunu’nun —ki Bektaşi Velâyetnamelerinde de Hacı Bektaş Velînin başından geçen bir menkıbe gibi anlatılır — motiflerine büyük bir benzerlik göze çarpmaktadır :
Ağa : Âdilem sen nâçarsın
İnci mercan saçarsın
Dünya deniz olunca
Gülüm nere kaçarsın?
Âdile : Ağam derim nâçarım
inci mercan saçarım
Dünya deniz olunca
Ben kuş olup uçarım.
Ağa : Âdilem sen nâçarsın
La'l ü gevher saçarsın
Ben bir şahin olsam
Yavrum nere kaçarsın?
Âdile : Ağam derim nâçarım
La'l ü gevher saçarım
Sen bir şahin olunca
Ben yerlere kaçarım.
Ağa : Âdilem sen nâçarsın
La'l ü gevher saçarsın
Ben Azrail olunca
Kuzum nere kaçarsın?
Âdile : Ağam derim nâçarım
La'l ü gevher saçarım
Sen Azrail olunca
Ben cennete kaçarım.
Gaziantep yöresinde derlenen İlbeyli hikayesinde, hikayenin kahramanları Abdurrahman beyin oğlu İlbeyli Keleş ile Fazlı beyin kızı Yosma’nın karşılıklı olarak şu şekilde “pınar başında birbirine mani attıklarım” görüyoruz :
Yosma : Nergis açmış dallarım var
Baldan tatlı dillerim var
İlbeylim gel sarılalım
Seni bekler kollarım var.
İlbeyli : Kar çiçeği gibi akım
Başı boz dumanlı dağım
Sarılmanın zamanı var
Gelmedi görüşmek çağım.
Yosma : Nergis gibi gözüm kara
Benlerim var sıra sıra
Ölüm var hem ayrılık var
Kavuşsun bu can yâr yâra.
İlbeyli : Çiğdem gibi benzin sarı
Bal yapar beni gök arı
Ölüm Allah’ın emri
Ahrette bulur yâr yâri.
Yosma : Sümbül gibi boyum uzun
Gerdanda ben düzüm düzüm
Ele geçmez böyle fırsat
Gel sarılak iki gözüm.
İlbeyli : Seher vakti güllerimde
Bülbül öter dallarımda
Al da kokla sevdiğim yâr
Kırmızı gül ellerimde.
Yosma : Lâle gibi eğri boynum
Başım yeşil sarı donum
Yosma der ki İlbeyli, oğlum
Kurban olsun sana canım.
İlbeyli : Reyhandır İlbeylioğlu
Misk ü anber gül kokulu.
Perçeminin her telinde
Elvan deste çiçek dolu.
Karşı-beri adıyla Doğu Karadeniz bölgesinde böylenen manilerin yapısal durumları dolasıyla bazı araştırıcılar tarafından türkülerin sınıflandırmasında söz konusu edildiği görülmektedir. Ancak, Caferoğlu metinleri aktarırken yaptığı bir açıklamada (s. 275) “kaşka” kelimesinin “mani” anlamına geldiğini de belirterek bunların mani türü içinde olması gerektiğini kabul etmek durumunda kalmıştır. Bu konuda yayımlanmış bulunan örneklerin yanısıra kendi arşivimizdeki bazı metinlerden parçalar vermek istiyorum. Çeşitli yerlerde her ne kadar “atma türkü” adı veriliyorsa da, halk bunu mani söyleme geleneği içerisinde düşünmekte ve uygulamaktadır :
Erkek : Mani mani meseli yar
Ben ne dedim mesdi yar
İkimiz arasında
Serin yeller esti yar.
Kız : Maniyi maniciyim
Beylere gemiciyim
ister al ister alma
Ben seni alıcıyım.
Erkek : Başına Acem şalı
Kırılsın her bir dalı
Girsin yerin altına
İkimizin ikbali.
Kız : Otur sevdiğim otur
Rize iskemlesine
Yüreğimin derdini
Diyemem hepisine.
Karşı-beri” adım da söyleyenlerin durumunu gösterir biçimi şu örnekte buluyoruz :
Beriki : Kuşlardan hangi kuştur
Yavrusuna süt veren?
Karşıki : Selasettin kuşudur
Kiremitlere giren.
Beriki : Kuşlardan hangi kuştur
Boynuna var yel bağı?
Karşıki : Ona atmaca derler
Aşar dumanlı dağı.
Halk şairi Celâl Yetimoğlu, Çimil yaylası yolunda karşılaştığı ve ot biçmekte olan bir genç kızla şu şekilde söyleşmiştir :
Celâl : Arkası Demir dağı
Çimil üç para köydür.
Kız : Giyemedim çuham
Herhalde kolu dardır.
Celâl : Sen biçersin inek yer
Sana ne kârı vardır?
Kız : Her halde ki sana da
Yürek efkârı vardır.
Yarasa: Gel götüreyim seni
İki de evde vardır.
Kız : Sen misin kocaları.
Yoksa ortağın vardır?
Manilerin hece sayısından söz ederken bunların genellikle 7 heceli dizelerden oluştuğunu söylemiştik. Ancak en küçük hece ölçüsüne sahip olan maniyi 4 heceli olarak da görebiliyoruz. Bunun gerçekten dört dizeli mi olduğu, yoksa iki dizenin bölünmesinden mi ortaya çıktığı konusunun ayrıca araştırılmaya değer olduğunu da belirtelim :
Nar tanesi
Nur tanesi
Sen gönlümün
Bir tanesi
veya
Ah ey felek
Yandı yürek
Çare nedir
Çekmek gerek.
Bu dört heceli olanlardan sonra beş heceli manilerden de birkaç örnek verelim :
0 yanı keçe
Bu yanı keçe
Helâl süt emmiş
Elime geçe.
veya
Bahçede iğde
Dalları yerde
Sevdiğim oğlan
Kim bilir nerde?
veya
Çaldığı sazdır
Ettiği nazdır
Ne kadar sevsen
Gene de azdır.
Sekiz heceli maniler, yedi heceli olanlar kadar sık rastlanmasa da halk arasında çok sevilen ve tutulan manilerdir. Özellikle bekçi ve davulcu manileri diye t anman Ramazan manilerinin büyük çoğunluğunu bu sekiz heceli maniler oluşturmaktadır :
Sarı çiğdem yaz getirir
Mor menekşe güz getirir
Gurbet elde ölüm yitim
İhtiyarlık tez getirir.
Dağlar başı duman olmuş
Sensiz halim yaman olmuş
Yârim senden ayrılalı
işim gücüm figan olmuş.
Ezme ile ezme ile
Yâr bulunmaz gezme ile
Kızlar kazsın mezarımı
Altın saplı kazma ile.
Bir anadan olmayaydım
Bu günleri görmeyeydim
Zulüm ettin kahpe felek
Şu dünyaya gelmeyeydim.
Bu örneklerde de görüldüğü gibi sekiz heceli dizelerde durak 4+4 biçiminde ortaya çıkmaktadır. Bazan bunun Ramazan manilerinde 5+3 biçimine girdiği veya durak kavramına pek de uyulmadığı anlaşılmaktadır :
Avlu dibinde seslerin
ibrişim gömlek isterim
ibrişim gömlek olmazsa
Telli bir çevre isterim
Varıyorum varıyorum
Davulumu çalıyorum
Ben ağamı övüyorum
Kalk ağacım vakit oldu.
Güle geldim evinize
Selâm verdim cümlenize
Bahşişimi vermezseniz
Darılım hepinize.
Besmeleyle çıktım yola
Selâm verdim sağa sola
A benim devletli beyim
Bayramın mübarek ola.
Merdane beyim merdane
Saatler takim gerdane
iki gözüm Mehmet beyim
Mahalle içinde bir tane.
Ramazan iptidası
Kuruldu cennet binası
Bu ayda oruç tutanın
Kabule geçer duası.
Anadolu’nun bazı yörelerinde, söz gelimi Burdur, Isparta ve bunların çevrelerinde Ramazan davulunu çalanların çift olarak kapı kapı dolaştığı bilinmektedir. Biri davul çalarken diğeri zuma çalar. Ramazan biterken ev ev dolaşıp “Ramazan Okşaması” adı verilen sözlü ezgilerle, daha doğrusu manilerle veya manilerden oluşan mani katarlarıyla çeşitli hediyeler ve bahşiş isterler. Evlerden verilecek hediyelerin ve paranın daha fazla olabilmesi için de mani sözleri bir hayli süslü ve öğücüdür. Biribirini izleyen manilerden oluşan bir Ramazan okşamasını örnek olarak verebiliriz :
Koşa koşa indim geldim
Davulumu vurdum deldim
Hanenize yeni geldim
Uyan da beyim güllere boyan.
Evlerinin önü üzüm
Yaprakları düzüm düzüm
Uyandım mı iki gözüm?
Uyan da beyim güllere boyan.
Daracık sokakta mı kaldın?
Dalgın uykulardan uyandın
Davulcunu gelmez mi sandın?
Uyan da beyim güllere boyan.
Evlerinin önü duttur
Dutun yaprağı sıktır
Ağamın da gözü toktur
Uyan da beyim güllere boyan.
işte geldim koşa koşa
Ayağımı vurdum taşa
Beyefendi sen çok yaşa
Uyan da beyim güllere boyan.
Merdiveni mermer taşı
Üstü yağlı pilav aşı
Yiğitlerin baştan başı
Uyan da beyim güllere boyan.
Davulumun ucu tura
Kolum şişti vura vura
Ahmet bey hanesi bura
Uyan da beyim güllere boyan.
İstanbul’da da Ramazan geceleri uyandırma görevini üstlenen bekçilerin kendilerine özgü çeşitli manileri alt alta getirerek kapı önlerinde söyledikleri ve bahşiş aldıklarını kaynaklardan öğreniyoruz. Bu manilere toplu olarak Bekçi destanı adı da verilmektedir. Bunlarda biraz daha fazla olarak öğüt verme motifi işlenmiştir :
Sakınıp deryaya dalma,
Başını kavgaya salma,
Bir akçaya da verseler,
Kimsenin ahım alma.
Züğürtlüğü alma sakın.
Gelmesin bu yere yakın,
Devlet kuşunu araştır.
Sağına soluna bakın.
Nedir dersen devlet kuşun,
Devlet kuşudur bahşişin,
Dilerim ki bekçi senin
Devlet kuşu yarsın başın.
veya
Yufka bağrın ezdi bekçi,
Dünyasından bezdi bekçi,
Ramazan zahiresini,
İlkbahardan düzdü bekçi.
Bekçi hastayken sağaldı,
Bekçinin harcı çoğaldı.
Börek ile yumurtaya,
Üç dirhem bir denk aldı.
Mahalleden kaçmış bekçi,
Dünyasından geçmiş bekçi,
Bu gece bir hurma ile,
İftarını açmış bekçi.
Onbir heceli dizelerden oluşan manilerin sayısı, yedili ve sekizli olanlara göre daha azdır. Bunlarda durak, daha çok 6+5 biçiminde olup 4+4+3 şekline de rastlanır:
İğdenin dibinde ne salınırsın?
Altın pas tutmaz ki ne silinirsin?
Kömür gözlerine kurban olayım.
Sen benim sözüme ne alınırsın?
Ne kadar kuş olsan uçsan havadan
Şahin yavrusunu atmaz yuvadan
Sen beni yakandan atar olmuşsun
Ben seni unutmam hayır duadan.
Eğin’de, gurbete gönderdiği kocasının ardından en içten duygularını dile getiren kadınların söylediği maniler de onbir heceli olanlardandır :
İstanbul içinde öter bir keklik
Sana vatan oldu bize gurbetlik
Ala gözlerini sevdiğim ağam
Gel bir sıla eyle olam cennetlik.
Yüce dağ başında seni beklerim
Yüküm yıkılınca gene yüklerim
Kömür gözlerini sevdiğim yârım
Senden ayrılalı arttı dertlerim.
Manilerimizin yukardaki şekilde yani dizelerdeki hece sayısına göre, sınıflandırılmalarından başka bir de kullanıldıktan yerlere ve konularına göre sınıflandırma denemeleri de yapılmıştır. Bunlardan arasında fal veya niyet, sevgi, bekçi veya davulcu (Ramazan ayında), satıcı manileri, eski İstanbul’un semaî kahvelerinde söylenen cinaslı maniler, halk hikayelerini anlatan âşıkların bu hikayelerin arasında söyledikleri maniler, saya (koyunun 100’ünde yapılan uygulamalar) manileri, mektup manileri ile mani dörtlüklerinin biri biri ardına eklenmesi suretiyle oluşturulan ve Karadeniz bölgesinde Karşılama adını alan maniler, konularına göre sınıflandırmada madde başı olarak yer tutmaktadırlar.
Manilerin, nerede kullanılırsa kullanılsın manici, mani yakıcı, mani düzücü denilen kişiler tarafından doğmaca olarak ve özel bir ezgi ile söylendiği de yukanda belirtilmişti. İyi mani söylemenin sadece maniyi ezbere tekrar etmek demek olmadığı, sözle müzik beraberliğinin (prozodi) mani yakmada veya söylemede bile çok önemli bir özellik olduğu bir çok derlemeci tarafından gözlenmiştir. Bu bakımdan manilerin sınıflandırılmasında bölgelere göre ezgilerin de göz önünde tutulmasında büyük yarar vardır.
Anonim olarak kabul edilen binlerce maninin dışında, bazı saz şairlerimizin de ilk dizede kendi mahlâslarını kullanarak mani söylemiş oldukları görülmüştür :
Hatâyi’m hâl çağında Hak gönül alçağında
Bin Kabe'den yeğrektir Bir gönül al çağında.
***
Seydi'm eder taşlı dağlar
Çiçekli kuşlu dağlar
Sen de mi yârdan ayrıldın?
Gözlerin yaşlı dağlar.
* * *
Halk şairlerimizden başka, edebiyat tarihimizde Beş Hececiler olarak ün kazanmış kişilerden Orhan Seyfi Orhon ile Yusuf Ziya Ortaç’ın da maniler yazdıkları bilinmektedir. Orhan Seyfi şu manilere imzasını atmıştır :
Kalbimin külü kaldı,
Yere döküldü kaldı,
Yolları beklemekten.
Boynum bükülü kaldı.
veya
Can işte, canan hani?
Dert işte, derman hani?
Gönül sarayı bomboş,
Beklenerr sultan hani?
veya
Yattı uykuya daldı,
Göğsü açılı kaldı,
Bir busesini çaldım,
Uyandı geri aldı.
Yusuf Ziya Ortaç’ın kaleminden çıkanlar arasında ise şunları görmekteyiz:
Gözlerin mavi mine
Vuruldum perçemine,
Aşkın beni çevirdi,
Aslı'nın Kerem'ine.
veya
Naz edip beni üzme
Öyle gözünü süzme
Gel öpeyim deyince
Dudaklarını büzme.
Edebiyat tarihçimiz M. Fuad Köprülü de o zamanki akımm etkisinde kalarak şu manileri yazmıştır :
Elinde altın tepsi.
Kız yolunu kim kesti?
Çiçekler takınsana,
Sevda yelleri esti.
veya
Sürüye çoban nerde?
Yelden ses kapan nerde?
Şair dilden söylemiş
Yürekten kopan nerde?
Manilerin anonim olma özelliği düşünülürse bu şekilde âşıklar ve diğer şairler eliyle halk şiirimize kazandırılan eserlerin mani dünyası içinde özel bir yeri olduğunu gözden uzak tutulmaması gerektiği de ortaya çıkar.
Anonim halk şiirinin iki türü olarak kabul edilen mani ile koşmanın en yaygın biçimi türküye geçmeden önce, genel olarak halk edebiyatımızı değerlendiren bir yazarımızın düşüncelerini de aktararak aradan geçen yılların bir şey değiştirmediğinin altını çizmek istiyoruz:
“Halk edebiyatının kıymeti. — Halk edebiyatını toplu bir bakışla gördükten sonra bunların kıymeti hakkında da bir fikir edinmek lâzımdır.
Gerek millî destanlar, masallar, atasözleri gibi Türk İçtimaî vicdanının vasıtasız ve isimsiz ifadesi olan mahsuller; gerek saz şairlerinin şiirleri, bilhassa millî ruha tercüman olmak yönünden pek kıymetlidir. Bir çok devirlerde halk kitlesi, tarihî varlığını ve kısmen dilini bütün saflığı ile ancak bu eserlerde saklayabilmiştir. Bu itibarla halk edebiyatı sade, fakat özlü bir edebiyattır.
Münevverlerin bu edebiyatı bilmesi, tanıması; halkı bilmesi ve tanıması için behemehal lâzımdır. Asırlardan beri kendini halktan çekmiş, onunla her türlü alâkasını kesmiş olan münevverlerimiz, bu eserler vasıtasıyla halk ruhunu öğrenebileceklerdir. Türk köylüsünün çoğumuza kaba saba gelen konuşmaları ve görünüşlerine ısınmak suretiyledir ki bu yanık alınların arkasında işleyen canlı bir beyin; güneşten kararmış, kıllı göğüslerin içinde çarpan içli bir yürek olduğunu anlayabileceğiz. Bunu yapmadıkça onları takdir etmek, sevmek bizim için kabil olamayacaktır. Bu takdirde kendilerini sevmeyen, kendileri için yüreği çarpmayan münevverlere halk, asla itimat etmeyecektir. Bu edebiyat, münevverle halk arasındaki kale duvarını yıkacak en kuvvetli ve ateşli bir toptur.
Halk edebiyatının, münevverler ve halk terbiyesi üzerindeki bu ehemmiyetinden başka ilim ve san’at noktasından büyük kıymetleri vardır. İlim için mühim olan cihet, Türk ruhunun tahlilini yapmak isteyen bir âlimin, bu mahsullerde millî vicdanın en aslî unsurlarım bulmasıdır. Bu unsurlar vasıtasıyla tarihin ancak vukuatı sıralayan soğuk kanlı usulü yanında canlı bir cemiyet tercemei hali vücuda getirilebilecektir. Alman âlimi Vunt: Wundt gibi halk ruhiyatı ile meşgul olacak bir Türk araştırıcısı ancak bu eserler, bilhassa efsanelerle Türk ruhiyatım ve İçtimaî hayatım meydana koyabilecektir. Türkün dış âlem telâkkisini, ruh ve mükemmel insan telâkkisini, hayatı görüşünü, bunlardan daha emniyetle gösterecek hangi eserler vardır?
Bundan başka, halk edebiyatı dil âlimleri için de en kıymetli kaynaklardan biridir. En eski destan metinlerinden bugün yaşayan saz şairlerimizin diyişlerine kadar halk edebiyatında geçen öz Türkçe kelimeleri, kullanılan sentaks şekillerini münevverlerin bozulmuş edebiyatında bulmak kabil değildir. Kelimelerin tarihi ve istihalelerinin şekli tespit edilirken bu eserler, en şaşmaz yardımcımız olacaktır.
San’at noktasına gelince, millî ruhu müşahhas bir şekilde, romanda ve bilhassa tiyatroda yaşatmak isteyenler için tükenmez bir haznedir. Fakat halk edebiyatı eserleri, bugünkü hallerde bizim iştiyaklarımıza, yükselen duygularımıza temamıyla cevap verecek bir halde değildir. Cemiyet hayatının çok mürekkep bir hal alması, bizim de hislerimizdeki basitliği gidermiştir, gidermektedir. Bunlarla iktifa etmek, tereyağı, ayran gibi temiz, fakat basit katıklardan bir kır yemeği ile bütün bir ömrün gıdasını temine kalkmak olur. Halbuki bugünün zevki, aym temiz maddelerle, insan zekâsının yarattığı sun’î yemekleri yemek için bizi zorlamıyor mu?
Bu itibarla yarın doğacak, en yüksek güzellik ihtiyaçlarım karşılayacak millî edebiyat ve millî musikimiz için bu şiir maddeleri özlü birer maya teşkil edecektir. Netekim diğer büyük milletler de böyle yapmışlardır. Almanyada Herder in büyük bir alâka ile tetkik edip ehemmiyetini meydana koyduğu halk edebiyatı Göyte için, Vağner için tükenmek bilmez bir şiir ve musiki haznesi olmuştur. Fakat onlar, yaşadıkları devirlerin en yüksek fikir ve; his kalıplan içinde, eski cermen ruhuna yep yeni bir kisve vermişler; onları yalnız kendi milletlerine değil, bütün dünyaya sözle ve sesle tanıtmışlardır. Türk şairleri ve musikicileri için de gerektir ki bizde henüz el vurulmamış bu mevzular, büyük sanatkârlarımızın ilhamlarına pınar olsun. Son zamanlarda “Türk tarihi” hareketi, Faruk Nafize ve diğer şairlerimize bu vadide eserler yazdırmaya başlamıştır. Bu başlangıcın daha esaslı olmasını, musikimizin ayni yolda yüksek eserler vermesini dilemekten kendimizi alamayız. Türk san’atında “humaine: İnsanî” vasfını alabilecek, bütün dünyaya yayılabilecek eserlerin, hiç değilse mühim bir kısmını, ham maddesi halkın hayat ve edebiyatı olan bu türlü millî eserler teşkil edecektir. Bu vadide yapılacak çok iş olduğunu; büyük âlim, büyük sanatkârların yaratıcı ellerini beklediğini daima hatırlamalıyız; “o eller niçin benimkiler olmasın!” diye ruhumuzu kırbaçlamak; millî duygularımızın hızını arttırmalıyız”
Halk edebiyatımızın önemli bir bölümünün anonim bir kimlik içinde bulunduğunu göz ardı etmezsek, yukarıda verilen hükümlerin gerek maniler, gerek türküler için de geçerli olduğunu kolayca onaylamamız gerekecektir.
İLGİLİ İÇERİK