İran ve Türk edebiyatlarına has klasik mesnevi konusu.
Bir aşk macerasının asırlar boyunca ilgi görmüş ve sevilmiş hikâyesi olan Hüsrev ve Şîrin'in aslı Sâsânî Hükümdarı Pervîz'in hayatından alınmış olup Şîrîn ü Hüsrev, Şîrîn ve Pervîz. Ferhâd ve Şîrîn, Ferhadnâme gibi adlarla da bilinmektedir.
Yaşadığı dönemden itibaren Hüsrev'in Şaşaalı saltanatı (590-628), sevgilisi Şîrîn, Şebdîz ile musikişinasları Bârbed. Nikisâ ve hazineleri hakkında çeşitli efsaneler ortaya çıkmıştır. Hüsrev'in çok zengin ve ihtişamlı bir hükümdar olduğunu belirten tarihî kaynaklarda onun siyasî hayatına geniş yer verildiği halde Şîrin'le münasebetine birkaç satırla temas edilir. Mesnevilerde ise Hüsrev'in siyasî hayatı kısaca geçilirken asıl ağırlığı Şîrin ile olan aşk macerası teşkil eder. Hüsrev'in tarihî şahsiyetinin çok iyi bilinmesine karşılık Şîrin'e ait bilgiler birbirini tutmamaktadır. Onun, hikâyeye aykırı olarak İran büyüklerinden birinin cariyesi diye gösterilmesi yanında (Mîrhând, I, 265-267; Hândmîr, vr. 92) Hüsrev'in cariyesi (Taberî, III, 114) veya Romalı Hıristiyan bir kız olarak da (Lebeau, XI, 501) söz konusu edildiği görülür. Şöhnâme ise Şîrin'i Ermen ülkesi melikesi Mihîn Bânû'nun yeğeni olarak tanıtır. Nizâmî-i Gencevî ile Ali Şîr Nevâî de onu böyle göstermişlerdir. Hikâyenin diğer kahramanı olan Ferhad'ın tarihî şahsiyeti ise meçhuldür. Şahneme ve Ravzatü'ş-şafâ'da adı geçmez; Nizâmî'de, Rum diyarında (Bizans) suyolları yapmakla ün salmış usta bir mimar ve mühendis olarak görülür. Şeyhî'nin eserinde Hüsrev'in müşaviri Şâvur'un Çin'den ders arkadaşı olur. Nevâî'de Çin hakanının oğlu olan bir mimar ve ressamdır (mesnevinin bu kahramanları hakkında daha geniş bilgi için bk. Hüsrev ü Şîrîn |haz. Faruk K. Timurtaşl, hazırlayanın girişi, s. 18-21).
Hüsrev ve Şîrin konusu, edebiyatta ilk defa Firdevsî'nin Şehnâme’sinde siyasî mücadeleler esas olmak üzere yer almış-, sa da ona asıl şeklini vererek başlı başına klasik bir konu haline gelmesini sağlayan Nizâmî-i Gencevî olmuştur. Onun mesnevi tarzında ölümsüzleştirdiği bu macera kendisinden sonra yüzyıllar boyunca elliden fazla şair tarafından işlenmiştir. Bu eserler, bazı farklı tarafları bulunmakla beraber hep Nizâmî'nin eserinden ilham alınarak yazılmıştır.
Mesnevinin Nizâmî'deki şekliyle esas çerçevesi şöyledir: Çocuğu olmayan İran hükümdarı Hürmüz'ün Tanrı'ya yakarışları ve adakları sonunda dünyaya gelen oğlu Hüsrev, büyük bir itina ile büyütülüp delikanlılık çağına vardığında bir gece rüyasında gördüğü dedesi Enûşirevân'dan kendisine Allah tarafından şu dört şeyin ihsan edileceği müjdesini alır: Emsalsiz güzellikte bir sevgili, adı Şebdîz olan harikulade bir at, Bârbed adında bir musikişinas ve muhteşem bir taht. Hüsrev güngörmüş, ülkeler dolaşmış, maharetli bir ressam olan nedimi Şâpûr'dan Ermen melikesi Mihîn Bânû'nun Şîrin adında dünyalar güzeli bir yeğeni ve onun da Şebdîz adlı bir atının bulunduğunu öğrenir. Hakkında duydukları ile Şîrin'e âşık olan Hüsrev, Şîrin'i istetmek için Şâpûr'u Ermen diyarına gönderir. Şâpûr. Hüsrev'in resimlerini yaparak Şîrin'in görebileceği yerlere asıp onun ilgi ve merakını uyandırır. Daha sonra da rahip kılığı ile ortaya çıkar ve gerçeği anlatır. Şîrin de resimlerine bakarak Hüsrev'e âşık olur. Hüsrev'in bir yüzüğü ile beraber resmini Şîrin'e veren Şâpûr. Hüsrev'i bulmak üzere onun ülkesi Medâin'e gitmesini söyler. Şîrin, erkek kıyafetine girip avlanmak bahanesiyle atı Şebdîz'e binip saraydan ayrılır ve Medâin yolunu tutar. Diğer tarafta, memleketinin kumandanlarından Behrâm-ı Çûbin'in entrikası yüzünden babası ile arası açılan Hüsrev, sadık bendelerine Şîrin gelecek olursa onu ücra bir köşkte ağırlamaları için talimat verip kıyafetini değiştirerek Ermen ülkesine doğru yola çıkar. Yolda bir göl kenarında konaklar ve gölde yıkanmakta olan Şîrin'i görür. Ancak ikisi de değişik kıyafetlere girmiş olduklarından birbirlerini tanımazlar ve aksi istikamette yollarına devam ederlerse de bir süre sonra durumun farkına varırlar. Şîrin, Mihîn Bânû'dan izinsiz ayrıldığı için Ermen'e dönemeyeceğini düşünerek Medâin'deki köşkte Hüsrev'in geri dönüşünü beklemeye başlar. Hüsrev ise Mihîn Bânû'nun misafiri olarak Ermen'de hasretle Şîrin'i beklemekte ve yanından ayırmadığı Bârbed'in nağmeleriyle teselli bulmaktadır. Daha sonra Medâin'de olduğu öğrenilen Şîrin'i almaya gönderilen Şâpûr onu bulur, birlikte Ermen'e doğru yola çıkarlar. O sırada babasının, kumandanı Behrâm-ı Çûbin tarafından tahttan indirildiği haberini alarak Medâin'e giden Hüsrev, Çûbin'in tertipleri ve onun askeri karşısında tutunamayıp yeniden Ermen'e hareket eder. Öte yandan Ermen'e varan Şîrin orada Hüsrev'i bulamayınca perişan olur. Ancak bir gün kendini oyalamak için ava çıktığında Hüsrev'le karşılaşır. İki sevgili günlerini av ve içki âlemleriyle geçirmekte iken Hüsrev Şîrin'den vuslat ister. Mihîn Bânû'nun kendisine öğüt verip yemin ettirmiş olması dolayısıyla Şîrin bu teklifi reddeder ve ona her şeyden önce mertlik gereği olarak taç ve tahtını kurtarmasını söyler. Şîrin'in bu sözleriyle gönlü kırılan Hüsrev bir çare aramak ümidiyle Bizans diyarına gider. Kendisini çok iyi karşılayan Rum kayseri onu kızı Meryem ile evlendirir ve tahtını kurtarması için 50.000 kişilik bir ordu ile Medâin'e gönderir. Behrâm-ı Çûbin'i zorlu bir savaşla yenen Hüsrev orada yeniden tahtına oturur. Ancak Meryem ile yaptığı gönülsüz evlilik ona Şîrin'in aşkını unutturamamıştır. Bu arada Mihîn Bânû ölmüş, Şîrin Ermen melikesi olmuştur. Hüsrev'e yaptığı gönül kırıcı muameleden pişmanlık duymakta ve hâlâ onun aşkıyla yanmaktadır. İçinde bulunduğu ruh haliyle ülkeyi yönetemeyeceğini anladığından bir yıl sonra tahtını yakınlarından birine bırakarak Medâin'deki köşkte inzivaya çekilir. Bu arada Hüsrev, Şâpûr'u araya koyarak çektiği hasrete dayanamadığını ve görüşme dileğini Şîrin'e iletir. Şîrin ise onun bu talebini artık başkası ile evli olduğu için geri çevirir.
Burada maceraya başka bir yön veren olaylar içinde yeni bir şahıs ortaya çıkar. Çocukluğundan beri taze sütle beslenmeye alışkın olan Şîrin çevre otlaksız olduğundan süt bulmakta zorluk çekmektedir. Şâpûr'dan buna bir çare bulmasını ister. Şâpûr da Çin'de kendisiyle birlikte aynı üstattan ders gören arkadaşı Ferhad'ı ona getirir. Şîrin'in isteği üzerine işe başlayan Ferhad, bir ay içinde sarp kayalar arasında bir suyolu açıp Şîrin'in köşkü önünde yaptığı havuz ve çeşmeye uzaktaki otlaklardan taze süt akıtmaya başlar. Fakat Ferhad daha sesini ilk duyduğu anda Şîrin'e âşık olmuştur. Onun yaptığı işe mükâfat olarak verdiği mücevherleri kabul etmez. Ümitsiz aşkının ıstırabı ile kırlara, dağlara düşer. Gizli tutmak istediği aşkı kısa zamanda herkes tarafından duyulur. Durumu öğrendiğinde Ferhad'ı kıskanan Hüsrev, onu huzuruna çağırıp para ve servet teklifiyle onu bu sevdasından vazgeçirmeye çalışır. Razı edemeyince, başardığı takdirde Şîrin'den uzak durmayı vaad ederek baştanbaşa sert bir kayadan ibaret olan Bîsütun dağını delip ordunun geçebileceği bir yol açmak gibi olmayacak bir işle oyalamak ister. Şîrin'in aşkından aldığı güçle işe girişen Ferhad her kazma vuruşunda dağın bir parçasını indirir. Şîrin'in ve atı Şebdîz'in tasvirlerini kayalara işleyen Ferhad'ın yaptığı iş dillere destan olur. Duyduğu merakla onun çalışmasını seyretmeye gelen Şîrin'in bir ara atı sakatlanıp yuvarlanmak üzere iken Ferhad onu atıyla birlikte havada yakalayıp köşke götürür. Bu arada açmakta olduğu yolu neredeyse dağın öbür ucuna ulaştırabileceği korkusu Hüsrev'e Ferhad'ı aradan kaldırma çarelerini düşündürür. Bu maksatla ona Şîrin'in öldüğü haberini yollar. Duyduğu haberle yıkılan Ferhad derin bir ıstırapla hemen can verir. O sırada Hüsrev'in karısı Meryem de ölür. Bu iki ölüm dolayısıyla Hüsrev ile Şîrin birbirlerine iğneleyici birer baş sağlığı mektubu yazarlar. Yaptıklarından özür dileyip Şîrin ile yeniden bir araya gelmek isteyen Hüsrev, onun bu teklife uzak durması karşısında kendisini avutmak için Şeker adlı genç bir kızla evlenir. Fakat bir müddet sonra Hüsrev Şeker'den bıktığı gibi Şîrin'in de inadı kırılır. Neticede Hüsrev ve Şîrin büyük bir düğünle evlenirler. Hüsrev'in Şîrin, taht, Bârbed ve Şebdîz'e sahip olacağına dair rüyası böylece gerçekleşmiş olur. Bu şekilde yaşayıp giderlerken Şîrin'in tesiriyle değişen, varlık ve hayatın fâniliği hakkında felsefî düşüncelere kapılan Hüsrev Şîrin'le beraber inzivaya çekilir. Hüsrev'in Meryem'den doğan ve tahtın vârisi olan kötü ruhlu oğlu Şîrûye öteden beri Şîrin'e göz koymuştur. Gayesine ulaşmak için babası Hüsrev'i bir gece öldürtür. Şîrin'e gizlice haber gönderip onu kendisiyle evlenmeye zorlar. Şîrin bu teklifi kabullenmiş görünerek Şîrûye'yi oyalar. Hazırlanan türbeye Hüsrev'in tabutu büyük bir merasimle götürülür. Tek başına türbeye giren Şîrin, belinden çıkardığı hançerle tabutun başında ona sarılmış olarak hayatına son verir.
İran edebiyatında bu aşk macerası üzerinde mesnevi yazanların sayısı otuzdan fazladır. Nizâmî'nin Penc Gene adlı hamsesinin ikinci kitabı olarak 576'da (1180) tamamladığı Hüsrev ü Şîrînini şu eserler takip etmiştir: Emîr Hüsrev-i Dihlevî'nin Şîrîn ü Hüsrev'i (1299); Türk asıllı olup 770'te (1368-69) Azerbaycan ve Şirvan'da bulunan Ârifî'nin Ferhâdnâme'si; Hâce Şehâbeddin'in müellifin ölümü sebebiyle yarım kalan Hüsrev ü Şîrin'i; Âhî-i Meşhedî ve Kâsımî'nin Hüsrev ü ŞMn'leri; Vahşî-i Bâfki'nin (ö. 991/1583) yazmaya başladığı, ancak çok sonra Vısâl-i Şîrâzî (ö. 1262/1846) tarafından tamamlanan Ferhad ü Şîrîni: Urfî-i Şîrâzî'nin Ferhad ü Şîrin'i; Şeref-i İsfahânî, Kevserî ve Şâpûr'un Hüsrev ü ŞMn'leri: Mîr Muhsin'in Şîrin ü Hüsrev'i: Âsaf Han, Şerîf Kâşî ve Hindistan Türk Hükümdarı Cihan Şah döneminde yazan Vaslî'nin Hüsrev ü Şîrin'i; Şah Abbas Safevî devri şairi Bezmî'nin Şîrîn ü Ferhad; Rûhü-lemîn Şehristânî, Meşriki ve İbrahim Ed-hem'in Hüsrev ü Şîrîn'leri; Evrengzîb devri şairi Hızrî'nin Hüsrev ü Şîrîni; aynı dönemde Fevki'nin Ferhad ü Şîrîni; Nâmî, Şihâb-ı Türşîzî. Ayânî ve Şu'le'nin (XIX. yüzyıl) Hüsrev ü Şîrîn'leri.
Hüseyin Baykara, kendisine nisbet edilen Mecâlisü'l-hışşâk adlı eserde yer alan kısa bir "Hüsrev ü Şîrîn" hikâyesi sebebiyle "Hüsrev ü Şîrîn" mesnevisi yazan şairler arasında gösterilirse de bu doğru değildir (bk. hüseyin baykara). Aynı hikâye, İmâdüdin Fakih (ö. 773/1371) ve Hilâlîfö. 939/1532-33) tarafından da küçük hacimde birer mesnevi olarak işlenmiştir (İran edebiyatındaki bu mesneviler hakkında daha geniş bilgi için bk. Timurtaş, ŞM, IV 119611. s. 73-86; Hüsrev u Şîrîn [haz. Faruk K. Timurtaş], hazırlayanın girişi, s. 22-34; ayrıca bk. Browne, I, I 2-18; II, 400-406; Rızâzâde-i Şafak, bk. bibi.; Zehrâ-i Hânlerî.s. 195-196; H. Krenn.LIII [1956], s. 92-96; Mohammad Wahid Mirza, s. 195-!97;Firdevsî, s. 1056-1074).
XIV. yüzyıl ortalarından başlayarak Türk edebiyatında da Hüsrev ve Şîrin konusunu işleyen mesneviler yazılmaya başlanmıştır. Bilinen yirmi iki mesneviden bir kısmı doğrudan doğruya tercüme şeklinde, geri kalanların çoğunluğu ise hikâyenin aslında olmayan yeni ve yer yer mahallî unsurlar kazanmış çeşitli farklılıklar taşıyan birer adaptasyon durumundadır. Hikâye. Türk edebiyatına ilk önce Altın Orda şairi Kutb'un Nizâmî'den tercüme ettiği Hüsrev ü Şîrîn ile (1341) girmiştir.
Anadolu sahasında ilk "Hüsrev ü Şîrîn"i Aydınoğlu îsâ Bey adına 768'de (1367) Fahrî kaleme almıştır. Nizâmî'nin eserini tercüme eden Fahrî ayrıca Şâhnâme'den de faydalanmış ve mesnevinin konusunda bazı değişiklikler yapmıştır. Ondan sonra Şeyhî, II. Murad adına kaleme aldığı mesneviyle Türkçe'de yazılan en güzel ve en başarılı Hüsrev ü Şîrîn’i meydana getirmiştir.
Çağatay edebiyatı sahasında konuyu ilk defa Ferhâd ü Şîrîn adıyla 1484 yılında Nevâî kaleme almıştır. Nizamî ve Hüsrev-i Dihlevrnin eserleri başta olmak üzere daha önce yazılmış "Hüsrev ü Şîrin"leri incelemekle işe başlayan Nevâî, konunun özünde bir değişiklik yaparak Hüsrev yerine Ferhad'ı merkeze alır. Ona göre aşkı terennüm eden bir eserde, aşkın lezzetinden ziyade ıstırabını yaşayan kişinin ön planda tutulması gerekir. Böylece diğer mesnevilerde ikinci derecede yer alan Ferhad'ın macerası Nevâî'nin kaleminden Şark masallarından alınmış ejderha, ehrimen, sihirli ayna, tılsım açma gibi sözlü gelenekten süzülen orijinal motiflerle başlı başına bir hikâye haline gelir. Nevâî'nin bu eserindeki hareket noktası ilâhî aşkı düşündüren veya ona ulaştıracak platonik aşk motifidir. Dolayısıyla aşk ve aşk azabının hakikati Ferhad'ın macerasında somutlaştırılır. Hüsrev'in duygularını sadece bir heves olarak kabul eden Nevâî onun maddî aşkını önemsiz bulur. Platonik aşkı ve bu aşkın en son noktaya erişinceye kadar geçirdiği bütün safhaları sembolik bir anlatımla vermeye çalışan Nevâî, hikâyenin çatısında köklü değişiklikler yapar ve bu yönüyle orijinal bir eser meydana getirir. Ferhâd ü Şîrîn, gerek Nizamî gerek Hüsrev-i Dihlevî gerekse diğer benzerlerinden farklı bir yapıda yepyeni bir mesnevi olarak ortaya çıkar. Nevâî, Ferhad'ı Çin hakanının (Çin Türkistanı) ikbal yolları kapanmış bir şehzadesi olarak gösterip o dönem Türk coğrafyasındaki milliyetçi duyguları da eserine sindirmiştir.
Nevâî'den sonra bu aşk macerasını mesnevi şeklinde anlatan şairlerin çoğu Osmanlılar arasından çıkmıştır. Hepsi de 11. Bayezid devrinde yaşamış Ahmed Rıdvan, Muîdî. Sadrî, Hayatî, Harîmî(Şehzade Korkut, Ferhâdü Şîrîn), Âhî (ö. 923/ 1517, Hikâyet-i Şîrîn ü Pervîz ve Rivâyet-i Gülgûn u Şebdîz -yarım kalmıştır-), Celîlî. Lâmiî Çelebi, Ferhâdnâme (918’de |1512| tamamlanan eser, Nevâî'nin Ferhâd ü Şîrîninden oldukça değişik bir üslûpla nakildir), Kanunî Sultan Süleyman devri şairlerinden Arif Çelebi (Ferhâd ü Şîrîn), Şânî (Ferhâdnâme). İmamzâde Ahmed. Halîfe. Mahvî, Fasîh Ahmed Dede ve Salim (III. Selim devri) bunlardandır. Azerî sahasında ise Mustafa Ağa Nasır (XIX. yüzyıl) bir Hüsrev ü Şîrîn tercümesi, Nâkâm da bir Ferhâd ü Şîrîn (M. Ali Resulzâde, bk. bibi.) ortaya koymuştur. Ayrıca Ömer Bâkî'nin Doğu Türkçesi ile yazılmış Ferhâdnâmesi olduğu bilinmektedir (Hüsrev ü Şîrîn (haz. Faruk K. Timurtaş), hazırlayanın girişi, s. 22-46).
Türk edebiyatında asırlar boyunca ele alınmış olan bu mesnevi konusu, Ferhad ile Şîrin adı altında az çok değişikliklerle bir halk hikâyesi şeklinde de işlenmiştir (bk. ferhad ve şîrin). Mesnevi. 1870'li yıllarda M. R. rumuzu ile muhtemelen Manastırlı Mehmed Rifat tarafından Hüsrev ü Şîrîn adını taşıyan on dört fasıllık bir tiyatro eseri haline getirilmiştir. Son zamanlarda Azerbaycanlı bestekâr Üzeyir Hacıbeyli tarafından "Ferhad ile Şîrin'' operası meydana getirildiği gibi Ali Şeyhülislâm da "Operet-i Hüsrev ü Şîrin"i tertip etmiştir. Bundan başka Zebîh Bihrûz 1920'de İngilizce olarak bir Hüsrev ü Şîrin senaryosu yazmış, Şâh-ı hân ve Bânûyu Ermen adıyla yayımlanan eser (Tahran 1304 hş.) filme de alınıp İran'da ve başka ülkelerde gösterilmiş ve ilgi uyandırmıştır (Mehmed Emin Resulzâde, s. 355). Hikâye ayrıca eskiden beri "Ferhad ve Şîrin" adıyla Karagöz oyunlarında müstakil olarak işlenmiştir. Mesnevinin ön plandaki kahramanları ayrıca divan edebiyatında çeşitli edebî sanatlarda mazmun olarak da anılmıştır (bk. ferhad; şebdîz; şîrin).
BİBLİYOGRAFYA :
Taberî. Târih, İstanbul 1260, III, 114; Firdevsî, Şahneme, Bombay, ts., s. 1056-1074; Mîrhând. Rauzatü'ş-şafâ',Tahran 1912,1, 265-267; Hândmîr. Habîbü's-siyer, İÜ Ktp., FY, nr. 216, vr. 92°"; Şeyhî. Hüsreu ü Şîrîn (haz. Faruk K. Timurtaş, İstanbul 19631. İstanbul 1980, hazırlayanın girişi, s. 18-21, 22-46; Ali Şir Nevaî, Ferhâd ü Şîrîn: İnceleme-Metin {nşr. Gönül Alpay). Ankara 1975, neşredenin girişi, s. 1-64; Lebeau, Histoire du Bas-Empire, Paris 1778, XI, 501; W. Pertsch, Die Türkischen Handschriften der Herzoglischen Bibliothek zu Gotha, Wien 1864, II, 173; a.mlf.. Die Türkischen Handschriften der Königlischen Bibliothek zu Berlin, Berlin 1889, s. 378; Gibb. HOP, I, 314-325, 326, 335; Brovvne. LHP, 1,12-18; II, 400-406; Ahmed Ham-di Tanpınar. Hüsreu ue Şîrîn (mezuniyet tezi, i 339), İÜ Türkiyat Araştırma Merkezi Ktp., nr. T4; Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 358-360; Hayyampûr, Hizamı ve Şeyhî Hüsrev ü Şirin'lerini Mukayese (Travay. 1939-40). İÜ Türkiyat Araştırma Merkezi Ktp., nr. 33; Rızâzâde-i Şafak, Târîh-i Edebiyyât-ı îrân. Tahran 1321 hş.; Enver Ayçan. Ferhad ve Şîrîn (mezuniyet tezi. 1944). İÜ Türkiyat Araştırma Merkezi Ktp., nr. T 162; Mehmed Emin Resulzâde. Azerbaycan Şairi Nizamî, Ankara 1951, s. 355; A. Zajaczkovvski. Poemat Iranski Husrâu u Şirin Wersji Osman-sko-Trueckiej Şeyhi, Warszava 1963; a.mlf. -H. Masse. "Farhad wa-Şhirin", £72(ing ), II, 793-795; Kocatürk. Türk Edebiyatı Tarihi, s. 212-216; Agâh Sırrı Levend, Ali Şir Nevâî, Ankara 1965, I, 92-112; a.mlf.. "Not", TDl.,X (1952). s. 21; a.mlf.. "Lâmiî'nin Ferhad ü Şirin'i", TDAY Belleten (1964). s. 85-111; a.mlf.. "Celilî'nin Hüsrev u Şirin'i", a.e. (1965). s. 103-127;a.mlf.. "Ahmet Rızvan'ın Hüsrev u Şirin'i", a.e. (1966). s. 215-258; a.mlf., "Divan Edebiyatında Hikâye", a.e. (1967), s. 100;Zehrâ-i Hânlerî. Ferheng-i Edebiyyât-ı Fârisî, Tahran 1348 hş., s. 195-196; Banarlı. RTET, I, 357-358, 430-431, 461-463; Mohammad VVahid Mirza, The Life and Works of Amir Khusrau, Pencab 1973, s. 195-197; M. Immanazarov. "Şirin i Hosrov", Vostoçnoe Ya-zıkoznanie, Moskova 1976, s. 98-106; Amil Çe-lebioğlu. Sultan II. Murad Devri Mesneuileri (doçentlik tezi. 1976, Atatürk Üniversitesi islâmî ilimler Fakültesi), s. 252-266; Haluk İpekten v.dğr.. Tezkirelere Göre Divan Edebiyatı İsimler Sözlüğü, Ankara 1988, s. 15, 85, 260, 273, 406,423, 435, 484; İskender Pala, Ansiklopedik Dîvân Şiiri Sözlüğü, Ankara 1989, I, 322-324, 468-472; M. Ali Resulzâde. "Şair İsmail Nâkâm", AYB, nr. 28(1934). s. 155; H. Krenn. "Bemer-kungen zu Versen von Nizâmis Efos Hüsrev und Şirin", WZKM, LIII (1956), s. 92-96; E. E. Bertels. "Ali Şir Nevâî'nin Ferhad ü Şirin'i" (trc. Rasime Uygun). TDAY Belleteni 1957), s. 115-130; Faruk K. Timurtaş, "Türk Edebiyatında Hüsrev ü Şirin ve Ferhad ü Şirin Hikâyesi", TDED, IX (1959). s. 65-88; a.mlf.. "İran Edebiyatında Hüsrev ü Şirin ve Ferhad ü Şirin Yazan Şairler", ŞM, IV (1961). s. 73-86; B. Flemming. "Fahris Hüsrev u Şirin vom Jahre 1367", ZDMG, CXV/1 (1965). s. 36-64; Gulâm Hüseyin Begdilî. "Dâsitân-ı Hüsrev u Şîrîn-i Nizamî ve Edebiyyât-ı Türk", Heşriyye-i Dânlşkede-i Edebiy-yât u (Jlûm-i İnsanî, sy. 89, Tahran 1348 hş., s. 25-40; sy. 90-91 (1348 hş). s. 121-145; E. İ. Fazılov. "Kutb'un Hüsrev ü Şîrin Yazmasında Bulunan Kayıtlar" (trc. Nazif Hoca), TDED, XXI (1975). s. 89-96; Fevziye Abdullah. "Ferhad ile Şîrîn", İA, IV, 565-566; "Ferhâd ile Şîrîn", TDEA, 194-197; "Hüsrev ü Şîrin", a.e., IV, 276-279.
Mustafa Erkal, İslam Ansiklopedisi, DİA, cilt.19
HÜSREV Ü ŞÎRÎN
Şeyhi’nin (ö. 832'den [1429] sonra) Nizamî-i Gencevî'nin aynı adlı eserinden nakil yoluyla meydana getirdiği mesnevisi.
Aruzun "mefâîlün mefâîlün feûlün" kalıbıyla yazılmış 6944 beyitlik bir eserdir. Şeyhi. II. Murad'a ithaf ettiği eserini onun tahta çıktığı sırada yazmaya başlamış, fakat tamamlayamadan vefat etmiştir. Şeyhî 832'den (1429) sonra öldüğüne göre Hüsrev ü Şirin’in 1421-1430 yıllan arasında yazıldığı söylenebilir. Mesnevinin son kısmını oluşturan "Şîrûye Vak'asf daha sonra Rûmî adlı bir şair tarafından aynı vezinle tercüme edilmiştir (Hüsrev ü Şîrîn, hazırlayanın girişi, s. 150-153). Şairin yeğeni Cemâlî de eserin sonuna padişaha methiye tarzında 109 beyitlik bir zeyil eklemiştir. Eserin nerede yazıldığı kesin olarak bilinmemekle birlikte Kütahya'da veya II. Murad'ın Edirne'deki sarayında telif edildiği tahmin edilmektedir. Ancak Hammer Keşiş dağı’nın (Uludağ) güzelliğinden, âlimleri ve âbidlerinden, şairlerin Bizans döneminden beri oraya gittiklerinden bahsederken, "Osmanlıların ilk şâiri hayalîsi Molla Şeyhî Hüsrev ü Şîrîni orada yazardı" (1, 164) diyerek mesnevinin Bursa'da kaleme alındığını söylemektedir.
Hüsrev ü Şîrînin baş kısmında tevhid. münâcât. naat, yaratılış ve yaratıcıya ait hikmet bahsi, kitabın yazılış sebebi. II. Murad için yazılan methiyeler ve padişaha nasihat şeklinde kaleme alınmış bir manzume olmak üzere mesnevi ve kaside tarzında on üç parça manzume (775 beyit) yer alır. Eserin hikâye kısmı on bir bölümden ibaret olup bölümler başlıklarla birbirinden ayrılmıştır. Her bölümün başında şair, o bölümde anlatılan olaylarla ilgili olarak kendine ya da kalemine hitap eden bir girişle konuya girmektedir. Eserde ayrıca Hüsrev, Şîrin ve Ferhad dilinden söylenmiş yirmi altı gazel. Şîrin ağzından söylenmiş kaside biçiminde bir münâcât ile Ferhad ağzından söylenmiş yedi bentlik bir terciibend bulunmaktadır. Bu mesnevide Medâin Hükümdarı Hürmüz*ün oğlu Hüsrev ile Ermen melikesi Mihîn Bânû'nun yeğeni Şîrin arasındaki aşk anlatılmaktadır (konunun özeti için bk. HÜSREV ve ŞÎRİN).
Şeyhî. Hüsrev ü Şîrînin konusunu Nizâmî'den almakla birlikte esere yaptığı ilâveler, olaylar arasındaki takdim ve tehirler, değişik yerlerine eklediği âşıkane gazellerle tercümeden ziyade nakil denilebilecek bir tarzı denemiştir. Nizâmî'de bütün eserin aynı vezinle sürüp gitmesine karşılık Şeyhî, giriş bölümünde ve ara manzumelerde değişik vezin ve nazım şekilleri kullanarak eserini yeknesaklıktan kurtarmaya çalışmıştır. Nitekim edebiyat tarihçileriyle Âşık Çelebi. Kınalı zade Hasan Çelebi ve Latîfî gibi tezkire yazarları onun bu özellikleri üzerinde durarak takdirlerini ifade etmişlerdir (Hüsrev ü Şîrîn, hazırlayanın girişi, s. 132-142, 147-149).
Şeyhî'nin, henüz gelişme döneminde bulunan ve aruz veznine tam intibak edememiş olan XV. yüzyıl Türkçesiyle ortaya koyduğu Hüsrev ü Şîrîn nazım dili. üslûp, edebî sanatlar ve hayal gücü bakımından Nizâmî'nin eseriyle kıyaslanamasa da aynı konuyu işleyen Türkçe emsalleri arasında seçkin bir yere sahiptir.
Yazıldığı dönemden itibaren büyük rağbet gören Hüsrev ü Şîrînin Türkiye'de ve Türkiye dışındaki kütüphanelerde elliden fazla yazma nüshası tesbit edilmiştir (mefelâ bk. İÜ Ktp.. TY, r. 3054, 3082; İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet, nr. 253; Millet Ktp., Ali Emîrî Efen-dl. Manzum, nr. 1173; Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr 2571; Hacı Selim Ağa Ktp..Kemankeş Emîr Hoca, nr. 530; British Museum, Add, nr. 7906; Bibliotheque Nationale, A.F.. nr. 352, 392). Faruk K. Timurtaş. eserin sekiz nüshasına dayanarak hazırladığı tenkitli metnini bir inceleme kısmıyla birlikte yayımlamıştır (bk. bibi.).
BİBLİYOGRAFYA :
Şeyhî. Hüsreu ü Şîn"n(haz. Faruk K. Timurtaş. İstanbul 1963), İstanbul 1980, ayrıca bk. hazırlayanın girişi, s. 132-142, 147-153; Âşık Çelebi. Meşâirü'ş şuarâ, r. 253b-254b; Latîfî, Tezkire, s. 215-217, 295, 296; Mecdî. Şekâik Tercümesi, s. 128, 129, 131;Sehî. Tezkire (Kut), vr. 49"; Âlî Mustafa. Künhû'l-ahbâr, İstanbul 1277, s. 193; Kınalızâde. Tezkire, I, 529-530; Keşfü'z-zu-nûn. l, 704; Hammer (Atâ Bey). I, 164; II, 1'86; Sicill-i Osman'ı, III, 113; IV, 721; Faik Reşad. Târihi Edebiyât-ı Osmâniye, İstanbul 1913, s. 80-101; Osmanlı Müellifleri, II, 254; J. Deny. Grammaire de la langue turque, Paris 1921, s. XXVIII; Hıfzı Tevfik v. dğr.. Türk Edebiyatı Numuneleri, İstanbul 1926, s. 219-242; İsmail Hakkı (Uzurçarşılı). Kütahya Şehri, İstanbul 1932, s. 268; Faruk K. Timurtaş. Şeyhî, Hayatı ue Eserleri, İstanbul 1969, s. 100-134; a.mlf.. "Fatih Devri Şairlerinden Cemâlî ve Eserleri", TDED, IV/3 (1951). s. 189-213; a.mlf.. "Şeyhî'nin Hayatı ve Şahsiyeti", a.e., V (1954). s. 91-120; a.mlf.. "Türk Edebiyatında Hüsrev ü Şirin ve Ferhad u Şirin Hikâyesi", a.e., IX (1959), s. 70-80; a.mlf., "Hüsrev ve Şirin ve Ferhad u Şirin Yazan Şairlerimiz", TDl, sy. 10 (1952), s. 567-573; a.mlf.. "Şeyhî'nin Hüsrev ve Şîrîn'i Üzerine Notlar", a.e., sy. 25(1953), s. 18-20; a.mlf., "Eski Edebiyatımızın Bir Aşk Hikâyesi", a.e., sy. 148 (1964), s. 209-212; a.mlf., "İran Edebiyatından Hüsrev ü Şîrin ve Ferhad ü Şîrin Yazan Şairler", ŞM, IV (1961), s. 73-76; a.mlf.. "Şeyhî", İA, XI, 477-478; Mustafa Özkan. Türk Dilinin Gelişme Alanları ve Eski Anadolu Türkçesi, İstanbul 1995, s. 253-263; B. Flemming. "Fahris Hüsrev u Şirin vom Jahr 1367", ZDMG, CXV/1 "(1965), s. 36-64; Fevziye Abdullah. "Ferhad ile Şirin", İA, IV, 565.
Mustafa ÖZKAN, İslam Ansiklopedisi, DİA, cilt,19
HÜSREV Ü ŞÎRÎN
Altın Orda şairlerinden Kutb tarafından yapılan, Nizâmî-i Gencevî'nin aynı adı taşıyan mesnevisinin ilk Türkçe tercümesi.
Kutb hakkında kaynaklarda bilgi yoktur. Ancak eserde yer alan methiyeler ve sebebi-i te'lîf bölümündeki bazı beyitlerden hareketle onun Şehzade Tini Beg'e kapılanmak isteyen (beyit 206–207), bunun için uzaklardan gelmiş (beyit 250-251) Hârizm veya Mâverâünnehir menşeli bir kişi olduğu, çeşitli ilimlerde bilgisinin bulunduğu (beyit 228–229), şehzadeye öğütler verecek bir olgunluk ve itibara eriştiği (beyit 194-203), samimi bir Müslüman olduğu (münacat ve na'ttaki türlü beyitler) söylenebilir.
Kutb eserini. Altın Orda Hükümdarı Özbek Han'ın Gök Orda'nın başşehri Sığınakta hüküm süren şehzadesi Tini Beg ile eşi Cemile Han Melek Hatun adına Türkçe'ye çevirmiştir. Tini Beg'in Gök Orda'ya 727 (1327) yılında gittiği ve 740'ta (1339-40) kardeşi Canı Beg tarafından öldürüldüğü bilindiğine göre Kutb'un eserini bu yıllara rastlayan bir tarihte yazmış olması gerekir. Eserin 742 (1341-42) yılında ve Tini Beg'in Altın Orda hanlığı esnasında kaleme alındığına dair rivayetler (meselâ bk. inan, XlV-XV |1950|, s. 5; Fazılov,XXI |1973|.s. 89 vd.) doğru değildir.
Eserin baş tarafında tevhid ve münâcâtlar. Hz. Peygamber ve çehâryâr için na'tlar. Tini Beg Han ve eşi adına methiyelerle "sebeb-i te'lîf-i kitâb" yer alır. Nizamînin eseri yaklaşık 5700, Kutb'a ait eldeki metin ise 4729 beyittir. Böylece eserin aslı ile tercümesi arasında 1000 beyte yakın bir fark ortaya çıkmaktadır ki bu fark, ya Nizâmî'nin oldukça uzun ve edebî sanatlarla yüklü bazı tasvirlerini Kutb'un kısaltmış olduğunu veya metnin istinsah sırasında eksik bırakıldığını düşündürmektedir. Ancak Nizâmî'nin eserinde bulunan bölüm başlıkları Kutb'un eserinde de aynen yer aldığına göre mevcut eksikliklerin hikâyenin bütünlüğünü bozacak mahiyette olmadığı anlaşılmaktadır.
Vezin bakımından eserin aslına bağlı kalan şairin (mefaîlün mefâîlün feûlün) sadece çehâryâr methiyesini Kutadgu Bilig vezniyle (feûlün feûlün feûlün feûl) yazması, Köprülü'ye göre Türk ve İran edebiyatlarında başka örneği bulunmayan bir orijinallik teşkil etmektedir. Kendisinin de kuvvetli bir nâzım olduğu eserin baş tarafına koyduğu 271 beyitlik ilâveden anlaşılan Kutb'un Nizâmî'nin mesnevisini başarı ile Türkçe'ye naklettiği söylenebilir. Eseri ilk defa yayımlayan A. Zajaczkovvski de metnin aslı ile tercümesi arasında yaptığı karşılaştırmadan sonra bu neticeye vardığını belirtmektedir.
Bugün yegâne nüsha olarak bilinen (Paris, Bibliotheque Nationale, Manuscrits tures, Ancien fonds, nr. 312) eldeki metnin sonunda yer alan beyitlerden, eserin 1383'te Berke Fakih adlı bir Kıpçak tarafından İskenderiye'de Altın Boğa adına istinsah edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Mesnevinin sonuna müstensih tarafından eklenen 66 beyitlik kısmın dili esas itibariyle asıl metnin dilinden farksızdır. Bu da eserin yazıldığı yer ile istinsah edildiği yerin aynı dil çevresinden olduğunu göstermektedir.
Altın Orda sahasında yazılmış en eski Türkçe metin olarak bilinen Hüsrev ü Şirin, gerek Türk dili tarihinin mühim bir merhalesini teşkil eden Altın Orda sahasının yazı dili gerekse Kıpçak lehçesi hakkında ana kaynaklardan birini teşkil etmesi bakımından önemli bir mesnevidir. Eser. Türk dilinin yeni kurulan kültür merkezlerinde edebî lehçelerinin teşekkül etmeye başladığı geçiş döneminin eseri olarak hem Hârizm yazı dilinin hem de Çağatayca'nın özelliklerini taşımaktadır. Hüsrev ü Şîrîn, fiil çekimi yönünden Çağatay öncesine yakın olmakla beraber ses özellikleri ve kelime hazinesi bakımından Kıpçakça'nın hususiyetlerini taşımaktadır. Nizâmî'nin mesnevisini büyük çoğunlukla Türkçe kelimelerle tercüme etmeye çalışan Kutb'un eseri zengin bir kelime hazinesine sahiptir. Mütercimin bu eseriyle henüz yazı diline geçmemiş bazı kelimeleri edebî dile kazandırdığı tahmin edilmektedir.
1913 yılında A. Samoyloviç tarafından bulunan eseri Ananiasz Zajaczkovvski metin, tıpkıbasım ve sözlük olarak üç cilt halinde neşretmiş (bk. bibi), eser ayrıca Necmettin Hacıeminoğlu tarafından imlâ, ses ve şekil özellikleri üzerinde bir inceleme ile birlikte yayımlanmıştır (bk. bibi.).
BİBLİYOGRAFYA:
Kutb, Hüsrev ü Şîrîn: Najstarsza Werşja 7u-reeka, Hüsrev u Şirin Qutba (nşr. A. Zajaczkovvski), l-lll, Warszawa 1958-61; a.mlf., Hüsrev ü Şîrîn (nşr. Necmeddin Hacıeminoğlu. Kutb'un Hüsrev ü Şirin'i ve Dil Hususiyetleri içinde), İstanbul 1968, s. 181-459; M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi (İstanbul 1926). İstanbul 1981, s. 303-305; A. Zajaczkovvski. "Kutb'un Hüsrev ü Şirin Adlı Eseri Hakkında", VIII. Türk Dil Kurultayında Okunan Bilimsel Bildiriler (1957), Ankara 1960, s. 159-164;a.mlf.."Opisy zaloby (|as) vvTureckiej vversiji poematu Hüsrev u Şirin ze Zlotej Ordy", RO, XXI (1957). s. 17-26; a.mlf.. "Studia nad stylistyka i poetyka Tureckiej VVersji Husrav u Şirin Qautba", a.e., XXV (1961), s. 31-82; XXVII (1963). s. 7-44; E. N. Nadzhip. "Khosrau i Shirin Kutba i ego yazuik", Tyurko-logiçeski Sbornik(ed. A. N. Kononov). Mosk-va 1966, s. 80-81; Necmettin Hacıeminoğlu, Kutb'un Hüsrev ü Şirin'i ve Dil Hususiyetleri, İstanbul 1968;a.mlf.."Kutub", TDEA, VI,20-21; Arşen M. Ibatov. "Kutbtyn, "Husrau ua Şirin", poemasynyn sözdigi (XIV. ğasyr)", Qazaq SSR-ning Cylym baspasi. Alma Ata 1974, s. 279; Abdülkadir İnan. "Kutup'un Hüsrev ve Şirin'in-den Örnekler", TD, XIV-XV (1950). s. 5-28; Faruk K. Timurtaş. "Türk Edebiyatında Hüsrev ü Şirin ve Ferhad u Şirin Hikâyesi". TDED, IX (1959), s. 71-72; Ali Fehmi Karamanlıoğlu. "Ananiasz Zajaczkovvski", a.e., XIX (1971), s. 3; E. I. Fazı-lov. "Kutb'un Hüsrev ü Şirin Yazmasında Bulunan Kayıtlar" (trc. Nazif Hoca), a.e.,XXI(I973). s. 89-96.
Necmettin HACIEMİNOĞLU, İslam Ansiklopedisi, DİA, cilt, 19
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: