Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

 Hamdullah Suphi TANRIÖVER
(1885-1966)
Hatip, şair ve yazar.


İstanbul’da doğdu. Tanzimat dönemi devlet adamlarından ve ilk Maarif nâzırı Abdurrahman Sâmi Paşa’nın torunu, Maarif Nâzırı Abdüllatif Subhi Paşa’nın oğlu, Sâmipaşazâde Sezâi’nin yeğenidir. Annesi Kafkasya’dan esir olarak İstanbul’a getirilmiş bir Çerkez kızı olan Ülfet Havvâ Hanım’dır. Tanrıöver soyadını kendisine Hamdullah karşılığı olarak Atatürk vermiştir. Çocukluk yılları büyükbabasının Çamlıca’daki köşkünde ve babasının Fatih Horhor’daki konağında geçti. İlk tahsilini Altunîzâde ve Numûne-i Terakkî idâdîlerinde tamamladı, daha sonra Galatasaray Mekteb-i Sultânîsi’ni bitirdi (1904). Bir süre Reji İdaresi Tercüme Kalemi, Defter-i Hâkānî Nezâreti Mektûbî Kalemi mülâzımlığı ile Şehremaneti Tercüme Odası’nda çalıştı (1905-1907). Ardından Ayasofya Rüşdiyesi’nde kitâbet, ma‘lûmât-ı medeniyye ve Fransızca (1908); Dârülmuallimîn’de fenn-i terbiye ve lisân-ı Osmânî (1910); Dârülfünun Edebiyat Fakültesi’nde edebiyyât-ı Türkiyye, fenn-i terbiye ve Türk-İslâm güzel sanatları tarihi dersleri verdi (1913). Balkan Savaşı’ndan sonra elden çıkan Edirne ve Trakya topraklarının Osmanlı Devleti’nde kalması için teşkil edilen komisyonla birlikte Berlin ve Petersburg’a gitti (1913).


II. Meşrutiyet’in ardından kurulan Türk Derneği, Türk Yurdu Cemiyeti, Türk Ocağı ve Türk Bilgi Derneği gibi kuruluşların faaliyetlerine katıldı; uzun süre Türk ocaklarının başkanlığını yaptı. Mayıs 1919’da İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali sebebiyle İstanbul’da düzenlenen protesto mitinglerinde yaptığı konuşmalarla dikkati çekti. Son Osmanlı Meb‘ûsan Meclisi’nde Saruhan mebusu olarak bulundu. İstanbul’un işgali ve Türk ocaklarının kapatılması üzerine Ankara’ya gidip fiilen Millî Mücadele’ye katıldı. Antalya mebusu olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girdi (1920); aynı yıl Maarif vekilliğine getirildi. Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde İstanbul matbuatına karşı Millî Mücadele’yi savunan yazılar yazdı. Bu arada Matbuat ve İstihbarat umum müdürlüğü yaptı. Mehmed Âkif’in (Ersoy) yazdığı İstiklâl Marşı’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde millî marş kabul edilmesi için özel bir çaba sarfetti. 1923’te ikinci meclise İstanbul mebusu olarak girdi. Ankara’da Etnografya Müzesi’ni kurdu. İstanbul’da Türk ocaklarını tekrar faaliyete geçirdi. 1931-1939 yılları arasında Bükreş’te büyükelçilik görevinde bulundu. 1943’te İçel, 1946’da İstanbul milletvekili seçildi. 1950’de Demokrat Parti listesinden bağımsız Manisa milletvekili, 1954’te yine Demokrat Parti’den İstanbul milletvekili oldu. 1957’de Hürriyet Partisi adayı olarak girdiği seçimi kaybedince politikadan ayrılıp Horhor’daki Subhi Paşa Konağı’na çekildi. 19 Haziran 1966’da vefat etti; mezarı Merkezefendi’deki aile kabristanındadır.


Edebiyata henüz Galatasaray Mekteb-i Sultânîsi’nde okuduğu yıllarda yazdığı şiirlerle başlayan Hamdullah Suphi’nin “Nâmık Kemal” adını taşıyan ilk şiiri başka bir adla, aralarında amcası Sâmipaşazâde Sezâi’nin de bulunduğu Jön Türkler’in Paris’te çıkardığı Şûrâ-yı Ümmet dergisinde yayımlanır (1902). Gençlik yıllarında daha çok Nâmık Kemal’in etkisi altında hamâsî manzumeler kaleme alır. 1909’da doğrudan doğruya sanatı gaye edinen, bir dönem başkanlığını yaptığı Fecr-i Âtî topluluğuna katılır. Bu dönemde daha çok Tevfik Fikret ile Cenab Şahabeddin’in etkisinde çoğu aşk ve tabiat konulu şiirler yazarsa da daha sonraki yıllarda arkadaşı Ahmed Hâşim ile Yahya Kemal’in (Beyatlı) edebiyat ortamına hâkim olmaları üzerine şiiri terkeder. Aynı yıllarda mizaha da ilgi duyan Hamdullah Suphi birçoğu Davul mecmuasının (1908-1909) “Vur Abalıya” sütununda olmak üzere Toplu İğne, Yutmaz, Hasad, Keçiboynuzu, İstanbulin ve Münekkid gibi takma adlarla manzume ve yazılar yayımlar. 1911’de Fecr-i Âtî topluluğu mensupları ile yeni lisan hareketini savunan Genç Kalemler dergisi yazarları dilde sadeleşme konusunda tartışmaya girince Hamdullah Suphi, Celâl Sâhir’le birlikte bu derginin yazı kadrosuna katılır. Bu tarihten itibaren millî edebiyat akımı içinde yer almış, aruzu terkedip hece vezniyle ve sade bir dil kullanarak şiirler yazmıştır.


Şûrâ-yı Ümmet, Yeni Gazete, Servet-i Fünûn, Resimli Kitap, Musavver Muhît, Türk Yurdu, Genç Kalemler, Hak, İkdam, Akşam, Rübâb, Hâkimiyet-i Milliye ve Muallim gibi gazete ve mecmualarda şiir, hikâye, makale ve edebî tenkitleri yayımlanan Hamdullah Suphi’nin şöhret bulduğu asıl alan hitabettir. 1912 yılında milliyetçilik hareketinin İstanbul’daki merkezi olan Türk Ocağı’na girmiş, ertesi yıl buraya başkan seçilmiş ve başkanlığı bu kuruluşun yerini halkevlerine bıraktığı 1932 yılına kadar sürmüştür. Türk Ocağı başkanı olarak Türkçülük ve milliyetçilik meselelerinde önemli çalışma ve konuşmalarıyla tanınmış, dağılmakta olan ocağı derleyip toparlamış ve kısa sürede 230 şubesiyle faaliyetlerinin memleket sathına yayılmasını sağlamıştır. Millî Mücadele yıllarında halkı aydınlatmak amacıyla Konya ve Antalya’da görevlendirilmiş, Cumhuriyet’ten sonraki yıllarda yeni Türkiye’yi ve Cumhuriyet inkılâplarını öven konuşmalarıyla halk kitlesi üzerinde etkili olmuştur.


Hamdullah Suphi’nin “İslâm Birliğinin Geçirdiği Safhalar”, “Sanat ve İstiklâlimiz”, “Bugünkü Tehlikeler ve Halk Önderleri”, “Milliyet Düsturları”, “Sovyet Rejimi”, “Arap Birliği Hakkında Tarihî Mütalaalar” başlıklı yazı ve konuşmalarında sağlam bir tarih bilgisi ve şuuruna sahip olduğu dikkati çeker. Türk milletini ayakta tutan ve bekasını sağlayan milliyetçilik anlayışını üç temel unsur üzerine kurar. Bunlar dil, din ve dilek birliğidir; ancak vatan olmadıktan sonra bunların hiçbirinin önemi yoktur. Ona göre Haçlılar’ın parçalayıp yutmaya çalıştığı son Türk yurdu Anadolu’dur; Anadolu’yu ayakta tutacak tek yol ise millî kültürdür. Hamdullah Suphi 1925’te Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki görüşmeler sırasında tekke ve zâviyelerin kapatılmasına dair kanuna da itiraz etmiştir.

Eserleri: Nâmık Kemal Bey Magosa’da (İstanbul 1909), La question arménienne et un point de vue turque (Berlin 1919), Dağ Yolu (hitâbeler, I-II, İstanbul 1928-1931), Günebakan (makaleler, Ankara 1929), Anadolu Millî Mücadelesi (Ankara 1946), Hamdullah Suphi Tanrıöver’den Seçmeler (haz. M. Necati Sepetçioğlu, İstanbul 1971). Eserlerinden Dağ Yolu yeni harflerle (haz. Fethi Tevetoğlu, Ankara 1987) ve Günebakan açıklayıcı notlarla (haz. Fevziye Abdullah Tansel, Ankara 1986) tekrar yayımlanmıştır.


BİBLİYOGRAFYA:

Ruşen Eşref [Ünaydın], Diyorlar ki, İstanbul 1334, s. 188-204; İsmail Hikmet [Ertaylan], Türk Edebiyatı Tarihi, Bakü 1926, IV, 253-270; Yusuf Akçura, Türk Yılı: 1928, İstanbul 1928, s. 445-447; İbnülemin, Son Asır Türk Şairleri, s. 539-540; Hasan Âli Yücel, Edebiyat Tarihimizden, Ankara 1957, tür.yer.; Mustafa Baydar, Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Anıları, İstanbul 1968; Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri: Tanzimat’dan Cumhuriyet’e Kadar, İstanbul 1969, s. 142-143; Fethi Tevetoğlu, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Ankara 1986; Şerif Aktaş, “Hamdullah Suphi Tanrıöver”, Büyük Türk Klâsikleri, İstanbul 1991, XI, 281-285; Arzu Çaltık, Hamdullah Suphi Tanrıöver’in Türk Milliyetçiliği Tarihindeki Yeri (yüksek lisans tezi, 1997), Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; Cafer Şen, Fecr-i Âtî Edebiyatı, Ankara 2006, tür.yer.; İsmail Kara, Cumhuriyet Türkiyesi’nde Bir Mesele Olarak İslâm, İstanbul 2008, s. 252-253; Güler Güven, Sami Paşazâde Sezayi ve Eserleri, İstanbul 2009, tür.yer.; Türk Kültürü (Hamdullah Suphi Tanrıöver özel sayısı), IV/45 (1966); Türk Yurdu (Hamdullah Suphi Tanrıöver özel sayısı), VI/2 (1967); Fevziye Abdullah Tansel, “Hamdullah Subhi Tanrıöver’in Kullandığı Remiz ve İğreti Adlar”, KAM, XV/4 (1986), s. 39-52; “Tanrıöver, Hamdullah Subhi”, TDEA, VIII, 232-234.

 
Abdullah Uçman (İSLAM ANSİKLOPEDİSİ-cilt: 39,  sayfa: 574-575)

 


HAMDULLAH SUPHİ/EDEBİ PORTRERLERDEN

Bembeyaz saçlarından, gümüş şakaklarından sonra genç yüzü, karlar içinde bir çiçek tazeliğini andırır. Kemer kemer yükselen kara kaşlarında hiç silinmez bir soruş vardır. Sanırsınız ki Hamdullah, herkesin ve her şeyin dış görünüşü altındaki gizli hakikati sorup arıyor.

Işık ve mânâ dolu gözleri, bazen güzelliği, keskin ve yalçın bir hale kor. Bu, belki de dik, sert çizgilerle sıçrayan kavgacı burnunun ifadesidir. Fakat böyledir. O kadar tatlı gülen, âhenkli konuşan, sese bir kucak sıcaklığı veren ağzı da, gergin hatlı bir çene ile biter ve bu bitiş insana katı ve keskin şeyler düşündürür.

Duruşu, oturuşu, yürüyüşü, bakışı ayrı ayrı yumuşak ve zarif olduğu halde, hepsi bir araya gelince Hamdullah’a görünmez amma hissedilir yaylı bir ayrılık verirler.

Onu Ocak’ta tanıdım. Orada sevdim ve geçen zaman gönlümdeki bağın ipliklerini halat yaptı.

Yalnız Hamdullah’ı yakından tanıyanlar bilirler ki o, uyandırdığı muhabbeti denk bir sevgi ile karşılayamaz. Bir orman üstüne yaldız gibi serpilen güneş, nasıl her yaprağı aynı ışık ve hararet bolluğuyla kucaklayamazsa, o da bütün kendini sevenlerin gönlünü alamaz.

Yanında bin kişiyi anınız. Hepsi için:

- Yavrum! der ve sesi aynı şefkatli akortla titrer.

Türk Ocağı’nın bir ateşgede oluşunu biraz da onun alımı-na borçluyuz. Bu mukaddes soy aşkını parlatanlar arasında, onun payı büyüktür.

Sevimli varlığı, genç ruhların mıknatısı olmuştu. Üşenmez, yorulmaz, yeise kapılmaz, bıkmaz, usanmazdı.

Çıplak, soğuk odalar, çok geçmeden milliyet aşkının nuruyla ısındı, sevgiyle döşendi. Samanlık seyran, virane saray oldu.

Hamdullah’ı sonraları mebus, vekil, sefir hüviyetleri içinde gördüm. Fakat bütün bunlar, nihayet birer kıyafet değişmesidir. Ne nazır koltuğu, ne sefirlik makamı Hamdullah’ın kendisine yeni bir varlık verdi. O, bunların hepsinden üstün olmasını bilmişti.

Onu andığımız vakit, gözümüzün önüne ve ruhumuzun içine hep o eski hayaliyle gelip yerleşir. Yaldızı dökülmeyen tarafı sanatkâr cephesidir.

Hamdullah, bizde daha çok söz sanatının yaratıcısı olarak tanınır.

Fecr-i Âti’nin değerli bir şairi idi. “Annemin Derdi” gibi gerçekten güzel, samimiyeti derinlik haline koyan şiirler yazmıştı. Annesini bazen bir tek mısra ile canlandırırdı.

Yanımda başka bir akşam kadar hazin annem

Bizde galiba ilk madalyalı şair de odur. Fakat içli, duygulu mısralar onu doyurmuyordu. Bir gün bu dinmeyen susayıştan Türklerin Demosten’i çıktı.

Rahmetli Ömer Naci’nin Acem tecvitli, mübalağalı, çırpınış-lı hitabetinden sonra, onun aydınlık sesi, berrak ve menşurdan süzülmüş gibi renkli sözleri, bize gerçek hatibin ne demek olduğunu göstermişti.    

Hamdullah söylerken, biz kendi duygularımızın, kendi düşüncelerimizin söze sığdırıldığım, cümle kalıplarına döküldüğünü görüyor, zevkle kendimizden geçiyorduk.

Yukarıda işaret ettiğim büyük ve coşkun sevginin ilk kaynağı, işte bize verdiği bu zevktir. Ruhundan önce sanatını, kalbinden evvel yaratıcılığını görüp beğenmiştik.

Yaşıtlarım arasında ona imrenenler çoktu. Belki yüzlerce genç, Hamdullah’ın sesiyle konuşmaya, Hamdullah’ın hareketlerini benimsemeye çalışırdı. Ona yaklaşmak uğrunda oldukça, taklit bile bize küçük görünmüyordu.

Türkçülüğün yayılmasında ilk hamleyi yapan Hamdullah, Büyük Millet Meclisi’nde de bu kuvvetinin övünülecek izlerini bırakmıştır. Çerkez Ethem isyanından sonra, Millet Meclisi kürsüsünde saatlerce gürlediğini hatırlıyorum. Hamdullah o gün yarını görenlerin bayrağını açmış ve olgun ruhlardan kopan kasırgaların uğultusuyla haykırmıştı.

Onu dinlerken, içimden hiç silinmeyen bir derde uğradım. Parlak, derin, güzel sözleriyle ruhum kaynadıkça, kendi kendime:

- Yazık! derdim; yazık! Bu güzel şeyler, havanın boşluğunda eriyip gidiyor. Evet, çünkü Hamdullah bir Agora sofisti değildi. Hitabı, geçici heyecanlar uyandırmak ve kalabalığı herhangi bir yola sürüklemek mânâsına almazdı. Söz’de o, eski Hurufîlerin aşkını duyar, ağızda bir mihrap kutsiyeti sezerdi.

Evet, o yüzlerce nutuktan bugün ancak bir avuçluk şey kaldı. Dağ Yolu ve Günebakan ciltlerindeki birkaç yüz yaprak nedir? Otuz yılın Hamdullah’ını, bu kadarcık yere mi sığmış görecektik? Fakat kim bilir, dünya bu... Belki onu dinleyenler içinde not tutmuş olanlar vardır. Belki yarın bunlar el ele vererek tıpkı Demosten’le Çiçero’nun, Jores’in hayranları gibi emeklerini, notlarını ve hafızalarını birleştirerek Dağ Yolu ile Günebakan'a yeni ciltler katacaklardır.

HAKKI SÜHA GEZGİN, EDEBİ PORTRELER

SON EKLENENLER

Üye Girişi