CAHİT SITKI TARANCI KİMDİR?
(1910-1956) Cumhuriyet dönemi şairi.
Diyarbakır'da doğdu. Asıl adı Hüseyin Cahit'tir. Diyarbakır'ın eski ve köklü ailelerinden Pirinççizâdeler'e mensup Bekir Sıtkı Bey'in oğludur. İlk ve orta okulu Diyarbakır'da okudu; daha iyi bir öğrenim görmesi için babası tarafından İstanbul'a Saint Joseph Lisesi'ne gönderildi. Daha sonra bu okuldan Galatasaray Lisesi'ne geçti. Burada ölünceye kadar dostlukları devam edecek olan Ziya Osman (Saba) ile tanıştı. Mezun olunca yine babasının isteğiyle Mülkiye Mektebi'ne kaydoldu (1931). Derslere karşı ilgisizliği ve çirkinliği dolayısıyla kendini içkiye vermesi, birtakım gönül maceraları yaşaması yüzünden dört yıl sonra diploma alamadan okuldan ayrılmak zorunda kaldı, ancak kaydını Yüksek Ticaret Mektebi'ne nakletti (1935). Bu arada Sümerbank'ta memur olarak çalışmaya başladı (1936). Cumhuriyet gazetesinde hikâyelerini yayımlayan Nadir Nadi'nin maddî desteğiyle öğrenimine devam etmek üzere 1938 yılı sonlarında Paris'e gitti ve orada Ecole Sciences Politiques'e kaydoldu. Paris'te Oktay Rifat'la birlikte bir süre Paris Radyosu Türkçe Yayınlar Servisi'nde spiker olarak çalıştı. Temmuz 1940'ta Paris Almanlar tarafından bombalanırken Paris'i terkedip önce Lyon'a, oradan Cenevre'ye geçti. İsviçre'de kısa bir süre kaldıktan sonra güçlükle Türkiye'ye dönebildi.
Bir süre Diyarbakır'da ailesinin yanında kalan Cahit Sıtkı, Mart 1941'de askere gitti; Ekim 1943'e kadar Ankara, Burhaniye ve Ilıca'da görev yaptı. Askerlik dönüşü işlerini İstanbul'a nakletmiş bulunan babasının yanında ticarethanenin muhasebe defterlerini tutmaya başladı. Ancak babasıyla anlaşmazlığa düşünce işten ve ailesinden ayrıldı. 1944 yılı sonlarında Ankara'ya gitti ve Anadolu Ajansı'na mütercim olarak girdi. Bu tarihten itibaren aralarında Orhan Veli Kanık, Ahmet Muhip Dranas, Melih Cevdet Anday, Baki Süha Ediboğlu, Oktay Rifat, Ceyhun Atuf Kansu, Yaşar Nabi Nayır, Cevdet Kudret Aksal, Sabahattin Eyüboğlu gibi şair ve yazarların bulunduğu edebiyatçılar çevresinde yaşamaya başladı. Daha sonra Toprak Mahsulleri Ofisi'nde yine mütercim olarak çalıştı; buradan Çalışma Bakanlığı'ndaki mütercimlik kadrosuna geçti. 1951'de Cavidan Hanım'la evlendi. 1954 yılında hastalandı; kısmî felç dolayısıyla konuşamadığı gibi hareket de edemiyordu. Hastalığı sırasında bir süre İstanbul'da, bir süre de Diyarbakır'da ailesinin yanında kaldı. Arkadaşı Samet Ağaoğlu'nun yardımıyla tedavi için gittiği Viyana'da öldü (12 Ekim 1956); cenazesi Türkiye'ye getirilerek Ankara'da toprağa verildi. Diyarbakır'da doğup büyüdüğü ev daha sonraki yıllarda Cahit Sıtkı Tarancı Müzesi haline getirilmiştir.
Ünlü bir şair olmaya hevesi daha lisede okuduğu yıllarda başlayan Cahit Sıtkı edebiyatla ilişkisinin, küçük yaşta ailesinden uzakta sıkıcı yatılı okul hayatının hasta ruhuna yüklediği sıkıntıdan kaynaklandığını söyler. Dayısının teşvikiyle yazdığı, Abdullah Cevdet'in de takdirle karşıladığı denemelerinden sonra ilk şiirleri 1930'lu yıllarda Servet-i Fünûn-Uyanış ve Muhit ile Galatasaray Lisesi'nin Akademi dergisinde, daha sonraki yıllarda Varlık, Yücel, İnkılâpçı Gençlik, Ağaç, İnsan, Gündüz, Akpınar, Ülkü, Kültür Haftası, İstanbul, Yaratış, Cumhuriyet, Akşam, Vatan, Sanat ve Edebiyat gibi gazete ve dergilerde yayımlanır. Edebiyat dünyasında tanınmasında Peyami Safa'nın 1932 yılında Cumhuriyet gazetesinde şiiri üzerine yazdığı üç yazının büyük etkisi olur. 1945'te Cumhuriyet Halk Partisi şiir yarışmasında "Otuz Beş Yaş" şiiriyle birinci oldu; böylece şöhreti bir anda yayıldı.
Cahit Sıtkı, Fransız sembolist şairlerinden Baudelaire, Verlaine, Rimbaud, Valéry ve Paul Eluard'ın etkisinde kaldığı ilk şiirlerinde vezne ve şekle önem verdiği gibi şiirde ses, anlam ve biçim bütünlüğünü âdeta şart koşar. Yetişme çağlarında biraz da döneme hâkim olan milliyetçi ve memleketçi edebiyat dolayısıyla halk şiirinden etkiler alan Cahit Sıtkı'nın 1935'ten sonra yazdığı şiirlerde yalnızlık ve ölüm temaları üzerinde yoğunlaştığı dikkati çeker. Bu temalar üzerinde ısrarla durmasını dönemin toplumsal şartları dolayısıyla içine düştüğü nihilizm duygusuyla açıklayan Mehmet Kaplan onu metafizik seviyeye yükselememiş, dünya ile boşluk arasına sıkışıp kalmış, hayata sarılmak isteyen, fakat hayatta da aradığını bulamayan bir şair olarak değerlendirir. Aynı nesle mensup Orhan Veli ve arkadaşları gibi o da gerek toplumsal gerekse dinî ve tarihî değerlere ilgi duymadığından boşluğa düşmüş, bundan dolayı bir kaçış psikolojisiyle bazan tabiata, bazan da yaşama sevincine sığınmaya çalışmıştır.
Kendi neslinin diğer şairleri gibi dünyayı duyularıyla kavramaya ve tadını çıkarmaya çalışan Cahit Sıtkı'nın hemen bütün şiirlerinde ölümün gölgesinde yaşayan insanoğlunun yaşama sevinci veya buruk tadı duyulur. Şiirlerinin çoğunda ölüm, içinde yaşanılan bu güzel dünyayı sona erdirecek bir tehdit şeklinde varlığını hissettirirken mutluluğu zaman zaman çocukluk günlerine dönmek suretiyle yakalamaya çalışır. Şiirlerinde yaşamayı âdeta bir ibadet gibi gören, vatan topraklarının mutlu insanlarla dolmasını arzulayan Cahit Sıtkı'nın günlük hazları ölümsüzleştirmesi büyük başarılarından biri kabul edilmiştir. Şiirlerinde yalnızlık, çaresizlik, çirkinlikten şikâyet ve ölüm korkusu yanında yaşama sevinci de dikkati çeken en önemli temalardır. Fazla bir derinlik taşımamakla birlikte sade, akıcı ve ahenkli bir dil kullanması dolayısıyla şiirleri devrinde geniş bir okuyucu kitlesi tarafından sevilerek okunmuştur. Türk edebiyatında şiir üzerine en çok düşünen şairlerden biri olan Cahit Sıtkı bu konudaki görüşlerini çeşitli yazılarıyla mektuplarında uzun uzadıya açıklamıştır. Yazılarından birinde; "Şiir kelimelerle güzel şekiller kurma sanatıdır" der. Ona göre kelime annedir, dosttur, hasrettir, hayaldir; yani bir anlamı, çağrışımı, bir gölgesi, hatta bir rengi ve adı olan nesnedir. Şiirde mükemmellik ne aruzun ne hecenin ne de serbest veznin tekeli altındadır. Mükemmellik şairin kullandığı dilden âzamiyi koparmasıdır.
Cevat Sadık-ve İrfan Kudret takma adlarıyla bir kısım şiirleriyle paralellikler gösteren hikâyeler de yazan Cahit Sıtkı, şahsî yaşantısının ve kültürünün kendisine kazandırmış olduğu birikimi şiirleriyle birlikte hikâyelerinde de bol bol kullanmıştır. Zaman zaman hikâyelerinde işlediği konuları kelimelerin istifinden doğan şiir sesine ulaştıkları zaman şiirine geçirmiş, bazan da şiirini yazdıktan sonra onu bir de hikâyede işleyerek açıklamıştır. Böylece hikâye ve şiirleri âdeta birbirini tamamlamıştır. Olay örgüsünün genellikle basit bir çerçevede geliştiği hikâyeleri her şeye rağmen hayatın yine de yaşanmaya değer olduğunu anlatır (hikâyelerinin bir kısmını Selahattin Önerli derlemiştir, bk. bibi.): Cahit Sıtkı ölümünden sonraki yıllarda da sevilen ve okuyucusu azalmayan bir şair olmaya devam etmiştir.
Eserleri.
Şiir: Ömrümde Sükût (İstanbul 1933), Otuz Beş Yaş (İstanbul 1946), Düşten Güzel (İstanbul 1952), Sonrası (yetmiş üç yeni, on tercüme şiir, ölümünden sonra hakkında yazılanların bir kısmı, İstanbul 1957), Bütün Şiirleri (haz. Asım Bezirci, İstanbul 1983).
Mektup: Ziya'ya Mektuplar (Ziya Osman Saba'ya yazdığı elli yedi mektup; başında Saba'nın "Cahit'le Günlerimiz" başlığıyla yer alan uzun bir yazısı vardır, İstanbul 1957), Eşime ve Nihal'e Mektuplar (haz. İnci Enginün, Ankara 1989).
Makale-deneme: Yazılar, Makaleler, Konuşmalar, Yanıtlar (haz. Hakan Sazyek, İstanbul 1995). İnceleme: Peyami Safa: Hayatı ve Eserleri (İstanbul 1940). Tercüme: Fransa'da Müstakil Resim (A. Basler-C. Kunstler'den, A. Muhip Dranas'la birlikte, I—II. İstanbul 1938). Cahit Sıtkı'nın şiirlerinden otuz üçü Necdet Adabağ tarafından İtalyancaya çevrilerek yayımlanmıştır (Trentacinque arını (Milano 1972]).
BİBLİYOGRAFYA :
Güngör Gençay, Cahit Sıtkı Tarancı, Ankara 1956; Muzaffer Uyguner. Cahit Sıtkı Tarancı: Hayatı, Sanatı, Eseri, İstanbul 1966; Şevket Beysanoğlu, Cahit Sıtkı Tarancı, Ankara 1969; Mehmet Kaplan, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, İstanbul 1973, s. 107-116; a.mlf.. Edebiyatımızın İçinden, İstanbul 1978, s. 196-206; Selahattin Önerli, Cahit Sıtkı Tarancı'nın Hikâyeciliği ve Hikâyeleri, Ankara 1976; Gültekin Samanoğlu, Cahit Sıtkı Tarancı, Ankara 1988; İnci Enginün, Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları, İstanbul 1991, s. 240-249; a.mlf.. Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, İstanbul 2001, s. 72-74; Önder Göçgün, "Şiir Dünyası İçinde" Calıit Sıtkı T&rancı", Diyarbakır: Müze Şehir (haz. Şevket Beysanoğlu v.dğr), Istanbul 1999, s. 319-333; Şaban Sağlık, Cahit Sıtkı Tarancı 'nın Hikâyeleri Üzerine Bir inceleme, Ankara 2003; Milliyet Sanat Dergisi (Ölümünün 20. Yılında Cahit Sıtkı Tarancı-özel sayı), sy. 200, İstanbul" 1976;' »Talanlar Cahit Sıtkı", TDEA, VIII, 251-254; Ramazan Korkmaz, "Cahit Sıtkı Tarancı", Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi, Ankara 2007,:VIII, 195-198, .
İNCİ ENGİNÜN,İSLAM ANS. CİLT: 40
CAHİT SITKI TARANCI-2
Cumhuriyet şiirimizin öncülerinden. Diyarbakır'da doğdu. İlköğrenimini Diyarbakır’da yaptıktan sonra İstanbul'a geldi.
Kadıköy Saint-Joseph Lisesinde okudu. (1924-1928). Galatasaray Lise’sini bitirdi. (1931) Mülkiye Mektebi’ne girdi tamamlamadan Fransa’ya gitti. Paris Siyasal Bilgiler Fakültesine devam etti. II Dünya Savaşı’nda Paris’in Almanlar tarafından işgali üzerine öğrenimini yarım bırakarak yurda döndü. Askerlik sonrası memurluk hayatına atıldı. Bir yandan edebiyat hayatını izliyor şiirler yazıyordu. Ankara’da Anadolu Ajansı mütercimliği, Toprak Mahsulleri Ofisi’nde görevde bulundu Çalışma Bakanlığı mütercimi iken hastalandı. İki yıl kadar Ankara, İstanbul, Diyarbakır'da tedavi gördükten sonra gittiği Viyana'nın bir hastanesinde öldü. Naaşı getirilerek Ankara'ya gömüldü. Cahit Sıtkı Tarancı estetik, bireysel bir şiir görünüşüyle hemen bütün şiirlerinde ölümle fanilik temalarını işler. Toplumsal yaşantılarını şiirlerine öz olarak alır. Hecenin hiç değişmeyen kalıplaşmış duraklarını atarak heceye yeni uyum olanaklarım hazırlayanların arasındadır. "Şairin mesuliyeti ve şerefi sesle başlar, sesle biter. Yoksa kelimenin tek başına manasından beklenen güzellik, nesir hudutları içine girer. Şiir, nihayet bir kelime işidir; duygular, fikirler, buluşlar sonra gelir." görüşünü savunur. "En yaşlı şair kadar olgun ve kâmil, en genç şair kadar, hatta ondan da taze ve yeni olabilmek" gayesindedir. Anadilimizi tüm canlılığı ve sıcak duygusallığı ile vermek ister. Cahit Sıtkı Tarancı, şiirlerinin yanı sıra deneme, mektup, makale, hikâye türlerinde de yazdı. Kitap hâlinde çıkan en tanınmış eserleri: Ömrümde Sükût (Şiirler, 1933); 1946 CHP şiir yarışmasında birincilik kazanmasıyla ününü genişleten şiirinin adını taşıyan eseri Otuz Beş Yaş (Şiirler, 1946); Düşten Güzel (Şiirler, 1952); ölümünden sonra çıkan, ilk kitaplarına girmeyen şiirleri ile çeviri şiirlerini, ölümü üzerine yazılan seçme yazıların yer aldığı kitap Sonrası (1957); arkadaşı şair Ziya Osman Saba'ya gönderdiği Ziya'ya Mektuplar (1957).
(S.Kemal Karaalioğlu, Ansiklopedik Edebiyat Sözlüğü, İnkılâp ve Aka Kitabevleri, İstanbul 1983)
CAHİT S.TARANCI-R.ÖZCAN
Cahit Sıtkı Tarancı (1910-1956), şiir hayatına Namık Kemal, Tevfik Fikret ve Mehmet Emin Yurdakul'u okuyarak başlar. Sevdiği şairler arasında Fuzuli, Bakî, Şeyh Galip, Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Necip Fazıl ve Ahmet Kutsi Tecer'i sayabiliriz. Daha sonra Saint Joseph ve Galatasaray Lisesinde iken klasiklerden Corneille, Bacine ve La Fontaine'i okuyarak şiir kültürünü oluşturur. Ziya Osman Sabayla Galatasaray Lisesinde tanışması, şiir kültürüne büyük bir katkıda bulunur. Onun aracılığıyla tanıdığı Baudelaire'in, Cahit Sıtkı'nın şiir hayatında önemli bir yeri vardır. Şiir çizgisini, Baudelaire'den önce ve Baudelaire'den sonra olmak üzere ikiye ayırması, bu etkilenmenin önemini gösterir. Daha sonraki yıllarda Paris'e gitmesi ve Fransız şiirini yakından tanıması, onun şiirinin takip edeceği yörüngeyi belirler:
"Cahit Sıtkı Tarancı, herhangi bir siyasi bağlantısına girmeden, Türkçenin duru ve temiz ırmağında devrinin kendi oluş sorunsalına iddiasız bir biçimde tanıklık etmeye çalışır. Ona göre kendi oluşun ilk biçimi ölüme karşı bir tavır geliştirmekten ortaya çıkar. Yaşamın kutsallığına yönelmiş tehditleri ölümden önce ve sonra olmak üzere iki kesite ayıran şair, dünyalık ölümleri; alışkanlıkların sıradanlığına batma, fark ediş düzeyinden düşme ve unutma/unutulma gibi insani yitimlerle değerlendirirken, dünya yaşamını sona erdiren mutlak ölüm duygusu karşısında ise çaresiz bir ikaros trajedisi yaşar." (Korkmaz 2002: 390)
Görsellik unsurunun parçalanmışlığıyla en aza indirildiği yayılgan / geleğen imgeleri, duygusal öğeler içerirken yeni yaratımlara açık olmasıyla dikkat çeker. "İmgeyi oluşturan sözcüklerin anlamları ve görünümleri arasında mantığın onayladığı düz ve birebir ilişkiyi dışlayarak; daha çapraşık bir düzen inşa eder. Çarpıcı olmak için dili anlaşılmaz kılmaya itibar etmez. Onun esas gayesi, tabiilikte orijinali yakalamaktır." (Korkmaz 2002: 279). Böylece doğada bulunan farklı tür ve nitelikteki her şey, bu şiirde her an kucaklaşma, el ele dolaşma ve paylaşma şansım bulur.
"Kelimeler onun dünyasına anlamından çok ses değerleriyle girerler. Bu yüzden şiirlerinde nağmeye dönüşen kelime ve mısra anlayışı hakimdir. Serbest tarzda yazdığı şiirlerde bile bu akustik dengenin titizlikle gözetildiği dikkati çeker."(Korkmaz 2003: 327).
Cahit Sıtkı Tarancı, büyük sorunların ve/ya sosyal meselelerin şairi değildir. O, küçük insanın günlük acılarını ve ümitlerim şiir aracılığıyla dile getirir. "Şiirlerinde hayat; tekrarı olmayan ve sürekli tükenişe, unutuluşa akan bir altın ırmak gibidir. Kendisiyle beraber inşam da tükenişe götürmektedir. Bu kavrayış, zımnî olarak biraz da Batılı pozitivistlerin etkisiyle, hayatı, bir din gibi benimsemesine ve ona bağlanmasına vesile olur." (Korkmaz 2002: 3O6). Bunun için geniş kitlelerin şairi olabilme şansım yakalayabilmiştir. Ölüm karşısında büyük acılar yaşayan Cahit Sıtkı Tarancı'nın en güçlü izleği, şiirlerindeki insan kadrosunun dinmek bilmeyen atılımlarla yöneldiği ve çelik kancalarla bağlı olduğu yaşama sevincidir. Ancak ölüm, çok yönlü yüzüyle kutsal yaşam ırmağının en büyük tehdididir.
Yaşama karşı duyarsızlaşmayı, alışkanlıkların oluşturduğu körlük alanlarında yitmeyi ve fark ediş seviyelerinden düşmeyi de ölümle eşdeğer gören şair; ölümü aşabilmenin, dünya ve yaşamı içermekle mümkün olacağını savunur.
Şiirle ve aşkla dünyaya bağlanan şair, sonsuza dek yaşam lambasının sönmemesini arzular. Şiir kitapları Ömrümde Sükût (1933), Otuz Beş Yaş (1946), Düşten Güzel (1952) ve Sonrası (1957) adlarını taşımaktadır
(Ramazan Korkmaz - Tarık Özcan CUMHURİYET DÖNEMİ: Şiir 1950 sonrası)
Cahit Sıtkı TARANCI-ŞÜKRAN KURDAKUL
Diyarbakır’da doğdu (1910-13 Ekim 1956). Ortaöğrenimini Sait Joseph ve Galatasaray Lisesi’nde tamamladı (1931). Mülkiye Mektebi’nde ve Paris Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okudu. Memurluk, çevirmenlik yaptı.
Cahit Sıtkı, kimileri “Muhit” ve “Servet-i Fünun/Uyanış” dergilerinde yayımlanan ilk şiirlerini topladığı Ömrümde Sükût’ta (1933), deney evresinin olağan sayılacak acemiliklerini en aza indirebilen bir şair kimliği kazanmıştı. Zaman, ölüm, aynalar gibi Ahmet Hamdi’nin, Necip Fazıl’ın sevdiği temaları işlerken hecenin değişik kalıplarını deniyordu. Yetiştiği yıllar, Nâzım Hikmet’in özgür kuruluşlar içinde coşku çağıltıları haline gelen şiirlerindeki yeni ses, yeni kavramlar ve insanı bulunduğu her yerde arama kaygısı ilgisini çekmedi pek. Ahmet Hamdi gibi erken yaşlanmışlara özgü bir dünyada benmerkezli duyarlıkların ağırlığı altında kaldıkça, “Semada yıldızlardan,yerde kurtlardan başka öldüğümü kimseler bilmeyecek” (Ömrümde Sükût) dizelerinde gördüğümüz genç insan gerçeğinin taşıdığı doğallıklara uymayan acılara düştü.
Ölçüye egemenliği vardı; beğenisi, sesi vardı, ama bu yetenekleri, içerik yönünden kendi kendisini sınırlama tehlikesi taşıyan bir ortamda sergilendiği için yeni bir şiir kurma olanağını vermediler.
Varlık dergisinin ilk yılında çıkan dokuz şiirinin adları bile* Cahit Sıtkı’nın işlediği temalarda, 1920 kuşağının izleyicisi olduğunu gösterir sanıyoruz. Şiirine hareket noktası olan kimi sözcüklerle de saptayabiliriz bu durumu:
Sonbaharı duyar da ağaç
Gündüzleri çeker işkence
Bir hülyada dalar da her gece
Başında gök ürperen bir taç.
Göz kırparken ona yıldızlar
Baharında sanıp kendini
Çağırır da bülbüllerini
Ağaç pırıl pırıl sayıklar.
“Sayıklayan Ağaç” (Varlık, 15 Haziran 1934) adını taşıyan bu şiiri oluşturan 30’a yakın sözcükten sonbahar, ağaç, hülya, gece, yıldızlar, gök, ürperme, bülbül… Ahmet Hamdi; sayıklama, işkence, pırıl pırıl… Necip Fazıl’ın pek çok kullandıkları sözcükler arasındadır.
“Eşya” (İlkin Varlık, 15 Temmuz 1934) adlı şiir ise hem içerik, hem biçim yönünden Necip Fazıl yörüngesinde görünür.
Gece oldu mu korkunç
Şekiller alan eşya
İçime ürpermeler
Korkular salan eşya.
………
Ben sizi var sanırım
Sahiden var mısınız?
Cahit Sıtkı’nın dünyasına egemen olan- yer yer idealizme dönük- bireysellik, şiirinin daha sonraki aşamalarında da sürdüğü için temaları ve sözcük dünyası sınırlıdır.
Bilmem ki hâtıralar
Ne istersiniz benden
Gelir gelmez sonbahar,
Bu kanat çırpış neden
Cama vuracak ne var
Ey eski hâtıralar
Sanmayın güller açar
Bülbül değildir öten
Bu rüzgâr başka rüzgâr…
Şairin Otuz Beş Yaş kitabına da aldığı bu şiirin hatıra, sonbahar, gül, bülbül gibi şiirimizin esmişi sözcüklerinin en yüzeysel anlamlarına dayanarak kurulduğunu görüyoruz. Daha değişik kavramlara açılmak istediği zaman Necip Fazıl’ın şiir dünyasına kapılıyor. “Gündüz” (Otuz Beş Yaş, 12. bas., sf. 9) adlı şiirin ilk dörtlüğünü Kültür Haftası’ndaki (6 Mayıs 1936) biçiminden okuyarak saptayabiliriz bu savı.
Ey sakin suları karıştıran el
Balıklara huzur vermeyen dalgıç
Gündüz cüceyle dev, çirkinle güzel
Arkasında keskin parlayan kılıç.
Bu geçiş dönemi, Orhan Burian’ın da belirttiği gibi, geceden ve ölümden duyduğu ürküntünün yerini, hayata ve insanoğluna duyduğu sevgi alıncaya kadar sürer Cahit Sıtkı’da. Sonra “Bahar Sarhoşluğu” gibi, “Abbas” gibi dünyalı şiirler görünmeye başlar. Garipçilerin orta tabaka insanının günlük yaşama bağlı duyarlıklarını ortaya koyuş biçimlerini benimsediğini gösteren örneklerin (Şaşırtmaca, Bir Saadet, Su Sesi, Dalgın Ölü, Uçtu Uçtu) yanı sıra, Rıfat Ilgaz gibi ince yergiyi toplumsal taşlama düzeyine çıkaran şiirler de yazar.
Bu konak eski paşalardan birinin
Bu arsa bir mebusundur
Bir doktorun bu apartman
Bu dükkân benim değil
Bu çarşıya hükmeden Yahudiler
Bereket versin gökyüzünün tapusu yok
Herkes bakabilir
Bulutlara kimse el koyamaz
Hayal kurma hürriyeti var.
Nedir ki, bir çeşit kendini yenileme çabası olarak düşünebileceğimiz bu girişimci heveslere karşın, şair, duyarlığına egemen olan iki temel etkenden kurtulamaz: Yaşlanma ve ölüm…
Ölüm Tehlikesi, Dalgın Ölü, İnsan Hali, Paydos, Akıbet, Ölüm gibi şiirlerde; ölüm teması ya doğrudan doğruya, ya dolaylı olarak işlenmiştir.
Çoktandır tekneyi aldı sular.
Çoktandır ümitler sende ölüm?
Sabır tesbihim kopmak üzredir
Ne gün kalkacak bu perde ölüm
( Ö l ü m )
Bir de baktım ki ölmüşüm
Dünya sönmüş başucumda
( B i r d e B a k t ı m k i Ö l m ü ş ü m )
Gel diyordu uykumda ölüler gel
( D a v e t )
Bana da yolculuk göründüğü gün
Bulunmasına bulunur sanırım
Tabutumu taşıyacak üç beş dost.
( İ n s a n H a l i )
Ölüm yer yer bir istek olarak görünmesine karşılık, çoğun, korku ifadesidir Cahit Sıtkı’da. Bu nedenle, belki çevre koşulları değiştiği, iç güçlerine dayanarak kendini yaşının adamı kimliğinde duyduğu zamanlarında bilinçaltını saran bu korkulara yeter demek ister. Yalnızlıktan yakınır. İçtenliği şiirin başlıca koşullarından biri saydığı için saklamaz kendini, “Bitirdi beni bu içki, bu kumar” (Paydos), “Hani ev bark/ Hani çoluk çocuk/ Ne geçti elime bu hayatın/ Meyhanesinde kerhanesinde” (Garip Kişi) dizelerinde gördüğümüz gibi açılmamış penceresi kalmasın ister. Her şeyi duyarlığa bağlıdır. Sevgi bile sevgi özlemiyle birlikte yaşar onda. Kadını, aşkı, sevecenliğin egemen olacağı yaşamı özlediği zaman, kötümserliği de, içindeki gizemci adamı da yenmiş görülür.
Ölmek varsa günün birinde gayri
Göz nuru, el emeği, alın teri
Yaşadığım iyi kötü günleri
Değişmem hiçbir cennet masalına.
( İ n s a n o ğ l u )
dizelerinde gördüğümüz gibi, birçok şiirine ve usa aykırı olan her şeye yeter demek isteyen bir davranışla yılların biriktirdiği alışkanlıklara karşı çıkar. Bu elbette ki idealizmden materyalizme yöneliş değil, kişiliğinin artık kendine karşın, başkaldırısıdır.
Ahmet Hamdi ve Necip Fazıl şiirini, 1940 hareketine ulaştıran Cahit Sıtkı’nın, dönemi içinde yarattığı geniş etkiyi yaşadığını yazma alışkanlığına bağlayabiliriz.
ŞİİR KİTAPLARI: Ömrümde Sükût (1933), Otuz Beş Yaş (1946), Düşten Güzel (1952), Sonrası (1957).
KAYNAKLAR: Ziya’ya Mektuplar (1957); Muzaffer Uyguner, Tarancı’nın Şiiri Üzerine Düşünceleri (1960), Cahit Sıtkı Tarancı (1966); Turgut Uyar, Papirüs (Şubat 1968); İrfan Yalçın, Yansıma (Mayıs 1972); Selâhattin Önerli, Cahit Sıtkı Tarancı’nın Hikâyeciliği ve Hikâyeleri (1976), Milliyet Sanat, özel bölüm (8 Ekim 1976); İlhan Gencer, Cahit Sıtkı Tarancı (1977); Mustafa Şerif Onaran, Düşlem (Ekim 1998).
* Akşam Vakti, Kuyu, Aynalarda Gece, Sen de Her Şey Gibi, Akşamlayın, Yağmur Yağadursun, Sular, Ağaçlar, Kuşlar, Hatıralar, Sayıklayan Ağaç.
Şükran KURDAKUL
Çağdaş Türk Edebiyatı 3, Cumhuriyet Dönemi 1 Şiir, Şükran Kurdakul, Evrensel Basım Yayın, İstanbul, 2002, s.157-160