Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

-13-

ÖLÜ MÜ DENİR- EDİP CANSEVER ŞİİRLERİ


Ölü mü denir şimdi onlara
Durmuş kalpleri çoktan
Ölü mü denir şimdi onlara
Kımıldamıyor gözbebekleri
Ölü mü denir peki
En büyük limanlara demirlemiş
En büyük gemiler gibi
Kımıldamıyor gözbebekleri
Ölü mü denir şimdi onlara.
Suratları gergin
Suratları kararlı
Belli ki çok beklemişler
Kabuğundan çıkan bir portakal gibi gelen sabahı
Suratları gergin
Bir savaş alanına benziyor suratları
Dudakları nemli
Son defa kendi etini öpüp
Yani son defa gerçek bir insan etini
Hazla kapanmışlar öyle
Geçirmiyor gövdeleri soğuğu
Geçirmiyor sıcağı da
Ve ikiye ayrılmış bir nehir gibi bacakları
Akıyorlar sonsuza
Ölü mü denir şimdi onlara.
Kimse hüzünlü olmasın
Sırası değil huğunun daha
Bir gün bir şehrin alanında
Bir mermer yığınının gözlerine
Omuzlarına düşerse bir çınar yaprağı
Hüzünlensin yasayanlar o zaman
Sırası değil huğunun daha.
Öylesine sıkılmış ki yumrukları
İyice sıkılsın yumruklar
Saklansın diye bir armağan gibi bu katilik
Öylesine sıkılmış ki yumrukları
Kimse hüzünlü olmasın
Kimse hüzünlü olmasın diye
Sırası değil huğunun daha.
Unutulsun bir gövdeye duyulan hasret
Unutulsun bu alışılmış duyarlık
O kadar sade, o kadar kalabalık ki
Unutulmaya değer onların insan gövdeleri
Ve unutulmalı mutlaka
Dolsunlar diye yüreklere
Dolsunlar damarlara.
Ölü mü denir
Ölü mü denir şimdi onlara



ÖLÜMÜN KONUMU - EDİP CANSEVER


Ölüsünün ağzında bir düzlüğün ölüsü
Ben kendimi isterim her yerdeki bir yerde
Ayak bileklerimin üstünde iki kıvrım
Unuttuğum bir şey var, onun içinde
Ve yadırgadığım. Ben kendimi taşırım
İçinde olmadığım bir güne
Bir yaprak biçiminde - boşluksa tırtıl -
Bir de işte tek kalmanın acısı, bir de
Nemli toprakta yüzükoyun
Yokluğuma kar biriktiren yazla birlikte.

İmgesiyim ölümün.



ÖLÜMÜN SESİ –ERDEM BEYAZIT


Ölümden bir işaret var her şeyde
Ölümün sesini duyuyorum şarkılarda türkülerde:

--- Kışlanın önünde redif sesi var Namluların ucunda ölümün sesi!

--- Bir ay doğdu geceden oy oy
Karanlığın ağzında ölümün sesi!

--- Erzurum dağları kar ile boran
Vadilerin koynunda ölümün sesi!

--- Ezo gelin durmuş bakar yollara Umudun ardında ölümün sesi!

--- Bir ihtimal daha var
Umuttan da öte ölümün sesi!


ÖLÜME SAYGI –ERDEM BEYAZIT

Ölüm bir melek elinde gelir
Ve öper usulca çocuk yüzleri.
Belki bir gün kurtuluruz
Karıncaların yolunu şaşırtan ince rüzgarlarla
Kaplumbağaların hasret kaldığı derin tepelerde
Çocuk gibi bakalım mavi sulara
Şehirlere bakalım insanlığımızı eskittiğimiz
Sislerden dumanlardan yollara atılan
mısır koçanlarından
Belki tutarız birgün belki kurtarır bizi
Simsiyah saralım bezlerle dağları rüzgarları
Gül bahçeleri ağlasın
Dallarda salınan çocuk salıncakları ağlasın
Kırmızı balonlar bizsiz kaybolsun gökyüzünde.
Haydi sığının şehirlere
Kabuğunuza çekilin yorganınızı çekin üstünüze
Kalsın titrek ve mavi elleriniz
Bekleyin geliyor ölüm usulca
Usulca girer koynunuza.

Çamlıca 1959


GECEYE KARŞI MÜDAFAA - FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA

Bu adam ölmüştür ama,
Düşmedi toprağa henüz vakit.
Hayatını devrettik ağaçlara
Kalbi kimlere ait.

Bu adam ölmüştür ama,
Başucundan ayrılamadık.
Sonsuz kederinde gecelerimizin
Nedendir hala bu beyazlık.

Bu adam ölmüştür ama,
Henüz durmadı nehir.
Ve nasibi muhteşem kuşlar gibi
Onu götürebilir.


ÖLÜM - İLHAN YÜKSEL

Bende bilmezdim ölümün
İnsana yakın olduğunu
Ana rahminden alınıp
Kabir’e konulduğunu

Bunca yıllık şu ömrümüz
Değersiz akçe imiş de
Öğrenirmiş de şu insan
Onu da bu son gidiş de

Bir yaprak gibi dökülür
İnişi başlar yavaştan
Yaprak döker insan ölür
Ne farkımız var ağaçtan

Alıp buradan götürdüğün
İki tahta bir top kefen
Eş bildiğin dost gördüğün
Kimse gitmezmiş giderken

Adin şöhretin varlığın
Çabuk unutur kalanlar
Eşim dostum bildiğin
İşte şu gülendir ağlayanlar

Bu tabuta aldıkların
Dar bir yere götürülür
Yürümezse adımların
Ağı, ağır yürütülür

Bizim gibi şu yatanlar
Ağır akça yiğittiler
Üstüne toprak atanlar
Sırası geldi gittiler

Bu yolculuğun sonunda
Ne var geri dönmez giden
Yoksa işler mi yolunda
Köşk mü taht mı var inciden



KUŞUN ÖLÜMÜ - İSMET ÖZEL


Kuş damdan düşünce
sarışın bir yürüyüşüdür artık ölümün
bir yağmurdur açılan kuraklığa
bir yağmurdur kulübesi nisandan
ve onun ayaklarına dolanan o gökyüzü
kansız yüzleridir diri kuşların
kuş düşünce damdan

kuş düşünce damdan
kızlar saçlarıyla ölümü düşünürler
uzun bacaklı tanrılar koşuşur sokaklarda
kuş öldü herkes mi arıyor
gençlik mi yürüyor herkese ve mi arıyor
onun gözlerini satılan çarşılarda
kuş öldü kanadının altındaki o yara
yağmurun karanlığını getiriyor geceye
yağmurun ırmaklarını getiriyor geceye
kuş öldü
küçücük bir yorgunluktu ölmeden önce.


öldü, kim ısıtır artık onun ellerini
suların aynasında üşüyen ellerini
suların saygısıyla üşüyen ellerini.

Şiir Kitabı, S. 75




ÖLÜM UZAKTIR DERSEN

Kalabalığı terk et ibret almak istersen,
Mezarlıklara bir git, ölüm uzaktır dersen.
Doğar doğmaz ölen var, yüz yaşını geçen var,
Ölüm bir teskeredir eğer Rabb'e askersen.



SON YOLCULUK

Son yolculuk başlarken şu musalla taşında,
Fani ömür bitecek herhangi bir yaşında,
Münker-Nekir meleği başlar çetin sorguya,
Dostlar dua ederken mezarının başında.


GİTTİLER - İBRAHİM SAĞIR

Azalıyor kabir ile aramız,
Dostlar birer birer göçüp gittiler.
Ne zaman bilinmez ama sıramız,
Hepsi birden bire uçup gittiler.

Çıkacağız bu dünyanın kolundan,
Olgun meyve düşer gibi dalından,
Dost omzunda mezarlığın yolundan,
Ahirete kanat açıp gittiler.

Böyle işler her dem İlâhî yasa,
Öğütür hayatı çile, gam tasa,
Arkada kalanlar düşerler yasa,
Artlarından hüzün saçıp gittiler.

Dünya şöyle bir kenara itince,
Sağlık, sıhat, yavaş yavaş yitince,
Sermayei ömürleri bitince,
Ecel şerbetinden içip gittiler.

Ebedi kalanı göster cihânda,
Bütün sevgililer hep öte yanda,
Üç beş zaman oyalanıp bu handa,
Mezar kapısından geçti gittiler.

Yenildiler bu dünyanın bârına,
Bakmadılar ticaretin kârına,
Attılar her şeyi arkalarına,
Ebedî âlemi seçip gittiler.

Ölümünü konu koşu duydular,
Esvapların birer birer soydular,
Namaz için musallaya koydular,
Üç beş metre kefen biçip gittiler.


SESSİZLİK ŞEHRİ - İBRAHİM SAĞIR

Sessizlik şehrine bir dost götürdük,
Ne hatır sordular, ne hâl sordular.
Hânesine husulünce yatırdık,
 Ne adres sordular, ne yol sordular.

          Bura sakinleri hepsi lâl olmuş,
          Kalkmış sen ben farkı, bir emsal olmuş,
          Geçmiş hayatları hep masal olmuş,
          Ne nakit sordular, ne mal sordular.

Bir küçük tümseğe dönmüş bedenler,
Saklanmış toprağın altına tenler,
Unutmuş dünyayı önce gidenler,
Ne asır sordular, ne yıl sordular.

          Buraya gelenler atmış dertleri,
          Bir uzun sükûta katmış dertleri,
          Geride kalana satmış dertleri,
          Ne petek sordular, ne bal sordular.

Adları kazınmış hece taşına,
Yatmışlar uyurlar yalnız başına,
Bakmazlar yabanın kurdu, kuşuna,
Ne bülbül sordular, ne çil sordular.

          Gece nedir, gündüz nedir bilmezler,
          Güneş, sema, yıldız, bedir bilmezler,
          Üşümezler, urba, setir bilmezler,
          Ne aba sordular, ne çul sordular.

Üstlerinde otlar bitmiş yolmazlar,
Bayram gelir, seyran gelir gülmezler,
Dost ahbabı ziyarete gelmezler,
Ne zambak sordular, ne gül sordular.

          Nişanları sade şu taşlarıdır,
          Selviler çiçekler sırdaşlarıdır,
          Yağmurlar belki de gözyaşlarıdır,
          Ne deniz sordular, ne göl sordular.

 

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

TASNİF DIŞI ŞİİRLER

SON EKLENENLER

Üye Girişi