Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

 

Yahya Kemal Beyatlı (1884 -1958)

Üsküp'te doğmuş, ilk ve orta öğrenimini Üsküp, Selanik ve İstanbul'da yaptıktan sonra, 1903'te Paris'e gitmiştir. Paris'te Albert Sorel'den tarih dersleri almış; aynı metotla Osmanlı tarihini incelemeye başlamıştır. O sıralarda Paris, XIX. asır Fransa'sının henüz ihtişamını kaybetmemiş olan fikir ve sanat atmosferi içindedir. Bu atmosfer içinde, bir yandan Fransız edebiyatını öğrenirken, bir yandan da o dönemin edebî şöhretleri ile yakın dostluklar kurmuştur. 1912'de İstanbul'a dönünce, liselerde edebiyat ve tarih öğretmenliği yapmıştır. Edebiyat hareketleriyle yakından ilgilenmiş ve Türk şiirine yeni bir hamle getirmeye çalışmıştır.

Ankara'ya giderek, Millî Mücadeleye katılmış, Lozan Barış Konferansına müşavir olarak gönderilmiştir. Sonraki yıllarda milletvekilliği ve elçilik görevlerinde bulunmuş, İstanbul'da ölmüştür.

Paris'e gitmeden önce, o yıllarda popüler olan Servet-i Fünûn şiirinin etkisindedir. O dönemde çok beğendiği şairler Tevfik Fikret, Cenap Sahabettin ve en çok da Abdülhak Hâmit Tahran'dır. Fakat Fransız edebiyatını yakından tanıyıp onu Türk edebiyatı ile karşılaştırmaya başlayınca, düşünceleri değişir.

Yahya Kemal, Divan şiirini parçacılık ve belirsizlik üzerine kurulu "yığma" bir şiir olarak görür. Ona göre "Divan edebiyatı bir taklit edebiyatıdır ve bütünlükten mahrumdur. Halk edebiyatında da bir bütünlük yoktur. Tanzimat'tan sonraki edebiyat da Fransa'dan gelme bir taklit edebiyatıdır ve bu taklitçilik Servet-i Fünûn devrinde en üst düzeye çıkmıştır. Üstelik Servet-i Fünûn şiiri, kendi zamanının Fransız şiirini değil, daha önceki devirlerin Fransız şiirini taklit etmiştir ve bu apaçık bir geriliktir."

Paris'te bulunduğu sıralarda Fransız edebiyatında karşılaştığı saf (öz) şiirin etkisinde kalmış, kendi şiirlerini de bu şiir anlayışına uygun olarak yazmak istemiştir. Hatta bir dönem, Batı şiirinin ilk kaynaklarına inmek amacıyla, bir neo-hellenizm denemesine de girişmiştir. Ancak yabancı ulusların geçmişi onu kendine fazla bağlayamaz ve Osmanlı tarihinin muhteşem devirlerine döner.

Yahya Kemal, Millî Edebiyat hareketinin içinde doğrudan yer almadığı halde, Mehmet Akif Ersoy gibi, bu hareketi makaleleri ile desteklemiş bir sanatçıdır. Asıl sanatçı kişiliğini şiirde gösteren sanatçı, şiirlerinde öz ve içerik açısından Millî Edebiyatın görüşlerini yer yer benimsese bile ölçü, uyak gibi biçimsel öğelerde Divan şiirinin devamı görünümündedir.

Ona göre, Türk devletleri içinde, yükseliş devrinde dünyada her bakımdan medenî bir üstünlük kuran ve onu uzun süre devam ettiren en büyük devlet, Osmanlı İmparatorluğu'dur. Os-manlı İmparatorluğu'nun tarihi, tema olarak, millî bir edebiyatı besleyebilecek güçtedir. "Açık Deniz" şiirinden başlayarak "Akıncı", "Mohaç Türküsü", "İstanbul'u Alan Yeniçeriye Gazel", "Barbaros Anıtı Kitabesi", "Selîm-nâme", "Süleymaniye'de Bayram Sabahı" gibi şiirlerinde epik bir atmosfer içinde millî tarih temasını işler.

Bunun yanında "aşk", "ölüm", "sonsuzluk" ve Osmanlı medeniyetinin en güzel eserlerini bağrında saklayan "İstanbul" en çok işlediği temalar olarak dikkati çeker. Şiirlerinde Nedim'den sonra İstanbul'u en çok dile getiren şair odur. Çok sayıda aşk şiiri de yazmıştır.

Paris'te Fransız sembolistlerinin şiirlerine ilgi duymuştur. Fransız şiiriyle kurduğu yakınlık, Türk şiirine faklı bir açıyla bakmasını sağlar. Türk şiiri ve Türkçe söz sanatlarını incelemiş; "Mısra haysiyetimdir." sözüyle şiirde dizenin bir iç uyumla, musiki cümlesi hâlinde kusursuzlaştırılması gerektiğini savunmuştur.

Şiirlerindeki nazım şekilleri, kullanılan temalarla ilgili olarak değişiklik gösterir. Tarihî temaları işleyen şiirlerinde, ağırlıklı olarak Divan edebiyatı nazım şekillerini kullanmıştır. "Ok" şiiri dışında bütün şiirlerini aruzla yazmıştır. Sağlam bir üslubu vardır. Şiirlerinin dili ve üslûbu üzerinde büyük bir titizlik göstermiştir. Nazım şekilleri gibi, şiirlerinin söz dağarcığı da temalara göre değişir. Tarihî temaları işleyen şiirlerinde, devrin atmosferini tam olarak yansıtabilmek için, dilinin de eskileştiği, ağırlaştığı görülür. Diğer şiirlerinin dili ise konuşulan Türkçenin güzel örnekleri niteliğindedir. Türkçeye çok hâkim olan şair, Divan şiirini çağdaş bir yorumla ele almış, Türk şiirine çok değişik bir söyleyiş getirmiştir. Aruzu Türkçeye başarıyla uygulamıştır. Türk dilini en güzel kullanan şairlerimizden birisidir. Şiirlerinde Türkçenin ahengini yaratmaya çalışmıştır.

Eserleri: Kendi Gök Kubbemiz, Eski Şiirin Rüzgârıyla, Rubailer ve Hayyam Rubailerini Türkçe Söyleyiş, Bitmemiş Şiirler (şiir); Aziz İstanbul, Eğil Dağlar, Siyasi Hikayeler, Siyasi ve Edebî Portreler, Edebiyata Dair, Çocukluğum Gençliğim Siyasi ve Edebî Hatıralarım, Tarih Musahabeleri, Mektuplar-Makaleler (düzyazı).

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi