Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

 

MUALLİM NÂCİ

Sık ve sert bir sakal çerçevesi. Gür kaşlarla gölgeli keskin bakışlar. Azim ve irade dolu bir ağız. İlk görüşte resmî şöyle böyle bir adam tesiri yapıyor. Fakat dikkatiniz artınca deri canlanıyor, konuşan çizgiler beliriyor.

Fesle örtülü alnın yüksekliğini tahmin edemezsiniz, amma kaşların uçtan uca kapladığı genişlik, ilk saniyede alelade intibaını silecek kadar kuvvetlidir.

Ben, ona yetişmedim. Bu satırları resmiyle yetişenlerin sözlerine bakarak yazıyorum.

Edebiyat tarihlerinde tuttuğu yol, hayli münakaşa edilen Muallim Naci’nin madde yanı bu işte.

Bir saraç oğlu idi. Çocukluğu basit bir mahalle dekoru içinde geçmişti. Ceddaniyeti hakkında bilgimiz yoktur. Onu hazırlayan ömür şartlan arasında damarlarındaki kanın veraset sırları henüz çözülmedi. Kendi eserlerinde de bu noktayı aydınlatacak ışıklara rastlayamıyoruz. Yalnız medresede okuduğunu, Varna Rüştiyesi’nde hocalık ettiğini ve bu sırada Kürt Sait Paşa tarafından himaye edilerek adalara gittiğini biliyoruz.

Çok ehemmiyetli yer ve nüfuz sahibi olan Sait Paşa, irfan ve zekâ zenginliği ile meşhur (...) İstanbul’dan gittiği halde, kâtipliğine Muallim Naci’yi seçişi, bence üstünde durulmaya değer bir meseledir.    

Mahzen-i Evrak’ta bir gün Sait Paşa’nın muhabereleri bulunursa, belki bu seçişin esrarlı düğümü çözülebilir.    

Kürt Sait Paşa gibi Berlin’de bile şöhretli izler bırakan bir şahsiyet, kendine en yakın adamı seçerken elbette gelişigüzel davranmamıştır. Onun divan efendiliği Paşa’ya ne verdi? Bilmem, fakat bu yeni vazifenin Muallim Naci’nin kabuğunu kırdığına inanıyorum.

Bazen tesadüflerin yaptığını bir alay tedbir başaramaz. Asıl adıyla Ömer’in edebî hayatı da işte böyle bir tesadüfle başlar

Midilli’de yazdığı gazeller burada çok beğeniliyordu. Hattâ bunlardan birini Recâizâde Ekrem Bey bile alkışlamıştı.

Paşa ile İstanbul’a dönüş, onu buradaki edebî çerçeveye yaklaştırdı. Ne yazık ki bu yaklaşma, eskilik taraftarlarına doğru bir akış olmuştu. O sıralarda memleket ikiye bölünmüştü. Recaizâde, Tanzimat’tan beri sürüp gelen garba doğru gidişin öncüsü idi. Etrafında değerli bir gençlik toplanmıştı. Şinasi ve Nâmık Kemal’e saldıranların artıkları da Muallim Nâci’nin etrafına üşüştüler.

Gerek Talim-i Edebiyat'tâki bediî telakkiler, gerek Zemzeme’lerin mukaddemeleri, bunları kızdırıyordu. Onlar da hücuma geçtiler.

Muallim Nâci birdenbire parlak bir kutup oldu. Gurur içkisini tattı. Alkış şarabıyla başı döndü.

Verdim âteş dillere sûz-i dil-i âvâreden

Eyledim icâd bin yangın bir âteşpâreden

beyti, bu gururun ilk kıvılcımıdır.

Bir zamanlar:

Hâk-i siyah içre kalacak dâne miyim ben?

demişti. Bunu kendine inanışının bir şahidi saysak bile, kibir değil, nihayet bir hak isteyiş gibi muhakeme etmek zorunda kalırız. Fakat sonraları dâvânın rengi değişti.

Tercüman-ı Hakıkat’in edebî müdürlüğüne geçiş, tevazudan gurura da bir atlayış oldu. Bu istihaleyi:

Söylesin Allah için sihr âşinayân-ı beyân 

Olmayan meşhuru kimdir hâme-i sahhârımın

beytinde olanca açıklığıyla görüyoruz. Yukarıda bazen bir tesadüfün bin tedbirden daha engin neticeler verdiğini söylemiştim.

Sait Paşa ile karşılaşma talihi, Muallim Nâci’ye müspet bir hava, parlak bir ufuk açmıştı. Paşa ile Berlin’e gitmemek bu havayı menfî kutuplarla doldurdu ve ufku kararttı.

Tavukpazarı selâtin meyhanelerinde kim bilir ne türlü vazgeçilmez bir âlem vardı ki Nâci, burada kalmayı, Berlin’e gitmeye tercih etti.

Şuna yüzde yüz inanıyorum ki Muallim’in hayatında bu seyahat yer alsaydı, bambaşka bir hüviyetle edebiyat tarihimizi süsleyecekti.

Bütün ömrünce Recâizâde’ye üstün olmaya çalışmıştır. İkisinin eserleri yakından incelenirse, görülür ki Muallim Nâci, biteviye üstâdla yarışır. Recâizâde, meselâ, bir gün “Kuzu” diye bir şiir yazar. Ertesi hafta Tercüman'm edebî ilâvesinde yahut Muallim'de Nâci’nin de “Kuzu”su çıkar.

Üstad Ta’lim-i Edebiyat'ı çıkarınca, o da Istılâhât-ı Edebiye'yineşreder. Mahmud Ekrem Kudemâdan Birkaç Şair isimli edebiyat tarihiyle tezkiremsi bir etüd yapınca, Muallim Nâci hemen daha büyük ölçüde bir Esâmi vücuda getirir. Zemzeme’nin karşılığı da Demdeme'dir.

Bu yarış, eğer sade yarışmak ve bir rekabet olarak kalsaydı, faydalı bir şey olurdu. Fakat ne yazık ki, bir kıskançlık ve hücum şeklini aldı. Kıskançlık, yürekte hınç ve inkârdan başka hiçbir şeye yer bırakmadığı için, bu eserler de asaletten mahrum görünür.

Çoğu haksız ve bayağı saldırışlardır. 0 kadar ki nihayet bu işe devlet el koyarak münakaşayı durdurdu. Çünkü Naci, kızgınlıkla kendini kaybetmiş ve Recâizâde’nin ağrılı gözlerini kırmızı mürekkep hokkasına benzeterek, “Kalemimi onlara sokar çıkarırım!” demişti.

Hâlbuki Muallim Nâci yaradılışın cömertliğine nâil olmuş bir adamdı. Kendisinde zekâ ve istidatla birlikte müthiş bir azim ve sebat da vardı. Kırk yaşından sonra Fransızca öğrenerek tercümeler yapabilmesi bu hükmün en sağlam delillerindendir.

Âteşpâre ile Fürûzârida şairliğini, Esâmi'de maziyi tanıyışını, Istılahata metodik bilgisini, mübahaselerinde zekâ ve mantığını gördüğümüz Muallim Nâci, lâyık olduğu kadar yükselememiş, yaradılışından umulanı verememiştir.

Yaşadığı muhit, âdi ve özsüz bir toprak gibi, bu güzel tohumdan bütün feyziyle serpilip büyüyecek bir fidan, bir ağaç, hatta koca bir ağaç doğmasına imkân vermedi. Ben en çok onun bu nasipsizliğine acırım. Çünkü kuvvetli dili, pürüzsüz nazmı, hâkim mantık ve heyecanıyla çok daha büyük işler yapacak kabiliyette idi.

HAKKI SÜHA GEZGİN, EDEBİ PORTRELER

 

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

MUALLİM NACİ ŞİİRLERİ

MUALLİM NÂCİ HAYATI ve ESERLERİ

MUALLİM NACİ(1849-1893)

MUALLİM NACİ - NİŞANCI KIZ

SON EKLENENLER

Üye Girişi