Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Servet-i Fünun'da Süleyman Nazif (1869 - 1927)

Servet-i Fünûn şairlerinden Fâik Ali Ozansoy’un ağabeyidir. Diğer Servet-i Fünûn’un çoğu sanatçısı gibi, Nazif’in de ilk edebî kültürü Divan edebiyatına dayanır. Ancak, babasının tavsiyesi ile henüz çocuk denebilecek bir yaşta iken, Namık Kemal’in eserlerini de okuyarak ilk şiirlerinde onu örnek almıştır.

1892-1897 yılları arasında yazılmış ve istibdada karşı olan şiirlerini içeren “Gizli Figânlar”, gerek tema gerekse üslup bakımından, Namık Kemal’in etkisindedir. Servet-i Fünûn şairlerinin ilk şiirleri genellikle bireysel konularda oldukları hâlde, Nazif’in daha ilk şiirlerinde sosyal temalara yönelmesi onun ayrı, bir özelliğidir. Nazif’in bireysel konulara eğilişi, 1898’de Servet-i Fünûn’a girmesi ile başlamış ve 1908’e kadar sürmüştür. Bu şiirlerinde, romantik duygu ve hayallerin ve Servet-i Fünûn söz varlığının bütün özellikleri vardır. 1908’den sonra şair, yeniden sosyal temalara yönelmiştir. Bu şiirlerindeki dil de, Servet-i Fünûn şiirinin dilindeki aşırılıklardan ayrılarak, daha doğal bir yön alır.

1908’den sonra gazetecilikle yakın ilgisi dolayısıyla Nazif, bu tarihten ölümüne kadar, nesirle de uğraşmıştır. Genellikle Servet-i Fünûn nesrinin devamı sayılabilecek olan bu nesir, dilce, 1908’den sonraki şiirleri gibi, yer yer doğallaşır. Kökleri yazarın millî, dinî ve İnsanî heyecanlarında olan düşünceleri anlatan bu nesirlerin üslubunda ciddi bir özenti göze çarpar. Bu üslup, içeriğe uyarak, yer yer bir hitabet biçimini alır. Zihniyet bakımından tamamıyla Batılı olan Nazif, Doğu edebiyatının da büyük değerler taşıdığına inanmış ve bütün yazılarında millî değerlerin de koruyucusu olarak kalmıştır.

Samimi bir vatansever olan sanatçı aynı zamanda da oldukça tutucudur. Geçmişin her türlü olumlu değerlerine büyük bir inançla bağlıdır. Bu nedenle, duru ve yalın Türkçenin karşısındadır. Servet-i Fünûncular “Sanat, sanat içindir.” anlayışını kabul edip buna göre eser vermesine rağmen, o, sanatı genelde toplumun ve ulusal sorun ve davaların emrinde kullanmıştır.    

Dil ve düşünce bakımından bir hayli eski olan Süleyman Nazif,   vatan ve millet davaları konusunda bütünüyle yeni ve çağdaş bir görüşe sahiptir.

Süleyman Nazif, kişisel hayatında olduğu gibi, manzum ve mensur tüm eserlerinde de heyecanlıdır. Sevdiğini ölçüsüzce yüceltir; beğenmediğini de alabildiğine küçültür.

Servet-i Fünûn’a bağlı olmakla beraber, Namık Kemal geleneğini devam ettirmiştir. Duygu ve düşüncelerini çok canlı, çok ateşli bir şekilde ifade etmiştir. Nesirlerinde bile kelime ahengine önem vermiştir. Düz yazıları, şiirlerinden güçlüdür. Türklüğe hayran bir toplumcudur. Nazif, Osmanlı Türkçesinin en güçlü dönemindeki yazarların çoğundan daha sağlam ve daha sanatlı bir dile sahiptir. Ne var ki dilinin anlaşılabilirlikten uzak oluşu onu günümüzden uzaklaştırmıştır.

Eserleri

Boş Herif (1910), İki İttifakın Tarihçesi (1914), Batarya İle Ateş (vatan ve kahramanlık şiirleri, 1918), Âsitân-ı Tarihte (1918); Kara Bir Gün (1919); Fuzuli (1920); Piyer Loti Hitabesi (1920); Nasreddîn Şah ve Bâbîler (1923), Hazret-i İsa’ya Açık Mektub (1924); Mehmet Âkif (inceleme, 1924); Çalınmış Ülke (1924), İmâna Tasallût-Şapka Meselesi (1926); İki Dost (Ziya Paşa ve Namık Kemal, 1924); Kâfir Hakikat (1926); Yıkılan Müessese (1927); Gizli Figanlar (II. Abdülhamit’i tenkit ettiği gençlik şiirlerini yayımladığı imzasız eseri, 1906); Firâk-ı Irak (Irak’ın vatandan kopuşunu anlatan ağıtlar, 1918); Tarihin Yılan Hikâyesi (1922) ; Malta Geceleri (nesir, şiir karışık, 1924); Çal Çoban Çal (1923) , Yılan Hikâyesi.

 

TÜRK NESRİNİN BÜYÜK USTASI SÜLEYMAN NAZİF
Dursun Gürlek

HAYATI:

Türk edebiyatında nesirleri ve şiirleriyle büyük bir yer işga1 eden Süleyman Nazif 1889’da Diyarbakır’da doğmuştur. Babası ünlü tarihçi ve edebiyatçılardan Sait Paşa’dır. Büyük babası İbrahim Cehdi ismini daha sonra yazdığı şiirlerinde takma ad olarak kullanmıştır. Selim Sakit ve Abduhahrar Tahir gibi isimler de, mahlas olarak kullandıklarındandır. Annesi Akkoyunlulardan 'bir aşiret beyinin soyundan gelen Ayşe Hanım’dır. Dört yaşına kadar doğduğu şehir olan Diyarbakır'da kalan Nazif, daha sonra ailesiyle birlikte Harput’ta mutasarrıf olan babasının yanına gitmiştir. Daha sonra Maraş’a yerleşirler. 4 ayda Kur’ân-ı Kerîm’i hatmeden Süleyman Nazif, Diyarbakır’da. Rüşdiye’ye verilirse de, öğrenim metodlarını beğenmediği için iyi bir sonuç alamaz. Babasının yanında özel hocalardan Arapça ve Farsça öğrenmiş, bir Ermeni papazından (Aleksan Gregoryan) Fransızca dersi almıştır. Avrupa’ya girince Fransızcasını iyice ilerletir. 1S92 yılında babası vefat eder. 15 yaşında Diyarbakır vilâyeti mektupçuluk kaleminde vazife alır. İlk yazılarına da bu arada başlar. Kısa bir süre sonra Meclis-i Vilâyet ikinci kâtibi ve vilâyet matbaa müdürü olur. 1893’de Vilâyet gazetesi baş yazarlığına tayin edilir.


Paris’te kaldığı 5 ay içerisinde Catulla Mendes ve Henri Barbus’la tanışmış, «Meşveret» gazetesinde istibdat aleyhine yazılar yazmıştır. Ahmet Mithat Efendi’nin Servet-ı Fünun’da çıkan ve Pariementer rejim aleyhtarlığı yapan yazısına Süleyman Nazif Abdulahrar Tahir imzasıyla «Mâlum-u İlânı» isimli bir, cevap vermiştir. Bu eser Paris’te basılmıştır. İsviçre’de yayınladığı eserlerinin isimleri, «Bahriyelilere Mektup» ve «Elcezire Mektupları» dır.


Memlekete dönüşünde Vilâyet Mektupçusu olarak Bursa’da kalmıştır. Servet-i Fünun dergisinde ilk şiirlerini «İbrahim Cehdi» takma adıyla hayatının bu döneminde yazmaya başlamıştır. 1906'da Mısır’da Abdullah Cevdet’in yayınladığı Kütübhâne-i İctihad» serisinin üçüncü kitabı olarak şiirlerinin toplandığı «Giz i Figanlar», beşinci kitap olarak da, «Elcezire Mektupları» nın ikinci basımını yapıyor. İçinde padişah aleyhine yazılmış yazılar bulunan bu eser Abdullah Cevdet’e ithaf edilmiştir.
1908 yılında Bursa’dan Konya Vilâyet Mektupçuluğuna tayin edilmişse de, kabul etmemiştir. İstanbul’a dönüp Ebuzziya Tevfik’le beraber «Yeni Tasvir-i Efkâr» ı çıkarmıştır. Bu gazete tutunamamış ama Süleyman Nazif’in sanat gücünün ortaya çıkmasında büyük hizmet etmiştir.


1909’da Basra, Ekim 1910’da Kastamonu, Haziran l911’de Trabzon, Eylül 1913’de Musul, 1914’de de Bağdat Valiliklerine tayin edilmiş, bu arada eserlerinin neşrine de devam etmiştir. Meselâ 1910’da «Boş Herif» adıyla Türkiye’nin İsviçre sefiri Şerif Paşa aleyhine İmzasız bir risale bastırmış, yine aynı yıl «Süleyman Paşa»yı neşretmiştir. 1912’de Trabzon Valiliğinden ayrılıp İstanbul’a döndüğü sırada «Hak» gazetesinin başyazarlığını yapmıştır. I9l2.de Almanya, Avusturya, İtalya He Fransa ve Rusya ittifakını tahlil eden «İki İttifakın Tarihçesi» adlı risalesi basılmıştır.
1915’de yayınladığı Şıpka Kahramanı Süleyman Paşa için yazdığı risale paşanın Bağdat’ta yapılacak kabri başında okuyacağı nutuk ile Paşanın oğlu Sami Bey’e yazdığı bir mektubu içine alır.

I915?de İstanbul’a dönen Süleyman Nazif Bey, hayatını yazdığı makalelerle kazanmaya çalışır. Cihan Harbi'ndeki kahramanları tasvir ve Sully Prudhomme’un iki şiirinin tercümesini ihtiva eden meşhur «Batarya ile Ateş» adlı eserini 1917’de bastırır, Süleyman Nazif en heyecanlı günlerini mütareke yıllarında, İstanbul’un yabancılar tarafından işgali günlerinde yaşamıştır. Fransız kumandanının mağrur bir edâ ile ve azınlıkların çılgınca gösterileri arasında İstanbul sokaklarında dolaşması şâirimizin millî duygularını galeyana getirmiş ve ünlü «Kara Bir Gün» isimli protesto makalesini kaleme almıştır. 3 Kasım 1918 tarihli «Hâdisat» gazetesinde intişar eden bu makale büyük heyecan doğurmuş, millî hisleri heyecana getirmiş, aynı zamanda işgal kuvvetleri kumandanının yüzüne kuvvetli bir şamar olmuştur. Bu yazısının düşman üzerinde bıraktığı etkiyle kurşuna dizilmesi emredilmiş, ancak son dakikada kurtulmuştur. 23 Ocak 1920’de İstanbul Darülfünun konferans salonunda, Pierre Loti’yi anma toplantısında yaptığı konuşma, İngilizler tarafından Malta’ya sürülmesine sebep olmuştur. Malta’da sürgündeyken yazdığı makalelerini «Çal Çoban Çal» isimli eserinde toplamıştır.
Süleyman Nazif Bey 4 Ocak 1927’de İstanbul'da zatürre hastalığından vefat eder. Cenazesi Türk Tayyare Cemiyeti tarafından kaldırılmıştır. İstanbul Belediyesince Edirnekapı’daki Mezarlığı yaptırılmıştır. Mezarının taşında kardeşi Faik Ali Ozansoy’un şu beyti vardır:
«Şimşek mürekkep olmalıdır yıldırım kalem
Tahrir için kitâbe-i seng-i mezarını»

EDEBÎ ŞAHSİYETİ:
Yazımızın başında da dediğimiz gibi Süleyman Nazif Türk nesrinin büyük ustalarındandır. Mimar Sinan’ın Selimiye Câmii’ni yaparken gösterdiği dikkati, sanat gücünü, kubbelerdeki ve duvarlardaki ihtişamı, Süleyman Nazif kelimelerde göstermiştir. Yani o, sanat abidesinin harcı ve düşüncenin ifade vasıtası olan kelimeleri yerli yerinde kullanmakta âzami gayret göstermiştir.


Onun kelimeleri kullanırken gösterdiği aşırı titizliği şekle ait diye küçümseyenler olmuştur. Hattâ nesrini «fincancı katırlarının şakırtılı velvelesine» bile benzetmişlerdir. Oysa kelimeler  basit birer vasıtadan ibarettirler. Onlara canlılık kazandıran, hareket getiren, hayatin sıcaklığını veren üstün bir zekâ ve sanat gücüdür. İşte Süleyman Nazif kelimelere bu gücü vermiştir.


Nazif nesihlerinde ciddi, kahraman, cesur, gözü kara ve gözünü budaktan sakınmayan bir tiptir. Bu yönüyle Namık Kemal’in nesirlerinde görülen özellik onun nesirlerinde de hissedilir. Zaten saygı duyduğu edebi şahsiyetlerin başında Namık Kemâl, Abdülhak Hamid, İbnül Emin, Mahmut Kemal İnal gelir. Servet-i Fünun döneminde yaşadığı halde sanat, zevk ve düşünce bakımından onlara benzemez. Ancak şiirlerinde Servet-i Fünun edebiyatının özelliklerini görmek mümkündün Ne şiirlerinde kelimeleri şimşek çakar gibi kullanan, şiddet ve celadet saçan Süleyman Nazif, şiirlerinde uysal, mûnis ve karamsardır.
Süleyman Nazif’in üslûbu hakkında Ahmet Haşim diyor ki:

«Süleyman Nazif bir doğulu zihniyetiyle «belagat» kaidelerine büyük bir iman ile inanan son büyük sanatkârımızdı. «Söz»ün kudretini kelimelerin âhenginden, nidaların azametinden ve tezatların şimşeklerinden beklerdi. Fakat akla şaşkınlık veren bir hayat kaynağı olan bu adam, ateşten parmaklarıyla kelimelere dokundukça onları garip bir akıcılıkla canlandırmasını bilirdi. Cansız lügat onun elinde bir alev gibi yanardı. Süleyman Nazif, insanlar arasında eski tabaka farkları gibi, kelimeler arasında da bir sınıf farkının olduğuna inanırdı. Süfli addettiği bir takım kelimeler vardı ki, onları üslûbunun eşiğine bastırmazdı. Bu kelimeler günlük hayata ait, herkesin kolayca söyleyip anladığı kelimelerdi. Asil kelimeler sınıfını ise tarihe, coğrafyaya, astronomiye, felsefeye ait olanlar teşkil eder. Bu hususiyet üslûbuna Asurlu bir kâhin dili çeşnisini verirdi.


Süleyman Nazif, elifba içinde bilhassa «a» harfine hayrandı. Seçtiği ekseri kelimelerde bu harf hâkimdir. Onun için üslûbu bir kitabet lisanı gibi derinden derine gelen garip bir ses ile dolu idi. Onu okuyan bir adam bağıran bir adamı dinliyorum sanırdı. Ve önünde matbaa harfiyle basılmış bir sahifenin durduğunu unuturdu.


Süleyman Nazif’in dilinde cinsi ihtirasla'" yer bulmazdı. Onun için «kadın» isminin geçmediği bir üslûpta şâfii bir haşinlik hissedilir. Olgunlaşmış bir erkek güzelliğinin en güzel bir, örneği addedilmeye lâyık olan güzel başı en hassas ve en zengin bir zekâyı taşımakla beraber, üstad eski «estetikse sadık kalmak için olacak yeni coğrafyaya itibar etmez ve dünyayı daraltan telli veya telsiz telgraftan, trenden, otomobilden haberdar görünmeğe hiç tenezzül etmezdi. Onun için lisanında «arz», «Afrika», «Asya», «Şimal». «Cenup» gibi kelimeler esrarengiz bir uzaklık ve bir sonsuzluk hissini verirdi.


«A» harfinin zincirleme gitmesiyle yukarıya doğru gelişen üslubu, diğer taraftan dumanlı ve sınırlı halini lafızların tesiriyle ufki bir tarzda genişlerdi. Bundan dolayı bu dil bazen fikre hiç ihtiyaç duymadan, sırf kelimelerin sihriyle, sema ve …. Yükselme ve genişliğine almağa muvaffak olurdu.
Süleyman Nazif «Kelime»lerin serdarı idi. «Kelimeler» şimdi onsuz, başıboş bir sürüdür.

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi