Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

MEHMET RAUF-3

Benim çocukluğumda, bir Eylül kıtlığı vardı. Adı dillerde söylenir, mübalağacı rivayet adeselerinde değeri büyür; fakat kendisini görmek kabil olmazdı.

Bir gün, tesadüf, beni onunla karşılaştırdı. Eser, bir insafsızın pençesinde idi. Haftalarca meteliksiz dolaşmaya katlanarak olanca paramı verip aldım. Mektep yatakhanesinin loşluğu içinde gizli gizli okudum.

Bu temiz ve romantik aşk hikâyesiyle gönlüm sızlarken, sahibini düşünmüştüm. Eserden müessire geçmek, hayalimde ona çizgi, gölge ve renk vermek, benim eski hastalığımdır. Mehmed Rauf’a da, aşk rendesiyle incelmiş bir gövde, sevgi çöllerinde sararmış titrek yaprakları andıran bir yüz vermiştim. O, bende işte bu hüviyetle yaşıyordu. Sonra, ya Resimli Kitap'ta yahut Musavver Muhit'te, belki de Servet-i Fünun'da onun deniz üniformalı bir resmini gördüm. Bu görüş, zihnimin ilk kıyametidir. Hayalle gerçek arasındaki geniş ayrılık karşısında afallamıştım. Bu yusyuvarlak ve tostoparlak adamla, benim içimde yaşayan varlık ne bambaşka şeylerdi!

Size daha garibini söyleyeyim, bundan sonra okuduğum “Âşıkane adlı küçük hikâyelerin de tılsımı bozulmuş gibi oldu. Epey zaman inkisârımın cezasını çektim.

Bir gün geldi, ben de Bâbıâli piyasasında yer aldım. Mehmed Rauf’la tanışmam o günlere rastlar.

Edebiyat-ı Cedide’cilerin, hemen hepsi şöhretle birlikte para ve bolluğa da kavuşmuşlardı. Kimi Reji’de âzâ, kimi Sıh-hiye’de murada ermiş, kimi gazete sahibi ve mebustu. Yalnız

Rauf parasız, sade o talihsizdi.

Şimdi Ahmet Halid’in tuttuğu kitabevinde Sûdi oturuyor, üst katındaki küçük odada da Mehmed Rauf mecmuasını çıkarmaya çalışıyordu.

Kendisiyle orada görüşmüştüm. Kısa bir boy, ufak tefek fakat dolgun bir gövde. Ak yaldız serpilmiş kumral saçlı başının en manâlı ve konuşan tarafı alnıydı. Ömrünün acısı burada okunuyor, ıstırabının döktürdüğü ter, bu alında sel yataklarını andıran derin yarıklar yapıyordu. Ama bütün bunlar, yanaklarının alını solduramamıştı. Elâ gözlerinde hafif bir miyop süzü-lüş, ağzında kibar, aydınlık bir gülüş vardı.

Solgun, yumuşak ve pek zarif bir sesle konuşurdu. Savruk yaşadığı, son lirasını muhteşem bir boyunbağına vererek, kış günlerinde beyaz pabuçla kaldığını işitmiştim. İşte bunun içindir ki bu iki ucu birleştirmekte güçlük çekerdim. Fakat onda bir bohem ruhu vardı sanıyorum. Zaman zaman belirir ve taşkınlığıyla hayatında silinmez izler bırakırdı. Bir otuz yıl evvelki ahlâk telakkilerini, bir de Zambak'ı düşünün; Rauf, bu dalışı yüksek edebî şöhretinin üstünden yapmaktan çekinmemişti! Arkadaş ve dostları elbette ona karşı hissiz değillerdi. Fakat hiçbirine sığınmadı. Kupkuru nasibini alın teıi ve gözyaşıyla ıslatmayı üst bulmuştu. Rauf hakkında bir gün bir monografi yapmak isteyenler, onun seciyesini belirtmek için bu noktada epey uzun durmak zorunda kalacaklardır. Çünkü bence bu çekingenlik, onun ruhuna giden yolun birinci mola taşıdır.

Edebî şahsiyetine gelince:

Mehmed Rauf> Halit Ziya’nın çırağıdır, derler. Bu hüküm, eğer çağdaşların birbirine tesiri demekse, doğrudur. Fikir, his ve ruh mûtâları da sular gibidir. Kendinden aşağıdakileri kaplar. Halit Ziya, o devrin, hattâ belki bugünün bile en kuvvetli roman sanatkârı sayılıyor. Kırk sene evvel ise, elbette tesir ve nüfuzu kırk kere daha üstündü. Rauf’un onu üstâd tanıması bu bakımdan pek tabiî görünür. Fakat onları ayrı ayrı ele alınca, bambaşka şeyler olduklarını sezeriz.

Rauf, hem üslûbu hem sanat ideolojisi ile başlı başına bir varlıktır.

Onun dili, Cahid’in lisanına yakın bir sadelikle mümtazdı. Eylül deki aşk, romantik olmakla beraber romantizmin taşkın dalgalarından kurtularak tabiî ölçülere sığmıştır.

Gerçi Suat’la meselâ Şimen arasında büyük bir ruh farkı hissedilmez, fakat bu gönül ırmağı, ne tatlı meyilli bir vaka yamacından akar.

İhtizaf da, Âşıkane'de, Son Emel'de bir yandan Siyah İnciler'deki üslûbun anaçladığı, bir yandan da küçük hikâyede serpilip yükseldiğini görürüz.

Mehmed Rauf, sanata sadık kalmak için elinden geleni yaptı. Teophile Gauiter* gibi o da titizdi. Fakat o, dostu cahil kontun meşhur rakkase Tereza’ya şarkı yazması teklifini, keskin bir istihza ile reddetmişti. Rauf bu kadar büyük bir metanet gösteremedi. Son Yıldız'ını kabul ettirmek için epey fedakârlık etti. Kabul ettirdikten sonra da lüzumsuz yere uzatmaktan çekinmedi. Define ayarında şeyler karalamaya bile katlandı.

Ama söz kolay, iş güçtür. Ben onu çekiştirmek hakkını kendimde göremiyorum.

Kahramanlara rastladıkça imrenir, alkışlarız. Dünyanın neresinde yetişirler, hangi milletten gelirlerse gelsinler, onlara karşı beslediğimiz duygunun cinsi değişmez. Heyecanımız, hayranlığımız eksilmez. Fakat hiç kimseden de kahraman olmasını isteyemez, kahraman olmadığı için yüzümüzü buruş-turamayız.

Mehmed Rauf çetin bir ömrün yatağında aktı. Önünde açılan dert ve ıstırap çukurlarını doldura doldura ve kaybede kaybede yürüdü. Onu sonuyla değil, kemâlini gösterdiği muzaffer yıllardaki eserleriyle ölçmeli, hükümlerimizin delillerini onlardan almalıyız. O, bize Halit Ziya’dan belki daha sönük, daha az ustaca eserler verdi. Fakat gerek üslûbu, gerekse mevzularıyla bize daha yakındır.

Kendisi denizci ve İngilizce ile ilk tanışanlarımızdan olduğu halde, kafasında Fransız kültürünün yerleşmesine pek akıl erdiremiyorum.

 Bu, belki de Servet-i Fünun’cuların umumi âhenginden geliyor. Fakat ona eğer bu Anglosakson kapısı açılsaydı, sanatı, çok daha alâka uyandıracak ve biz Halide Hanım’dan önce onda yeni ve canlı bir ruhun izlerini sezecektik.

HAKKI SÜHA GEZGİN, EDEBİ PORTRELER

SON EKLENENLER

Üye Girişi