Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

 HASAT ZAMANI - TURGAY GÜMÜŞ


          Çağ yangınlarını gözyaşlarıyla söndürmeye çalışan tüm dervişler için

         Düşünce yolun Anadolu’ya duyarsın her şeyden sımsıcak bir merhaba. Tozlu yollardan, karlı dağlardan, boz bulanık ırmaklardan geçersin. Sonra birden bire beliriverir önüne, küçücük bir Anadolu köyü ya da kasabası.

         Her şey tatlı bir selamla başlar. Yeni bir çevre, yeni bir çehre, yeni yeni adetler… Değişmeyen bir şey vardır Anadolu’da: Öğrencilerin yüzleri. Yağmur yüzlü, sevda bakışlı, çiçek kokulu çocuklar sarar etrafını. Hangi yüze baksan, tertemiz bir çift göz dikkatini çeker.  Ben bu yüzü bir yerlerden tanıyorum dersin. Anadolu’nun yüzüdür bu yüz. Her şeyi yakıştırırsın o yüze. Hüznü bile en çok ona yakıştırırsın. Bir demet kır çiçeği toplamak istersin. Ellerin değince mavi önlüklü çocukların saçlarına, gerek kalmaz kır çiçeklerine. Gözlerin değince kır çiçeklerinin gözlerine, dirilir kardelenler kar altından. Bir umut kaplar onların yüreklerini. Onların yürekleri tutuşturur seni, alev alıp harlanmak istersin. Değil bir mumla söndürmek cehaleti, güneş olup doğmak istersin karanlıkların üstüne. Bin bir umutla çıktığın bu yolda anadan, yardan, serden geçersin. Yelken açıp gidersin uçsuz bucaksız ufuklara doğru, önden gidenlerin ardından. Bu kutlu sevda yolunun ne ilk yolcususundur, ne de son.

         Öğretmenliğe dair güzel sözlerdi aklımda kalan. Bu umutlarla düştü yolum küçücük bir Anadolu kasabasında, duvarlarına hüzün ve ayrılık kokusunun sindiği yatılı okula. Sekiz yıllık kesintisiz eğitimin ilk yılıydı.Sancılı bir dönemin beni beklediğini nerden bilebilirdim. Yeni mezundum ve öğretmenliğe ait idealistlikle ilgili her şey aklımdaydı. Türkçe dersine girdiğim 6.Sınıf öğrencilerinin üçte birinin okuma yazma bilmediğini nasıl tahmin edebilirdim ki! Adını, soyadını yazamayan öğrencilerin sınıfını geçmesi gerektiğini söyleyen idarecilerime güvenerek her şeyin yönetmeliklerle halledilebileceğini anlıyordum. Binlerce şüphe içimi kemirirken bir şeylerin yanlış gittiğini sessiz sessiz haykırdım içimin en karanlık, en kuytu köşesine. Bu çocuklar bizim kır çiçeklerimizdi, ama sanki biz onları soldurmak için uğraşıyorduk. Ya Ankara’nın ve idarecilerimin bildikleri yanlıştı; ya da benim bildiklerim. Ya da her yanlışın içinde bir doğru gizliydi.

         İçime kara bir gece çöktü. Yetkinin azlığından yakınan idareciler, bir şeyler yapamamanın verdiği düş kırıklıkları, ne işe yaradığımı fark edememenin verdiği sarhoşluk.  Kapkaranlık gecenin içinde yolunu bulmaya çalışan ama bir yolcuydum sanki. Ne yana dönsem dikenli engelleri hissediyordum göremeyen kalp gözümle. Ve gece bütün zifiri karanlığıyla içime çöküyordu yavaş yavaş. İçimi kaplayan karanlık ve sabahsız geceler korkutuyordu beni.

         Gecenin koynunda bin sevda saklanır. Kara gecelerin içinde nice kara sevdalar gizlidir. Sabahın seherinde gözyaşı dökenler yakalar o sevdaları. Doğan güneşe hüküm geçiremeyen şairin sabahı yoktur. Çünkü onun içini gecenin karanlığı kaplamıştır. Karanlıktan korkanlar ölümüne ağlar. Hal ehli olmayan ne sevdadan anlar, ne de aşktan. Hal ehli olmayan ancak ölümden korkmayı bilir. Muhabbet ehline ölüm, düğün günüdür. Seher vakti döktükleri gözyaşlarıyla, çağ yangınlarını söndürmeye çalışır muhabbet ehli dervişler.

         Gecenin koynunda saklı sevdaları ortaya çıkarmaya çalışan bir bilge derviş tanıdım. Kendini bilge olarak tanıtmasa da, modern çağın kuytu bir köşesine saklanmış bir bilge. Kaderin kuş uçmaz, kervan geçmez köşelerde dolaştırdığı garip derviş. İnci mercan gibi hayat denizinin derinliklerine saklanmış mütevekkil bir derviş.

         Mütevekkil dediysem,yeri geldiğinde keçi gibi inatçı, dağ gibi dik ve asi bir küheylan gibi hırslı. Dervişle yolumuz evliyalar şehrinin küçük bir ilçesinde kesişti. Öğretmen olarak başladığı  sevda yoluna idareci olarak devam edecekti. Ruhuna bütün idarecilerin öğretmen olduğunu nakış nakış işlemişti. Bense onun sıradan bir idareci olacağını tahmin ediyordum. Devamsızlıkları girecek, ihaleleri takip edecek, kurul toplantılarına başkanlık edecek… Biz de her şeyi zamana bıraktık. Akıp giden hayat bize, onun nasıl bir idareci olacağını gösterecekti zaten.

…………….

         Zaman geçti, dağların karı eridi, kış yüzünü yavaş yavaş bahara çevirdi. Göçmen kuşlar terk ettikleri diyarları şenlendirmeye başladı. Küçük Anadolu kasabasında her yeri rengarenk çiçekler süslüyordu. Kır çiçeklerinin süslediği bu topraklarda yürekleri sevda ve umut çiçekleri kaplamaya başladı. Derviş okulun her yerine çiçek dikemese de, herkesin yüreğine bir fidan aşılamaya çalışıyordu. İstiyordu ki, okulu, hüzün ve gurbetin keskin bir kireç gibi sindiği pansiyonu gül bahçesine dönsün. Yüreklerdeki fidanlar filizlenip boy versin,sevgi ormanına dönsün. Onun için derviş ellerindeki tohumları toprağa değil, yüreklere saçıyordu.

         Belki başlangıçta ne kadar büyük adımlar attığını göremedi hiç kimse. Belki diktiği filizlerin çoğu tutmadı. Ama onu bilge yapan, mütevekkil derviş yapan umudunu hiç kaybetmemesiydi. Umudun bittiği yerde her şey biter. Yaşayan ölüler mezarlığına döner o diyar. Derviş bunu biliyor ve umutların yitip gitmemesi için sevgi tohumları saçıyor, umut fidanları dikiyordu etrafındaki yüreklere. Bu ülkeyi ben mi kurtaracağım demiyor, bu ülkeyi biz kurtaracağız diyordu mütevazı ve mütevekkil haliyle. Kim bilir, belki dualarıyla, belki de gözyaşlarıyla besleyip büyütmeye çalışıyordu filizleri, fidanları. Sabırla, tevekkülle hasat zamanının gelmesini bekliyordu.

         Dervişi derviş yapan umudunu hiç yitirmemesiydi. İl Milli Eğitimden gelen yetkililerin,  imkansız demelerine rağmen, okulun bahçe duvarını tribün şeklinde yaptırmayı   başarmıştı derviş. İmkansızda mümkünlerin gizlendiğini biliyordu derviş. İçinde koşan asi küheylanın hırsıyla başardığı bu projenin mimarı da küçücük çocuklardı. Çünkü tribün fikri ilk onlardan çıkmıştı, ben de mantıklı bulup idareye söylemiştim. Dervişi derviş yapan başkalarının aklını da kullanmasıydı. Küçük çocukların projesinin ne kadar büyük bir proje olduğunu anlamak için , mahpushane duvarını andıran o duvarın yerine yapılan tribünü görmek gerekir. Dervişin gösterdiği gayreti bilmek gerekir bilmek gerekir. Tıkandığımız noktalarda mutlaka bir çıkış yolunun bulunabileceğini, karanlık bir gecenin ucunda pırıl pırıl bir güneşin doğacağını bilmek gerekir.

         Dervişi derviş yapan taşıdığı sorumluluk duygusuyla yanıp tutuşmasıydı. Devamsızlık yapan Bayram’ın evine devamsızlığın sebebini öğrenmek için gittiğimizde, yoksulluğun ve sefaletin, kör bir bıçak gibi acı vererek ciğerlerimize saplanmasını yaşayan derviş ölümü neyler. Issız bir ormanda, ıssız bir kulübede, tek başına kalan bir çocuk. Adı Bayram; ama bayramın ne olduğunu bilmeyen Bayram. Kulübenin kapısını açtığımızda içeride bir kilim ve yataktan ibaret bir ev. Çoğunun, oda bile demeyeceği bu evin ortasında, yanan bir piknik tüpü. Ateşte pırasa pişirmeye çalışan Bayram. Ortalığı kaplayan bir duman. Uçsuz bucaksız sislerle dolu bir uçurumda yok olup gitmek isteyen derviş. Şaşkın gözlerle bize bakan Bayram. Yanan ne piknik tüpündeki alevdi, ne de ocaktaki pırasa. Yanan dervişin ciğerleriydi. Odayı kaplayan dumanın kokusu , çoktan yerini dervişin ciğerlerinin kokusuna bırakmıştı. Derviş alevler içinde gezinir,İbrahim gül bahçesinde. Bu yangını bir tek gözyaşı söndürebilir. Bayramı bilmeyen Bayram. İçimizi kanatan bu ruh cehenneminden çıkar bizi. Derviş gözyaşlarıyla sarıldığı Bayram’ı sımsıkı tuttu. Bir daha asla bırakmayacakmış gibi.  Bayramlar bilirim içimi acıtan, Bayramlar bilirim ateşler içinde açan gül, bayramlar bilirim bilge dervişleri divane kılan.


         Dervişin ruhunda akan çağlayanlara set vurulmaz. Onun dergahına gelen herkes derviştir.Mevlana’nın kokusu sinmiş dergahına kim olursa olsun gelir. Onun dergahında Yunus’un sesi yankılanır.’’yaradılanı hoş gör,yaratandan ötürü.’’Sevi masallarının anlatıldığı  bu dergahta herkes için büyük hisseler saklamıştır derviş. Onun kepçesinden herkese sınırsız çorbalar dağıtılır. Onun dergahında her şey küçük dervişler içindir.Derviş mum gibi eriyip giderken onun ışığından tutuşan yıldızların her biri güneşe döner.Bizim Anadolu lisesini kazanmasını hayal bile edemeyeceğimiz çocuklar dervişin aleviyle tutuşup güneş oldular.Derviş mum gibi eriyordu, çünkü o yıldızları tutuşturabilmek için kendi çocuğunu,eşini,evini ihmal ediyordu. Derviş çağ yangınlarını söndürebilmek için atar kendini ateşlere. Çünkü onun umudu vardır Anka kuşu gibi küllerinden doğacağına. Bu çağda her yer yangın yeri dervişim, o kadar gözyaşın var mı? Bu yangın yerinde esen rüzgarlar kül bırakır mı?

         Ne zaman akşam karanlığında, sadece tek bir penceresinden ışık saçan bir bina görsem okulum gelir aklıma. Herkesin evine çekildiği o saatlerde, idarenin ışığı yanar. İçimden, bizim derviş yine topladı kırklar meclisini diye geçiririm. Aslında toplanan üçler ,beşler, yediler ,kırklar değildir. Dervişin gönül meclisinde toplanan fikirlerdir odadan yansıyan mum alevi görünümündeki ışık. O odalardan titrek bir mum alevinin ışığı yayılır önce. Sonra kandil olur o ışıklar ve yıldızları tutuştururlar. Her bir yıldız güneş olup doğar kasabaların, şehirlerin üstüne. Dervişlerin tutuşturduğu güneş kaplar Anadolu semalarını. İşte o zaman mütevekkil dervişlerin beklediği hasat zamanı gelmiştir.

 TURGAY GÜMÜŞ

SON EKLENENLER

Üye Girişi