SAKARYA TÜRKÜSÜ ÜZERİNE ANLAM VE İMGE İNCELEMESİ
Şiir, yan anlamları çoğaldıkça, günlük dilden bambaşka bir mecraya geçtikçe, yeni söyleyişler buldukça değer kazanır. Aksi takdirde manzume olmaktan ileri gidemez. "Şiirde önemli olan düz anlam değil, yan anlamdır. Şiir dilini günlük dilden ayıran niteliklerin biri de ustan çok duyguya bağlılığıdır. Bunun için de seslerin, parça üstü birimlerin önemi büyük -tür."
Necip Fazıl Kısakürek'in Sakarya Türküsü2 adlı şiirini bu bağlamda beyit beyit gözden geçirdiğimizde şunları görürüz:
İnsan, su misali, kıvrım kıvrım akar ya:
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Bu beyitte şair kıvrım kıvrım akmak göstergesini ömrün geçip gitmesi anlamında kullanmıştır. Suya benzetilen ömür göstergesi, hayatın geçiciliğini, suyun akıp gitmesiyle benzeştirir. Bir yanda akan benim derken, akmak kelimesi ömrün geçmesi olarak yan anlamda kullanılmıştır. Sakarya göstergesi ise Türk milleti, Türk aydını ve saf Anadolu insanı anlamındadır. Bu temsili istiare şiirin tümüne şamildir.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Kolaylıklar tabii hâllerdir; ancak şair, suyun tabii olarak aşağı akmasının zıddına yokuş çıkmaya mahkûmdur. Yokuşlarda susamak göstergeleri zorluklar çekmek anlamında yan anlamdadır. Kolaylık zorluk tezadı beyte hâkimdir.
Her şey akar, su tarih, yıldız, insan ve fikir:
Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir.
Burada akar göstergesi yalnız suyun akması için kullanılsaydı temel anlamda kullanılmış olurdu; fakat tarih için geçmek, insan için yaşlanmak, fikir için değişmez, yıldız için kaymak göstergelerinin yerine yan anlamdadır. Ayrıca oluktan akan nur ve kir tezadı da iyilik ve kötülüğü temsil eden şairane bir buluş, değişik bir imge ve somutlama örneğidir.
Akışta demetlenmiş büyük, küçük, kâinat:
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!
Bütün kâinatın akışta toplanması alışılmamış bir bağdaştırmadır. Yukarıdaki iniş ve çıkış zıtlığı kâinata şamil hâle getirilmiştir. Bulut ve suyun inatçı şeklinde vasıflandırılması teşhis sanatını; inen ve çıkan fiilleri ise tezat sanatını göstermekte. Şiirin tamamında bu zıtlık hakimdir.
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne?
Kurşundan bir yük binmiş, köpükler gövdesine,
Bu beyitte şair Sakarya'yı Türk milleti ile özdeşleştirip, kişileştirme sanatını kullanmaktadır İmge, olarak gözümüzün önünde yokuş çıkan bir ırmak vardır. Bu imge ile millet ve onun benzetilen Sakarya, büyük sıkıntılar çekip tarihi tersine çevirmeye çalışmaktadır. Suyun tersine akmayacağı gerçeğini bilmediğini ima eden şair tecahül-i arif yapmaktadır. Bu zorluk ve sıkıntıların büyüklüğü mübalağa sanatı ile bir aşağıdaki dizede verilmektedir: Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine. Kurşun göstergesi ile zorluğun büyüklüğü, köpük göstergesi ile ise muhatabın zayıflığı anlatılmaktadır
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Buhran ve olumsuzluklar bu beyitten itibaren, özellikle ikinci dizeden sonra, ümide dönüşmektedir. Şair, inancı gereği olan havf ve reca arasındaki insanı gözler önüne sermektedir. Çatlayıp yırtınan ve yokuş yukarı çıkmaya çalışan ırmak sıkıntılara göğüs geren insana benzemektedir. Sulara perçin vurmak imgesi de baraj veya set anlamında düşünülürse normal bir benzetme olabilir; fakat suyu perçinlenmiş bir varlık olarak hayal etmek güzel bir alışılmamış bağdaşmadır. Hey ile de nida sanatı göze çarpmaktadır.
Rabb'im isterse, sular büklüm büklüm burulur.
Sırtına Sakarya'nın Türk tarihi vurulur.
Kurtuluşun adresi bu dizelerde Rabbim isterse göstergeleri ile verilmektedir. Sırt göstergesi insandan doğaya aktarmanın güzel bir örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Vurulmak göstergesi de yazılır anlamında yan almadadır. Burada suyun üzerine tarih yazmak ayrı bir alışılmamış bağdaştırmadır.
Eyvah, eyvah, Sakarya 'm sana mı düştü bu yük?
Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük!...
Her türlü ümide rağmen davayı taşımanın insan için pek de kolay olmadığı bu beyitten anlaşılmaktadır. Sakarya göstergesi yine Anadolu insanı olarak karşımıza çıkıyor ve bu zor ve öksüz davayı omuzluyor. Şairin de kişileştirilen Sakarya gibi düşündüğü ve onun gibi davranma taraftarı olduğu ima ediliyor. İstifham sanatı tecahül-i arif ile karışmıştır: Şair biliyor ki bu yükün Türk milletinden başka taşıyıcısı yoktur; ama yine de bilmiyormuş gibi soruyor.
Ne ağır imtihandır, başındaki Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?
Yukarıdaki dava burada imtihana dönüşüyor ve yine zorluklar olarak karşımıza çıkıyor. Bu sefer Sakarya imtihana tabi tutulan bir dava adamı olarak kişileştiriliyor. İmtihanın zorluğu ise bin bir başlı kartal mübalağası ile kanarya tezadından belli oluyor. Gözümüz önünde canlanan imge mübalağa yanında alışılmadık bağdaştırmaya da güzel bir örnektir.
İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal;
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal.
Mukaddes yük imgesi soyut bir şeyin somutla yan yana gelmesi ile oluşmuştur. Somut olan yok, soyut mukaddes göstergesinin yanına konmuştur. Bu yük imgesi bir telmihi de içinde barındırmaktadır. Akıl denilen yük dağlara verilmiştir; ancak dağlar bile bu yükü taşıyamamıştır. Oysa insan bu akıl yükünü taşımayı kabul etmiştir. Şair bu yükün artık yalnızca dava adamları tarafından taşındığını ve sonunda bir rütbe veya malın da olmadığını belirtiyor.
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan:
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan!
Bu akıl ve iman davasının rütbesi de malı da zehirle pişmiş acı bir aştır. Zehirle pişmiş aş göstergeleri alışılmamış bir bağdaştırmadır. Bu beytin iham-ı tenasüp ile verdiği mesaj Hz. Peygamberin hicretidir. Dava için zorlukları, ayrılıkları göze almak yürekliliğidir.
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!
Bu beyitte Sakarya eski günleri anarak dizlerini döven bir ihtiyara benzetilmekte ve kapalı istiare yapılmaktadır. Eski güzel günler Kehkeşanlarda kaybolmuş güneşlere benzetilerek hem mübalağa sanatı yapılıyor hem de gidenin yüksek ve parlak değeri çağrıştırılıyor.
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu?
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Yunus Emre'nin özlemini, istifham sanatı ile ortaya koyuyor. Çil çil kubbeler serpmek Osmanlı ordusunun yaptığı hizmetin altın değerinde olduğunu ve çok olduğunu çağrıştırmaktadır. Ordunun, tarla eken bir çiftçi gibi bir şeyler serpmesi hem alışılmadık bağdaştırma hem de güzel bir kişileştirmedir.
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna?
Giden şanlı akıncı, ne güz döner yurduna?
Nil ve Tuna ile kardeş ilan edilen Sakarya üç kardeş olarak kişileştirilmiştir. Nil'in cömertliği ayrı bir teşhis sanatı örneğidir. Acı bir gerçek yine istifham sanatı ile açığa vurulmaktadır: Kaybedilen şanlı akıncı ruhu bir daha bu dünyaya gelir mi? Gitmek göstergesi, tarih sahnesinden silinmek şeklinde yan anlamda kullanılmıştır.
Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
Mermer, kişileştirilerek, nabzı tekbirle birlikte atan bir akıncıya benzetilmiş ve istiare sanatı yapılmıştır. Burada camilerdeki mermerlerin tekbir sesleri ile inlediği günlere duyulan bir özlem de iham sanatı ile verilmektedir. Rüzgârın deli göstergesini yanına alması hem kişileştirme yapılmaya hem de aradığı bulamayan bir insanın mübalağalı hareketini göstermeye matuftur. "Allah bir" sesini bulup da taşıyamayan rüzgâr delirmiş gibidir: teşhis ve nida sanatı örneği.
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.
Kandillere katran döken gece göstergeleri imge, kişileştirme, alışılmadık bağdaştırma ve zorlukları çağrıştırma bakımından pek çok sanatı bir arada bulundurur. Gece rengi ile katrana benzetilmiştir. Katran burada zorluğun, sıkıntının rengidir. Gece, katran, kandil kara rengin tenasübü olarak ortaya çıkar. Anadolu'nun girift bilmeceleri yukarıda sıralanan sıkıntılardır ve çözümü de en son beyittedir.
Vicdan azabına eş kayna kayna Sakarya.
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!
Sakarya bu beyitte vicdan azabı çeken bir Türk münevveridir. Suyun kaynaması normaldir; ancak burada kullanılan kaynamak yan anlamdadır: sıkıntı çekmek. Öz vatanında esir olarak yaşamak. Türk aydının en büyük handikabıdır ve bu durum anlamca tezat sanatının bir örneğidir.
İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su:
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
İnsan ve ırmak arasında temel maddesinin değersizliği yönünden ilgi kuran şair; süfli dünya hayatını kişileştirerek gerçek hayatı avlayan bir avcıya benzetiyor. Günlük dilden yararlanan şair çattık göstergesinin özellikle seçmiştir. Soyut olan hayatın, somut olan avcı ile bir imge içinde geçmesi bir somutlama örneğidir.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek:
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Ölümlü yalan göstergeleri hem iyi bir alışılmadık bağdaştırma hem de dünya hayatı anlamında mecaz-ı mürseldir. Ölümsüz gerçek ise ahiret hayatının karşılığıdır. Hayat ve leş arasındaki tezattan yararlanan şair, aldatılan bir toplumun nasıl uyandırılacağım iham sanatı ile anlamaya çalışmaktadır. İstifham sanatı da hep bu gerçeği arama yönünde kullanılır.
Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!
Yukarıdaki sorunun cevabını bir benzetme ile açıklayan şair mübalağa sanatının en uç örneklerinden birini vermektedir: Kafdağını bir kıl kaldırır; ama bu soruyu akıl kaldıramaz. Çekmek göstergesi bu beyitte kaldırmak, anlamak, aklı edebilmek, çözebilmek gibi yan anlamlarda kullanılmıştır. İfritten sual, şeytani problem anlamında, yukarıdan beri şikâyet edilen dertlerdir.
Sakarya, saf çocuğu, masum Anadolu'nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Şair, yine Sakarya ile kendisinin aynı düşündüğü belirtiyor ve teşhis sanatı yapıyor. Sakarya, Anadolu'nun saf ve masum çocuğu benzetmesi bunu takip ediyor. Dertlerin kuruluş noktası Allah yolunun divanesi olmaktan geçmektedir. Bu divane de ikisidir: şair ve Anadolu'nun temiz gençliği.
Sen ve ben, gözyaşıyla ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Yine ırmak ile şairin ortak noktaları ve ortak dertleri hatırlatılmaktadır. Gözyaşı burada sıkıntı göstergesinin yerine yan anlamda kullanılmıştır. İlk yaratılışa bir telmih de göze çarpmaktadır. İlk yaratılıştan bu dava ikisinin üzeri- ne yüklenmiştir. Gözyaşıyla ıslanmış hamur alışılmamış bağdaştırması bu ilk yaratılıştan mülhemdir.
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
Sıkıntılarla yaşamak bu beyitte de akrebin kıskancı göstergeleri ile verilmiştir. Kader yoğurma göstergesinin faili olduğu için kişileştirilmiştir. Kader gibi soyut bir göstergenin akrebin kıskacı gibi somut bir göstergede hamur yoğurması soyut somut ilişkisini kullanmakta şairin ne kadar ısrarcı olduğunun delilidir. Şair, dünyanın temel yapısının bu tezat üzerine kurulu olduğunu söyleyerek hem kendisini rahatlatıyor hem bilgelik yönünü gösteriyor.
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz:
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber kılavuz!
Yatak, dava adamı için kefendir; havuz, ırmak için tabuttur. Şair, iki karakterin karşılaştırmasında özellikle ırmağın özgürlük hissini sınırlandıran havuz göstergesini kullanarak, dava insanının kefeni olarak da yatağı söylüyor. Nasıl ki ırmak akmak zorunda, Türk milleti de Peygamberinin izinde gitmeli; yoksa tabiatına aykırı bir duruma düşer deniliyor. Teşbih-i beliğler: kefen gibi ölüm hatırlatan yatak; tabut gibi durgunlaştıran havuz.
Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya:
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!
Şiirin tamamına hâkim olan tereddütler son dize ile silinip atılıyor. Sakarya yine Türk milleti göstergesi yerine kullanılmıştır. Pek çok zilletten ve yüz üstü sürünmeden sonra ayağa kalkma zamanıdır. Irmağın ayağa kalkması imgesi ise alışılmadık bağdaştırma örneğidir. Angarya kelimesi ise günlük hayattan alınan bir kelime olarak göze batmaktadır. Son olarak sürünmek ve ayağa kalkmak tezadı geri kalmak ve yücelmek anlamlarına kullanılmıştır. Şair bilgelik vasfını, hayat felsefesini şiirin tamamına yaymıştır.
Şiirde 312 gösterge mevcuttur. Bunların 138'i yani % 44'ü yan anlamlıdır. 174'ü yani % 55'i temel anlamlıdır. Şiirde hece ölçüsünün 14'lü kalıbı kullanılmıştır. Tam ve zengin kafiye tercih edilmiştir.
Şiirin ana anlam yapısı ise şöyle özetlenebilir: Mevcut bozuk bir sosyal düzen vardır. Bu bozuk yapıdan ıstırap çeken ve bunu düzeltme gayretinde olan bir aydın söz konusudur. Şair baştan sona temsili istiare yoluyla Sakarya nehrini aydın Anadolu insanı yerine kullanılmıştır.
1.Doğan Aksan, Şiir Dili ve Türk Şiir Dili, İstanbul, s. 13
2.Necip Fazıl Kısakürek, Çile, İstanbul 1993.
Dr. Metin Hakverdioğlu
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR:
NECİP FAZIL'IN ŞİİRLERİNDEN SEÇMELER
NECİP FAZIL KISAKÜREK (TDV İSLAM ANS.)
NECİP FAZIL KISAKÜREK İLE İLGİLİ YAZILAR
NFK. TÜRK GENÇLİĞİ SİZE MİNNETTARDIR
"ZEYBEĞİN ÖLÜMÜ" MENDERES İÇİN YAZILAN ŞİİR