Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

 

 

Metin Akkuş

EDEBİ metinlerdeki insan, gerçek yaşamda var olan insanın idealleştirilmiş kopyasıdır. Yazar, yaşamdan alınmış şöhret sahiplerini kopyalar, onlardan kendi yaşam anlayışı veya için­de yaşadığı toplumun kabulleriyle yeni örnek varlıklar oluşturur.

Edebiyat biliminin terimleri arasında bu prototip insanlar kişilik / şahsiyet, tip veya karakter adını alır.

Şahsiyet, gerçek yaşamıyla var olmuş ve tarihî süreç içinde herhangi bir coğraf­yada hayat sürmüş insandır. Edebî metinler, ihtiyaç durumunda müellifin mesa­jını topluma ulaştırmada bu türde insan görünüşüne her zaman yer vermiştir. İn­sanın ikinci ve üçüncü görünümü olan tip ve karakterler ise, müellifin okuyucusu­na vermek istediği mesaja göre, zihninde şekillendirdiği insanlardır. Bunlar gerçek yaşamda var olmamış, ancak yaşamış şahsiyetlerin dikkat çekici özellikle­rini kendilerinde toplamışlardır. Karakter daha devingen bir insan örneğidir. Edebî eser boyunca silik bir görüntü olmaktan çıkıp âdeta yaşayan bir organizma­ya dönüşür. Tip ise, karakterlere göre daha yüzeysel ve dondurulmuş bir insan görüntüsüdür. Eserde ilk göründüğü şekliyle sonuna kadar aynı kalır. Yüzyıllar boyu oluşan kültür, olgunlaşma sürecinde kendi tipini de oluşturur. Geniş bir sü­reçte oluşan tip, toplumun temel değerlerini temsil edecek konuma gelir.

Klasik Türk edebiyatıyla ilgili tahlil çalışmalarında, tip ve şahsiyetler konu­su insan başlığı altında ele alınmış ve bunlar için "hikâye kahramanları”, "meşhur şahsiyetler”, "efsanevi kahramanlar” (Levend 1980: 171,145), "ma­sal kahramanları” (Tolasa 1978: 74-75) gibi başlıklar kullanılmıştır. Edebî metinde insanın genel görünüşü ise "Divan Tahlili” başlığı taşıyan eserlerde "âşık”, "maşuk” ve "rakip” başlıkları altında incelenmiştir.

Klasik Türk edebiyatında tipler, âşık, arif, rint, zahit vb. adlandırmalarla teklik olarak adlandırıldığı gibi* bunların dışında çoğu zaman ehl ve erbap kü­me adlandırmalarıyla sunulmuştur. Aşıklar; aşk, gam, dert, dil, mahabbet ehli / erbabı; rintler; bezm, dünya, harabat, işret ehli / sahibi; arifler; basiret, bâ­tın, din, dil, fena, hak, hâl, irfan, mana, yakin ehli / sahibi / erbabı; sevgili: naz ehli; rakipler; riya, ehli / sahibi; zahitler-, akıl, nefs, nifak, ratip, sühan (söz) zahir, züht ehli / sahibi vb. adlarıyla anılmışlardır.

Tiplerin de içinde yer alacağı insan konusunu, edebî metinlerde aşağıdaki kümelendirmeler hâlinde değerlendirmek mümkündür:

Kişilikler

1) Dinî Kişilikler, 2) Tarihî-Efsanevi (Destanî-Mitolojik) Kişilikler, 3) Edebî Kişilikler, 4) Sanatkâr Kişilikler, 5) Mutasavvıf Kişilikler, 6) Bilgin Kişilikler.

Tipler

1) Tahayyüli / Tasavvuri Tipler (Hikâye-Destan-M asal Kahramanları, Karak­terler), 2) Temsilî / Sembolik Tipler.

Edebî eserlerin yalnız insana değil, insani boyut kazandırılmış figürlere de başvurduğu dikkate alınarak, yukarıdaki malzemenin, insanın figüratif boyutu olarak ayrıca değerlendirmeye tâbi tutulması gerekir. Temsili / Sembolik tipler başlığında toplanan öğelerin her biri, klasik edebiyat metinlerinde şahıs kim­liği kazandırılmış nesne veya varlıklardır. Edebî sanatlarda bu terimin karşılı­ğı, nesne ve benzerlerinin insan gibi davrandırılması, yani kişileştirmedir.

Klasik Doğu edebiyatlarında tipleri tek tek değerlendirmek yerine, benzer özelliklere sahip oluşları nedeniyle, grup tipleri olarak değerlendirmek daha tutarlı görünmektedir. Edebî metinlerde onlarcasını tespit ettiğimiz tip adla­rının, davranış kalıplarını ve görünüşlerini dikkate aldığımızda, çoğu zaman aynı özelliklerde birleştiği görülür. Klasik Türk edebiyatında tip görünüşlü insan kadrosu da kendi içinde şu başlıklar altında değerlendirilebilir:

Tahayyüli/tasavvuri tipler (Hikâye-destan-masal kahramanları, karakterler):

Âşık (Rint) - Arif (Kâmil)-Maşuk Grubu, b) Rakip-Zahit Grubu, c) Diğerleri (Bek­taşi, çelebi, Celalî, düzt (uğru, harami), kâtip, köçek, padişah şehrî, tabip vb.)

Temsilî tipler /sembolik tipler:

Hurşit (güneş, sultan), mah (kamer), keyvan (zühal, hazinedar), Utarit (Felek kâtibi), zühre (nahit, çobanyıldızı), venüs (çalgıcı, şarkıcı); bad, nesim, peri, gül-bülbül, şem-pervane, gûy-çevgân; engel: (talih, felek, zaman); dünya vb. olarak karşımıza çıkar. Bunların dışında, yeterli olmamakla birlikte, tiplere dair özel değerlendirmelerin yapıldığı bazı yayınlar (bk. Kaynaklar); Mehmet Kaplan’ın, doğrudan klasik edebiyat dönemiyle ilgili olmasa da, Türk kültürü­nün tarihî gelişim seyrini dikkate alarak yazdığı Tip Tahlilleri (1996), konuya yeni bakış açıları kazandırabilecek çalışmalardandır.

Tipler, toplumun değer yargılarına göre, olumluluk-olumsuzluk (karşıt tip­ler) çerçevesinde karşı karşıya getirilir. Böylece iki temel görünüşle, toplum­daki anlayış farkı temsil edilmiş olur. Klasik Türk edebiyatında tiplerin dav­ranış biçimleri baki-fani, dünya-ukba (dünya-ahiret) zıtlıklarında; hâl ehli- kal ehli (mana ehli-madde ehli) tiplemelerinde, zahirî-bâtmi (içe önem veren-dıştan bakan) davranış biçimleriyle yoruma tabi tutulur. Madde-ruh, can-beden üzerine yap ilan yorumlar ve oluşturulan tipler, aynı zamanda yaşam biçimini tercih konusunda yürütülen felsefi tartışma konularıdır.

İslam etkisinde gelişen Türk edebiyatı, doğuya ait kültür birikimini kullan­mış, Osmanlının da paylaştığı doğu yaşam felsefesi, tip ve şahsiyetler aracılı­ğıyla edebî eserlere yansımıştır. Kaplan’ın, Mecnun tipine getirdiği yorumu, bu konuda bir problemi ortaya koymaktadır:

'Terleşik medeniyete geçen, kuvvetle Fars kültürünün tesiri altında kalan Osmanlı toplumunda, gazilik ideali yavaş yavaş kaybolmuş, onun yerini mistik duy­gular, aşk ve zevk almıştır. (...) Mecnun yokluk ve hiçlik arzusu [içindedir!. İn­sanlardan nefret [eder]. (...) [Leyla ve Mecnun mesnevisinde] dış âlem, objektif varlık, sevgili ve dünya reddolunur. (...) Mecnun bütün davranış, zihniyet ve ha­yat felsefesiyle eski Türk kültürüne aykırı bir tiptir. (...) Dünyaya hâkim olma ve yaşama ihtirası ile dolu olan Osmanlı hiçbir zaman dünyayı ve dünya nimetlerini reddeden bir dünya görüşünü benimsememiştir.” (1996:152-155).

Şair veya yazar yaşanan hayatın temsilcisidir. Edebî eserin yazılış amacına göre tiplemeler saf aşpı (alp, gazi) tipini temsil edebileceği gibi, yerleşik haya­tın temsilcisi de olabilirler. Bu durumda güncel hayatın meşgalelerine aşkı da katan tipin değişik açılımları, aynı tipin uzantısı başka tipleri de zamanla ede­bî esere yerleştirir. Kaplan, Mecnun tipinin yanma Kerem tipini de yerleşti­rerek bizim olmayan insanların davranışlarını açıklamaya çalışır:

"Mecnun gibi Kerem de yüksek tabakaya mensuptur ve babasının biricik oğlu olarak iktidara namzettir. Fakat o da aşkı yüzünden, sarayı ve iktidarı reddeder. Mecnun ile Kerem aşkı iktidara, sosyal mevkie ve paraya tercih ediş bakımından birleşirler. (...) Esas itibariyle Kerem de Mecnun gibi pasiftir. Kanaatime göre bu pasiflik tabiat karşısında alman statik davranışla ilgilidir” (1996:159,161).

İmparatorluk toplumlarının iki temel yapı taşı, sapaş ve banş aynı zamanda iki insan tipini de hayatın içine yerleştirir: Savaşan veya barış içinde yaşayan insan. Doğu-İslam toplumları için bu yapı taşlan "bezm” ve "rezm”dir. Divan edebiyatında insan kadrosu, hem alp ve gazi tipinin hareketliliğini (dışa dö­nük) , hem veli tipinin manevi güce sahip (içe dönük) kişiliğini temsil eder. Klasik edebiyatın mensur eser örneklerinin yanı sıra, övgü tarzındaki metin­lerinde dışa dönük, değişmez kişilikler tek tek sıralanırken, menakıpname

benzeri mensur eserlerde veya gazel benzeri şiir örneklerinde, aşk imajı çev­resinde, içe dönük insan tipi çizilmiştir.

İslam dininin toplum için oluşturduğu ilkelerden biri, bu temel davranış biçimlerini destekleyici bir öğreti sunmaktadır: Dış dünya (düşman) ile mü­cadele (cihat), insanın kendi kendi ile mücadelesi (büyük cihat). Büyük (ek- ber) ifadesiyle üstün tutulan tavrın ikinci tavır oluşu, toplumda bir süre, ikin­ci tipin (veli vb.) daha yaygın ve baskın tip olmasını sağlamıştır.

Mücadele insan hayatına hareketliliği getirir. Sürekli hareket, insana psiko­lojik bir doyum sağlar. Barış döneminde, insanın başıboş hareket etmesini engelleyen nefisle mücadele ilkesi, fertleri günlük işlerin oyalayıcılığı ve alda­tıcılığından kurtarışı, ruhu tatmin etmeyi hedefler. Ruhun tatmini için öneri­len ilaç ise aşktır. Klasik edebiyatta toplumun önüne koyulan şahıs kadrosu­nun en baskın tipi ise âşık tipidir. Tasavvuf düşüncesine göre, mutlak ve ha­kikat olan Allah’a vuslat, akılla değil aşkla gerçekleşir. Âşık aşkı, zahit aklı temsil eder (Uludağ 1991:361-362). Aşk, ferde ayrıcalık sağlar. Toplumun di­ğer fertlerinden ayıran bir üstün sezgi gücünü ifade eder. Aşk, olumlu anlam­da bir ihtirastır. Aşırı tutkunluğu ifade eder. Bu tutkunluk başkalarından farklı davranmayı, farklı sezgi gücünü, başkalaşmayı sağlar: "Âşık tipi, esas itibariyle ferdî hayatla ilgilidir. Fakat dinî görüş gazi tipine şekil verdiği gibi âşık tipine de kuvvetle tesir eder. Bununla beraber, yine de aşk, ferde toplum­dan ayrı bir varlık ve şahsiyete sahip olduğunu hissettirir (...) Aşk ile hürriyet arasındaki derin münasebeti de keşfederler” (Kaplan 1996: 144,). Aşırı tutku sonucu başkalaşmak, âşığın toplum tarafından dışlanmasına neden olur. Dış­lanan insan, kendini anlayacak, hareketlerini hoş görecek bir paylaşma grubu arar. Bu grup ise edebiyatımızda meclis imajıyla ifadesini bulmuştur. Ortak davranış biçimlerini sergileyen değişik birimler, Osmanlı toplumunda, mad­di anlamda eğlenmek için toplanan bir işret meclisinden, manevi 1 Bu gelişimin semboller anlamda eğlenmek için toplanılan yer olan tekkeye kadar uzanır.1 ^içinl^^drewsX 1986* Klasik edebiyatın kurgusuna göre, anlaşma ve zıtlaşma grupla-

1-31. Klasik Türk edebiya- rımn yalnız aşkta değil, yaşam felsefesindeki farklılıkta da odak-

tında, davranışları laştırılması nedeniyle, olumsuz öğelerle olumlu öğelerin genel

değişmeyen donmuş insan

tiplerinin, Doğu geleneği özelliklerde birleştiği görülür. Buna göre, gönül birliği ve sohbet

içinde nasıl değerlendiril- imkânı nedeniyle; âşık, arif, rint ve bu tiplerin ifade edildiği her diğine dair ayrıntılı bilgi 

için bk. Akün 1994: adlandırma aşkta ve anlayışta olumlu; zahit, sofu, rakip ve diğer

414-421. adlandırmaları aşkta ve anlayışta olumsuz tip kümelerini oluştu­rur. Olumlu kümenin özelliği, sevgiyi ön plana çıkarma, yarar gö­zetmeme, içsel (bâtıni) hayata kayıtsızlık şeklinde özetlenebilir. Olumsuz kü­me ise, aşk ve düşünce zıtlaşması (mücadele) nedeniyle, yararcı, yalancı, nasihatçi, düzenbaz, yüzeysel (zahirî), hayatı seven olarak tanımlanmıştır.

Divan edebiyatında gelenek, şahıs kadrosuna birtakım sorumluluklar yük­ler ve görevlerinin özelliklerini sıralar. Biz bu özellikler aracılığıyla bu kadro­nun meşrep, meslek ve davranış biçimini öğreniriz. Ayrıca bu tip, okuyucuya örnek alınması gereken bir model olarak sunulduğuna göre şairin yaşam fel­sefesini de temsil ederek okuyucuyu bazı kurallara bağlamalı, bu yolla da etki­leyip aynı yaşam biçimini paylaşan bir tip olmalıdır. Böylece okuyucuyu terbi­ye, "memduh”u tavsiye yoluyla eğitme şeklinde karşımıza çıkan davranış bi­çimi, şairin olumlu kümeler oluşturma (meclis) endişesini sergiler.

Klasik dönemle ilgili tahlillerde, hikâye / masal kahramanları olarak takdim edilen şahıs kadrosunun, tip özelliğiyle bu gruplardan birinin kalıplaşmış dav­ranışlarını sergilediği görülür. Nitekim Kaplan, tipler üzerine yaptığı çalışma­sında, edebiyatımızda karşılaştığımız diğer tiplerin yanı sıra Leyla ve Mecnun ile Hüsrev ü Şirin mesnevilerinin temel şahıs kadrosunu tip başlığı altında değer­lendirmiştir: "Eski çağlara ait destanlar ile mesnevilerde, umumiyetle, karak­terleri aynı kalan kişilere rastlanılır. Tip adını verebileceğimiz bu basit ve sabit karakterli kişiler, küçük farklarla, aynı devirde yazılan başka eserlerde de gö­rülür.” (1996: 5). Buna rağmen, farklı zaman ve coğrafyada, aynı davranış biçi­mini sergileyen, yaşamın içinden alınmış tiplere nazaran hikâye kahramanla­rının daha değişken olmaları beklenir. Ancak bu kadronun, çağdaş anlamda, olayın şahıs kadrosu olarak tespit edilen karakterler kadar güçlü olmadıkları da bellidir. Oysa ki günümüz metin incelemelerinde -özellikle roman ve tiyatro­da- karakterin daha derin, daha değişken ve güçlü birini temsil etmesi beklen­mektedir. Bu özellik dikkate alındığında, klasik edebiyatta olay kahramanları­nın tipe daha yakın olduğu kabul edilmelidir. Ancak, hikâye kahramanları içinde, ayrıntılı kimliği, olay zamanında yaşadığı değişim ve ulaştığı güçlü ki­şiliği nedeniyle Mecnun tipi, karaktere yakınlaşma ayrıcalığı kazanmıştır. Mesnevilerde, mesnevi kahramanları hangi isim ve kariyerde olursa olsun aşk çevresinde oluşmuş imajlarla zenginleştirilmiş, âşık tipinden başkası olamaz.

Edebiyatımızda aşk temasının temel kişiliği olan sevgili / ilgi duyulan üç te­mel tipleme ile eserlere yerleştirilmiştir: ı)Yaşayan varlık olarak sevgili / maddi, 2) Hayalî unsur olarak sevgili / sembolik, 3)Tasavvuf anlayışına göre sevgili / ilahî.

Bu üç işleyiş tarzının kurmaca ilişkilerini bir şekille ifade edecek olursak, bir piramidin tepesinde maddi / sembolik sevgili imajı? tabanda âşık-rekabet (engel)-âşık-, tabanla zirve arasında aşk yer alır. Aynı görüntü ilahî sevgi ima­jında, tepede ilahî sevgili; tabanda salik - engel-masiva / kesret; ikisi arasındaki piramit duvarlarını aşk-gölge (hayal) oluşturur.

Tasavvufi boyutu olan veya olmayan bütün şairlerde bu temel üçlü ile ilgili aşk ilişkileri ve aşk çevresinde kurulan imajlar öylesine birbiriyle iç içe gir­miştir ki, okuyucu edebî eserdeki sevgi yahut sevgili imajlarını çok titiz bir şe­kilde çözümlemek zorundadır. Bunun aksine bir davranışta zaman zaman edebî eserde ortaya çıkan anlam ya da görüntü yanlış yorumlara, hatta sapma­lara yol açabilmektedir. Öyleyse divan edebiyatının karakteristik temi aşk çevresinde oluşturulan her eserin; aynı davranış kalıbını sergileyen kişilikle­ri bir başlık altına rahatlıkla alınabilir. Nitekim edebiyatımızda maddi aşk- ilahî aşk-sembolik aşk üçlüsünün bir arada veya ayrı ayrı işlendiği her eser için temel bir çatı ortaya çıkmaktadır. Bu aşk şekillerinin işlendiği eserlerin ger­çek ya da sembolik şahıs kadrosu hep aynı çerçeve içindedir: âşık-maşuk, gal- bülbül, şah-geda, şerri’-pervane, hüsn-aşk, gûy-çevgân-, Leyla-Mecnun, Hüsrev- Şirin (Ferhat- Şirin), Vamık-Azra vd.

Bunlar meşhur mesnevi (destan-hikâye) konularının başlıklarıdır. Ancak gül-bülbül örneğinde olduğu gibi divan şiiri örneklerinin her bir beytinin ay­rı ayrı bu konulara tanıklık ettiği de unutulmamalıdır.

Aşık- maşuk İkilisini temsil eden bu sıralamada üçüncü kişilik veya nesne arka planda kalmıştır Çünkü bu kişilik veya nesne aşk temasının işlenmesinde geri­lim (ilgi) sağlayan öğedir. Bu öğeyi biz rakip tip olarak ifade ediyoruz. Rakip bir kişilik olabileceği gibi bir başka varlık, nesne veya davranış biçimi olabilmekte­dir. Bu durumda kişiliği aradan çıkarıp bir ismi, sıfatı veya fiili araya yerleştirmek gerekir. Hatta bazan âşığın kendi kendiyle zıtlaşması söz konusudur. Bu durum­da âşığın kendim (engeli) aşma çabası olayın gerilimini sağlayan öğedir.

Divan edebiyatında âşık-maşuk-rakip tiplemeleri genelde ataerkil toplum yapısına uygunluk gösterir. Daha doğru bir ifadeyle, eril hâkimiyet ön planda­dır. Dolayısıyla âşık (etken), niyaz eden-, maşuk (edilgen), naz eden tanımla­maları aşkı karakterize eder. Ancak bu etkileşme Yusuf-Züleyha ilişkisinde farklı bir yönde gelişir. Yusuf u Züleyha mesnevisinde rakip /engel, görev ola­rak aynı, plan olarak farklı bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Yusuf ve Züley­ha yakınlaşmasında, maşuk konumundaki Yusuf’un tavrı âşık konumundaki Züleyha’nın amacına ulaşmasına engeldir. Bu durumda, ortaya çıkan görüntü aynı, ancak görevler farklıdır: Anlatmada, Züleyha, âşık; Yusuf, maşuk; rakip / engel ise Yusuf’un istiğna / kaçınma tavrıdır.

Edebî metnin insanı karşılayan şahıs kadrosunda, kişilikler birer ada bağ­lıdır. Alparslan, Kanuni ve Nizamülmülk vb. bunlardandır. Bunların hayat hi­kâyeleri ve haklarında anlatılanlar, çoğu zaman, değişmez bilgilerdir. Yaşamış kişilerin edebî eserde mitik anlatmalarda tip/karaktere dönüştürülmesi de söz konusu olabilmektedir. Ali, M evlana vb. de buna örneklik ederler. Karak­teristik davranış kalıpları olduğu hâlde tipler, her bir eserde farklı isimlerle karşımıza çıkabilirler. Bir gazelde âşık, bir başka gazelde meşhur âşık adlarıy­la karşılanabilir. Hatta şair kendini bir âşık olarak takdim ederken, mesela, bülbülü kendiyle, gülü sevgilisiyle özdeşleştirir. Âşık, birçok farklı kimlikle okuyucuya takdim edilir. Bu kimliklerin davranışları tahlil edildiğinde geriye dönüş başlar. Sonuçta yeniden bulunan âşık ve karşısına aldığı zıt tiplerdir.

Aşk, acıdan kaçma, hazza yönelme davranışının bir görünüşü olarak sosyal çevrenin sıkıcılığından kaçıp huzuru başka şeylerde arama tavrının bir görü­nüşüdür. Ancak, bu daireye giren insanın hazza ulaşabilmesi de beraberinde sıkıntıyı (çileyi) göğüslemesini gerektirir. Bu doğrultuda, Osmanlı edebiya­tında ferdin genel davranış karakteri, İkinciyi (aşktan kaynaklanan acıyı) ter­cih şeklindedir: "Leyla ve Mecnun mesnevisinde insanlar hem çevrelerinden hem de dünyadan koparlar. Onlarda yaşama irade ve sevincinin yerini yokluk özlemi ve nefret duygusu alır. Bunda iradeyi köstekleyen sosyal baskının bü­yük rolü vardır.” (Kaplan 1996:148). Burada sözü edilen durum Leyla ve Mec­nun arasındaki okul arkadaşlığının dedikodulara yol açması ve Leyla’nın okuldan alınmasıyla ilgilidir. Bundan sonraki aşk macerasının sembolik aşa­malarını şöylece şekillendirmek mümkün:

aşk —> isyan / kaçış (sosyal çevre —» baskı) terk (Mecnun) (Istırap kahramanı)

aşk —> isyan / tahammül (sosyal çevre —> baskı) (dertleşme —> mum-pervane) (Leyla)

Edebiyatımızın iki örnek âşık tipinin davranışı, bir atasözümüzün ifadesini temsil etmektedir: Ya bu deveyi güdeceksin (tahammül-Leyla) ya bu diyardan gi­deceksin (terk-Mecnun). Bu bakış açısının kültürel yaşamdaki karşılığı: Ya ta­hammül, ya sefer! şeklinde ifadesini bulmuştur.

Divan şiirinin temel konusu olarak aşk ilişkisinde şairin kendine katılım ve zıtlaşma gruplan oluşturarak tip veya karakterlerle bir topluluk oluşturdukla­rı görülür. Bu cemiyet / kulüpler, aşkın temel birimleri olan mestlik, ıstırap, mücadele ilkeleriyle oluşmuşlardır.

Klasik Türk edebiyatında, İran edebiyatı geleneğinin bir mirası olarak ge­lişen yergi tarzında, şairlerin toplumsal bir tavır olarak katılma grubunu yü­celtme, mücadele gruplarını ise kötüleme tavrı vardır. Edebî metinlerdeki bazı tip grupları, varlıklarını başka gruplara tavır almakla sürdürürler. Şairle­rin ben-biz / siz-ötekiler zıtlaşmasını ortaya koydukları, genel anlamda olumsuzlamaya yönelik eserler rint ve zahit arasındaki geçimsizliği ifade eden metinlerdir. Ben-sen / siz-onlar (ötekiler) mantığıyla hareket eden divan şa­iri, günlük ilişkiler çerçevesinde şiirin odak noktasına aşkı yerleştirdiği za­man bu defa rakiple mücadeleye girer.

Rakip, hep olumsuzluklarıyla edebî metne yerleştirilmiştir. Bahsin mistik bo­yutunda rakip yerine masiranın yerleştirildiğini hatırlatmakla yetinelim. Rakip temsilî tipinde, gayr-ağyar, adu-adâ, hâsit-hasut gibi davranışlar şair ya da aşı­ğın penceresinden olumsuzlanır. Kötülük, yalancılık, ihbarcılık, iki yüzlülük, çirkinlik gibi, toplumda olumsuz olarak bilinen özellikler hep bu tipin davranışlarıdır. Bu nedenle rakip, köpek, domuz, şeytan vb. olumsuzluğu ifade eden adlandırmalarla anılmıştır. Şair ben / öteki mantığıyla, rakibin yaşam biçimini, davranışlarım eleştirir, kötüler ve toplum huzurunda bu tipi mahkûm eder.

Şair ya da âşık tarafından yargılanıp mahkûm edilen bir diğer grup, yaşayış biçimlerinin ve hayat felsefelerinin farklı oluşları dolayısıyla kötülenen zahit ve ötekilerdir. Burada rint (ben) temel tipi çevresine âşık, mest, arif kâmil, ah­bap, yâran vd. (biz) tipleri toplanarak zahit (siz-ötekiler) temel tipinin yanına sofu, hoca, vaizvd. (öteki) tipler yerleştirilir. Eserde bir gerilim-çatışma orta­mı oluşturulur. Böylece bir kişi değil, genel anlamda, bir davranış biçimi eleştirilir, küçümsenir ve yerilir. Rint-zahit çekişmesi ve bu yönde sarf edilmiş metinler gözden geçirildiğinde bu bahsin yer aldığı metinlerin sen-beri siz-biz kavgasını dile getiren eserler olduğu görülür.

Rint, edebiyatımızda kalender, hoşgörü sahibi, derdi ve sevinci bir tutan, gönülden anlayan, arif kişi; şeriata uymayan, sarhoş anlamlarını kazanmıştır Son iki karşılık hariç, edebiyatımızda da, davranışları olurlanan grubun tem­silcisidir. Rint, tasavvufta, dünyaya değer vermeyen, dışı kötü görünen, ama içi aydınlık, Tanrı sevgisini gönlünde taşıyan insan anlamında kullanılmıştır.

Divan edebiyatında rint grup tipi, tepki veren tiptir. Bu nedenle, âşık tipi gibi, baskın tip olarak karşımıza çıkar ve yergicidir. Manzumelerde hep zahit grup ti­pinin yerildiği görülür. Bunda divan şairinin kendini hep rint olarak takdim et­mesi etkilidir. Edebiyatımızda, şairin kendini rint olarak sunması dönemin modasıdır. Şair, rintliği, bilinen özelliklerin kendinde bulunup bulunmadığına bakmaksızın, peşinen kabullenmiş, zahit tipini de doğrudan karşısına almış olur. Zahit, divan şairine göre kuralcı ve nasihatçidir. Bu zıtlaşmada rint, hep saldırgan bir tutum sergiler, zahit grubunu, özellikle sufiyi alaya alır, kötüler.

Kaynaklarda zahit, olumlu anlamıyla, dünyaya rağbet etmeyen, dünyadan yüz çeviren insan tipini temsil eder. Kendini bütünüyle ahirete ve Hakk’a ve­ren, mala, mülke, makama ve şöhrete değer vermeyen, dünya ile ahiret ara­sında tercih yapmak gerektiği zaman tercihini daima ahiretten yana yapan ki­şidir. Gerçek anlamda dünya sevgisine gönlünde yer vermeyen zahit, edebiya­tımızda bu anlamıyla kendine yer edinememiştir.

Divan şiirinde zahidin yanında yer alan sufi, sufilik mesleğinde takva sahi­bi, samimi dindar, duyarlılık sahibi insan anlamından çok, mutaassıp, ham ruhlu, dinin özünden habersiz, şekilci, katı kişi, softa anlamları ön plana çı­karılarak değerlendirilmiş ve bu özelliklerin her biri şairlerin beyitlerine ko­nu olmuştur. Buna göre sufi, riyakâr, cimri, kalleş ve tembeldir. Olduğu gibi görünmeyen insan tipini ifade eder. Zahit, akılsız, mihrap köşesini seven, kendini beğenmiş, gelecek endişesi taşıyan, yaptığı ibadeti zevkle değil zo­runluluk olduğu için yapan, ahirette maddi zevklerinin gerçekleşmesi ümidi olan, nasihatçi ve sıkıcıdır. Hakikate ulaşmamış, aşırı, tecrübesiz, samimi­yetsiz, kaba, anlayışı kıt, soğuk, züht ve takva sahibi, cahil (nadan), kalbi temiz olmayan, yüzsüz biridir.

Rinde gelince; o kendini içi aydınlanmış, işin özüne ermiş, olgun insan ola­rak takdim eder. Şairin diliyle, menfaatten uzak, her şeyi hoş gören, neşe ve kederi bir sayan, dıştan derbeder görünüp iç dünyası zengin, bilge kişi olan bir tip olarak okuyucuya sunulur. Oysa rint geleneğe, örfe aldırmaksızın geniş bir hürriyet ve gönül rahatlığı içinde yaşar, sınırlardan hoşlanmaz, sorumlu­luk kabul etmez. Rindin tavrı, şer’î hükümlerin yerine getirilmesinde, eşyada asli sıfatın mubah oluşu ve temizlik bulunduğu düşüncesiyle, hiçbir şeyden şüphe etmeme yolunu yani ruhsat yolunu tercihe benzer. Bu tavrın doğruluğu­nu savunan rint, zahidi alaya alır, onu hep mücadele edilmesi, kendisine üs­tün gelinmesi gereken kişi olarak görür. Rint, zahidin kendisini, şeriata uymayan sarhoş olarak takdim ettiğini, bunu böyle kabullendiği için kendisini dinin gereği olan emirleri yerine getirme­mekle itham ettiğini söyler. Ancak divan şiirinde bu özellikleri de biz rindin ağzından öğreniriz. Yani çoğu zaman bu ithamları zahidin ağzından çıkmış olan sözler olarak değil, rindin naklettiği sözler olarak müşahede ederiz. Çün­kü hâkim anlatıcı olan şair, kendini peşinen rint olarak takdim etmiştir. Bu da şiirde zahidin kötü tip olarak mahkûm edilmesine neden olur.

Klasik edebiyat dünyamızda rint ve zahit mücadelesinin ilk örnekleri Ali Şir Nevayi’nin (ö. 1501) gazel ve rubaileriyle görülür. Şair, vaiz tipinin şahsında tutuculuk ve riyakârlığı şiddetle eleştirmiştir. Rint ve zahit mücadelesinin ba­ğımsız eser seviyesindeki örneği, Fuzulî’nin (Ö.1556) Rind ü Zahid adlı Farsça mensur eseridir. Araya manzum parçalar da sıkıştırılmış olan bu eser, rint ve zahit düşüncesini baba (zahit), oğul (rint) temsiliyle hikâyeleştirmiştir. Eser­de, irade-kader, rahman-şeytan, sevap-günah vb. konularda yapılan tartışma sonucu zahidin yanlış düşündüğü ortaya koyulur. Eser, Üsküdarlı Salim Efen­di tarafından Muhavere-i Rind ü Zahid adıyla Türkçeye çevrilmiştir (H. 1285).

Gruplararası çatışmanın Klasik Türk edebiyatındaki en meşhur örneği, on al­tıncı yüzyıl şairlerinden Bağdatlı Ruhi (ö. 1605) tarafından oluşturulmuştur. Ruhi, sosyal yaşamı ve olayları şiirine konu edinen şairlerimizdendir. Divanın­da yer alan 17 bentlik terkip-bendi divan edebiyatının sosyal yergi örnekleri arasında sayılır. Eser, dinî, sosyal ve edebî eleştirileriyle dikkat çeker. Ruhi, özellikle bu eserinin bazı bentlerinde bizzat rint grubunun zıddı olarak anlatıla- gelmiş zahit-sofu tiplerini ve bu tiplerin "riyakârlık” olarak belirginleşmiş dav­ranış kalıplarım eleştirir. Şair, kendini bu gruptan uzakta tutmaya çalıştığını ifadeden de kaçınmaz. Terkipteki "yuf’ redifli bent, rintlik düşüncesini yansı­tır. Manzumede tasviri yapılan "cahilin” şairin dışındaki ötekiler olduğu açıktır.

Ruhi’nin, terkip-bendinde dile getirdiği "olgun kişiler hor görülüyor, ca­hiller ise el üstünde tutuluyorsa, bu dünyanın düşkünlüğüne de, mutluluğuna da yuh olsun!” şeklindeki kanaati, divan şairinin temsilcisi olduğunu vurgu­ladığı olumlu grubun genel kanaatidir. Kaynaklar, kaba sofuluk, ahlaksızlık ve ikiyüzlülük konularının Ruhi’nin Divan’ındaki diğer şiirlerine de yansıyan eleştiriler olduğunda birleşirler.

Klasik Türk edebiyatında birçok şair, Ruhi’den sonra bu eserin içeriğini be­nimseyerek nazireler yazmıştır. Ruhi’nin terkip-bendiyle yaptığı bu mücadele divan edebiyatı geleneği devam ettiği sürece varlığını sürdürmüştür. Ruhi ve kendini takip eden bazı şairlerde bir grup tipi ve kalıplaşmış davranışların eleştirisi yapılırken, mesela Haşmet’te (0.1768) bu zümrenin yerini yalancılar, sahte senetlerle esnafı dolandıranlar, paşalar, mollalar, haksız yere makam, mevki elde edenler —yine ötekiler— alır. Bu tür eleştirilerde adı sam belli olan kişiler değil, aynı davranış kalıplarını sergileyen bir grup tipi hedef alınmıştır Kaynakça

Akkuş, Metin, (1995), ’Yusuf Nabi’de İnsan Tipi ve Özeleştiri”, Atatürk Ü., Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 3: 197-203.

Akkuş, Metin (1995), Nefi Divanı’nda Tipler ve Kişilikler, Erzurum: Atatürk Ü., Yay.

Akün, Ömer Faruk (1994,), "Divan Edebiyatı”, DİA, 9: 414-4,21.

Andrews, Walter G. (1986), "A Revisionist Thesis for the Esthetics of the Ottoman Gazel’’ TDED, XXIV-XXV: 1-21; [Metnin bir çevirisi içinbk. Akkuş, Metin (1995), "Osmanlı Gazel Estetiği Hakkında Yenilikçi Bir İnceleme”, Fen-Edebiyat Fakültesi, Edebiyat Bilimleri Araştırma Dergisi, 21: 253-277.]

Çavuşoğlu, Mehmed (1998), Divanlar Arasında, Ankara: Akçağ Yay.

Çavuşoğlu, Mehmed (2001), Necati Bey Divanının Tahlili, İstanbul: Kitabevi Yay.

Fuzulî (1285), Muhavere-i Rind ü Zahid, (çev. Üsküdarlı Salim Efendi), İstanbul: Tasvir-i Efkâr Mtb.

Kaplan, Mehmet (1976), "Nâbi ve 'Orta İnsan’ Tipi”, Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmaları, İstanbul: Dergah Yay., s. 214-234.

Kaplan, Mehmet (1996), Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar III Tip Tahlileri, İstanbul: Dergah Yay.

Levend, Agâh Sırrı (1980), Divan Edebiyatı (Kelimeler ve Remizler, Mazmunlar ve Mefhumlar), İstanbul: Enderun Kitabevi.

Mengi, Mine (2000), "Eski Edebiyatımızdaki Bazı İnsan Tipleri”, Divan Şiiri Yazılan, Ankara: Akçağ Yay., s. 203-220.

Mengi, Mine (2000), "Bir Osmanlı Efendisinin Çizdiği Çelebi Tipi”, Divan Şiiri Yazılan, Ankara: Akçağ Yay., s. 198-202.

Sefercioğlu, Nejat (2001), Nevi Divanının Tahlili, Ankara: Akçağ Yay.

Şentürk, Ahmet Atilla (1995), "Klasik Osmanlı Edebiyatında Tipler”, Osmanlı Araştırmaları, XV: 1-91.

Şentürk, Ahmet Atilla (1996), "Klasik Osmanlı Edebiyatında Tipler”, TM, XX: 333-4i3.

Şentürk, Ahmet Atilla (1996), Klâsik Osmanlı Edebiyatı Tiplerinden Sufi yahut Zahid Hakkında, İstanbul: Enderun Kitabevi.

Şentürk, Ahmet Atilla (1995), Klâsik Osmanlı Edebiyatı Tiplerinden Rakib’e Dair, İstanbul: Enderun Kitabevi.

Tolasa, Harun (1973), j4h.77ied Paşanın Şiir Dünyası, Ankara: AÜ Yay.

Uludağ, Süleyman (1991), "Aşk”, DİA, 4: 18-21.

Uludağ, Süleyman (1991), "Ârif”, DİA, 3: 36ı-362

SON EKLENENLER

Üye Girişi