Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

KOCAKARI İLE ÖMER

 

Üstad-ı necibim Ali Ekrem Bey'e

Yok ya Abbas'ı bilmeyen, kimdi?..

O sahabeyi dinleyin, şimdi:

"Bir karanlık geceydi pek de ayaz..

İbni Hattâb'ı görmek üzre biraz,

Çıktım evden ki yollar ıpıssız.

Yolcu bir benmişim meğer yalnız!

Aradan geçmemişti çok da zaman,

Az ilerden yavaşça oldu iyan,

Zulmetin sinesinde ukde gibi,

Ansızın bir müheykel Arâbî!

Bembeyaz bir ridâ içinde garîb,

Geliyor muttasıl mehîb mehîb.

Ben sokuldum, o geldi, yaklaştık;

Durmadan karşıdan selâmlaştık.

Düşünürken selâm alan sesini,

O heyûlâ uzandı tuttu beni:

Bir de baktım, Ömer değil mi imiş?

-  Yâ Ömer! Böyle geç zaman, bu ne iş?

-  Şu mahallâtı devre çıkmıştım...

Gel beraber, benimle, üç beş adım.

 

***

 

Ne sadâ var, ne bir yürür bîdâr;

Uhrevî bir sükûn içinde civar.

Ömer olmuş gezer, sıyânet-i Hak...

Şu yatan beldenin huzuruna bak!

O semalar kadar yücelmiş alın,

Çakarak sinesinden afakın,

Bir zaman sönmeyen nigâhıyle,

Necm-i sâhirde sanki bir hâle!

Duruyor her evin önünde Ömer,

Dinliyor bî-haber içerdekiler

Geçmedik en har âb bir yapıyı,

Yokladık sağlı sollu her kapıyı.

Geldik artık Medine hâricine;

Bir çadır gördü, durdu kaldı yine.

 

***

 

Ocak başında oturmuş bir ihtiyarca kadın.

"Açız! Açız!" diye feryad eden çocuklarının,

Karıştırıp duruyorken pişen nevalesini;

Çıkardı yuttuğu yaşlarda çırpınan sesini:

-Durunda yavrularım, işte şimdicek pişecek...

Fakat ne hâl ise bir türlü pişmiyordu yemek!

Çocukların yeniden başlamıştı nâleleri...

Selamı verdi Ömer, daldı akıbet içeri.

Selamı aldı kadın pek beşuş bir yüzle.

-Bu yavrular niçin, ey teyze, ağlıyor, söyle?

-Bu gün ikinci gün, aç kaldılar...

-O halde, neden

Biraz yemek komuyorsun?

-Yemek mi? Çömleği sen,

Tirit mi zannediyorsun? İçinde sâde su var

Çakıl taşıyla beraber bütün zaman kaynar!

Ne çare! Belki susarlar, dedim. Ayıplamayın.

-Peki, senin kocan, oğlun, ya kardeşin, ya dayın...

Tek erkeğin de mi yok?

-Hepsi öldü... Kimsem yok.

-Senin midir bu küçükler?

-Torunlarım.

-Ne de çok!

Adam emîre gidip söylemez mi hâlini?

Ah!

Emîre öyle mi? Kahretsin an-karîb Allah!

Yakında râyet-i ikbâli ser-nigûn olsun...

Ömer, belâsını dünyâda isterim bulsun!

-Ne yaptı, teyze, Ömer, böyle inkisar edecek?

-Ya ben yetim avuturken emîr uyur mu gerek?

Raiyyetiz, ona bizler vedîatu'llâhız;

Gelip de bir aramak yok mu?

-Haklısın, yalnız,

Zavallının işi pek çok zaman bulup gelemez;

Gidip de söylememişsen ne haldesin bilemez.

-Niçin hilâfeti vaktiyle eylemişti kabul?

Sonunda böyle çürük özrü kim sayar makbul?

 

Zavallının işi çokmuş!... Nedir, muharebe mi?

İşitme sen de civarında inleyen elemi,

Medâne halkını üryan bırak, Mısır'da dolaş...

Gaza! Gaza! diye git, soy cihanı, gel paylaş!

Çocukların bu sefer yükselince feryadı,

Kadın, tehevvürü artık cünûna vardırdı;

- Şu nevhalar ki çıkar tâ bulutların içine,

Ömer! Savâik-i tel'in olur, iner tepene!

Yetimin âlımı yağmur duası zannetme:

O sayha ra'd-ı kazadır ki gönderir ademe!

"Açız! Açız! Bize bir lokma olsun ekmek ver... "

"Susundu yavrularım, işte oldu, şimdi pişer!"

Gidip de söyliyeyim hâ? Dilencilik yapamam!

Ömer de kim? Benim ondan kerîm adamdı babam,

Ölür de yüzsuyu dökmem sizin Halîfenize!..

Ömer vuruldu bu son sözle...

-   Haklısın, teyze!

Avut çocukları, ben şimdicek gider gelirim.

 

***

 

Halîfe önde, bitik suçlu, münfa'il, nadim;

Ben arkasında, perîşan, çadırdan ayrıldık.

Sabaha karşı biraz başlamıştı aydınlık.

Köyün köpekleri ejder misâli saldırıyor,

Bırakmıyor bizi yoldan, fakat kim aldırıyor!

Medîne'nin dalarak münhanî sokaklarına;

Dönüp dönüp hele geldik zahîre anbarma.

Halîfe girdi açıp, ben de girdim emriyle.

Arandı her yeri, bir mum yakıp ale'l-acele.

-  Şu tek Çuval unu gördün ya! Haydi, yükle bana;

Bu testi yağ doludur, elverir o yük de sana.

Çuval Halîfe'de, yağ bende, çıktık anbardan;

Kilitleyip geri döndük deminki yollardan.

Mesafe, baktım, uzun; yük yaman; Ömer yaralı;

Dedim ki:

-  Ben götüreydim... Verir misin çuvalı?

-  Hayır, yorulsa değil, ölse yardım etme sakın:

-  Vebali kendine âiddir İbni Hattâb'ın.

Kadın ne söyledi, Abbas, işitmedin mi demin?

Yarın huzûr-i İlâhide, kimseler, Ömer'in

Şerîk-i haybeti olmaz, bugünlük olsa bile;

Evet, hilâfeti yüklenmiyeydi vaktiyle.

Kenâr-ı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu,

Gelir de adl-i İlâhî sorar Ömer'den onu!

Bir ihtiyar kan bî-kes kalır, Ömer mes'ûl!

Yetîmin, girye-i hüsran alır, Ömer mes'ûl!

Bir âşiyân-ı sefalet bakılmayıp göçse:

Ömer kalır yine altında, hiç değil kimse!

Zemîne gadr ile bir damla kan dökünce biri:

O damla bir koca girdâb olur boğar Ömer'i!

Ömer duyulmada her kalbin inkisarından;

Ömer koğulmada her matemin civarından!

Ömer halife iken başka kim çıkar mes'ûl?

Ömer ne yapsın, İlâhî, beşer zalûm ü cehûl!

Ömer'den isteniyor beklenen Muhanımed'den...

Ömer! Ömer! Nasıl aldın bu bârı sırtına sen?

• Sen almasan acaba kim gelip de senden iyi,

İdare eyliyecek düştüğün bu ma'rekeyi?

Evet, adaleti "mutlak" hayâl edersen eğer,

Ömer değil ya ne olsan bırak ki hepsi heder!

Beşer, adaleti "mutlak" tahayyül eylerse,

Görür ümidini mahkûm her zaman ye'se.

Sen ey Ömer, ne meleksin, ne bir emîr-i zalûm...

Fakat elinde ne var? Fıtraten beşer mazlum!

Görür bürûc-i semânın bütün sitâreleri,

 

Zalâm içinde, yük altında inleyen Ömer'i!

Huzûr-i Hakk'a çıkarken bu unlu cebhenle,

Değil zemini, getir şâhid âsümânı bile!

-  Uzak mı yol? Daha çok var mı?

-  Ancak üç beş adım.

Mecali kalmamış artık zavallının... Baktım:

Olanca azmini cebr eyleyip, nefes nefese;

Yavaş yavaş yürüyor. Geldi bin belâ ne ise!

Sokuldu haymeye, indirdi arkasından unu:

-  Bırak da testiyi yerleştirin kenara şunu.

Hemen çakılları çömlekten indirip attı,

Uzandı testiye, yağ koydu, sonra un kattı.

Oturmak istedi, lâkin belâya bak ki: Ocak

Hemen sönüp gidecek...

-  Teyze, yok mu hiç yakacak?

Kadın getirdi beş on parça yaş diken Ömer'e;

Ömer de yakmak için büsbütün serildi yere.

Ocak tüter, Ömer üfler zefır-i hârıyle;

Zemini lihye-i beyzâ yı târumârıyle,

Sücüd tavr-ı huşû'unda, muttasıl süpürür;

İçinde ruhu yanar, cebiresinde ter köpürür!

Döner muhît-i nigâhında tûde tûde duman;

Bulut geçer gibi necmin hıyat-ı nurundan!

Ocak tutuştu, yemek pişti;

-  Var mı teyze kabın?

-  Getir de indirelim...

-  Var büyükçe bir kap, alın.

Yemek sıcaktı, fakat kim durup da bekliyecek!

Ömer çocuklara bir bir yedirdi üfleyerek

Kesildi kaymede matem, uyandı rûh-i süıûr;

Çocuklar oynaşıyorlar, kadın ferîh ü fahur.

Ömer bu âlemi gördükçe gaşy içindeydi...

Dedim:

-  Sabah oluyor kalkalım...

-  Evet, haydi!

Yarın Emarete gel teyze, öğleyin beni bul;

Emîfe söyleriz elbette hayr olur nıe'mul.

 

***

 

Yüzü gülmüştü teyzenin, baktık,

Biz de çıktık vedâ edip artık

Hiç görünmeksizin gelip geçene,

Doğru indik Halifenin evine.

"Şimdi nerdeyse gün doğar, kalıver."

Diye, koy'eriniyordu, çünki, Ömer.

Etti az sonra subh-i velveledar

Uyuyan şehri kamilen bidar

Öğle geçmişti, çıktı geldi kadın.

-Galiba, teyze, uykusuz kaldın!

İşte bağlanmak üzredir nafakan,

Alacaksın her ay gelip buradan.

Şimdi affeyledin değil mi beni?

-Böyle göster fakat adaletini.

 

MEHMED AKİF ERSOY


ELDİVEN-SHİLLER (SELAHATTİN BATU)

Bir gün, oyunlar başlamadan önce
Arslanlar duran avlunun önünde
Oturmuş bekliyordu kral Franz.
Etrafında tahtın en büyükleri
Ve dizilmişti çepeçevre balkona
Saray kadınları, başlarında çelenkleri

Parmağıyla, bir işaret verince
Açıldı meydan, bütün genişliğine
Bir arslan yürüdü içeri.
Sessizce bakına bakına

Göz gezdirdi etrafına
Ve uzatarak esnemesini
Ve adımları ağır, temkinli
Salladı dört yana yelesini
Dört bucağına yayarak
Oturdu yere bakınarak.

Bir işaret verdi kral
Hemen ikinci bir kapı
Büyük bir hızla açıldı
Açılan bu büyük kapıdan
İri, koskoca bir kaplan
Fırladı ok gibi dışarı.

Görünce yerde arslanı
Böğürmesi tuttu dört yanı
Ve kuyruğunu vura vura
Korkunç bir halka çizdi havaya,

Uzattı dışarı dilini
Homurdanarak hiddetle
Ağır ağır yürüdü ürkek
Etrafa bir halka çizerek
Dolandı arslanın çevresini
Sonra da soluya soluya
Uzandı onun yanma.

Bir işaret daha verdi kral
Kanatları açık büyük kapı
İki parsı birden fırlattı dışarı
Ve oturan kaplanın üstüne
Atıldılar hemen kavga hırsıyla.

Kaplan yakaladı pençesiyle parsları
Arslan da kalkınca böğüre böğüre
Susuverdi her şey birdenbire
Ve çevrelerinde dört dönerek
Ölüme susamış, hışımla tüterek
İki kırçıl kedi oturdular yere..

Bu ara balkondaki bir güzelden
Bir eldiven düştü, ince bir elden
Arslanla kaplanın tam arasına
Froylayn Kunigunde, alaylı bir tavırla
Dönerek Prens Deloges'e:
"Ah, Prens! dedi, siz her dakika
Bana büyük aşktan bahsedersiniz.
Düşen eldiveni getirmez misiniz.

Ve prens hemen atıldı hızla
Korkunç meydanlığa indi koşarak
Sert adımlarla Ve o dehşet veren aralıktan
Aldı eldiveni gülerek, korkmadan.
Prenslerle saray kadınları
Korku ve hayretle gördüler olanı.
O, sakin, dönmüştü eldivenle geri.

Bir övgü yükseldi her ağızdan.
O zaman Froylayn Kunigunde
Bir aşk bakışıyla gülümseyerek
Karşıladı geri dönen prensi
Yaklaşan saadeti vaadeden gözleriyle
Prens, fırlattı eldiveni yüzüne:
"Çok teşekkür ederim bayan, istemem sevginizi!
Ve yüzüstü koyup gitti prensesi.

(Schiller, Çeviren: Selâhattin Batu)



NAZAR - YAHYA KEMAL BEYATLI


Gece, Leyla'yı ayın on dördü
Koyda tenha yıkanırken gördü.
"Kız vücudun ne güzel böyle açık!
Kız yakından göreyim sahile çık!"
Baktı etrafına ürkek, ürkek
Dedi:"Tenhada bu ses nolsa gerek?"
"Kız vücudun sarı güller gibi ter!
Çık sudan kendini üryan göster!"
Aranırken ayın olgun sesini,
Soğuk ay öptü beyaz ensesini,
Sardı her uzvunu bir ince sızı;
Bu öpüş gül gibi soldurdu kızı.
Soldu, günden güne sessiz, soldu!
Dediler hep: "Kıza bir hal oldu!"
Ta içindendi gelen hıçkırığı,
Kalbinin vardı derin bir kırığı.
Yattı, bir ses duyuyormuş gibi lal.
Yattı, aylarca devam etti bu hal.
Sindi simasına akşam hüznü,
Böyle yastıkta görenler yüzünü,
Avuturlarken uzun sözlerle,
O susup baktı derin gözlerle,
Evi rüzgar gibi bir sır gezdi,
Herkes endişeli bir şey sezdi.
Bir sabah söyledi son sozlerini,
Yumdu dünyaya ela gözlerini;
Koptu evden acı bir vaveyla,
Odalar inledi: "Leyla! Leyla!"
Geldi koy kızları, el bağladılar...
Diz çöküp ağladılar, ağladılar!

Nice günler bu seametli ölüm,
Oldu çok kimseye bir gizli düğüm;
Nice günler bakarak dalgalar,
Dediler: "Uğradı Leyla nazara!"