10.
SOKRATES’İN SAVUNMASI
Atinalılar, Sokrates'i öldürmekle, şehrinizin bir bilgini öldürmekle kınanmasından başka bir kârınız olmayacaktır. Hakikatte ben, hiçbir şey bilmiyor olmama rağmen onlar beni âlim sanıyorlar. Hâlbuki biraz daha sabretmiş olsaydınız istediğiniz doğal olarak gerçekleşecekti. Çünkü görüyorsunuz yaşım çok ilerledi. Ölüm artık bana çok yaklaştı. Şu anda hepinize değil; yalnız, bana ölüm cezasını verenlere sesleniyorum. Onlara söyleyecek bir şeyim daha var; belki beraatim için gerekli olan müdafaada bulunmadığımdan benim mahkûm olduğumu sanacaklar. Hayır, bence mahkûm olmanın sebebi bu değil. Bu olsa olsa, beraatimi kolaylaştıracak olan eğilmeyi, yalvarmayı, gözyaşı dökmeyi yapamadığım için. Yoksa bu kusur, sözlerimde ve savunmamda değil. Ben tehlikeye düştüğüm zaman ne böyle aşağılıklara, alçaklıklara saparım ne de kendimi savunmadığıma pişman olurum. Kendimi sizin alıştığınız şekilde müdafaa etmediğim için de pişman değilim. Böyle bir küçüklükte bulunmaktansa ölümü tercih ederim. Çünkü ben de başkaları da aynen savaş meydanında olduğu gibi kendisini ölümden kurtaracak gayrimeşru araçlara müracaat etmemelidir.
Evet, çok kere savaşta bir kimse, düşman önünde diz çöküp silahını bırakmakla ölümden kurtulabilir. Her şeyi söyleyebilen bir kimse için de ölümden kurtulma çareleri vardır. Yalnız, şuna iyice inanmalısınız ki sayın yargıçlarım, asıl mühim olan ölümden kurtulmak değil haksızlıktan sakınmaktır. Çünkü, kötülük ölümden daha hızlı koşar. Ben yaşlı ve ağır olduğum için yavaş koşan ölüm bana yetişmiştir. Hâlbuki beni suçlayan kuvvetli düşmanlarıma hızlı koşan kötülük yetişmiştir. Şimdi, huzurunuzdan ben ölüm cezasıyla ayrılıyorum, onlar da kötülük ve haksızlık cezasına çarptırılarak ayrılıyorlar. Ben cezama razıyım, onlar da razı olsunlar. Bu mukadderat, belki böyle daha iyidir.
Ey beni mahkûm edenler, şimdi size bir kehanetimi söylemek işiyorum. Şu anda ben öyle bir durumda bulunuyorum ki böyle nazik anlarda insanlar bir nevi keramete erişirler. Ben de bu ruh haliyle size haber vereyim ki hemen ölümümü müteakip siz de büyük bir cezaya çarptırılacaksınız. Beni öldürmekle size hesap soranlardan kurtulacağınızı zannediyorsunuz. Fakat inanınız bu tahmininizin tam tersi olacak. Evet, bunda hiç tereddüt etmeyiniz.
Şimdiye kadar, size karşı koyacakları ben zor zapt ettim. Bunları karşınızda bulacaksınız ve bunlar sizi şiddetle suçlayacaklardır. Bunlar daha genç olduklarından sizi daha çok yıpratacaklardır. Atinalılar, insanları öldürmekle, kötü hayatınızın kınanmasından kurtulacağınızı umuyorsanız, aldanıyorsunuz. Bu, makul bir kurtuluş çaresi değil. En kolay ve en asil yol, başkalarını atlı vaziyete düşürmek değil kendinizi yükseltmektir. İşte, buradan ayrılmadan size söyleyeceğim kehanet budur.
Beni beraat ettiren dostlarım, yargıçlar şimdi meşgul. Ölüme gitmeden olup bitenler hakkında sizlerle de görüşmek isterim, onun için biraz daha gitmemenizi rica ederim. Birbirimizle çok kısa görüşebilecek kadar zamanımız var. Siz, benim dostlarımsınız. Onun için başıma gelenleri sizlerin bilmesi lazım. Ey hâkimlerim, çünkü aziz dostlar ancak sizlere hâkimlerim diyebiliyorum, size gerçekten şaşacağınız bir olayı anlatacağım. Şimdiye kadar alelade işlerimde bile kötü bir iş yapmamak hususunda içimden gelen tanrısal bir kuvvet beni alıkoyuyordu. Şimdi görüyorsunuz kötülüklerin kötüsü başıma geldi. Ama bu herkes için kötülüktü. Sabahleyin evimden çıkarken de mahkeme karşısına çıkarken de burada söz söylerken de Tanrı sesi beni alıkoymamıştır. Her zaman, beni alıkoyarken bugün, bu mesele hususunda alıkoymamıştır. Bu susuşun anlamı nedir? İşte sizlere bunu söyleyeceğim. Bu, şüphesiz başıma gelenlerin bir iyilik olduğuna, ölümün bir kötülük olduğuna inananların yanıldıklarına bir işarettir. Çünkü iyiliğe değil kötülüğe doğru gitseydim, her zamanki işaret beni alıkoyacaktı.
Başka bir düşünüşle, ölümün bir fenalık değil bir kurtuluş olduğunu umabiliriz. Ölüm ya büsbütün hiçlik ya da herkesin kabul ettiği gibi ruhun bu dünyadan göçüdür. Ölüm bir kimsenin rüyasız uykusu gibi şuursuzca bir şeyse o zaman mükemmel ve fevkaladedir. Çünkü o zaman, zamanın bütün akışı tek bir gece gibi görünecekti. Ama ölüm, bizi bu dünyadan öbür dünyaya götüren bir yolculuk ise, herkesin dediği gibi bütün ölenler başka bir dünyada yaşıyorlarsa, hâkimlerim, bizim için bundan daha büyük ne nimet olabilir? Gerçekte öbür dünyaya vardığımızda, bu dünyada doğru olduğunu iddia eden kimselerden kurtularak, söylendiği gibi asıl doğruluğu veren gerçek yargıçları, Minos'u, Rahadamanthos'u, Nakos'u, Triptolemos'u ve dürüst yaşamış olan yarı ilahları bulacaksak, bu yolculuk hiçbir zaman ceza olmaz. Bir kimse orada Orpheus'a, Musaios'a, Home-ros'a, Hesidos'a kavuşacaksa karşılığında ne vermez ki? Şayet bu doğru ise bırakın dostlarım bir daha, bir daha öleyim. Hele, Paleme-des ile Telemon oğlu Aias ile haksız yere ölen büyük kahramanlarla buluşmak bizim için ne büyük bir şey... Bütün bunların üstünde, bu dünyada olduğu gibi öteki dünyada dâ Hakiki ve sahte bilgeliği araştırmayı ilerletebileceğim. Kimin bilgin, kimin cahil olduğunu daha iyi anlayabileceğim. Sayın yargıçlar, Büyük Troia Seferi'nin Önderi Odysseus'u, Sisyphos'u kadınlı erkekli daha birçoklarını deneyebilmekte ne büyük bir zevk var! Onlarla konuşmak, onlara sorular sormak ne sonsuz zevk. Orada sormak yüzünden, ölüme mahkûm olma tehlikesi de yok. Mesut olmaktan gayri, doğruyu söyleyen orada ölümsüz korkmayınız. Şunu bilmelisiniz ki iyi bir insana ne hayatta iken ne de öldükten sonra hiçbir kötülük gelmez. Böyle olanları daima tanrılar korurlar. Benim yaklaşan akıbetim sadece bir tesadüf değildir. Bilakis apaçık görüyorum ki ölmek ve böylece de bütün ıstıraplardan büsbütün kurtulmak benim için daha kıymetlidir. İşte içimden gelen sesin alıkoymamasının sebebi budur. Gene bunun için beni mahkûm edenlere kızmıyorum. Onlar bana, bile bile, iyilik etmeyi her ne kadar istememişlerse de kötülük de etmemişlerdir. Ancak onlar bana bilerek kötülük etmiş olsalardı kınayabilirdim.
Sizden bir dileğim daha kaldı. Çocuklarım büyüdükleri zaman Atinalılar, şayet erdemden çok zenginliğe tamah edecek olurlarsa, ben sizinle nasıl uğraşmışsam, onlarla da öylece uğraşın, onları öylece cezalandırın. Kendilerine, layık olmadıkları bir değeri verirlerse, hakikaten önem vermeleri gereken bir şeye değer vermezlerse, ben sizi nasıl azarlamışsam, siz de onları öyle azarlayın. Bunu yaparsanız bana da oğullarıma da iyilik etmiş olursunuz.
Artık ayrılmak zamanı geldi. Ben ölüme gidiyorum, siz de yaşamaya. Bunlardan hangisi daha iyi, bunu ancak Tanrı bilir.
Elips yayınları, 2007
İLGİLİ İÇERİK