9.
Mustafa Kemal’in Balıkesir Hutbesi
Atatürk, Zağnos Paşa Camisi'nde cemaate şöyle seslenmiştir:
Ey millet Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah'ın selameti, atıfeti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara hakayık-ı diniyyeyi tebliğe memur ve resul olmuştur. Kanuni esasisi, cümlemize malumdur ki Kur'an-ı Azimüş-şandaki hükümlerdir, insanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir. Ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa ve hakikate tamamen tevakuf ve tetabuk ediyor. Eğer akla, mantığa ve hakikate tevakkuf etmemiş olsaydı, bununla diğer kavanin-i tabiiyye-i ilahiyye beyninde tezat olması icap ederdi. Çünkü bilcümle kavanin-i kevniyyeyi yapan Cenab-ı Hak'tır.
Arkadaşlar; Cenab-ı Peygamber mesaisinde iki dara, iki haneye malik bulunuyordu. Biri kendi hanesi, diğeri Allah'ın evi idi. Millet işlerini, Allah'ın evinde yapardı. Hazreti Peygamber'in ismi mübareklerine iktifaen bu dakikada milletimize; milletimizin hal ve istikbaline ait hususatı görüşmek maksadıyla bu dar-ı kutside Allah'ın huzurunda bulunuyoruz. Beni buna mazhar eden Balıkesir'in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu vesile ile büyük bir sevaba nail olacağımı ümit ediyorum.
Efendiler, camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmak lazım geldiğini düşünmek, yani meşveret için yapılmıştır. Millet işlerinde her ferdin zihni başlı başına faaliyette bulunmak elzemdir.
işte biz burada din ve dünya için, istikbal ve istiklalimiz için, bilhassa hâkimiyetimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşündüklerini anlamak istiyorum. Amel-i milliye, irade-i milliye yalnız bir şahsın düşünmesinden değil, bilumum efrad-ı milletin arzularının, emellerinin muhassalasından ibarettir. Binaenaleyh benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim.
Hutbeler hakkında sorulan sorudan anlıyorum ki bugünkü hutbelerin tarzı, milletimizin hissiyatı fikriyesi ve lisanı ile medeni ihtiyaçlarıyla mütenasip görülmektedir. Efendiler, hutbe demek topluma hitap etmek, yani söz söylemek demektir. Hutbenin manası budur.
Hutbe denildiği zaman bundan birtakım mefhum ve manalar çıkarılmamalıdır. Hutbeyi söyleyen hatiptir. Yani söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki Hazreti Peygamber zamanı saadetlerinde hutbeyi kendisi söylerdi.
Gerek Peygamber Efendimiz gerekse Hulefayı Raşidin'in hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki gerek Peygamberin gerekse Hulefayı Raşidin'in söylediği şeyler, o günün meseleleridir. O günün askeri, idari, mali, siyasi ve içtimai konularıdır.
Ümmeti İslamiye çoğalıp, İslam memleketleri genişlemeye başlayınca, Cenab-ı Peygamber ve Hulefayı Raşidin'in hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin irad etmelerine imkân olmadığından halka söylemek istedikleri şeyleri bildirmeye birtakım zevatı memur etmişlerdir. Bunlar herhalde en büyük ve ileri gelen kişiler idi. Onlar cami-i şerifte ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı aydınlatmak ve doğru yolu göstermek için ne söylemek gerekiyorsa söylerlerdi. Bu tarzın devam edebilmesi için bir şart lazımdı.
O da milletin lideri olan zatın halka doğruyu söylemesi, halkı tenvir ve irşad için ne söylemek lazımsa zatın doğruyu söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmaması! Halkı genel durumdan haberdar etmek son derece önemlidir. Çünkü her şey açık söylendiği zaman halkın dimağı faaliyet halinde bulunacak iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir. Ancak millete ait olan işleri milletten gizli yaptılar. Hutbelerin halkın anlayamayacağı bir lisanda olması ve onların da bugünkü icabat ve ihtiyaçlarımıza temas etmemesi, halife ve padişah sıfatını taşıyan müstebitlerin arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek içindi.
Hutbeden maksat, halkın aydınlatılması ve doğru yolun gösterilmesidir. Başka şey değildir. Yüz, iki yüz, hatta bin sene evvelki hutbeleri okumak, insanları cehl ve gaflet içinde bırakmak demektir. Hutbeyi okuyanın her halde halkın kullandığı dili kullanması lazımdır. Geçen sene Millet Meclisi'nde irad ettiğim bir nutukta demiştim ki: "Minberler halkın dimağları, vicdanları için bir feyz menbaı, bir nur menbaı olmuştur." Böyle olabilmesi için minberlerden aksedecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması, fenni ve ilmi hakikatlere uygun olması lazımdır.
Hatiplerin siyasi, içtimai ve medeni ahvali her gün takip etmeleri zaruridir. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış telkinler verilmiş olur. Binaenaleyh hutbeler tamamen Türkçe ve günün gereklerine uygun olmalıdır. Ve olacaktır.
Türk ve Türklük,
Mehmet Y. Arıyörük
İLGİLİ İÇERİK