HAMLE ZAMANI
Bir zamanlar Avrupa'da fizikçiler arasında önemli bir tartışma vuku bulur. Kâinattaki varlıklar acaba kendi içine mi bükülüyor? Eğer öyleyse onları çeken bir boyut olmalı ve bu da ancak olsa olsa dördüncü boyut olabilir. Üç boyutlu mekâna alışmış insanların bunu kabul etmesi elbette imkânsız. Ama bir boyut düşüncesi fizikçileri memnun etmiş. Ne de olsa bir başka nefes alınacak iklime kanatlanmak yolu açılıyor. Hemen ardından kâinatın genişlemesi kızıl ışın şeklinde spektroskoplara yansıyınca bu tatlı ve ferahlatıcı düşünce biraz dahi olsa ekşimiş. Zira nebülozların bizim Samanyolumuzdan sür'atle kaçış izleri fizik dünyasında ardına düşülemeyecek kadar hızlı bir koşu imajı oluşturduğundan bir bıkkınlık, bir kırgınlık husule getirmiş. Çapını ölçmeye yakın bir çizgiye gelmişken birdenbire elden uçan bir hayal, hasreti gönüllerde kalmış bir sevda. Kâinat genişliyor, evet içe bükülen kâinatın nedir bu dışa sonsuz koşusu. Artık dışa doğru müthiş bir istek ve arzuyla yarışa geçmiş bir kâinat modeliyle karşı karşıyayız.
İnsanlık âleminde de aynı böyle bir içe bükülüş ve dışa doğru hızlı bir maraton var. İnsanlar bir taraftan kendi özleriyle meşgul olurken bir taraftan da genişleme arzu ve isteğiyle çırpınıp durmaktalar. Ülkelerin kabına sığmayan fetih politikaları ve insanlığın dış dünyaya doğru füzelerle düzenlediği yarışlar bunun en belirgin göstergesi. Durağan hiçbir cisim olmadığı gibi, durağan bir kâinat modeli ve insanlık âlemi de hayalden başka bir şey değildir.
Öyleyse bizim de bu koşudaki yerimizi almamız gerekiyor, içdünyamızı fethe koyulmuş, onun cezbiyle mütelezziz olmuşken ve kalb ve gönül dünyamızın ekseni etrafında dönerken dış dünyaya doğru bir hamle ve mesaj sunma gayretiyle bitmek tükenmek bilmeyen bir koşuya koyulmamız gerekir. Durağan cisimler nasıl bir hayalse, durağan kalmak da hem toplumlar açısından hem de fertler açısından asla mümkün değildir. Öyleyse iç ve dış aksiyon vazgeçilmez bir kanun. Hem özümüzü hem dış dünyayı fetih için azim ve ümit kanatlarıyla sonsuz ufuklara kanatlanmamız insan olmanın rüknü. Yoksa bizi bu bitmeyen koşunun kulvarında durdurmazlar; ya ezer geçerler veya bir kenara iterler. Yani ya koşmak ya da koşmak vede ipigöğüslemek şart bila şart...
Fizikçilerin içe bükülen kâinat, kendi üstüne kapanan mokan mevhumu gayet güzel bir fikir. Lakin bizden kaçan bir galaksiler şehrayininde şaşırıp kalmaları anormal. Bence içe bükülen kâinat modelinde bir dördüncü boyut aramak fikri ne kadar doğruysa dışa doğru müthiş bir hızla kaçış da o kadar bir başka buudun işareti değil midir? Bizi kendi içimize büken bir kudret, özümüzü keşfetmeye davet eden bir güç var. Aynı güç bizi dışa doğru açılmaya sevk ediyor ve mesajımızı dış dünyaya duyurmaya çağırıyor.
Kendi benliğini unutmuş insanlık, özünden kopmuş vemillî birliğini tanımaz olmuş toplumlar elbette bu fizikî yasaya uymayan kitlelerdir ki sonları kural ve kanun tanımazların sonunabenzer bunların Dışa açılmayan ve dışta sesini soluğunu duyuramayan, mesajlarını dış dünyaya yayamayan kitleler de aynı kanun tanımazlık veisyan çemberinde boğulmuş olurlar.
Kendi içimize büküldüğümüz nispette kitleler halinde dışımıza bükülmek ve bir fetih yarışında en ön sırada yer almak fıtrî bir yol, yaydığımız bu yörüngede radyasyonlar ise hak ve hakikat ışığı olmalı.
İlk onlar diye isimlendirilen kâinatın temel taşı bilinen elektron, nötron, pozitron, negatron, foton vb. benzer parçacıklar nasıl fizikçilerin en büyük keşifleri sırasına geçmişse, milletleri ayakta tutan dil, din, bayrak, vatan gibi kural ve kaideler yani bizim asla vazgeçemeyeceğimiz temel dinamiklerimiz de ilkler sırasına geçmeli ve önem görmeli değil mi?
Fizikî dünyadaki temel kavramlar nasıl artı ve eksi yüklü parçacıklar diye ikiye ayrılıyorsa ve bu yasa kâinatın atomlar dünyasında en önemli sacayaklarını oluşturuyorsa insanlık âlemi de özünde iyi ve kötü, negatif ve pozitif yönleriyle ayakta durmaktadır. Yani insan iyilik ve kötülüğün aynı merkezde temerküz ettiği bir dünyayı kendi üstüne kapalı olduğu çekirdeğinde kökünde taşımaktadır, iyi - kötü savaşı her zaman olagelmiş önüne geçilmez bir kavga olsa da kendi içinde ve dış dünyada iyi ve kötü çekişmesinde bize düşen görev pozitif yönümüzü geliştirmek ve nefis, ene benlik, günah işleme meyli gibi negatif yönümüze önem vermemektir. Tabiî bunu yaparken dış dünyadaki kara delikleri ve dış fetih hengâmında karşımıza çıkacak girdapları ve ölüm vakumlarını da nazar-ı itibara almak gerekir.
Dördüncü beşinci boyut düşüncesi millet olarak bizi iç ve dış fethine çekerken bütün boyut ve buudların yöneldiği bir yönü de asla unutmamak gerekir. Yer ve göğün ister istemez geldik dediği yöne gönül süvarimizi nefis ve benlik atımızı sürmemiz gerek...
Atbaşı nebülozu gibi şahlanıp uzayın sonsuzluğunda ipi göğüslemeye koşmamız ve bitmez tükenmez mesafeler aşmamız insan olmanın, inanmış olmanın ve kul olmanın gereği...
Öyleyse ey arkadaş! Kendi içine kapanan ve üstüne bükülen kâinat modelinde olduğu gibi özün millî dinamiklerine, asıl benliğine, ruhuna, kalbine, vicdanına doğru bükül. İçini keşfet, kendini tanı, iç dünyandaki seni ayakta tutan temel unsurları bil ve anla. Sonra dışa doğru bir hamle yap içinden kopmadan özünden taviz vermeden, iyilik ve güzellik duygularından bîgane kalmadan, seni daima diri ve ceyyit tutacak his ve duygularından uzaklaşmadan dışa doğru yönel ve o iklime bir güz gibi açıl... Mesajını sun, ışığını gönder, aksiyonunu tamamla ve ipi göğüsle. Bu ise var olma ve ebediyete kanatlanmanın ilk ve vazgeçilmez şartıdır bunu bilmiş ol.
Öyleyse ey milletim! Sen de dil, din, tarih, bayrak ve vatan gibi kudsî dinamiklerin ve seni ayakta tutacak kaynaklarını tanı ve asla bu temel taşlarından ayağını kaldırma. Yoksa ayağın kayar ve yokluğun girdabına yuvarlanma tehlikesi yaşarsın. Senin de bu temel unsurlara bağlı kalırken elbette dıştaki ekonomi, tarım, bilim, teknik ve sanayileşme gibi kuvvet ve kudret işareti adımlarınla koşuna devam etmen en uç noktaya zirveye ermen gerekli. Birincisi içine kapanma ve kendi öz murakabe ve muhasebeni yapmaksa, bunun ikincisi dış dünyaya kanatlanma ve sonsuz ufuklara yelken açmaktır.
Evet, dördüncü ve beşinci buud polat yürekli koşucularını bekliyor. Ne dersiniz... Hamle zamanımız gelmedi mi?
Mehmet ERDOĞAN, Bu Senin Hikâyen
İLGİLİ YAZILAR
DENEME ÖRNEĞİ-GÖZ CANLININ NERESİNDE?
DENEME ÖRNEKLERİ - MUSTAFA KUTLU'DAN