RÖPORTAJ PARAGRAFLARI
Havada kar değil kömür kokusu var. Zihnime kodlanan o meşhur beyaz kaftanı yerine gri bir sis tabakasını giyinmiş şehir. Eksi 30'larla beni kesecek bir havaya teslim olmaya hazırlanmışken beremi, eldivenimi ve dahi gocuğumu bile çıkarttıran kış güneşi karşılıyor. Hani nerede yolların iki yanına kürenmiş kar tepecikleri, bıyıklarından buz parçaları sarkan adamlar nerede? Erzurum beni önce üşütecek ve sonra sıcak bir mekâna kapağı atma telaşıyla ödüllendirecekti oysa. Kıtlama şekerle içilen bir bardak çayla... Eyvah! 500 milyon dolarla Cumhuriyet tarihinin en büyük yatırımı boşa mı gidecek? 27 Ocak-6 Şubat arasında yapılacak Dünya Üniversitelerarası Kış Oyunları öncesinde şehri karmaşık duygularla gezdim, iki yıl gibi kısa bir sürede bitirilen tesisleri büyük bir hayranlıkla incelerken, hava şartlarının beklentilerin çok uzağında olması korkuttu beni. Hava soğumaz, kar yağmazsa suni kar makineleri oyunların namusunu kurtarır diye bir ümit vardı herkeste. O makineleri Erzurum'un yeni sembolü 5 platformlu atlama kulelerinde gördüm ilk. Sonra Palandöken'de. 6 sabit kar makinesi, kulelerin varlığını anlamlı kılmak için durmadan kar püskürtüyordu. Palandöken'de 71, Konaklı'da 201, Biatlon alanında 32, Cros Country alanında 42 ünite tül perde çekiyordu havaya ve perde yere inip kardan kilimler seriyordu kayakçılara. Fakat iş bu kadar basit değildi. Bu makinelerin verimli çalışabilmesi için ideal hava sıcaklığı eksi 9. Benim bu tanıklığı yaptığım anda hava eksi 2'ydi. Tabii en önemlisi kara dönüşecek suyun durumuydu. Göletler tam su tutmadığı için bu konuda da sıkıntı yaşanabilirdi. Kar yağsa bile suni karın üstündeki tabaka profesyonel kayakçılar için sorun olabilirmiş.
2.
Bir yazarın herhangi bir ülkeyi, şehri, bölgeyi, fabrika gibi işyerini gezerek gördüklerini kendi görüşleriyle birleştirerek gazete veya dergisine yazmasıdır. Olaylar neden-sonuç ilişkisi içinde anlatılır. Yalın ve çarpıcı bir dil kullanılır. İlgi çekici, akıcı bir anlatımı vardır. Ele alınan konunun özelliğine göre belge ve soruşturmalardan yararlanıldığı gibi örnekleme, kanıt ya da tanık gösterme yollarından da yararlanılır. Tanınmış şahıslarla çeşitli konular hakkındaki görüşlerini öğrenmek için yapılan konuşmaya da bu türün adı verilmektedir.
3.
Dün, Küçükçekmece'de Menekşe'de bir gecekonduyu yıktılar. Kırk yaşında üç çocuklu Giresunlu Hasan Aksoy'un gecekondusunu yıktılar. Hasan Aksoy on iki yıl önce Cihangir'de inşaat işçisi iken orada bir eczanede çalışan Fikriye'yle tanışıp evlenmiş. İkisi de gurbetçi, Fikriye Aksoy şöyle anlattı: "Sekiz yaşımda evlatlık olarak İstanbul'a geldim. O yıl bu yıldır ne anamı gördüm ne köyümü. Benim köyüm de Hasan oldu evim de." Evlendikten bir yıl sonra işte bu gecekondu yerine, Menekşe sırtlarına gelmişler. Paraları olmadığı için kendilerine bir çadır uydurmuşlar. Tam beş yıl kadar, sıcakta çadırda yaşamışlar. Geçen yıl da komşuların yardımıyla bu gecekonduyu yapmışlar.
4.
Tatlı denince aklına önce çikolata gelen, acil durumlar için evin bir köşesinde, hatta yatağının başucundaki çekmecede çikolata saklayıp sabah ilk iş o çikolatadan bir parça ısıran insanlar tanıyorum. Ben o kadar düşkün değilim çikolataya. Ama sabah kahvesi yanında şöyle bir parça bitter çikolataya da hayır demem doğrusu. Zaman zaman kendi yaptığım da olur. Pudra şekerini ve oda sıcaklığında yumuşamış yağı derin bir kaba koyup üzerine karbonat, tahin, ılık su ve kakao eklerim. Bir taraftan yoğururken bir taraftan da fındık içi ve unu azar azar ilave ederim. Malzemeler iyice karışana kadar yoğururum...
5.
Vietnam, Türkiye ile hiçbir kültürel, dini vb. bağı olmayan ükelerden biridir. Geçenlerde burada yaban doğada yaşayan en kalabalık kuzey beyaz yanaklı giban topluluğu bulundu. Dünya Doğa Kurumu üç yıldır Vietnam'da soyu tükenmekte olan giban topluluklarını araştırıyordu. Bugüne kadar sadece küçük topluluklar bilmişti. Vietnam'ın kuzeyinde, Laos sınırında Pu Mat Ulusal parkında çalışan uzmanlar 455 bireyden oluşan 130 grubun varlığını tespit etti.
6.
Dünyanın en büyük şehri, içimizdeki şehrin yanında bir mahalle kalır ancak. Antonina Turizm-Doğan Kitap işbirliğiyle gerçekleştirilen yazarlarla edebiyat turlarının sonuncusunda bir kez daha anladım bunu. Mario Levi'nin İstanbul fotoğraflarını paylaşmak için bir grup edebiyatseverle Beyoğlu'nda yürüdük. Onun hayatında iz yapan mekânlarda, hüznün tebessümle harmanlandığı anılarını dinlemedik sadece. Eksilmeler ve kayboluşlar bir azınlık mensubunda nasıl yaralar açar ve kök saldığı çoğunluk toprağı o yaralara nasıl merhem olur, bunları da hissettik. Levi, bildiğiniz gibi bir İstanbul Yahudi'si. Bir Şehre Gidememek, Madam Floridis Dönmeyebilir, istanbul Bir Masaldı, Bir Yaz Yağmuruydu, Lunapark Kapandı, İçimdeki istanbul Fotoğrafları adlı kitaplarından tanıyorsunuz onu. Aslında onun çocukluk ülkesi Şişli-Feriköy-Osmanbey bölgesiydi. Ancak son elli yılda öylesine değişmişti ki bu gezinin güzergâhını daha korunaklı kalan Beyoğlu üstlenmişti.
İlk kez 1940'ta açılan, 1980'den sonra kapatılan, 2003'te yeniden açılan ve şimdi adı Yemek Kulübü olan eski Markiz Pastanesi'nin vaktiyle dört mevsimi betimleyen büyük fayans panolarından bugün yalnızca ilkbahar ve Sonbahar'ın kaldığını öğrendiğinde bir daha buraya girmemeye yemin etmiş Levi. Kış ile Yaz'ın kırılıp çöpe atılmasını duvarda bıraktığı boşluktan çok, hayatın renklerinden soyunuşu olarak algıladığı açıktı. Cumhuriyet kurulduğunda sayıları 80 bin olan Yahudilerin bugün topu topu 18 bin kaldığı gerçeğini de resmediyordu sanki o kayıp panolar.
7.
Havada kar değil kömür kokusu var. Zihnime kodlanan o meşhur beyaz kaftanı yerine gri bir sis tabakasını giyinmiş şehir. Eksi 30'larla beni kesecek bir havaya teslim olmaya hazırlanmışken beremi, eldivenimi ve dahi gocuğumu bile çıkarttıran kış güneşi karşılıyor. Hani nerede yolların iki yanına kürenmiş kar tepecikleri, bıyıklarından buz parçaları sarkan adamlar nerede? Erzurum beni önce üşütecek ve sonra sıcak bir mekâna kapağı atma telaşıyla ödüllendirecekti oysa. Kıtlama şekerle içilen bir bardak çayla... Eyvah! 500 milyon dolarla Cumhuriyet tarihinin en büyük yatırımı boşa mı gidecek? 27 Ocak-6 Şubat arasında yapılacak Dünya Üniversitelerarası Kış Oyunları öncesinde şehri karmaşık duygularla gezdim, iki yıl gibi kısa bir sürede bitirilen tesisleri büyük bir hayranlıkla incelerken, hava şartlarının beklentilerin çok uzağında olması korkuttu beni. Hava soğumaz, kar yağmazsa suni kar makineleri oyunların namusunu kurtarır diye bir ümit vardı herkeste. O makineleri Erzurum'un yeni sembolü 5 platformlu atlama kulelerinde gördüm ilk. Sonra Palandöken'de. 6 sabit kar makinesi, kulelerin varlığını anlamlı kılmak için durmadan kar püskürtüyordu. Palandöken'de 71, Konaklı'da 201, Biatlon alanında 32, Cros Country alanında 42 ünite tül perde çekiyordu havaya ve perde yere inip kardan kilimler seriyordu kayakçılara. Fakat iş bu kadar basit değildi. Bu makinelerin verimli çalışabilmesi için ideal hava sıcaklığı eksi 9. Benim bu tanıklığı yaptığım anda hava eksi 2'ydi. Tabii en önemlisi kara dönüşecek suyun durumuydu. Göletler tam su tutmadığı için bu konuda da sıkıntı yaşanabilirdi. Kar yağsa bile suni karın üstündeki tabaka profesyonel kayakçılar için sorun olabilirmiş.
8.
Dizi filmler gecelerimizi gasp etti. Akşam 20.00'de televizyon başına oturan bir müptela, 90 dakikalık dizinin, tekrarları ve reklam aralarıyla birlikte neredeyse gece yarısına kadar çoğu birbirine benzer hikâyelere harcıyor en değerli zamanını. Nerede ağlatacağı, nerede güldüreceği, nasıl öfkelendirip nasıl sevdireceği ince ince hesaplanmış ticari hikayelere... Seyircinin isyanını duymadık bugüne kadar. Ama uzun zamandır film ekipleri dizilerin uzunluğundan şikâyetçi. Süresi 45 dakikaya inerse hem daha insani şartlarda çalışacaklarını hem de yaptıkları işin kalitesinin artacağını söylüyorlar. Fakat talepleri bir türlü hayata geçemiyor. RTÜK'ün bu konuda yaptırım gücü yok. Sorunu çözmek tarafların işi. Bir yanda televizyon kanalları, bir yanda yapımcılar, bir yanda reklam verenler var. Fakat onların temsilcileriyle görüştüğümde anlıyorum ki ekonomik çıkarların getirdiği bir fasit daire var ortada. Herkes topu birbirine atıyor. Sistem şöyle işliyor: Yapımcılar bir televizyon kanalıyla belirli bir rakama anlaşıyorlar. Kanal dizinin aldığı ratinge göre bonus veriyor. Böylece kanallar, en baştan büyük paralar verip dizi tutmazsa kaybetme riskini ortadan kaldırmış oluyor. Tabii yapımcı vaat edilen o bonusu kazanmak için önce hikâyesini reklam alacak cazibeye getiriyor, sonra kesesinin ağzını açıyor. Kastından dekoruna kadar tüm prodüksiyona harcanan paraların yapımcıya hemen dönmesi mümkün olmuyor. Bazı dizilerde başa baş noktasına gelmek on bölümü buluyor. Dizi tutmuşsa daha sonra para kazanılmaya başlıyor.
İLGİLİ İÇERİK