GERÇEKTEN DELİ MİYDİ?
Güzel olmak için ille de akıl gerekmiyor. Akıl her yolun bilicisi, bulucusu değil. Akla danışıp da tökezlediğimiz nice zamanlar vardır, Aklı, şaşmaz kılavuz belleyenlere safi akılla gerçeğe erişebileceğini umanlarda bir parça akılsızlık arasak yersiz mi kaçar?
Nice meczublar, uçuklar, hatta deli dediklerimizden alınacak ibretler olduğunu bilmek gerekir.
Her şehir gibi İstanbul da delisiz değil. Beşiktaş ile Bebek arasında gün boyu gidip gelen hırpanîler, saçı sakalı yüzünü örtmüş garibanlar; Edirnekapı ile Beyazıt arasını son hızla ve akşama kadar arşınlayan pejmürde mekansızlar hep dikkatimi çekmiştir.
Birkaç sene önceydi.
Cağaloğlu'ndan çıkıp; Kapalıçarşı, Sahhaflar, Vezneciler yoluyla Fatih'e gitmek arzusundayım. Hava da mübarek billur gibi. Yolun sonuna doğru Saraçhanebaşı bitimindeki parka gittim. Niyetim azıcık nefeslenmek. Yaz öncesi olmalı ki parktaki kanepeler torun gezdiren nineler ve şakacı gençlerle işgal edilmiş. Oraya mı şuraya mı oturmalı derken uzakta bir kanepede tek başına kalakalmış acaib kılıklı biri gözüme ilişti. Varıp yanına kondum. O da biraz toparlanıp kanepenin öteki ucuna kaydı.
Olanlar da bundan sonra oldu zaten.
Acaib kılıklı adam üç-beş dakika geçince burnundan solumaya başladı. Bir bana, bir uçan kuşlara bakıp, durmadan "Niçin hırsızlık yapıyorsun?" diyordu. Elde değil, alındım. Beni süze süze yaptığı bu ithamdan rahatsızlığa düşüp hafifçe seslendim:
-Bana mı söylüyorsun?
Gene kuşlara ve gökyüzüne uzanıp mırıldandı:
-Sana diyorum, başka kime olacak?
Hayretimi tasavvur edebilirsiniz. Ömrümün en öfkeli anlarını yaşamakta idim ki o devam etti:
-Taksi tutacak adamın yaya dolaşması hırsızlıktır.
O parktan nasıl ayrıldığımı, eve nasıl vardığımı hatırlamıyorum. Ter içinde kalmıştım. Gerilimler altında ve asık yüzle yediğim akşam yemeğinden sonra hemen kadim dost Cahit Atasoy'u telefonla aradım. Çok yaman bestekâr ve ilim adamı olan Atasoy aynı zamanda dişe dokunur bir ekonomist idi.
-Durum böyle böyle, diye dert yandım.
Sanıyordum ki Atasoy, "Olur öyle şeyler, aldırma" diyecek, gülüp geçmemi isteyecek. Ama cevabı o meczubunki kadar çarpıcı yankılandı:
-Deli haklı. Bu, iktisat kanunlarının ana maddesidir.
-Atasoy, ne diyorsun?
-Evet öyledir. 200 metrekarelik evde oturması gereken zengin kişi 60 metrekareye sıkışmış ise hırsızdır. Özel şoför tutabilecek İnsan belediye otobüslerinde yolculuk ediyorsa toplumdan bir şeyler çalıyordur. O, büyük evde oturacak ve özel şoförler, hatta aşçılar, hizmetçiler tutacak ki topluma borcunu ödesin. Küçük evde oturması onun halıcıdan, avizeciden, badanacıdan, mobilyacıdan, temizlikçiden ve onların sorumlu olduğu eş ve çocuklarından hak çalması mânâsı taşır.
Donakaldım.
Hayatımın belki de en müthiş dersini almıştım. O günden bugüne herkesin bende alacağı olduğu vehmi ile dolaşıyor, kazancımın tamamının bana ait bulunmadığını düşünüyor ve öyle yaşıyorum.
Deli deyip geçemeyiz. En umulmadık kişilerin bizden öte ve hepimizden üstün yanları mutlaka var. Toplumlar delilere bile muhtaç.
O parkta rastladığım öfkeli deliyi ondan sonra çok aradım. Ama bir daha rastlayamadım. Acaba, karşılaşsak ne der, nasıl davranırdım bilemem. Ama o deliyi sâde ayaklarım değil, vicdanım da haysiyetim de insanlığım da çok özledi.
O deli, çirkin biri değildi. Belki çoğu akıllımızdan daha güzeldi. Kendini bir şey zanneden beni, canevimden zıpkınlamış, bir yazara hayatının dersini vermişti.
Artık hırsız değilim.
Güzel İnsanlar, Gürbüz Azak