ORHAN VELİ KANIK KİMDİR?
(1914 - 1950)
13 Nisan'da Beykoz'da doğan Orhan Veli Kanık'ın babası Cumhurbaşkanlığı Armoni Mızıkası Şefliği yapmış olan Veli Kanık'tır.
Beşiktaş Akaretler İlkokuluna girdi. Sonra Galatasaray'da dört yıl okudu. Aile Ankara'ya taşındı. Orhan Veli, ilkokulu Ankara'da bitirdi (1925). Ortaöğrenimini Ankara Lisesi'nde yaptı; burayı da bitirdikten sonra (1933), İstanbul Üniversitesi Felsefe bölümünde iki yıl öğrenim gördü. Galatasaray Lisesi'nde bir yıl öğretmen yardımcılığı yaptı. 1936-1942 yıllarında Ankara'da PTT Genel Müdürlüğünde görev aldı. Yedek subaylığını bitirdikten sonra (1942- 1945), görevlendirildiği Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu'nda iki yıl Fransızcadan ve klâsik yapıtlardan çeviriler yaptı. İşine son verilince (1947) yazılarının çoğunu kendisinin yazdığı "Yaprak" dergisini çıkardı (1949-1950).
Kasım 1950'de İstanbul'da öldü; Rumelihisar'daki aile mezarlığına gömüldü
Bugünkü dünyanın içinde yaşayan Bir adam olmak sıfatıyla, beşeriyette kuru sanattan daha faydalı şey Cer mevcut olduğunu Biliyorum. Ama diğer taraftan yaradılışım, yani uzviyetim Beni sanat fa uğraşmaya sevk ediyor. Ne cemiyet için Beslediğim hayırlı niyetleri, ne de sanatı feda ederim. İnsanların refahı için söyleyeceğim üç Beş sözün faydası olacaksa, sanatımı Bu fayda uğruna kullanabilirim. Fakat dikkat ediyorsunuz ya, sanatımı diyorum. Çünkü sanatın ne olduğunu bilmeyen insanlar Bu işin ne olduğunu yine anlayamayacaklardır.[1]
Orhan Veli KANIK
ÇEVRESİ-KİŞİLİĞİ-GÖRÜŞLERİ
Çocuk gönlüm kaygılardan azade, Şakağımda annemin sıcak dizi,
Yüzlerde nur, ekinlerde bereket, Kulağımda falcı kadının sözü,
At üstünde mor kâküllü şehzade; Gölbaşında padişahın üç kızı,
Unutmaya başladığım memleket. Alaylarla Kafdağına hareket
Masal şiirindeki bu dizelerle, Beykoz, Cihangir gibi İstanbul’un değişik semtle rinde geçirdiği çocukluğunun kaygısız, mutlu anılarını düşlerinde yaşayarak anımsayan Orhan Veli Kanık, sanatla ilgili bir aile ortamında yetişir. İlköğrenimine başladığı Galatasaray’da, kişiliğinin oluşmasında önemli bir yeri bulunan Fransızca temelini atar.
1925 yılında aile Ankara’ya taşınır. Orhan Veli Kanık, Gazi İlkokulu’ndan sonra Ankara Lisesi’nde okumaya başlar. İlk köklü arkadaşlıkları başlamıştır onun.
Oktay Rifat,
“Orhan’ı ilkmektebin beşinci sınıfından beri tanırım. Asıl dok zuncu sınıfta can ciğer arkadaş olduk... İkimiz de şiir delisi idik. Orhan zil çalar çalmaz yanıma gelir, ‘Teneffüsü gâvur etmeyelim Oktay’ derdi. Şiir sözü edelim, konuşalım, demekti bu. Bir yıl sonra İstanbul’dan Melih geldi. O da bizim gibi şüj tutkundu, üç kafadar çocukluktan delikanlılığa el ele geçtik. Dünya nimetlerinib arada tattık. Şiir bizim için yaşamaktan ayrı bir şey değildi. Hayalimizi, duygula rımızı, düşüncelerimizi ortaklaşa kullandık. Bu macerada el ele yürümek bizi bir birimize büsbütün bağladı..."[2]
Melih Cevdet Anday da,
“... kimi derste kaçar, demiryoluna iner, ahşap istas yon binasında şiirden, tiyatrodan konuşurduk. ‘Sesimiz’ adındaki okul dergisini yazılar yazardık. Delikanlılığımızın hemen en güzel günleri bir arada geçti. İkim birden bir kıza âşık olduğumuz bile vardır... ‘Varlık’ta çoğu zaman bir sayfada yar yana çıkardı şiirlerimiz. Sonra yıllarca adlarımız bir arada anıldı. Benim arkadaşın dostum, kafadarım, duygu, düşünce ortağım, yakınım, kardeşimdi...”[3] diyor.
Orhan Veli Kanık’ın hece ya da aruzla yazdığı şiirleri Varlık’ta “Mehmet Ali Sel” takma adıyla çıkar. Tiyatroya ilgisi ise, çocukluğunda başlamıştır:
“Beykoz’daki evlerinin bahçesinde, arkadaşları ile birlikte kurdukları bir sahnede kendi yazdığı oyunları sahneye koyar. Ankara'da ise bir iki okul müsameresinde, sonra Ankara Halkevi’nde sahneye çıkar."[4] Daha sonraki yıllarda da A. de Musset’den, Moliere’den çeviriler yapar.
Tatil aylarını İstanbul’da geçiren Orhan Veli Kanık, balık avlamayı, kürek çek meyi, yüzmeyi, içkiyi çok sevmekte; at yarışlarından hoşlanmaktadır. İstanbul’a ve denize düşkünlüğünü kendisi şöyle anlatıyor: “İstanbul’a bayılıyorum... Neresinden baksan önüne deniz çıkıyor. Denizi yitirir gibi olduğun anda buluyorsun. Ya bir sur yıkıntısından, ya bir duvar oyuğundan, ya bir pencereden önüne deniz çıkıyor. Ankara’da bu var mı?”[5]
Ya şu birkaç dizeye sığdırdığı, “birden denizi görme şaşkınlığı?”
“Gemlik’e doğru
Denizi göreceksin,
Sakın şaşırma!"
Sabahattin Eyüboğlu, onu ölümünden sonra,
“İstanbul’un rüzgârlarını, balıklarını sayıp dökmesini, eski şiir vezinlerini balmumu gibi kıvırmasını, ayaküstü, ustalıklardan iyi Karagöz oynatmasını, ‘Keten Goynek’ türküsünü tam ağzıyla söylemesini, köylünün, fakir fukaranın halinden anlamasını, eski yazıyı kusursuz, pürüzsüz bir nakış gibi döktürmesini, yağdan kıl çeker gibi kürek çekmesini, tercüme yapmasını, halk ve inkılâp düşmanlarını eliyle koymuş gibi bulmasını, daha nice nice marifetlerini nerde, nasıl öğrenmişti, bilemez, kestiremezdiniz. Düzensizlik içinde düzen, karanlıklar ortasında aydınlık, çocuk tazeliği ve gelişigüzelliği arasında ustalık, züğürtlükte sultanlık... Bütün gerçek şairlerde olduğu gibi. Şimdi de Rumelihisarı’nda sessizlik içinde ses, ölüm karasında martı beyazı. İşi gücü bizi şaşırtmak Orhan Veli’nin...”[6] diye anıyor.
Orhan Veli Kanık’ın öğretmen yardımcılığı ve PTT memurluğu dışında en önemli uğraşları, kuşkusuz, Tercüme Bürosu’ndaki çevirmenlik göreviyle Yaprak dergisini çıkarmasıdır. Ankara-İstanbul gidiş gelişleri onun her iki kültür çevresindeki sanatçılarla tanışmasının ve onlarla birlikte olmasının başlıca nedenidir.
Melih Cevdet Anday Cumhuriyet’te (S. 13754) çıkan bir yazısında;
“Orhan Ve inançları ve doğruları uğrunda hiçbir ödün vermemiş, şiirini ve yaşamını her türlü çıkar kaygısından uzak tutmayı bilmiştir. Öyle ki şiirinin sınırlarını zorlayacak ülkücülük onun bütün yaşamını kaplamıştır.
Tercüme dergisinde görevli olduğu günler, onun çalışma arkadaşları arasında idim. Demokrasi özel sayısına konmak üzere çevrilip getirilen ve o güne değin toplumumuzun duymadığı ya da yarım yamalak duyduğu düşüncelerle dolu yazılar birbiri arkasına dizildikçe, sevincinden kabına sığamıyordu. O sırada, Hasan Âli Yücel, Millî Eğitim Bakanlığı’ndan ayrıldı, yerine Reşat Şemsettin Sirer getirildi ve bu yeni Bakan, aylardır hazırlanan ve artık baskıya verilen bu sayıdaki yazıların onda sekizini çıkarıp, attı. Bugün için garip gelir ama atılan o yazıların içinde, Lincoln’ün demokrasiyi tanımlayan ünlü söylevi de vardı. Bundan az sonra işinden atılan Orhan Veli, bu yazıların hepsini Yaprak dergisine bir bir koymuştu. Cesareti de, şiiri gibi gösterişten uzaktı. Her iyi ve yararlı akıma, tutuma, girişime, candan ama fiyakasız katılırdı. Yaprak’taki savaşı, şiiri ile yaptığı savaşı tamamlıyor.” diyor.
Tanınmasında oldukça katkısı bulunan Nurullah Ataç, Orhan Veli Kanık’ın ölümünden sonra yaptığı bir söyleşide (Ulus g. 17 Kasım 1950), aralarında sürüp giden dargınlıktan söz ederken onu yüceltiyor da:
"... Yıllardır sözünü ettiğim yoktu. Sevmezdik birbirimizi. Kısa bir arkadaşlıktan sonra, bir daha barışmamak üzere küsmüştüm. Öldüğünü duyunca içim burkuluverdi. Gene de: ‘Bunu düşünsen şüphesiz barışırdın’ demeyin, hayır, barışmazdım. Kendisini çok sevenleri anlamıyor değilim, şairliğinden başka da meziyetleri vardı: Temiz yürekliydi, arkadaş canlısıydı, bir küçüklük ettiğini görmedim, inandığı fikirleri savunmaktan çekinmezdi. Yaprak’ta çıkan yazıları medeni cesaretinin su götürmez birer belgesidir; konuşması da hoştu, akıllı, anlayışlı bir insandı. Ama beni gücendirmişti: beni büsbütün değersiz bulduğunu yüzüme vurarak, onurumda bir yara açmıştı. Benim ona, şiirlerini ilk okuduğum günden başlayan, hep övünerek söylediğim bir hayranlığım vardı. Onunla konuşurken, beni beğenmediğini, bana büsbütün değersiz diye baktığını bildiğim için, ondan çok kendi kendime öfkeleniyordum. Boyuna kendi kendinize öfkelenmeye dayanabilir misiniz?...”
Bütün bu dargınlıklara karşın, Zeynep Oral’ın bir konuşmadan aktardıkları şöyle:[7]
“Geçenlerde bir mülakatta:
Orhan Veli mi? Tanımıyorum! demiş.
Ben de Orhan Veli’yi sordum. O da onu tanımıyor.
... Ama Nurullah Ataç dargınlığa pek dayanamıyor olmalı ki, bıyık altından gülümsüyor ve ‘Hakkını inkâr etmeyelim. İyi şairdir’ diyor. Orhan Veli bıyık altından gülmüyordu ama o da: ‘Hakkını inkâr etmeyelim, şiirden anlayan adamdır.’ dedi”
Orhan Veli Kanık’ın genç yaşta ölümü de oldukça düşündürücüdür. Nurettin Artam, onun ölümüyle ilgili olarak bir İngiliz sözünü anımsatıyor: “Yaşlılar ölüme giderler; fakat ölüm gençlere kendi gelir.”[8]
Ankara’da 10 Kasım 1950 gecesi, içkili olarak karanlık bir sokaktan geçerken Belediye’nin açtırdığı bir çukura düşer; başından yaralanır. Birkaç gün sonra bir arkadaşının evinde yemek yerken fenalık geçirir. İstanbul’a götürülür; Cerrahpaşa Hastanesi’nde alkol zehirlenmesi tanısıyla iyileştirilmeye çalışılır. Ama onun ölüm:[9] beyin kanaması yüzünden olmuştur.
Orhan Veli Kanık’ın ölümünden sonra cebinden, diş fırçasına sarılı “Aşk Resmigeçidi” adlı bir şiir çıkar. Onun gerçek sevdiği yüreğinde gömülüp gitmiştir. Zeynep Oral, “Can yoldaşı, gönülden esin kaynağı, sonuna kadar arkadm Nahit Hanım”la konuştuktan sonra, yazısını*[10]) Aşk Resmigeçidi şiirinin son bölül müyle bitiriyor:
Gelelim sonuncuya
Ona bağlandığım kadar
Hiçbirine bağlanmadım.
Sade kadın değil, insan.
Ne kibarlık budalası,
Ne malda mülkte gözü var.
Hür olsak der
Eşit olsak der
İnsanları sevmesini bilir
Yaşamayı sevdiği kadar.
Orhan Veli Kanık’ın görüşleri, toplu olarak Garip’in birinci ve ikinci baskılarının önsözlerinde, Yaprak dergisinin hemen her sayısında yer alır.
Yaşadığı dönemde Türk edebiyatının arayış içinde bulunduğunu görerek bir çığır açma gereksinimi duymuş olan Orhan Veli Kanık, sanatı toplum için, toplum yararını dışlamadan yapmak bilinciyle bu ereğe yönelmiştir.
O, en çok “aydın”, “aydınlanma”, “halk”, “halkçılık” kavramlarına; sanatın bul kavramlarla içli dışlı olmasına önem vermiştir.
Bir yazısında,[11]
“Halk kültürü deyince, bunu birtakım özel metotları, meseleleri doktrini bulunan ayrı bir çalışma alanı sayabilir ve ‘aydın kültürü' arasında ayrılık gözetmek gibi feci bir Hayır, halk kültürü diye bir şey yoktur, millî kültür vardır. Bu da, ileri ve hür bir toplum kurmak için savaşan halk yığınlarının eseridir. Sayısı milyonları bulan bir toplumda birkaç yüz, birkaç bin kişinin sanattan, bilimden faydalanması hiçbir şey ifade etmez. Sanat bilim halkın malıdır. Kökleri halkın içinde olmalı, halk tarafından anlaşılmalı, sevilmeli, halkın hislerini, düşüncelerini, iradesini birleştirmelidir.
Bu gerçeğin aydınlarımız tarafından iyice anlaşılmasını biz çok önemli buluyoruz... Başta Amerika olmak üzere dünyanın birçok yerlerinde kültür yayınlarının bilerek halkı aldatma, uyutma, gevşetme yolunda kullanıldığını görüyoruz..."
diyen Kanık, başka bir yazısında[12]
“Türk aydını ile Türk halkının ilk defa kucaklaştığını görmek için pek yakın zamanlara kadar gelmek gerekir. Demokrasinin, büyük kütleye inanmak demek olduğunu ilk defa cumhuriyet çocukları anladılar. Bugün artık halk kütleleriyle el ele vermeden doğru yolda yürümenin imkânsız olduğunu bilen bir nesil yetişmiştir. Kafasında bilim ışığı, gönlünde halk sevgisi, elinde halk menfaatleri pusulası bulunan bir nesli kandırmaya çalışanlar boşuna yorulurlar...” görüşünü savunuyor.
Onun genç şairden beklediği de şudur:[13]
“Genç şairden beklenen, sadece elbirliğiyle yıktıkları o eski, o sahte, o yaldızdan ibaret şiire karşılık; özlü, beşerî bir şiir, bir gerçek şiir yaratmalarıdır. Bunu bugüne kadar biz de gerektiği gibi yapamamışsak çalışalım. Tek, Türk dili de, Türk şiiri de insan içine çıkabilecek, bizi Türk oluşumuzla övündürebilecek bir hale gelsin.
YAPITLARI
Ölümünden sonra “Bütün Şiirleri” (1951) adı altında toplanan Orhan Veli Kanık’ın şiirleri, önceleri Garip (1. baskısı O. Rifat ve Melih Cevdet Anday’la birlikte, 1941; 2. baskısında yalnız kendi şiirleri, 1945), Vazgeçemediğim (1945), Destan Gibi (1946), Yenisi (1947), Karşı (1949) adlarındaki kitaplarla yayımlanmıştı. Bunların dışında, manzum olarak yazdığı La Fontaine Masalları (1943), Nasrettin Hoca Hikâyeleri (1949) vardı. Düzyazıları da önce “Orhan Veli, Nesir Yazıları" (1953), “Denize Doğru” (1970); so nra “Edebiyat Dünyamız” (1975) adlı kitaplarda toplandı. Düzyazılarının birçoğu ve kimi öyküleri, kendisinin çıkardığı Yaprak dergisinde (1949-1950) yayımlandı. Yaprak’ın son sayısını, ölümünden sonra arkadaşları çıkardı. Bir süre çalıştığı “Tercüme" dergisinde, arkadaşlarıyla birlikte Şiir Özel Sayısı"nı hazırlamış; yine arkadaşlarıyla birlikte çevirdikleri şiirlerle “Batıdan Şiirler” kitabını oluşturmuşlardır. Bütün Yazıları (Adam Y. 1992) (CK. 108)İlk baskısı 1951 yılında yapılan Bütün Şiirleri’nin yeni (23.) baskısında (1987) Orhan Veli Kanık’ın 1945-1949 yılları arasında basılan beş kitabı ile çoğu Varlık dergisinde çıkmış olan ilk şiirleri; kitaplarına girmeyen ya da alınmayan eski
-yeni biçimi şiirleri bir araya getirilmiştir. Melih Cevdet Anday bu baskı ile görüşlerini belirtirken şunları yazıyor.[14]
“Orhan Veli bu şiirleri neden kitaplarına almadı? Beğenmedir için mi, yoksa o sırada çıkardığı kitabın havasına uygun bulmam için mi? Belki daha başka nedenler de düşünülebilir...”
“Orhan Veli’nin şiiri şu üç dönemde incelenebilir:
1) Garip önce; şiirler,
2) Garip esprisindeki şiirler,
3) Garip esprisinden ayrıldığı şiirler
Bu son dönemdeki şiirlerin en tipik olanları ‘Destan Gibi’ ile ‘İstanbul Türküsü’dür. Orhan Veli’de önemli olan bu dönemlerdir.”
1936-1938 yıllarında Varlık’ta çıkan ‘İlk Şiirleri’, ilk bölümde ölçülü-uyakı dörtlüklerden oluşmaktadır. Bizi çocukluk anılarına ya da türlü uzaklıklara götüren bireysel duygu, düşünce ve yabancıl (egzotik) düşlemlerle beslenmiş şiirlerde Kanık, şairce (şairane) imgelere, söz sanatlarına da yer vermiştir. İkinci bölümdeki şiirler, özgür koşuk (serbest nazım)’larla oluşmuş; yalın ve kolay anlaşılır; çoklu! güncel yaşamın duygu ve düşüncelerini dile getiren nitelikler göstermektedir.
Biçim, içerik ve söyleyiş özellikleriyle birinci bölümdekilerden her yönüyle ayrılan ikinci bölümdeki şiirler, 1945’te yayımlanan Garip şiirlerinin öncüsüdürler,
Garip şiirleri, ölçüsüz, uyaksız; yalnız konu ve özde değil, söyleyişte de "şairanelik”ten uzak, açık ve yalın; yaşamı, duyguları alışılmışın dışında garipsenecek (o dönemde) bir bakışla dile getiren şiirlerdir.
Vazgeçemediğim'de, Garip özellikleri arasında, Orhan Veli Kanık’ın kişisel duygu ve düşünceleri öne çıkar.
Destan Gibi’deyse, onun halk ve ozan deyişleriyle uyuşan duyuşları, Hereke’den Zonguldak’a uzanan görüntülere yansıtılmıştır.
Yenisi’nde Garip özelliklerinin, söyleyişte yenilenen bir başka biçimi; Karşı'fa ve 1949-1950 yıllarının son şiirlerinde, yaşama, topluma ve insanlara karşı özgün duygu ve düşünceler; kimi şiirde alaysı, kimi şiirde şairce söyleyişli nitelikler yer almaktadır:
AYRILIŞ
Baka kalırım giden geminin ardından,
Atamam kendimi denize, dünya güzel;
Serde erkeklik var, ağlayamam.
(Karşı)
YAZINSAL DEĞERİ
Bedri Rahmi Eyüboğlu anlatıyor:[15]
"Nurullah Ataç mütemadiyen Orhan'a takılıyor, bir gün şöyle diyor:
- İlâhi Orhan Veli! Senin şiirlerin için yazdığım makaleleri birçokları ciddiye almışlar. Bunları sırf alay etmek için yazdığımı kimse farketmemiş... Sen ne dersin?
Orhan Veli, kıs kıs gülerek, bir Nasrettin Hoca edasıyla:
- İşin tuhafı şu ki ben de şiirlerimi tamamıyla şaka diye yazıp neşretmişim. Bazıları ciddiye aldılar!"
1940 başlarında şiirin geleneksel öğeleriyle koşullanmış yazın çevresi ve okurlar için bu konuşma "ciddi"ye alınabilirdi. Ne var ki 1941'de yayımlanan Garip önsözü ile üç şairin şiirleri, geleneksel öğeleri yıpratmak, yeni bir çığır açmak için gerçekleştirilmek istenen bilinçli bir adımdır
Cumhuriyet'in Kuruluş Dönemi'nde başlayan yenilik arayışlarına karşın, şiir, "Fildişi kulesi"nden indirilememiş; belirli bir düzeyde olanlar için yazılan şiir, toplumdaki her kesim, özellikle çoğunluk için olamamıştı: Anonim halk ağıtları bir yana; "mersiye", Hazreti Süleyman, Sultan Süleyman ya da Süleyman Bey için yazıla gelmişti; Süleyman efendilere bir "Kitabe-i Seng-i Mezar" (Mezartaşı yazısı) yoktu. Oysa Süleyman efendiler çoğunluktaydı...
İşte Orhan Veli Kanık, iki arkadaşıyla birlikte (Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday), Türk şiirinde "Birinci Yeni" çığırının açılmasına öncülük etmiş; sanatçı yeteneğinden yararlanarak, kimileyin onu bir yana bırakarak; ciddi ya da alaysı, ama bakışları yeniye çevirip yitmeye yüz tutmuş değerleri yıpratmasını bilmiştir.
Ölçü yerine dizeye bağımsızlık sağlamak; uyak gerekliliğinden sıyrılmak; "şairane" söyleyiş ve görüntülerden kurtulmak; düşlem dünyasının duvarlarından atlayarak gerçek ve günlük yaşama ya da yaşayanlar arasına girmek; halktan her şeyi, insanı, konuyu, deyişleri şiire almak; yergi ve espriye yer vermek; özentili ve yapmacık olmamak; doğal, yalın ve içten olmak... İşte bu değerler, Orhan Veli Kanık'a, Türk edebiyatında, yazınsal değeri kazandıracak olan başlıca yeniliklerdir.
Garip'in birinci baskı Önsözü'yle (1941) başlatılan bu yeniliklerin uygulamada getirdiği birtakım aksamalar, ikinci baskı Önsözü'ndeki (1945) şu sözlerle kabul ediliyor:
"Garip'i, kimseye karşı değil, kendime karşı müdafaa etmek isterim. Bunun, etrafımı hiçe sayışımdan geldiğini de sanmayın. Garip'i başkalarından evvel kendime karşı müdafaa etmek isteyişim, ondaki küsurları, başkalarından çok, kendim bildiğim içindir. 'Benden başka bilen yoktur' demiş gibi de olmayayım; başkalarından kastım kitabım hakkında söz söylemiş olanlardır. Garip'i yazdığım zaman, daha ziyade, garipliğin nereden geldiğini düşünmüş, şiirin kıymetleri üzerinde o kadar durmamıştım. Gerçi o kıymetleri, o vakitler, pek de bilmiyordum ya. Ama bugün öyle değil. Şiir üzerinde hem tecrübem fazla, hem bilgim..."
Böylece Orhan Veli Kanık, önceleri yadsıdığı kimi şiirsel öğelerin önemsenmesi gerektiğini belirtiyor ve 1945Terden sonraki şiirlerinde bu yönde uygulamalarda bulunuyor (Yol Türküleri, İstanbul'u Dinliyorum vb.). Artık onun şiirleri dün düz anlatma biçiminde değil; kimi zaman alaysı, eleştirel deyişlerle de olsa, kendi ne özgü şiirsel söyleyişlidir:
"Deli eder insanı bu dünya,
Bu gece, bu yıldızlar, bu koku,
Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç."
Sanatçı yeteneğini yer yer şiirleriyle dışa vuran Orhan Veli Kanık, yalnız bununla yetinmemiş; yüzyıllardır sürüp gelen şiir öğelerini, şiir anlayışını, neden kim için? şiir yazıldığı düşüncesini altüst ederek yenileştirme çabası içine girmişti;
Onun yazınsal değeri ve kalıcılığı, işte bu çabayla gerçekleşen "Garip-Yeni ile tad aldığımız açıklığı ve içtenliğinden kaynaklanarak şiirleşen dizelerindedir.
ELEŞTİRİLER-YORUMLAR
Belki Orhan Veli tam anlamıyla bir devrim şairi olmamıştır, ama tam anlamıyla bir şiir devrimcisi olmuştur. Yalnızca bir şair olarak değil bir aydın olarak da hem kendini, hem de şiirimizi ileriye götürmüştür. Şiirimize yeni konular, sözcükler, görüşler, duyuşlar, biçimler getirmiştir. Erken ölmeseydi daha da getirecekti. O, yalnızca bir yenilikçi, bir öncü değil, bir savaşçıydı da. Nitekim yeniyi getirmekle kalmamış, eskinin ortadan kalkması, yozlaşmış değerlerin yıkılması için de örnek bit çaba göstermiştir...
Asım BEZİRCİ
Orhan Veli, Şairliği ve Şiirleri, 1972
Eski ekinimizi, Türk şiirini, Türk şiirinin çeşitli oyunlarını iyi bilen Orhan, sanatta değişmez yasalar olduğuna inanmıyordu. Sanat adamı alışılmış kalıplar içinden çıkıp her zaman kendini yenileyebilirdi. Orhan’ın yenileşme çabasını eskiye duyduğu bıkkınlıkta değil, şiirimizi batı düşünce biçimine yaklaştıran bir özelliğe kavuşturmasında duyduğu özlemde aramalıdır. Orhan şiirimize düzyazı dilinden büsbütün ayrı bir düzen kazandıranlardandır.
Şahap SITKI
Türk Dili d. Aralık 1975
Orhan Veli, Nazım’la gelen biçimsel yenilikleri bir başka öze uyarlar yalnızca. Biçim anlayışında daha katı bir tutumu benimser ve en uç noktalara götürür bunları. Bir anlamda sınırları atmak isterken, başka sınırlar getirir...
Ahmet Haşim’e ve Hececiler’e bir tepki olarak görünse de, temelde Nazım Hikmet şiirine karşı çıkıştı onun şiiri. Nazım’ın getirdiği öz bir ideolojiden kaynaklanıyor, siyasal bir tavrı içeriyordu. Bir kavganın şiiriydi. Oysa Orhan Veli, ezilen, horlanan küçük insanın dünyasını, zevklerini soktu şiire. Eski şiirin fikri mânâ sayan anlayışını eleştirirken Nazım’ı eleştiriyordu aslında...
Atilla ÖZKIRIMÜ
Milliyet Sanat Dergisi, 14 Kasım 1975)
[1] Orhan Veli Kanık, Edebiyat Dünyamız (İşte, Mart 1944), 1975
[2] Yeditepe (ya da Kaynak) d.1 Aralık 1950.
[3] agd.
[4] Tahir Alangu, 100 ünlü Türk Eseri, 1974.
[5] Mehmed Kemal, Acılı Kuşak, 1967.
[6] Yeditepe d.1.12.1951
[7] Milliyet Sanat Dergisi, 14.11.1975
[8] Ulus g. 17 Kasım 1950.
[9] Milliyet Sanat Dergisi, 14 Kasım 1975.
[10] Milliyet Sanat Dergisi, 1 Kasım 1980.
[11] Yaprak d. 1 Mayıs 1950.
[12] Yaprak d. 15.01.1950
[13] Yaprak d.1.03.1949
[14] Cumhuriyet g. 29.05.1987.
[15] Yeditepe d. 1.12.1951
İNKILAP YAYINLARI, TÜRK EDEBİYATI TARİHİ