BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU
(1913 - 1975)
Görele'de doğan, ilk ve ortaöğrenimini Trabzon'da yapan Bedri Rahmi Eyüboğlu, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi'ni bitirdikten sonra Paris'e gitti (1931).
1933 yılında yurda dönerek Akademi'ye öğretim üyesi oldu ve beş arkadaşıyla (Cemal Tollu, Nurullah Berk, Sabri Berkel, Zeki Faik İzer, Zühtü Müridoğlu) birlikte, resimde "d Grubu'nu kurdu.
İlk yazıları ve resimlerini "Yeni Adam" dergisinde yayımlayan (1933-34) Eyüboğlu, bir yandan profesör olarak öğrenci yetiştirirken, bir yandan da çeşitli dergi ve gazetelerde, şiir ve yazılarım yayımlamayı sürdürdü.
21 Eylül 1975'te İstanbul'da öldü; Küçükyalı Mezarlığı'na gömüldü.
İşin tuhaf olduğu kadar Hazin tarafı şu: Sahici edebiyat sevgisini evvelâ yabancı dillerde tatmış olmamız. Hâlbuki edebiyat demek dil demek. ‘Dil dernek anadili demek- 'Bir tek kelimenin ipindi kaç çeşit lezzet var! ‘Böyle olduğu halde edebiyat sevgisini yabacı dillerden tatmak kendi dilimizin imkânlarım Bir yabancı dilden öğrenmemizi Beklemek, tuhaf olduğu kadar üzücü değil mi?[1]
Bedri Rahmi Eyüboğlu
ÇEVRESİ-KİŞİLİĞİ-GÖRÜŞLERİ
“Babam edebiyattan hoşlanırdı. Çok küçük yaşta Victor Hugo’nun adını ondan duyduk. Bütün aileyi etrafına toplar bize ‘Sefiller’ romanını tercüme ederdi. Kitap okuma zevkini bize aşılayan babam oldu.
Daha ilk mektep sıralarında iken Trabzon’da eski yazılarla neşredilmiş ne kadar roman varsa hemen hemen hepsini okudum diyebilirim. Geceliği yüz paraya kitaplar kiralayan bir yer keşfetmiştik. Ağabeyimle aynı kitabı bir gecede okuyup bitirdiğimizi hatırlarım. Fakat bunlardan çoğu saçma sapan kitaplardı. Bundan otuz yıl önce lisan bilen bir kimsenin hele hele bir çocuğun okuyabileceği ne vardı, Şerlok Holmes’lar, Mat Pinkerton’lar, Mişel Zevako’dan gayri?
Sonra ortamektep sıralarında Halide Edip, Reşat Nuri, Faruk Nafiz, Ömer Seyfettin okuduk... Mehmet Emin’in şiirlerini belki de ilkokuldan evvel duymuş, birkaç tanesini de ezberlemiştik Endre Cheiner, Anatol France isimler kağnı gıcırtıları, yaylı çıngıraklarıyla dolu çocukluk hatıraları arasına karışmış, babamın zaman zaman bunlardan tercüme ettiğini hatırlarım.”[2] diyen Bedri Rahmi’nin babası, Trabzon milletvekillerinden Mehmet Rahmi Bey’dir. Başka bir konuşmasında, kendisinin resme, ağabeyi Sabahattin Eyüboğlu’nun edebiyata merak sardığını; "sahici edebiyatın ne demek olduğunu” ondan öğrendiğini belirterek rastgele kitap okumaktan böylece kurtulduğunu; edebiyatın ne demek olduğunu Fransızca öğrendikten sonra anlamaya başladığını açıklıyor, Bedri Rahmi Eyüboğlu; “Ağabeyim edebiyat fakültem oldu. Resim sevdası olmasa iyi bir talebe olurdum. ”[3] diyor. İlkyazı ve etkinliklerinden şöyle söz ediyor:[4]
“İlk şiirim 1928’de ‘Muhit’ mecmuasında çıktı. ‘Bir Damla Su’ adını taşıyan bu şiiri Trabzon’dan bu mecmuaya göndermiştim. Bu şiirimi o zaman bu mecmuanın yazı heyetinde bulunan Cahit Sıtkı’nın koydurduğunu sonradan öğrendim... Aşağı yukarı aynı sıralarda ‘Milliyet’ gazetesinin bir hikâye müsabakasına iştirak ederek kazandım... Devamlı neşriyat hayatına 1933’te İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun teşvikiyle ‘Yeni Adam’da başladım. Orada iki sene resim yaptım, yazı yazdım. ’’
O, resim-şiir ikilemi üstünde ikirciklidir. Bu konuda arkadaşlarının ve ağabeyi Sabahattin Eyüboğlu’nun etkili olduğu, kendi sözlerinden yararlanılarak şöyle ileri sürülmektedir:[5]
“Bedri Rahmi ozan arkadaşların yanında ozanlığını ortaya koymaktan kaçınırdı; ne var arada bir, şiirlerini okumaktan da hoşlanıldı. Ama dediğim gibi ozanlar, ressamlığına öncelik verirlerdi. Balyoz Sokağı’ndaki ünlü atölyesine sık sık gelen Orhan Veli, Sait Faik, Melih Cevdet, Oktay Rifat, Asaf Halet Çelebi, Sabahattin Ali’nin gözünde bir ressamdı o.
…
Bedri Rahmi yazmaya, daha doğrusu yazı yayımlamaya on yıldan çok bir süre ara verecektir. Yazıya, nasıl ara verdiğini, sonra hangi düşüncelerle, yeniden sarıldığını bakın nasıl anlatır:
Yazmak, kime, yazmak niye, yazmak niçin, yazmak ne biçim, konularını incelerken bizim Mernuş (Sabahattin Eyüboğlu) çıkageldi:
- Birader ya yazıya ver kendini ya resme. Kendi elinle kendini ikiye bölme. Yazık oluyor sana, yaşını başını aldın artık karar ver!... Ya yazı ya resim! Bir koltukta iki karpuz oluyor olmasına ama karpuzlar elma kadarsa oluyor...
Mernuş’a sonsuz güvenim var... Aslında bana yazı mikrobunu ilk aşılayan da kendisi. Benim ilk göz ağrım da yazı... Lise sıralarında sıkıntıdan boğulmak üzereyken bana cankurtaran simidi diye resim yerine edebiyatı atsalardı şaşmadan yazıyı seçerdim, yazmaya çoktan hazırdım. V. Hugo’nun adını beş yaşımda duydum, ressam Corrot’nun adını yirmisinde, tadını otuz beşinde. Mernuş bu güzel öğüdü verirken kırkı aşıyordum...
Mernuş, ya yazı ya resim, diye dayatınca,
-Ah, dedim, sen yazıdan anladığın kadar resimden anlasaydın hiç ama hiç şaşmadan tutardım sözünü...
Yazmak bir borç, kaçınılmaz bir ödev... Yurdunu seven her okuryazar gibi kendini yazmaya zorlayacaksın.”
Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun ağabeyi Sabahattin Eyüboğlu ile birlikteliği konusundaysa, Azra Erhat şunları yazıyor:[6]
“İkisinin de yurt bilgisi, yurt sevgisi eşsiz düzeydeydi. Hep bu topraktan alıp bu toprak insanına vermekti dertleri günleri. Kimsenin görmediği, ilgilenmediği değerleri gün ışığına çıkarmak, tanıtmak yaymak, sevdirmekle geçirdiler ömürlerini. Gözleri güzele açmakta kafaları iyiye çalıştırmakta, elleri durmadan dinlenmeden bir şeyler yoğurup yaratır hale getirmekte ve böylece her alanda insanın eğitimine, mutluluğuna çalışmakta onlardan daha başarılısı yoktu...’’
Dostları ve arkadaşlarınca kendisinden “Reis” diye söz edilen Bedri Rahri Eyüboğlu’nun giyim, kuşam, davranış ve düşünceleriyle bir halk adamı olduğunda birleşilmektedir. Ressam-Şair İlhan Berk, bu konuda onunla ilgili olarak şu betimlemeyi yapıyor:[7]
“Bir halk adamı, bir derviş, bir ermiş yaşamı. Bedri’nin en belirgin yönü bu kalenderliği, ‘halk adamlığı’dır. Yaşarken bu yeryüzüne en çok onu koymak istemiştir sanki. Yürüyüşü, oturuşu, kalkışı, gülüşü, sıkılışı, kızışı hep bu sıradanlığın, halk adamlığının simgesidir, kocaman elleri, kocaman vücudu, kocaman başı, kocaman ayaklarıyla Karadenizli bir balıkçı, bir dağlı, bir köylüdür. Onun için bir sandalyeye, bir koltuğa hep yabancı durmuştur gövdesi. Yeri de kentlerde çok, köyler, kasabalar, kıyılar, kırlardır. İstanbul’da, Ankara’da, Paris’te hep bu köylülük, hep bu babacanlık akar üstünden. Kent kılığı kıyafeti sırıtır onda. Hiçbir kent giysisi onunla uyuşmaz. Hep sırıtır hep sarkar... Yalnız bir gömlek, pantolon dışında hiçbir şey gitmezi sanki ona. Yakası açık, düğmeleri iliklenmemiş, koca bir gömlek; paçaları yerleri sürüyen bol, kocaman bir pantolon. Bir bu yakışırdı ona Bir bu haliyle var olabilirdi. Oturunca, hemen ayaklarını uzatır, hemen arkasına bir yastık çeker, hemen elini çenesine dayar kalırdı. Bir kahvede oturmuşsa, üç sandalyeyle birlikte otururdu, bütün bu babacan adamlar gibi. Konuşurken yine onlar gibi açık seçik konuşur, kızarken, gülerken de yine onlar gibi güler, kızardı. Herkesle çok çabuk anlaşır, herkese kendini sevdirirdi. Özellikle halktan insanlarla hemen kaynaşırdı... Beğenisi, ekin anlayışı, dünya görüşü de bu doğrultudaydı. Hep de öyle kaldı.”
Yaşar Nabi Nayır da şunları söylüyor onun için:[8]
“Bedri’yi şiirde olsun, resimde olsun belgeleyen başlıca özelliği coşkunluğu idi. Bir dünya delisi, bir yaşama sarhoşuydu. Eyüboğlu. Bütün yeryüzü nimetlerine âşık, umutsuzluktan habersiz, mutluluk ve sevinçle dolup taşan bir sanatçıydı...” diyor.
Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun önemli bir yanı da batı kültürü ve güzellik bilinciyle ilgilidir ki bunu da Talip Apaydın, özlü bir biçimde şöyle açıklıyor:[9]
“Batı kültürünü, güzellik bilincini bir gözlük gibi takmıştı gözüne, halkımızın yapıtları, ürettiği ürünleri bir güzel değerlendiriyordu. Onlardan yararlanıyor, şiir, resim, deneme, en güzel örnekleri veriyordu. Hem de bol bol veriyordu. ”
Hıfzı Topuz’un saptadığı, Eyüboğlu’nun kendisiyle ilgili edindiği izlenimler de genellikle şiir ve edebiyattan yana idi:[10]
“Benim hayatım biliyorsun, ortadan ikiye bölünmüş. Bazıları beni yazar diye tanıyor, bazıları ressam diye. Ama Anadolu’da uzun dolaştığım zaman görüyorum ki ressam Bedri’ye kimsenin metelik verdiği yok. Çünkü görmemişler ki. Ama yazar Bedri’nin birçok şeyleri ulaşmış olmayacak yerlere. Çemişgezek’e filan gitmiş ve o kadar şaşıyorum ki, mesela adam beni çok seviyor, çok saygı gösteriyor. Ama ben oraya resim hocası olarak gitmişim, resim yapmaya gitmişim, adam bana şair muamelesi ediyor. Ben şaşırıp kalıyorum... Ressamlara soruyorlar, diyorlar ki ‘Bedri nasıl ressamdır?’ Ressamlar hiç gözlerini kırpmadan, diyorlar ki ‘Ressamlığını bilmiyoruz, ama şairler iyi yazdığını söylüyorlar.’ Şairlere soruyorlar, aynen onlar da hiç şaşmadan, ‘Şiir hakkında bir şey söyleyemeyiz, ama ressamlar iyi ressam olduğunu söylüyorlar.’’ diyorlar. Yani ben bu iki çizgi arasında bugüne kadar geldim. ”
Onun sanatla ilgili görüşleri, Mustafa Baydar’la yaptığı konuşmada ana çizgiliyle belirginleşiyor;[11] Eyüboğlu diyor ki:
“Bu memleketin en kuvvetli iki sanat kolu şiir ve nakıştır. Mimarimiz büyük şehirlerimizde demir atmış, zahmet edip kuş uçmaz kervan geçmez köylerimize kadar uzanamamıştır. Herhangi bir toplumda sanatın dünya çapında bir değere ulaşması onun milletçe benimsenmiş, kavranmış olmasıyla mümkündür. Bu bakımdan yüzde yüz yerli olan bir sanat kolu, kendiliğinden dünya çapında olmaya nâmzettir. Köy türkülerinden, köy nakışlarından faydalanmak bana, ekmekten sudan faydalanmak kadar açık geliyor. Bunları gitgide artan bir sevgi ile incelerken hep şunu düşünüyorum: Bunlarda milyonlarca insanın birbirine eklenmiş emeği, tecrübesi, göz nuru var. Köy sanatı tam manasıyla orta malıdır. Köy türkülerinde, köy nakışlarında hepimizin olan bir öz vardır. Bu öz sadece renk, biçim veya deyiş çeşnisi değildir. Bu öz yüzyılların, yüzbinlerin birbirine katılmış emeğinden doğan bir baldır. Bu özün tadını çıkaran aydın sanatkâr hiçbir zaman köy nakşının, köy türküsünün kendine has örgüsünü, kuruluşunu taklide özenmez. Bunlarda yalnız herkese ait olanı bulmaya çalışır.
…
Birkaç sene önce sakar aydınlarımızdan birisi ‘güzelin faydalı oluşunu çürütmek amacıyla: ‘Ne yapalım öyle ise, Orhan’ın şiirlerini faydalı kılmak için torba kâğıdına mı basalım?’ diye bir hikmet savurmuştu.
Orhan’ın şiirinin yayılması için torba kâğıdına basılmasına ihtiyacı yoktu. Torba kâğıdının da faydalı olması için şiire ihtiyacı olmadığı gibi. Orhan’ın şiirinden edindiğimiz fayda şu olmuştur: Yalancı yapmacık sahte şiiri kapı dışarı etmek. Orhan, bu güzel çığırı açanların arasında idi. ’’
Yaşar Kemal, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun hastalığını, çok sevdiği ağabeyinin tutuklanmasına ve ölümüne bağlıyor;[12] Vedat Günyol da aynı konuda şunları yazıyor:[13] "Bedri Rahmi, canı kadar, hatta canından çok sevdiği ağabeyi Sabahattin’e yapılan haksızlığı hiçbir zaman unutmadı. Çünkü sanat bilincini onun kürsüsünde edinmişti. 0nur ölümünden sorumlu olanları hep lanetliyordu...’’
Bedri Rahmi Eyüboğlu’ndan geriye kalanı ise Dağlarca seslendirdi:[14]
BEDRİ RAHMİ EYÜBOGLU’NCIN EVİ
Çocuksu ipi çekip kapıdan girdin mi
Yüreğin yemyeşil dallar altından ak çıkar
Koptuğu ulu orman mutludur seninle
Kütükler basamak basamak çıkar
Yavaş yapılmıştır tek adım bile yorulmazsın ki
Güvercin olmuş ayak çıkar
Nice yaşamalarımız doluşur yukarı
Sevmek belki de anlamak çıkar
Yenilerden eskilere boyaları bezeklerin
Özlemle aramalarla yanarak çıkar
Çınlar azıcık... Duyarsınız beklersiniz gelecekleri
Sanki maviliğe bir kırmızı çıngırak çıkar
Ne bileyim bu ev nerelere yakın
Kardeş Eyüboğlu nerelere uzak çıkar.
YAPITLARI
Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun yapıtları, yazdığı tür ve konulara göre: Şiir, deneme-söyleşi-gezi yazıları, sanat yazıları diye üç bölümde toplanabilir. Sanat yazılarıysa, genel ya da resim konusunda olmak üzere iki bölüme ayrılır:
Şiirler: Yaradana Mektuplar (1944), Karadut (1948), Tuz (1952), Dol Karabakır Dol (1974), Yaşadım (1977).
(Bu şiir kitaplarından ilk üçü 1953’te “üçü Birden”, 1956’da “Dördü Birden”, 1974 ve 1985 yıllarında "Beşi Birden” adlarıyla yayımlanır.)
Deneme, söyleşi ve gezi yazıları: Canım Anadolu (1953), Tezek (1975)
Sanat Yazıları: Delifişek (1975), Resme Başlarken (1977), Binbir Bedros (1977).
Özgür biçim, içerik, dil ve söyleyiş yönlerinden özdeş nitelikler gösteren şiirleri için Orhan Cıral, şu genellemeyi yapıyor:[15]
‘Aşk, ölüm, doğa, yaşama sevinci, İkinci Dünya Savaşı’na ilişkin gözlemler, Tanrı ve içtenlik dolu söyleşiler, hüzünler, memleket ve deniz sevgisi şiirlerine yansıdı. ”
Mehmet Kaplan ise:[16]
“Bu ressam-şair, birçok eserlerini dış âleme ait peysajların kendisinde bırakmış olduğu intibaları anlatmak suretiyle geliştirir. Dört kitabını şöyle bir karıştırınca pek çok şiirin renkli tasvirlerle başladığı görülür. Cumhuriyet devri Türk edebiyatında renk duygusunu bu kadar israf edercesine kullanan başka şaire rastlamayız.” diyor.
Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun son şiirleri “Yaşadım” adı altında, ölümünden sonra Yayımlanır; Mehmet H. Doğan, bu kitabı,[17]:
“Biraz dağınık, biraz yorgun görünümlü ama coşkusuyla, öfkesiyle, resimleri, renkleriyle tanıdık Bedri Rahmi buluyoruz kitapta. Bedri Rahmi, kuşaklara, akımlara aldırmaksızın, 40’ların başlangıcından beri aynı şiiri, kendi şiirini yazmış bir şair. ‘Yaşadım', ki son şiirlerinde bu daha da belirgin olarak ortaya çıkıyor...” tümceleriyle tanıtıyor.
“Delifişek”te Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun, dil, edebiyat, resim, nakış, görüntü (sinema ve fotoğraf) ile ilgili görüşlerini içeren düzyazılarıyla “Çeşitlemeler başlığı altında toplanan değişik konularda deneme, söyleşi ve eleştirileri yer alır ‘‘Canım Anadolu” ve “Tezek” gözlemlediği Anadolu yörelerinin renkli ekin dağarıdır. Kaya Özsezgin, Delifişek’i tanıtırken,[18] “Sanat yazılarının büyük bölümünü, plastik sanatlara ilişkin sorunların kapsamış olmasına bakılırsa, ondaki sanat yazarlığını, ressamlığının doğal bir uzantısı saymak yanlış olmaz... Amacını, kaygılarını, görüşlerini, bu yazılar aracılığıyla dile getirmek, yaymak, genişletmek belirli konular çerçevesinde kamuoyu yaratmak, başından beri temelli bir davranış biçiminde görülür onda. Ingres’in Kemanı değildir bu yazıları; yüzeyden değinmelerin ötesine geçer zaman zaman, sorunu geniş boyutlar içinde kavramaya özen gösterir, konuya sanatçı gözüyle yaklaşır, resmini anımsatan deyişlere öncelik verir, nakış duyarlığını sözcüklere aktarır; kimi yazılarını, şiirle süslediği olur.” diyor
Yazınsal değeri
Bir ressam-şair olan Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun yazınsal değerlendirmesi yapılırken, sanatsal ve eleştirel içeriği bulunan düzyazılarını da gözardı etmemek gerekir.
Onu, ayrıca, yazı, şiir ve resimlerinde halkın ekinsel kaynak ve beğenisinde: yararlanan bir araştırmacı ve sanatçı olarak da değerlendirmelidir.
Şiirlerinde biçim, ölçü ve uyak kaygısından uzaktır Eyüboğlu. Dizeleri, yalnız dile getirdiği sözlere uygun düşen doğal ve özgür nitelikler taşır. Ne var ki bu biçim özgürlüğü, doğayla, renkle, ışıkla kaynaşarak bir kendine özgülük oluşturur.
Gözlediklerinden, halkın ekin ve beğenisinden bolbol yararlandığı tema ve motifler; yaşama sevinci, toplumsal duyarlık şiirlerindeki başlıca odaklardır.
Onun en özgün yanıysa, yer yer içtenlik, sevecenlik ve coşkuyla kaynaşan söyleyişidir. Bu söyleyişte, çokluk, söyleyence (hitabeden ya da mütekellim) özgü, (sözlü=şifahi) söyleme özelliği göze çarpar; derinliğine olmasa bile, düşünen, duyan, kimileyin öğüt veren ya da eleştiren öğelerin varlığı da söz konusudur. Kimi dizelerde içtenliğini halk deyişleriyle pekiştirir.
Mehmet H. Doğan'ın, onun şiirini incelerken saptadığı şu özellikler, değerlen dirilmesinde de gözönünde bulundurulabilir:[19] "Dizginlenemeyen bir coşku, bir yaşama sevinci ve renkler. Bir de halk sanattık masal, şiir, deyiş, resim... vb. her türüne karşı karşı bir hayranlık. Bu dört öge çevresinde kurulmuş, ortalama şiir okuyucusunu hemen sarıveren, uzun süre akıldan çıkıM yan, her vesileyle anımsanan bir şiirdir Bedri Rahmi'nin şiiri
[1] Yaşar Nabi Nayır, Edebiyatçılarımız Konuşuyor, 1976
[2] Agy.
[3] Varlık D. .04.1953
[4] Yeditepe d. 1.08.1951
[5] Turan Erol, Türk Dili d. Ekim 1981
[6] Milliyet Sanat Dergisi, 3 Ekim 1975.
[7] Milliyet Sanat Dergisi, 26 Eylül 1975.
[8] Varlık d. Kasım 1975
[9] Varlık d. Kasım 1975
[10] Hıfzı Topuz Konuklar Geçiyor, 1975.
[11] Varlık d. Kasım 1955
[12]Cumhuriyet g. 27 Eylül 1975.
13 agg
[14] Varlık d. Kasım 1975
[15] Orhan Ural, Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri, 1984
[16]Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri II., 1965
[17]Milliyet Sanat Dergisi, 27 Mayıs 1977.
[18]Milliyet Sanat Dergisi, 29 Ağustos 1975.
[19]
İNKILAP YAYINLARI, TÜRK EDEBİYATI TARİHİ