Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

EDEBİYAT TARİHİ NEDİR?

Edebî eser ve şahsiyetleri kronolojik ve sistematik olarak inceleyen bilim dalı.

Dünya ve Avrupa edebiyat tarihi gibi çok geniş coğrafya alanlarını ihtiva eden nâdir örneklere karşılık daha ziyade mil­letlerin (Türk Edebiyatı Tarihi), belirli de­virlerin (XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi), hatta edebî akımların (Türk Teceddüd Edebiyatı Tarihi) ve türlerin (Türk Tiyat­ro Edebiyatı Tarihi) edebiyat tarihleri da­ha yaygındır.

Edebiyat tarihinin bu ad altında sis­temli bir bilim alanı olarak ele alınıp in­celenmesi geç devirlerde ortaya çıkmış­tır. Batı'da XV-XVI. asırlardan itibaren özellikle şiir alanında teori, tenkit, an­toloji, biyografi ve bibliyografya ağırlık­lı çalışmalar görülmeye başlar. Değişik türleri ihtiva etmeleri ve kronolojik-sis-tematik bir prensibe bağlanmaları söz konusu olmadığından bunlar birer ede­biyat tarihi olarak düşünülemez. Bu mâ­nada ilk edebiyat tarihlerinin XVIII. yüz­yıl sonlarına doğru yayımlandığını kabul etmek daha doğru olur. Böylece Fransa dışında Batı'da 1772'de İtalyan, 1795'te Alman, 1822'de Rus, 1861'de İspan­yol, 1864'te de ilk İngiliz edebiyatı tarih­lerinin yazıldığı görülmektedir. Bazı eser­lerin edebiyat tarihi olarak kabul edilip edilmeyeceği tereddüdü bu tarihleri bir miktar ileri veya geri kaydırabilir.

Her ne kadar edebî tenkitle edebiyat tarihi birbirinden farklı iki ayrı alan ola­rak düşünülmekteyse de edebiyat tari­hinin kuruluşu ile edebî tenkit teorileri arasında paralellikler vardır. Tenkit mün­ferit ve tahlilcidir, edebiyat tarihi ise ge­nelleşmeye ve terkibe temayül eder. Ede­biyat tarihçisi çok defa aynı zamanda tenkitçidir. Bir edebiyat tarihçisinin ede­bî esere yaklaşmasındaki felsefesi ede­biyat tarihinin de esasını oluşturur. Böy­lece dogmatik, determinist, izlenimci, tarihçi, sosyolojist, fızyolojist, evolüsyonist, pozitivist ve Marksist tenkit teori­lerine bağlı edebiyat tarihi anlayışları ortaya çıkmıştır. Bir edebiyat tarihi ter­tibinde bu görüşlerden biri veya birkaçı esas alınarak farklı planlarda gelişme­ler düşünülebilir. Buna göre edebî eser ve şahsiyetlerin birbiriyle olan ilişkileri, fikir akımları, edebî eserden hareketle çağının kültürü, medeniyeti ve estetik zevki, edebî eseri doğuran psikolojik, sos­yolojik faktörler, edebî nesillerin ve akım­ların birbiriyle ilişkisi, farklı milletlerin edebiyatlarının mukayeseleri gibi deği­şik edebî anlayışlara dayanan edebiyat tarihleri yazılmıştır.

Edebiyat tarihi ve sistemleri üzerine disiplinli çalışmalar yapan, zamanla or­taya çıkan farklı görüşleri dikkate ala­rak bunları fikir temellerine dayandı­ran, böylece diğer milletlerin bu alan­daki çalışmalarına öncü olan ilk edebi­yat tarihçileri büyük nisbette Fransız­lardan çıkmıştır. İlk ciddi İngiliz edebi­yatı tarihini Fransız Hippolyte Taine, İtal­yan edebiyatını Ginguene yazmıştır. Türk edebiyatı tarihleri de hemen tamamen Fransızların sistemlerine bağlı olarak gelişmiştir. Antoloji, biyografi, bibliyog­rafya ve münferit tenkitlerin üzerine çı­kabilen ilk edebiyat tarihi örnekleri XVIII. yüzyıl sonunda Fransa'da görülür. François Granet'nin on iki ciltlik Reflexion sur les ouvrages de litterature (Edebî eserler üzerine düşünceler ( 1736-1740) ad­lı büyük çalışması modern edebiyat ta­rihçiliğinin başlangıcı sayılmıştır. Bunu takip eden yüzyıl içinde birbirine ben­zer veya az çok farklı, Fransız edebiya­tının çeşitli devirlerini konu edinen pek çok edebiyat tarihi yazılmıştır. Villemaine'in eseri (Cours de litterature française, 1828) çağının edebî zevkini ve formas­yonunu aksettiren gerçek bir edebiyat tarihi olup kendisinden sonraki pek çok edebiyat tarihçisinin takip edeceği ve geliştireceği tarihî metodun edebiyata uygulanmasını başlatmıştır. Villemaine edebî eserlerin siyasî, fikrî ve dinî akım­larla ilgisini araştırdı. Nisard'ın edebiyat tarihi (1844), kabul edilmiş ve benimsen­miş usta yazarları esas alan dogmatik bir anlayış getirdi. Sainte-Beuve, çeşitli eserlerinde edebî şahsiyetlerin hayatla­rına ve psikolojilerine önem verdi. Hip­polyte Taine edebiyat tarihi teorisini ır­kî karakter, çevre ve çağ gibi üç temel ilişki üzerine kurdu. Edebî eserlerin top­lumun manevî değerlerinden ve dehala­rın eseri olarak doğduğunu, böylece bir çeşit determinizmin mahsulü olduğunu ileri sürdü. Brunetiere, Darwin'in naza­riyesinden hareket ederek edebî türle­rin gelişmesi ve birbirine intikalini esas alan bir metot uyguladı. Edebiyatı dai­ma tarihî bir çerçeve içinde düşünmüş olan Lanson edebî eseri de sosyal haya­tın bir tezahürü olarak benimsedi. Ona göre edebiyat tarihi medeniyet tarihinin bir parçasıdır. Lanson edebî esere yak­laşımda hem bu temel prensibi hem de izlenimci tenkidi kabul etti.

XX. yüzyılın başlarında ve özellikle iki dünya savaşı arasında tenkit anlayışıyla beraber edebiyat tarihçiliğinde de yeni görüşler ortaya çıktı. Mukayeseli edebi­yat çalışmaları ve edebiyat sosyolojisi üzerine araştırmalar çoğalarak bu isti­kamette edebiyat tarihlerinin yazılma­sına yol açıldı. Fransa'da Thibaudet bir biyolojist gibi davranarak edebî eserle­rin iç gelişmeleri ve tahlilleri üzerinde durdu. Eserin tekevvün! (genese) tarihi­ni yazdı. Bergson sezgiciliğine bağlı olan Thibaudet edebiyatı fikirler, zevkler, örf­ler ve aydın çevreleri etrafında değerlen­dirdi. Rus Plekhanov ve Jdanov, Marksist felsefeyi edebiyata uygulayarak edebî eseri sosyal ve ekonomik bir hadise ola­rak kabul ettiler.

Bütün bu teorilerin hemen hepsi yan­lış veya eksik bulunarak tenkide uğra­mış, böylece edebiyat tarihi de yeni te­orilerle zenginleşmiştir. II. Dünya Savaşı'ndan sonra İngiltere ve Amerika'da görülmeye başlanan "yeni tenkit" edebi­yat tarihçiliğine de değişik bir ufuk aç­mıştır. Wellek'in sistemleştirdiği bu gö­rüşe göre birbirinden farklı gibi görü­nen önceki teorilerin ortak özelliği, hep­sinin edebî eseri kendi dışındaki vakıa­lara yani sosyoloji, psikoloji, tarih, eko­nomi gibi edebiyat dışı alanlara taşırma­larıdır. Edebiyat tarihini modern çağın bağımsız bilim alanları arasında görmek isteyen Wellek, her sanat eseri gibi ede­bî eserin de yalın olarak ve kendi bütün­lüğü içinde incelenmesi gerektiğini, ger­çek edebiyat tarihinin edebî metinlerin tarihi olacağını ileri sürmüştür.

Osmanlılarda edebiyat tarihi deneme­leri, Batı'daki benzerlerini örnek alarak ancak onlardan bir buçuk asır kadar bir gecikmeyle ortaya çıkar. Bazılarına gö­re bir çeşit edebiyat tarihi olarak kabul edilen tezkireler ise sadece biyografi ve antoloji mahiyetinde çalışmalardır. Bun­ların da bir edebiyat tarihi için malze­me teşkil edeceği şüphesizdir. Oldukça yaygın ve örnekleri bol olan tezkire ve diğer terâcim-i ahvâl kitaplarının yanı sıra bibliyografya (Keşfü'z-zunûn ve ze­yilleri), teori (belagat vb.), antoloji (mec­mua, güldeste) gibi eserlerin de aynı şe­kilde daha sonraki devirlerin edebiyat tarihleri için malzeme olarak kullanıldı­ğı muhakkaktır.

Bu geleneğin dışında edebiyat tarihi denilebilecek çalışmalar Tanzimat'tan da epey sonra başlar. Ziyâ Paşa'nın Mukaddime-i Harâbât'ının (1291/1874) bir bö­lümü, divan şairleri hakkında çok muh­tasar değer hükümleri ihtiva eden man­zum bir özetten ibarettir. Yine de Os­manlı şairlerini "kudemâ, evâsıt, evâhir" gibi tasnife tâbi tutması onu tezkire ge­leneğinden uzaklaştırır.

Osmanlılarda edebiyat tarihi adını ta­şıyan ilk kitap, Abdülhalim Memduh'un Târih-i Edebiyyât-ı Osmâniyye'sidir (1306/1889). Küçük boyda 134 sayfadan ibaret olan bu eser, edebiyat hakkında genel bilgiler verdikten sonra Akif Paşa'yı değişme sınırı kabul ederek Türk edebi­yatını iki devrede, şahsiyetlerle ilgili bazı değerlendirme ve örnek metinler halin­de verir. Şehabeddin Süleyman'ın Târîh-i Edebiyyât-ı Osmâniyye'si (1328/ 1912) hacimli (383 sayfa) ve oldukça ay­rıntılıdır; Osmanlı edebiyatını Âşık Paşa'dan başlatarak Servet-i Fünûn sonu­na kadar getirir. Bunu takip eden yıl­larda basılan Faik Reşad'ın Târih-i Ede­biyyât-ı Osmâniyye'si (taş bs. 1327/ 1330 11909/19111, 1913), Ali Ekrem'in (Bolayır) Târih-i Edebiyyât-ı Osmâniy­ye'si (taş bs. 1328/1912, 1923), şair ve yazarların bir temel fikre bağlı olmaksı­zın tasnif değişikliklerinden başka bir yenilik göstermezler. M. Fuad Köprülü'nün ilk edebiyat tarihi denemesi, Dârülfünun'da okutulmak üzere ders notları halinde basılan Türk Târih-i Edebiyyâtı Dersleri (taş bs. 1329/1914), Osmanlı öncesi ve Osmanlı sınırları dışındaki Türk edebiyatının varlığından ilk defa bahset­mesi bakımından önem taşır. Nitekim aynı müellifin Şehabeddin Süleyman'la beraber kaleme aldığı Yeni Osmanlı Tâ­rih-i Edebiyyâtı (1332/ 1914), özellikle Köprülü tarafından yazıldığı anlaşılan ol­dukça uzun mukaddimesi (s. 3-63), ede­biyat tarihi anlayışı ve metodu bakımın­dan önemli meseleleri ortaya koyan ilk ilmî çalışmadır. Bu mukaddime toplum-edebiyat ilişkileri, edebî eserlerin orta­ya çıkışı ve sosyolojik, psikolojik, fizyo­lojik kaynakları, edebiyatın diğer güzel sanatlarla münasebeti, coğrafyanın, eko­nominin, sosyal ve siyasî durumların, sa­nayinin edebiyat üzerine tesiri hakkın­da devrin Osmanlı okuyucusuna dikka­te değer bilgiler vermiştir. Böylece ilk defa bir edebiyat tarihinin kaynak ve me­totları hususunda, kendisinden sonra ha­zırlanacak edebiyat tarihlerinin ufkunu genişletmiştir. Ortaya konulan görüşler­den ve yapılan iktibaslardan bu bilgile­rin esasının Emile Faguet, Paul Bourget, Hennequin ve özellikle Hippolyte Taine'in nazariyelerine dayandığı anlaşılmakta­dır (Taine'in teori, tenkit ve edebiyat tari­hi anlayışı üzerine fikirleri Servet-i Fünûn yıllarında bilhassa Ahmed Şuayb'ın makaleleriyle geniş olarak tanıtılmıştır). Ancak hemen her bölüm Türk edebiyatının me­seleleriyle açıklanmış, böylece millî ve yerli bir istikamete sevke dilmiştir.

Mehmed Hayreddin'in Târih-i Edebiyyât Dersleri (Konya 1330 r./1914), şahsiyetler ve eserler hakkında oldukça sübjektif görüşler ihtiva eden küçük bir kitaptır. Fuad Köprülü'nün ilk basımı 1921'de yapılan, 1926'da değişiklik ve ilâvelerle son şeklini almış olan Türk Edebiyatı Tarihi ise halen önemini ko­ruyan ilmî ve akademik hüviyette ilk edebiyat tarihi olarak kabul edilmekte­dir. Türkler'in İslâmiyet'i kabulü ve Batı medeniyetine yönelmesi gibi iki önemli hadiseyi nirengi noktaları telakki ede­rek bu tarihlerin öncesi ve sonrasını bü­yük edebî devirler olarak benimseyen bu çalışma, Türkçenin yayıldığı bütün coğrafya ile tarihî devirlerin ve bütün sosyal tabaka edebî mahsullerinin bir terkip halinde düşünülmesi, edebiyat tarihinin de her ilim alanı gibi bir meto­dunun olacağı fikri, diğer alanlarla iliş­kileri, nihayet edebiyat tarihçisinin de her ilim adamı gibi âzami derecede ob­jektif davranması gerektiğini ortaya koy­muştur. Köprülü'nün edebiyat tarihi XV. yüzyıla kadar olan gelişmeleri ihtiva et­mektedir. Bu kitaptan sonra yazılan ede­biyat tarihleri metot bakımından onu aşamamış, yalnız yeni bilgiler istikame­tinde ve daha yakın devirlere kadar uzan­makla kalmıştır. Nitekim Köprülü'nün kitabının iki basımı arasında iki büyük cilt olarak yayımlanan İbrahim Necmi'nin Târih-i Edebiyyât Dersleri de (1922) bu metotla, ancak siyasî hadiseleri azaltıp edebiyata daha ağırlık vererek ve baş­langıçtan Servet-i Fünûn sonuna kadar yarımşar asırlık bölümlerle tertip edil­miştir.

Eski harflerle basılan son edebiyat ta­rihi, İsmail Hikmet'in (Ertaylan) dört bü­yük cilt halindeki (1454 sayfa) Türk Ede­biyatı Tarihi'dir (Bakü 1925-1926). Eser XIX. yüzyılın başından 1920'lere kadar olan konuları ihtiva eder. Bu arada aynı yıllarda öncekilerden farklı bir edebiyat tarihi dikkatleri çeker. İsmail Habib'in (Sevük) Türk Teceddüd Edebiyatı Ta­rihi (1924) adını taşıyan bu eser, devir­lerin tasnifinde Köprülü'ye bağlı kalmak­la beraber Fransız edebiyatı ile ilişkiler kurması, böylece bir çeşit mukayeseli edebiyata yer verişiyle, bir de sübjektif değer yargılarıyla öncekilerden ayrılır. Eser az çok değişikliklerle Edebî Yeni­liğimiz (1932) ve Yeni Edebî Yeniliği­miz (1940) adlarıyla tekrar basılmıştır.

1928'den itibaren edebiyat tarihçiliği büyük bir metot değişikliği göstermeksi­zin günümüze kadar gelir. Bunların başlıcaları ilk basım tarihleriyle şunlardır: Agâh Sırrı Levend, Edebiyat Tarihi Ders­leri (1932); Sadettin Nüzhet (Ergun), Tanzimata Kadar Muhtasar Türk Edebi­yatı Tarihi ve Numuneleri (1931); Mus­tafa Nihat Özön, Metinlerle Muasır Türk Edebiyatı Tarihi (1943); Nihal Atsız, Türk Edebiyatı Tarihi (1943); Nihad Sami Banarlı. Resimli Türk Edebiyatı Tarihi (1948); Vasfı Mahir Kocatürk, Büyük Türk Edebiyatı Tarihi (1964); Kenan Akyüz, Modern Türk Edebiyatının Ana Çiz­gileri (1969); Ahmet Kabaklı, Türk Ede­biyatı (1965).

Bu arada Ahmet Hamdi Tanpınar'ın XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi'ne (1949, düzeltme ve ilâvelerle 1956), tek bir metoda bağlı kalmadan yazılmış yeni bir terkip anlayışının mahsulü olarak bak­mak gerekir. Önsözünde Brunetiere'in nazariyelerin edebiyat tarihine ancak bir giriş kapısı teşkil et­tiğini, daha sonra tarihin ve konuların gereğinin kendini duyurmaya başladığı­nı söyler. Böylece Tanpınar'ın dar bir za­man çerçevesine sıkıştırdığı (Tanzimat'­tan 1885'lere kadar) eserinin orijinalliği belirir. Zaman, mekân, çevre, ırk, ekol, kültür, medeniyet gibi faktörlerin hepsi veya her biri sanatkârın ve eserinin olu­şumunda farklı roller oynar. Bu rolleri, sınırlandırılmamış bir metot anlayışı ese­rin ve çalışmanın tabii akışı içinde belir­leyecektir. Eski edebiyat üzerine uzun bir girişten sonra "Garplılaşma Hare­ketlerine Umumi Bir Bakış" adlı bölüm­le medeniyet - edebiyat ilişkilerine dik­katleri çeken Tanpınar, Tanzimat'a ya­kın yıllarda divan ve halk şiiriyle nesri üzerinde de durur; edebî şahsiyetlerin kategorileşmesinde diğer edebiyat ta­rihlerinden ayrılır. Tanpınar'ın edebiyat tarihi, bir taraftan şahsiyetleri birbirine yaklaştıran bağları keşfederken türle­rin gelişmesini de kitap boyunca bir fon konusu olarak takip etmiştir. Kronolojik sırayla son olarak Agâh Sırrı Levent'in altı cilt halinde tasarladığı, ancak sade­ce ilk cildi yayımlanabilen Türk Edebi­yatı Tarihi'nde ise (1973) Türk edebiya­tı tarihine malzeme olacak belli başlı bü­tün kaynakların bazı gruplar halinde der­lendiği görülmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

Ahmed Şuayb. "Ten ve Âsârı", Hayat ve Kitaplar, İstanbul 1317, s. 1-196; G. Lanson, Edebiyat Tarihi (trc. Yusuf Şerif), İstanbul 1937; Köprülü, Edebiyat Araştırmaları I, s. 3-47; Levend. Türk Edebiyatı Tarihi, s. 478-493; Cemil Meriç. "Edebiyat ve Sosyoloji", Ümrandan Uygarlığa, İstanbul 1974, s. 269-296; R. Escarpit. "Edebiyat Tarihinin Tarihi" (trc. Cemil Meriç), Kırk Ambar, İstanbul 1980, s. 221 -259;G. Pospelov, Edebiyat Bilimi (trc. Yılmaz Onay), Ankara 1984; Nazım H. Polat, Şahabeddin Süleyman. Ankara 1987, s. 131-152; Nürullah Çetin, Tanzimattan Fuad Köprülüye Kadar Bizde Edebiyat Tarihçiliği (yüksek lisans tezi, 1988), A(J Sosyal Bilimler Enstitüsü; R. W. Warren, Edebiyat Teorisi (trc. Ö. Faruk Huyugüzel), İzmir 1993; Philippe van Tieghem. "Edebiyat Tarihinde Usûl" (trc Cevdet Perin), TDED, III (19491, s. 163-176, 307-332; Sabri Esat Siyavuşgil. "Psikoloji ve Edebiyat", a.e., s. 449-476; Ali Nihad Tarlan, "Edebiyat Tarihi Hakkında", a.e., XIII (1965), s. 12-18; İnci Enginün. "Edebiyat Tarihi", TDEA, II (1977), s. 443-444; Ömer Faruk Akün. "Bir Türk Edebiyatı Tarihi Yazmak Mümkün müdür?", Dergâh, l/l, İstanbul 1990, s. 12-13, 18.

M. Orhan Okay, DİA.

 


EDEBİYAT TARİHİ-2
 
Edebiyat Tarihi bir milletin yüzyıllar boyu yarattığı edebî eserleri ve onları meydana getiren "edib" leri, tarihî seyri ve gelişmesi içinde inceleyen bilim kolu­dur. Kurucu edebiyat tarihçimiz Fuad Köprülü'ye göre:
" Edebiyat tarihi, umumiyetle tarihin, daha sahih bir ifade ile medeniyet tari­hinin çok mühim bir kısmıdır. Bir milletin uzun asırlar esnasında geçirdiği fikrî ve hissi tekâmülü gösteren bütün fikir mahsullerini tetkik ederek, onun manevî hayatını şe'niyette olduğu gibi yahut ona en yakın bir şekilde yaşatmaya çalışan canlı bir tarih şubesidir."

Edebiyat tarihini "canlı bir tarih şubesi" sayan bu görüşün yanında başka me­tot teklifleri de vardır. Bunlar yine az çok birbirine bağlı olan sosyolojik(edebiya­tı toplum meseleleriyle izaha çalışan); estetik (eserleri daha ziyade, güzellik, sa­nat yönleriyle ele alan), psikolojik (sanatçıların ruh hallerini esas tutan); genetik (sanat eserini ve sanatçıyı hazırlamış olan vakayı başlangıcından alarak bütün halinde inceleyen) ve ekonomik (bütün sanat oluşumlarını alt yapı dedikleri eko­nomi ile açıklayan) metotlardır. Fuat Köprülü'nün tarihçi usulünden ayrılarak, daha çok metin incelemelerine bağlı psikolojik bir metodun savunucusu görünen Prof. Ali Nihad Tarlan ise şunları söylemektedir:
"Edebiyat tarihçisi hangi cemiyetin tarihini yazıyorsa, o cemiyetin teessürî ha­yatına ait malzemeyi bir obje olarak eline alıp asırlar boyunca yürüyüşlerini bize gösterecektir. İlk iş olarak sanatkârın ruhî bina (yapı) ve teşekkülünün belirtilerini bulmak mecburiyeti vardır. Bu bina, onun biyografisinin psikolojik cephesi­ni imkân mertebesinde son haddine kadar derinleştirmek ve verdiği edebî mah­sulün aydınlığında psikoloji kanunlarına göre ruhî portresini resmetmekle mey­dana gelir."

A. Hamdi Tanpınar ise edebiyat tarihinde estetikçi bir metodun temsilcisidir.

Edebiyat tarihinin asıl konusu eserler ve kişilerdir. Fakat bir edibin yetişme­si ve bir eserin yazılması, tesadüfle olmaz. Edebî eserler bir toplumdaki çeşitli olayları yansıtan aynalar gibidir.


Belirli zamanlarda, millet hayatına tesir eden, maddî ve manevî olaylar vardır. Vatan değişmesi, göçler, din, estetik, iktisadî, siyasî, teknik olaylar, toplumda ol­duğu gibi, onun aynası olan edebiyat üzerinde de derin izler bırakırlar.


Meselâ İslâmlık öncesi Samanlık, Budizm ve başka inançlara dayalı devirler Türk edebiyatı ürünlerinin İslâmlığı benimsedikten sonra yazılmış eserlerimiz­den önemli farklar göstermesi dinin edebiyat üzerindeki etkisine canlı bir misâl­dir.


Şair ve yazarlarımız İran edebiyatını tanıdıktan sonra bambaşka şekil ve öz ta­şıyan bir Divan Edebiyatı meydana getirdiler. Bu olay estetik değişmesinin edebi­yat üstündeki tesirini gösterir,


Bursa ve İstanbul gibi başkentler alındıktan sonra iktisadî, siyasî ve sosyal ha­yatımızda büyük değişmeler oldu. Osmanlı sarayı, İran şahlan ve Bizans kayser-leriıünkini andıran bazı töreleri benimsedi. Konaklarda zarif ve bilgili insanlar çoğaldı. Bu sosyal vakıanın sonucu, bir seçkinler edebiyatının meydana çıkması­dır.


19. yüzyılda buharı makinaya uygulayan Batı tekniğinin hızla gelişmesi, Türk hayatım sarsmış ve iktisatça Avrupa'ya muhtaç kılmıştır. Hazin yenilgiler, yok­sullaşan bünye ve uğranılan haksızlıklar arasında Batı'yı anlamak ve taklid et­mek için harcadığımız gayret, bize Batı Örneğinde bir yeni edebiyat getirmiştir.


Tekniğin hızlı gelişmesi, ulaşım kolaylıkları köy-şehir arasındaki kaim duvar­ları yıktığı için, bugün Anadolu'da, sözgelişi, Karacaoğlan gibi bir saz şairinin ye­tişmesi imkânsız olmuştur. Radyo, televizyon, gazete ve okullar orta bir kültürü ve bazı genel bilgileri her tarafa yaymaktadır. Bölgeler arasındaki yaşayış farkla­rı azalmaktadır. Bunun sonucu, şehirlerden uzak bir âlemin havasını yaşatan kaynakçıl saz şairlerinin azaldığı, üslûp ve tarzlarının değiştiği görülüyor.


Halkın okuması, aydınların çoğalması, demokrasinin varlığı, iç ve dış gezile­rin artması gibi birçok sebepler, yalnız bir zümreye hitap edenseçkinler edebi­yatını tesirsiz hale koymuştur. Onun yerini, büyük kütlelere seslenmek isteyen değişik türlerde eserler almıştır.


Batı'dan alınma ilmî sosyal görüşler, edebiyatı etkiledikçe, giyim kuşam tarz­ları başkalaştıkça, kadınlar her alanda günlük yaşamaya katıldıkça, şehirler bü­yüdükçe, sinema, radyo, televizyon gibi icatlar çoğaldıkça edebî eserlerde biçim ve öz değişmeleri sürüp gidecektir. Nitekim yeni edebiyatlarda halkın dertleri ön plâna geçmiş, aşk ve rastgele tabiata bakışlar değişmiş, yeni türler ve yeni sanat usulleri yazarları zorlamıştır.


Bu açıklamalarla örnekleri çoğaltabiliriz. Bütün bunlar, ediplerin ve edebî eserlerin rastgele değil; vakaların, tekniklerin genel kültürlerin, sanat ve fikir çevrelerinin etkisi altında meydana geldiğini, dünyada ve toplumda değişen her şeyin sanat ve edebiyatı da değiştirdiğini gösteriyor.
Edebiyat tarihi, 19. asırdan sonraya ait bir ilim koludur. Romantiklere kadar, "edebiyat tarihi" denilince, sadece Yunan ve Latin "antikite" eserleri düşünülü­yordu. Romantikler, "beşerî klâsik antikite"nin yanında, millî edebiyatların da (özellikle Fransız edebiyatı) incelenmeye, korunmaya değer bir mazisi, görüş ve eserleri bulunduğuna dikkati çektiler. Fransa'da bu yoldaki çalışmalar, millî ede­biyatların geçmişlerine dönük olarak 19. yüzyıl boyunca geliştirildi.
Edebiyat tarihinin metodunda ilmî yenilik, Fransız Profesör Gustave Lanson (1857-1934) tarafından yapılmıştır. Larousse sözlüğüne göre o, "edebî eserlerin in­celenmesine tarihî ve kıyaslan) ah metodu uygulamıştır."

Lanson metoduna göre: Edebî eserler, ekollerin, çağın, çevrenin, tarih ve ikti­sat şartlarının yazarları etkilemesiyle meydana gelirler. O kadar ki eserin ortaya konduğu sosyal çevreyi tanımadan, onu hakkıyla izah etmek mümkün olmaz. Ay­rıca devirlerin, yazar ve şairlerin, başka ülke edebiyatçıları ile "kıyaslanması" da, o eserleri anlamamıza yarayacak Önemli metot unsurlarındandır.
Ancak edebî eserleri dış sosyal tesirlere fazlasıyla bağlayan bu katı sosyal, bi­raz da kaderci anlayışa karşı görüşler zamanla gelişmiştir. Edebiyat tarihine ve edebî eserlere hem tarihçi hem de tenkitçi [yani objektif ve sübjektif) gözle bakıl­ması gerektiğini söyleyen Rene Wellek, edebî eser dış şartlardan ziyade, kendi üs­lûbu ve şartları içinde incelenmelidir, görüşünü savunmuştur. Bu bakışa göre edebiyat tarihi ve tenkidin konusu, eserlerin ve yazarlarının kendileridir.
Bizde Fuad Köprülü'nün, edebiyat tarihinde Lanson metodunu benimsediği görülüyor. Wellek'in görüşleri ise, Prof. Dr. Mehmet Kaplan tarafından, kronolo­jik sıra içinde, edebî eserlere ve yazarlarına uygulanmıştır.

Bizde edebiyat tarihi ihtiyacının, 19. asra kadar "şuarâ tezkireleri" ve benzeri vefiyat kitapları, Şakayık ve ekleri, evliya menkıbeleri, Keşfü'z-Zünun ve ekleri gi­bi eserlerle karşılandığını görüyoruz. Bir bakıma edebiyat tarihi gibi monografi ve biyografi türlerim de karşılayan bu eserler, bugün dahi edebiyatımıza toplu ve sistemli bir bakış getirecek olan en değerli malzemeyi teşkil ediyor.
 

A. KABAKLI (TÜRK EDEBİYATI)


EDEBİYAT TARİHİ-3

"Edebiyat tarihi bir ulusun çağlar boyunca meydana getirdiği edebî eserleri inceleyerek düşüncede ve duyguda izlediği yolu, geçirdiği evreleri bize tanıtır; bu bakımdan uygarlık tarihinin önemli bir koludur.

Edebiyat tarihinin dayanağı, edebî eserlerle yaratıcı kişilerdir Edebî eserler, bütün düşünce ve sanat eserleri gibi, toplumun hayatıyla ilgili olduğu ve ulusal kültürün izlerini taşıdığı için hem sanat eseri hem de yazıldıkları zamanı canlandıran birer belge olarak ele alınır. Yaratıcılar da yaşadıkları çağın koşulları ve yetiştikleri çevrenin özellikleri göz önünde tutularak incelenir. Böylece o ulusun devirden devire uğradığı değişme ve gelişmeler izlenerek manevi varlığı belirlenmiş olur.

"Manevi varlık" deyimini bütün genişliğiyle almak gerekir. Edebiyat tarihi bir kültür tarihi olmamakla birlikte, din, sanat, felsefe, ahlak, sanat tarihlerinin konularını da kucaklayacak genişliktedir. Bunlar belirli ölçüde edebiyat tarihinde yer alır.

Bundan başka din, felsefe, ahlak tarihlerinin değindiği eserlerin çoğu, biçim ve deyiş bakımından zamanına göre birer edebî eserdir. Edebiyat tarihçisini hem düşünce hem da sanat yönünden ilgilendirir.

Bugün gittikçe zenginleşen kültür dünyasında edebiyatın ufku genişlemiş, edebiyat tarihi de ağır görevler yüklenmiştir Çağdaş edebiyat tarihçisi, şairleri unutulmaktan kurtarmak ya da eski zevkleri hikâye etmek için eserini yazmıyor. Sadece bilgi vermeyi de yeterli bulmuyor; incelemek, araştırmak, derinlere inmek, insanlığın gidişini, tarihini yazdığı ulusun dünya anlayışını kavrayıcı bir genişlikle yansıtmak istiyor. Edebiyat tarihi bunu başarabildiği oranda görevini yapmış olur.

Agâh Sırrı Levent, Türk Edebiyatı Tarihi

 


EDEBİYAT TARİHİ-4

Bir milletin yüzyıllar boyu yarattığı edebî eserleri ve onları meydana getiren “edip”leri, tarihî gelişme içinde inceleyen bilim koludur. Tanınmış edebiyat tarihçimiz Fuad Köprülü’ye göre:
“Edebiyat tarihi, umumiyetle tarihin, daha sahih bir İfade ile medeniyet tarihinin çok mühim bir kısmıdır. Bir milletin uzun asırlar esnasında geçirdiği fikri ve hissi tekâmülü gösteren bütün fikir mahsullerini tetkik ederek, onun manevi hayatını şe’niyette olduğu gibi -yahut ona en yakın bir şekilde- yaşatmaya çalışan canlı bir tarih şubesidir.”
Edebiyat tarihi’ni “canlı bir tarih şubesi” sayan bu görüşün yanında başka metot teklifleri de vardır. Bunlar yine az çok birbirine bağlı olan Sosyolojik (edebiyatı toplum meseleleriyle izaha çalışan); Estetik (eserleri daha ziyade, güzellik, sanat yönleriyle ele alan); Psikolojik (sanatçıların ruh hallerini esas tutan); Genetik (sanat eserini ve sanatçıyı hazırlamış olan vakayı başlangıcından alarak bütün halinde inceleyen) metotlardır. Fuat Köprülü’nün tarihçi usulünden ayrılarak, daha çok metin incelemelerine bağlı psikolojik bir metodun savunucusu görünen Prof. Ali Nihat Tarlan, şunları söylemektedir:
“Edebiyat tarihçisi hangi cemiyetin edebiyat tarihini yazıyorsa, o cemiyetin teessüri hayatına ait malzemeyi bir obje olarak eline alıp asırlar boyunca yürüyüşlerini bize gösterecektir. İlk iş olarak sanatkârın ruhi binâ ve teşekkülünün belirtilerini bulmak mecburiyeti vardır. Bu bina onun biyografisinin psikolojik cephesini inkâr mertebesinde son haddine kadar derinleştirmek ve verdiği edebi mahsulün aydınlığında psikoloji kanunlarına göre ruhî portresini resmetmekle meydana gelir.”
Ahmet Hamdi Tanpınar ise edebiyat tarihinde estetikçi bir metodun temsilcisidir.

Edebiyat tarihinin asıl konusu eserler ve kişilerdir. Fakat bir edibin yetişmesi ve bir eserin yazılması, tesadüfle olmaz. Edebî eserler bir toplumdaki çeşitli olayları yansıtan aynalar gibidir.
Belirli zamanlarda, millet hayatına tesir eden, maddî ve manevi olaylar vardır. Vatan değişmesi, göçler, din, estetik, İktisadî, siyasî, teknik olaylar, toplumda olduğu gibi, onun edebiyatı üzerinde de izler bırakırlar.
Meselâ; İslâmlık öncesi Şamanlık ve başka devirler Türk edebiyatı ürünlerinin İslâmlığı benimsedikten sonra yazılmış eserlerimizden önemli bir şekilde farklı olması, dinin edebiyat üzerindeki etkisine canlı misaldir.
Şair ve yazarlarımız İran edebiyatını tanıdıktan sonra bambaşka şekil ve öz taşıyan bir Divan Edebiyatı meydana getirdiler. Bu olay estetik değişmesinin edebiyat üstündeki tesirini gösterir.
Bursa ve İstanbul gibi başkentler alındıktan sonra iktisadi, siyasi ve sosyal hayatımızda büyük değişmeler oldu. Osmanlı sarayı, İran şahlarına ve Bizans kayserlerine taş çıkartan bir ihtişama büründü. Konaklarda zarif ve bilgili insanlar çoğaldı. Bu sosyal vakaların sonucu, bir seçkinler edebiyatının meydana çıkmasıdır.
19. yüzyılda tekniğin hızlı gelişmesi, Türk hayatını sarsmış ve iktisatça Avrupa’ya muhtaç kılmıştır. Hazin yenilgiler, yoksullaşan bünye ve uğranılan haksızlıklar arasında Batı'yı anlamak ve taklit etmek için harcadığımız gayret, bize Batı örneğinde bir yeni edebiyat getirmiştir.
Tekniğin hızlı gelişmesi, ulaşım kolaylıkları köy-şehir arasındaki kalın duvarları yıktığı için, bugün Anadolu’da, sözgelişi, Karacaoğlan gibi bir saz şairinin yetişmesi imkânsız olmuştur. Radyo, gazete ve okullar orta bir kültürü ve bazı genel bilgileri her tarafa yaymaktadır. Bölgeler arasındaki yaşayış farkları azalmaktadır. Bunun sonucu: Şehirlerden uzak bir âlemin havasını yaşatan kaynakçıl saz şairleri devri kapanmıştır.
Halkın okuması, aydınların çoğalması demokrasinin varlığı, iç ve dış gezilerin artması gibi birçok sebepler, yalnız bir zümreye hitap eden seçkinler edebiyatım tesirsiz hale koymuştur. Onun yerini, büyük kütleye seslenmek isteyen değişik türlerde eserler almıştır.
Batıdan alınma, İlmî ve sosyal görüşler, edebiyatı etkiledikçe, giyim kuşam tarzları başkalaştıkça kadınlar her alanda günlük yaşamaya katıldıkça-, şehirler büyüdükçe, sinema, radyo, televizyon gibi icatlar çoğaldıkça edebî eserlerde biçim ve öz değişmeleri olmuştur. Halkın dertleri ön plana geçmiş, aşk ve tabiata bakışlar değişmiş, yeni türler, yeni sanat usulleri aranmıştır.
Bu açıklamalarla örnekleri çoğaltabiliriz. Bütün bunlar, ediplerin v edebî eserlerin rasgele değil; vakaların, tekniklerin genel kültürlerin sanat ve fikir çevrelerinin etkisi altında meydana geldiğini dünyada ve toplulukta değişen her şeyin sanat ve edebiyatı da değiştirdiğini gösteriyor.