TEKKE ŞİİRİNİN DİL VE USLUP ÖZELLİKLERİ
Tekke edebiyatında dil, halka hitap eden bir okumuşlar dilidir. Bu yüzden Divan ve halk şairleri, Tekke edebiyatı sahasında yazdıkları eserlerini, ortalama bir dille yazarlar. Dilleri, saz şairlerininki kadar duru olmaz. Divan şairleri kadar ağır bir dil de kullanmazlar. Çünkü fikir ve duygularını halka yaymak arzusunu taşırlar. Bu yüzden şiirleri, zümrelere değil, kitlelere seslenmektedir.
Bu şiirlerde halktan ve köyden alınmış pek çok kelime ve deyimlerin yanında, kitaplardan çıkma yabancı kelimeler ve basmakalıp tasavvuf ve tarikat deyimleri de bulunur. Bazıları, pek dar bir tarikat zümresinin anlayacağı şekilde kapalı ve rumuzludur.
a) Anlatım şekilleri:
Tekke şairlerinin ifade tarzı, yaşadığı yüzyıla ve anlatacağı konuya göre sade ve açıktır. Onlar, tasavvuf umdelerini; halkın anladığı basit kelimelerle, benzetmelerle ve sade bir şekilde anlatmaya çalışırlar.
Tekke mensuplarının eserlerinde, "tahkiyeden. Delil ve ispat yoluna" kadar bütün anlatım şekillerine rastlamak mümkündür. Tekke edebiyatında kullanılan anlatım şekillerini şöyle sıralayabiliriz.
1. Nasihat ve Hitap Yoluyla Anlatma:
Tekke şairleri; anlatmak istedikleri veya vermek istedikleri mesajları, halkın anlayabileceği bir dil ile, hususiyle manzum olarak mesnevi tarzında vermektedirler. Bu anlatım tarzında da "Nasihat verme" üslûbunu kolaylıkla ve en mükemmel olarak kullanmaktadırlar.
Bu "Nasihat Verme" üslûbu ile ilgili olmak üzere birkaç örnek verelim:
Gel iy tâlib olan hayâli terk it
Hamûş ol bu kamu makâli terk it
Sakın bî-hûde sözlerden dilüni
İrişdügi yire sungıl elüni
Bu cihan sahrasında yol bekleme
Hakk'ı sen kendüzünden ayru görme
Var var iy gönül din yolma sen gafil olma
Dînüni hâsıl eyle gönül bî-hâsıl olma
Uyuma gönül aç gözüni dört yanuna bak
Devşür ögüni kendüzüne kem 'âkil olma
Toprak ol 'acîb tekebbür eyleme
Haddünden artuk keleci söyleme
Kanda bir miskin görürsen dut elin
Böyle varmışlar bu yolın evvelin
Gül olgıl bu yolda diken olmagıl
Yol varan miskîne düşman olmagıl
Gel iy tâlib müstemî ol aç gözün
Neredesin çağlayıvar kendüzün
Çün âdemsin hikmete zulm eyleme
Bir söz ki aklu ziyândur söyleme
'Arif isen yile virme fursatı
Bilmek istersen bu 'ilm ü hikmeti
Fikreyle Hakk'un hikmetin
Cümle odur zahir bâtın
Ko bu ikilik sıfatın
Cehd eyle bir ile bir ol
'Âceb niçün yabandasın
Hak sende sen ki kandasın
Irak yire uzanmagıl
Kendüzüne gel hazır ol
Yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi Tekke şairi Kaygusuz Abdal, iyi bir Müslüman’ın yapması ve yapmaması gereken şeyleri (emir ve nebileri) gayet açık ve sade bir dille anlatmaktadır. Bu tür anlatım tarzında onun "emir kipi”ni kullandığı görülmektedir. Nasihat tarzında, dikkati çeken hususlardan biri de Kaygusuz'un öğüt vermeye başlamadan önce "gel iy tâlib, iy gönül, iy can, iy insan, iy Hakkk'ı isteyen, iy akl-ı kâmil, iy gafil" gibi hitaplarla söze başlamasıdır. Bilhassa Dilgüşâ'da bu "hitap kısmı"bâzen çok uzun sürmektedir:
Gel iy kendü hâline yol bulanlar
Ma'nîde kendü mikdârın bilenler
İrişenler bu vahdet menziline
Cân ü baş terk idenler 'ışk yolma
Ma'ânî burcına seyrân idenler
Vücûdı katrasın 'umman idenler
Girüben 'ışk denizin boylayanlar
Ma'ânî izleyüp soy soylayanlar
Ne dimekdür bilen ilm-i ledünni
Olan sıdk-ıla bu ışkun cünûnı
Bu ma'nî bahrine zevrâk düzenler
Bu vahdet kuşlarına fâk düzenler
2. Doğrudan Doğruya Anlatma
Tekke edebiyatı mahsullerinin, her zaman öğretici mahiyette baş vurduğu ve kullandığı anlatım şekillerinden biri de “doğrudan doğruya anlatma”, tarif ve izah etme usulüdür. Gerçek tasavvuf umdeleri, gerek dini meseleler, bilhassa mensur eserlerde bu üslup içinde anlatılır.:
İy tâlib bir dem kulak ol bu söze
Bu atâ Hakk’dan nasîb oldı bize
Nâsib oldı halümüzi anladuk
Hikmeti cân kulağınla dinledük
Çok zaman caşk ocağında canumuz
Yanmagile geçti budur etümüz
cakl evine irdi çün kim menzilüm
Gönlümün seyr ıtdügin söyler dılüm
Söylediğim sözin aslın ly habîb
Ne dimekdür kasdmı anlar tâlib
Hikâyet çok söz öküş menzil ırak
Müyemf ol söze ly tâlıb-ı Hakk
Âdemindur bu hakikat bu yakîn
Bu sarayda varlık âdemdür hemîn
Cümle halkı âdeme yuz eyledi
Tevhidi âdeme temiz eyledi
Âdemi bu cümle halka ol kadîr
Bu sarayda eylemiştir dest-gîr
Bu saray içinde âdem hoş emin
Zira âdemde bulundı bu yakîn
Çünki yakîn âdem oldı Sultân'a
Bu nazar Allah'dan oldı inşâna
Âdeme Hakk'dan iruşdı sa'âdet
Cümle halk âdem katında oldı mât
Âdemi cümleye server eyledi
Zira Hakk Âdeme nazar eyledi
Çünki Allah âdem'e kıldı yârı
Baş kodı âdem önündi halk varı
Cümle halka ihtiyar oldı âdem
İhtiyar bildi âdem'i halk tamâm
Âdemi bu ev içinde ol Bakî
Cümle halka ma'nîde kıldı sâkî
İlm ü hikmeti âdemde gizledi
Âdemi hikmete perde yüzledi
3. Tahkiye
Bilhassa dünyanın yaradılışı ve peygamberlere ait kıssaların anlatılışında Tekke şairleri, "tahkiye uslûbu"na baş vururlar. Bu şairler, anlatacakları konulan halkın anlayacağı daha kolay şekliyle anlatırlar. Yani anlatacaktan olaylardaki figürlerin (insan, hayvan, bitki, eşya, vb.) zaman ve mekânlarını destanî bir hava içinde takdim ederler. Mukaddes kitaplardaki (Zebur, Tevrat, İncil ve Kur'an'ı Kerim) veya din ululan etrafında teşekkül eden menkıbe, velâyetnâme, gazavetnâme vb. kıssalara benzeyen mistik, tasavvufî hikâyeleri de manzum ve mensur şekillerde anlatırlar. Ayrıca Tekke şairlerinde olduğu gibi sosyal hayatın ve bencilliğin karşısında hiciv ve sathiye tarzında tahkiyelendirmelere de rastlarız. Son olarak Devriye tarzında hayal, kurgu (sciense fiction: Bilim Kurgu) hikâyelendirmelerine de rastlamak mümkündür. Bu hususta da birkaç örnek verelim:
0l zaman ki yog idi bu kâ'ınât
Zât içinde nihân idi her sıfat
Zât içinde bu sıfat mestur idi
Bu vücûd yok idi hemân nûr idi
Ne nebî var idi ol dem ne velî
Dahi söylenmedi idi lâ belî
Yir ü gök hazîne içinde sır idi
İkilik yog idi hemân bir idi
Âdem eydür bu kez bağışla suçum
Buğdayı ayruk yimeyün ly hakîm
Cebrail dir hâkim oldur kim anun
Noksanı yokdur ol Ganî sultânun
Söz gerekmez dir Âdem dur git dıdı
Tann'nun buyruğu budur dut didi
Nıçe kı söyledi hergız gitmedi
Cebrâ'ilün sözini işitmedi
Türk dilin Tanrı buyurdı Cebrâ'îl
Türk dilince söylegil dur git digil
Türk dilince Cebrâ'îl "hey dur" didı
Durugel Uçmağın terkin ur didi
Dutdı kolından ılerü yürıdi
Kapuya yakîn varınca süridi
Bu kez Âdem çok tevâzû eyledi
Bir lahza âmân dıyüben söyledi
Çünki âmân didi kodı Cebrâîl
Âdeme teferrüc eyler ol âkil
Bu kez âdem yapraya sunar elin
Ya'nî yapragıla örter her hâlin
'Âşık Paşa Hoca'Attâr ü Sâ'dî
Bular ki bulmış-ıdı her muradı
Her biri bir haber virdi bu yoldan
Ne kim bilmiş idi bildügi hâlden
Velî 'aceb haber söylemiş 'Attâr
0 kim sırrın günül içinde esrar
0 'Attâr kim bu Mantık'ı o düzmiş
Karada istemiş deryayı süzmiş
Dimiş ki Kât tagında bir ulu kuş
Anı gören özin kıldı ferâmûş
O Sîmurgun mekânı kûh-ı Kâf'da
İşidildi bu haber her tarafda
Bu cümle kuşlarun sultânı oldur
Kamu ansuz sûretdür canı oldur
Otuz bin kuş anı isdeyi gitdi
Kalanı yolda kaldı biri yitdi
4. Mükâleme ve soru yoluyla anlatma
Tekke şairleri, tasavvuf! bilgi ve motifleri zaman zaman karşılıklı "soru-cevap" şeklinde de anlatmaktadırlar. Bunlar tasavvufun bazı prensiplerini anlatmaya geçmeden önce bazen bu prensipler hakkında arka arkaya sorular sorarlar, cevaplar verirler. Böylece fikirlerini "soru-cevap" yoluyla daha tesirli bir hale getirirler.
"Soru-cevap" türünün en tipik misâlini Âşık Yunus'un "Dertli Dolab"ı ile Kaygusuz Abdal'ın "Dolabnâme"sinde görürüz. Âşık Yunus, "Dertli Dolabında; "Su Dolabı"na "Niçin inlersin?" diye sorar. O da "Benim derdim vardır. O da Mevlâ'ya olan aşkımdır, onun için inlerim" diye cevap verir. Kaygusuz Abdal "Dolabnâme"sinde Su Dolabı'na "Niçin yüzünü dâima suya sürersin, bağrın niçin delik, gözlerin niçin yaşla dolu, bu kadar zahmeti niçin çekersin?" diye sorar. Dolabda, bir ağacın başından geçen serüveni söyleyerek cevaplandırır.
Âşık Yunus ve Kaygusuz Abdal'm bu türden eserleri tasavvufî motifleri, mecazlarla da anlatmaktadırlar. Bunun yanında tasavvufî bilgiler bakımından "soru-cevap" örneğine XVII. yüzyıl Tekke şairlerinden Niyâzi-i Mısrî'de de rastlıyoruz. O, tasavvufa ait bilgileri "tasavvufun ibtida ve intihasının" ne olduğunu "soru-cevap" yoluyla herkesin anlayabileceği bir tarzda söylemektedir.
Niyâzi-i Mısrî "soru-cevap" adlı bu risalesinde tasavvufî; Yunan, İran, Hint ve Batı tesir ve tarifinden uzak bir şekilde tam manasıyla İslam Şeriatı içinde tarif eder. Onu Müslümanın inanç temellerine uygun ve inandığı doğrultuda anlatır.
Burada Âşık Yûnus'un "Dertli Dolab"ı ile Kaygusuz Abdal'ın "Dolabnâmes"i ni örnek olarak vermek isterim;
"Dertli Dolab'da Âşık Yunus, su dolabına niçin inilersin?" diye sorar. Dolab da şöyle cevap verir: "Benim derdim vardır. O derdim de Mevlâ'ya olan aşkımdır. İşte onun için ve Allah'ın emri böyle olduğu için, hem hizmet-i ibadetimi yaparım, hem de inilerim-şükrederim. Ben dağda bir ağaç idim. Bir gün bir şahıs geldi, beni bu dağda buldu, dalımı budağımı kırdı ve beni dolaba layık gördü. Soma da dülgerler beni yondu, her âzâmı yerli yerine koydu ve ben böylece dolab oldum. Suyu alçaktan alıp yukarı çekerim, dönüp yukarıdan aşağıya dökerim. Gördüğünüz gibi ben, gece-gündüz durmadan neler çekerim. Bir dağın ağacı olmama, alçaklardan su alıp yükseklere dökmeme ve bütün acılanma rağmen hiç şikâyetçi değilim. Bilâkis Mevlâ'nın beni böyle bir hizmete lâyık gördüğünden dolayı da duacıyım" der.
Âşık Yunus, neticede Allah'a olan aşkını ve günahlarının affı için döktüğü göz yaşlarım dile getirir ve onun için inlediğini ve bu iniltinin bir acı iniltisi olmadığım, bilâkis şükrâne teşbihi olduğunu söyler:
İşte Dertli Dolab'ın metni
Dolab niçün inilersin derdüm vardur inilerim
Ben Mevlâya âşık oldum onun içün inilerem
Benüm adum dertli dolab suyum akar yalap yalap
Böyle emreylemiş Çalab anun içün inilerem
Beni bir dağda buldılar kolum kanadum kırdılar
Dolaba lâyık gördiler anun içün inilerem
Niyâzi-i Mısri bu risalesinde şu sorulan sorar ve yine kendisi cevap verir:
- Tasavvufun ibtidası nedir?
- Tasavvufun intihası nedir?
- Avam ve sofilerin mabeynin-deki fark nedir?
- İman-ı tahkikinin tarifi nedir?
- Sofiler akaidde ve ameliyyatda ne mezhebdedirler?
- Bâyezid-i Bistâmi hangi mezhebdendir?
- Sofilerin ekseri sözlerinden tenâsühî mezhebinden oldukları mı anlaşılıyor?
- Sofiler tenâsuhî ve diğer mezhebleri dahi rûşence beyan mı ediyorlar?
- Bunlar şeriat tarafından haram kılınan şeylerin bazılarını helâl mi sayıyorlar?
- Dünyada iken Allah'ın görünmesi mümkün müdür?
- Bir şeyin âsârını görmek kendisi görmek gibi olur mu?
- Asarın görülmesi meselesi nedir?
- Sofilerce cennet ve cehennem korkusu ne demektir?
- Şeriat ve hakikat nedir?
- Bir kimsenin zahir ile amel etmesi o kimsenin imanını eksik kılar mı?
5. Delil ve İsbat Yoluyla Anlatma
Tekke şairlerinin erinin sık sık baş vurduğu yollardan biri de fikrini âyet, hadîs ve kelâm-ı kibarlarla takviye etmektir. Bilhassa tasavvufun çıkış noktası olan "men 'arefe nefsehu fekad 'arefe rabbehu" hadîsini çok sık kullanır. Budalanâme'den aldığımız şu örnekler, Kaygusuz'un bu anlatım tarzına tipik misal teşkil ederler:
Küllü men 'aleyhâ fan didi Kur'anda Hakîm
Bu hükümde cümle eşya ser-be-ser yeksan geçer.
Başta anasın anda vatanun
Aslına yitişe kavuşa cânun
Hubbu'l-vatan mine'l-imândur
Dut nebî sözini cana cândur
Mustafa sözini dut ki hakdur
Geldün yine gitmeğe yarakdur
İy sıfâtun Kulhuvallahü ahâd
Her dem içinde kadirsin her sahâd
Cümle sırrı sen bilürsün iy Kadir
Bî-şeriksin bî-misâlsin bî-nazir.
Mâlikü'l-mülksün Kadîm ü lem-yezâl
Mahlûkun Hâlik'i sensün Zü'l-celâl
Değme bir zerrede bin dürlü 'aceb
Sen bilürsün sen kılarsun iy Çalab
Sırate'l müstakim düpdüz yol oldu
Özini anlayan külli ol oldı
D. Diğer üslûp özellikleri
Tekke şairlerinin kullandığı kelime hazinesi ve başvurduğu anlatım şekilleri yanında tekrir, seci, mecaz, atasözleri ve deyimler gibi dikkati çeken daha başka üslûp özellikleri de vardır. Bunları sırasıyla görelim:
1. Tekrir
Tekrir, Tekke şairlerinin en çok başvurduğu unsurlardan biridir. Manzum eserlerde, bilhassa mısra başlarında kullanılan tekrarlamalar şiirlere yüksek bir heyecan katar.
Bu ışk-ıla cihan oldı münevver
Bu ışk-ıla döner künbed-i devvâr
Bu ışk-ıla denizler cûşa geldi.
Bu ışk-ıla felek cünbüşe geldi
Bu 'ışk-ıla 'âlem pür-nûr olupdur
Bu 'ışk-ıla gönül ma'mûr olupdur