19. YÜZYILDA TÜRK SAZ ŞİİRİ
ÂŞIK ŞEM’Î
Asıl adı Ahmed olup 1783’te Konya’da doğmuş, 1839 (bazı kaynaklara göre ise 1834)’da yine Konya’da vefat etmiştir. İstanbul’a ve Hacca gitmiş, aruzla ve dinî muhtevalı şiirler söylemiştir. Eski kültürümüzü oldukça iyi bilen Şem’î’nin ölümünden sonra basılan ve sadece aruzlu şiirlerinin yer aldığı divânı büyük ilgi görmüştür. Hece vezni ile yazdığı şiirleri sayıca azdır ve bilhassa destânları önemlidir.
Şiirlerinin dili oldukça ağdalıdır; bunda, aruzla yazmanın izlerini aramak gerekir. Klâsik şairlerimizden başka, başta Âşık Ömer olmak üzere aruzla da yazan halk şairlerimizin tesiri görülür.
Mevlevîliğe de intisap ettiği söylenir. Mezan, Mevlânâ Müzesi’nin hemen yanıbaşındadır.
Torunu Emine de âşık olup “Şem’î’nin Gülü”, “Şem’î’nin Kızı” gibi mahlaslarla şiirler söylemiştir.
Hızrî’de adı sayılan Şem’i şairimiz olabilir.
Çevrilir başıma cihan dâr olur
Bana efendimden itâb olunca
Bülbül gibi işim âh u zâr olur
Gül yüzünden ref'-i nikâb olunca
Efendim beğendim tarz-ı edânı
Anınçün çekerim cevr-ü cefânı
Boşlamam dilimden medh ü senânı
Sine girip tenim türâb olunca
Derunum şehrini odlara yakma
Nusha'i kübrâdır gönül hor bakma
Mevlânın yapısın katidip yıkma
Ta'mir kabul itmez harâb olunca
Derd-i aşkın ile şişte püryânım
Semyâya ser çekti âh u figânım
Safâ mı kesbittin benim sultânım
Şem'î'nin ciğeri kebâb olunca
Şimdiki dilberler söze uyarlar
Bakmazlar gedâya ararlar bayı
Anlar dâim atlas libas giyerler
Beğenmezler bizim eski abayı
Cilây-ı kalbtir aşk olmaz mı vâkî
Bu cihan kimseye kalmadı bâkî
Mevlâyı seversen mey sunan sâkî
Nevbetim geldikçe kesme çabayı
Güzel ahlâkına dil oldu hayran
Mevlâm işimizi eylesin âsân
Hatıra geldikçe oğul Ali can
Çıkarma gönülden Şem'î Babayı
ÂŞIK ŞENLİK
Asıl adı Hasan olup 1850’de Çıldır’ın Suhara (Yakınsu) köyünde doğmuş, 1913’te Arpaçay’da vefat etmiştir. Babası, köyün kurucularının torunu olan Molla Kadir’dir. Belli bir tahsili yoktur. Ustası, Hasta Hasan’ın çırağı olan Âşık Nuri’dir.
Doğu Anadolu Bölgesinin en ünlü âşığıdır. Şiirleri bu gün bile dillerden düşmemektedir. Zaman zaman yapılan anma geceleri, onun daha çok tanınıp sevilmesine yol açmıştır. Devrinde yendiği pek çok ünlü âşığın, onu ortadan kaldırmak üzere yemeğine “vadeli ağu” koyup ölümüne sebep olması, onun daha çok sevilmesinin sebeplerinden biri de olabilir.
Onun tesiri, az da olsa çağdaşlarından Sümmanî, daha sonrakilerden Âşık Elesker ve Zülâlî gibi ünlü âşıklar üzerinde de görülür. Oğlu Kasım, torunlarından Nuri, Yılmaz ve Salih de âşıktır.
Tasnif ettiği üç hikâyesi vardır: Lâtif Şah (1873), Sevdakâr (1891), Salman Bey(1893). Bu hikâyeler bu gün de bölgede anlatılmaktadır.
Günümüz şairnâme yazarlarının çoğu Şenlik hakkında çeşitli görüşlerini dile getirmişlerdir: “Şenlik âşığı zehir öldürdü” (Feryadı), “Şenlik’le garip gönlüm şenlendi” (T.Kılıç).
Ehl-i İslâm olan işitsin bilsin
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana
İsterse Uruset ne ki var gelsin
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana
Gurşanın gılıcı geyin donu
Gavga bulutlan sardı her yanı
Doğdu goç yiğidin şan alma günü
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana
Gavga günü nâmert sapa yer arar
Er olan göğsünü düşmana gerer
Cemi ervah bizden meydana girer
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana
Asker olan bölük bölük bölünür
Sandınız mı Gars galası alınır
Boz atlar üstünde gılıç çalınır
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana
Hele Alosman'ın görmemiş zorun
Din gayreti olan tedârik görün
At tepip baş kesin Kazak'ı kırın
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana
Benesferdir bilin Urus'un aslı
Orman yabânisi balıkçı nesli
Hınzır sürüsüne dalıp kurt misli
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana
Şenlik ne duruşuz atlara minin
Sıyra gılıç düşman üstüne sürün
Artacaktır şanı bu Alosman'ın
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana
İster ihtiyar ol ister nevcivân
Bu dünyada bâki kalan öğünsün
Merahsız fikirsiz gamsız her zaman
Her zaman şâd olur gülen öğünsün
Müddet ki Hazret-i Âdem'den beri
Ohunmaz defteri bilinmez sırrı
Bu dünyadan gitti nice min biri
Ahrattan dünyaya gelen öğünsün
Sefil Şenlik diyer bu dünya fâni
İskender Urusta Süleyman hani
Ecel pazarından kurtaran canı
Azrail'den möhlet alan öğünsün.
ÂŞIK TÂHİRÎ
Asıl adı Mehmed olup 1812’de Altunhisar’da doğmuş, tahminen 1883’te Ulukışla’da vefat etmiştir. Mahalle mektebinden sonra gittiği Bor ve Kayseri’deki medreselerde kendisini yetiştirmiştir. Köyünde çiftçiliğin yanımda imamlık ve vaizlik de yapmıştır. Ustasının Şifaî olduğu kabul edilir; Nidâî adlı bir de çırağı vardır.
Ömrünün son yıllarında âşâr kâtipliği yaptığı sırada Ulukışla’da vefat etmiş ve gömülmüştür. Kasabasının adı bir ara Ortaköy olduğu için, Ortaköylü Tâhirî diye anılır.
O, hem hece, hem de aruz veznini kullanmış; ilkinde daha çok ölüm ve ayrılık gibi konulara eğilirken İkincilerinde tasavvufî konulan işlemiştir.
Şairnâmelerde adına rastlanmamıştır.
Salını salını gelen güzeller
Biraz eğlenip de durmaz mısınız
Mevlâm sizi bizim için yaratmış
Bir Tanrı selâmı almaz mısınız
Gonca iken solar bir gün gülünüz
Söylemeden kalır bülbül diliniz
Bu gün varlıktadır sizin eliniz
Güzellik zekâtın vermez misiniz
Tâhirî bilmez mi nâmus u ârı
Almışım boynuma zincir-i dârı
Sizin derdinizden oldum serseri
Hiç derdli hâlimden bilmez misiniz
BAYBURTLU CELÂLİ
Asıl adı Ahmed olup 1850’de Pulur (Demirözü) ilçesine bağlı Tahsini (Ozansu) Köyünde doğmuş, 1915’te Bayburt-Ozansu arasında vefat etmiştir. Babası Nasuhoğullarından Abuş Dayı’dır. Medreseye devam eder. Nakşibendidir. Bu sebeple saz çalmaz.
Şiirlerini, Mahmud adlı güzel sesli bir genç ezberler ve her yerde okurmuş. Ağıdı ve başta “Güzeller Destanı” olmak üzere şiirleri bölgede büyük ilgi görür.
Zihnî’den aldığı tesirle yazdığı şiirleri vardır. Yörenin şairleri üzerinde belirli bir tesiri olduğu gözlenir.
Feryâdî’de, geçen Celâli âşığımız olmalıdır.
Güzellerin yığnağına uğradım
Birer birer beri gelin güzeller
Her biri geldikçe can tazelenir
Söndürürsüz yangınları güzeller
Söndürürsüz kurtarırsız cefâdan
Deli gönül kâm almadı safâdan
Siyah mûylar ser çekmiştir fezâdan
Bağlatırsız rûzigârı güzeller
Rûzigâr değince sırma telize
İnanılmaz sizin ferzenk dilize
Elli kadem bağlamışsız belize
Kuşanmışsız hub kemeri güzeller
Kuşanmışsız hub kemeri bellere
Meyil vermiş olur olmaz kullara
Şerefiz yücedir düştüz dillere
Artırısız âh ü zârı güzeller
Âh ü zâr almayın olursuz âsi
Tatlı olur güzellerin busesi
Koynunda açılmış güller bahçesi
Yetürmüşsüz çifte narı güzeller
Çifte nar değmesin birbirine
Yetemedim güzellerin sırrına
Kan edersiz bir busenin yerine
Haram etmen helâl kârı güzeller
Haram etmeyin ki helâl edesiz
Daim siz de bu şan ile gidesiz
Cennet bahçesinde huri kalasız
Âşıkların muteberi güzeller
Muteberlik size memur kalanda
İki hasret birbirini bulanda
Ya bir düğün ya bir seyran olanda
Kuşanırsız dalcı narı güzeller
Kuşanırsız dalcı narı hâreden
Ak memeler buse ister yaradan
Güzelliği size vermiş Yaradan
Ter vurmuştur taze karı güzeller
Taze karsız güzelliği de caba
Al giyinip bağlanmışsız hem d'ıbâ
Ne bir şehir koyduz ne bir kasaba
Virân ettiz her diyârı güzeller
Her diyârda adız çıktı asmâna
Sizi gören kail Hurşit kemâna
Meyil vermiş delikanlı cihâna
Gözetleyin emektarı güzeller
Emektarı gözetleyin cennetten
Elbet bir gün bu can çıkar cesetten
Celâli medheder sizi gayetten
Âşıkların umutları güzeller
BAYBURTLU ZİHNÎ
Asıl adı Mehmed Emin olup 1797’de Bayburt’ta doğmuş, 1859’da Maçka civarında Olasa (Bahçeyaka) Köyünde vefat etmiştir. Babasının adı Osman’dır. Şiirlerinin incelenmesinden, onun iyi bir tahsil gördüğü anlaşılmaktadır. 1816’da başlayan ve sık sık istifa ve sürgünlerle geçen memuriyet hayatı hemen hemen ölümüne kadar sürer. İnatçı mizacı, isyânkâr ruhu, mısralarında yer aldıkça huzuru kaçacaktır. O, bütün bunları Sergüzeştnâme adlı eserinde manzum olarak hikâye edecektir.
Divânını 1839’da saraya takdim eder. Bunun geliştirilmiş bir şekli olduğunu tahmin ettiğimiz Dîvân-ı Zihnî, ölümünden sonra oğlu Ahmed Revâyî tarafından yayımlanır. Burada bütünüyle aruz vezniyle yazılmış şiirleri yer almaktadır. Hece vezni ile yazdığı şiirleri ve asıl şöhretini sağlayan destanları Sergüzeştnâme’sinin sonunda yer almaktadır. Onun üçüncü eseri, Kitâb-ı Hikâ-ye-i Garibe adı taşıyan, manzum parçalarla da süslenen ve romana geçişte bir basamak teşkil eden eseridir.
Bazı şiirleri bestelenmiş olup musiki meclislerinde hâlâ okunmaktadır.
Hakkında, Bahçe-i Safâ-Endûz, Osmanlı Müellifleri, Hatimetü’l-Eş’âr, Son Asır Türk Şairleri gibi eserlerde bilgi bulunmaktadır.
Vardım ki yurdundan ayağ göçürmüş
Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı
Camlar şikest olmuş meyler dökülmüş
Sâkîler meclisten kesmiş ayağı
Hangi dağda bulsam ben o maralı
Hangi yerde görsem çeşmi gazali
Avcılardan kaçmış ceylan misâli
Gitmiş dağdan dağa yoktur durağı
LâLeyl sümbülü gülü hâr almış
Zevk u şevk ehlini âh ü zâr almış
Süleyman tahtını sanki mâr almış
Gama tebdil olmuş ülfetin çağı
Zihnî dehr elinden her zamân ağlar
Vardım ki bağ ağlar bağıbân ağlar
Sümbüller perîşân güller kan ağlar
Şeydâ bülbülü terk edeli bu bağı
***
Öz otağı terk eylemiş
Özge maral olmuş gelir
Şems u kamer bileşince
Hurşîd cemâl olmuş gelir
Arasalar bu dünyâyı
Ne mümkün bulmak tayı
Zihnî görmüş o Leylâ'yı
Mecnûn misâl olmuş gelir
EŞEK DESTANI
Kırık Bayrakdâr'ın eşek fıkrası
Gâyet firkatlidir dinLeyin anı
Kan'da doğmuş Kitrevân'da gebermiş
Leng-i Timur vaktinden kalma külhâni
Üzerinden üç bin kolan geçirmiş
Üç bin kuskun üç bin palan geçirmiş
Bin yük odun bin yük saman geçirmiş
Seksen bin de Erzincân'ın soğanı
Çok rakı taşımış meyhânelerden
Çok süprüntü çekmiş kâşânelerden
Çok kasnak yüklenmiş çingânelerden
Yarım rub' arpa ile boylamış Van'ı
Çorak'tan Bayrakdâr arpa yüklemiş
Kellesine çarpa çarpa yüklemiş
Gâlibâ külhânî sarpa yüklemiş
Üzdüler gönünü çıkmazdan cânı
Gelbulas önünde eğmiş semeri
Yükü semerinden bir karış geri
Galiba çok imiş eşeğin zoru
Gözünde olmasa arpadan yanı
Düşmüş küreğinden kolu yüzülmüş
Yükü ağınmış beli yüzülmüş Kırık
Bayrakdâr'ın eli yüzülmüş
Şehre düşmüş arar eşek lokmânı
Şimdi kurd lingine bindi Bayrakdâr
Eşekten düşmüşe döndü Bayrakdâr
Ta bir baş şehere indi Bayrakdâr
Sorar dükkân dükkân eşek dermânı
Neresi kırılmış deyü sordular
Kimi nala kimi mika urdular
Sonra keçel sakız haber verdiler
Yaptırıp kop etti gör bu seyrânı
Horladı görünce Kırık Bayrakdâr
Yaklaştı yanına gördü canı var
Dendi noldun ey merkeb-i kafâdâr
Yer misin getirsem arpa samanı
Dedi ki zâhirde ben senden eşek
Ve-lâkin mâ'nâda sen benden eşek
Dişlerin sırtarmış ey benden eşek
Kulak yok kuyruk yok sıpkaç palanı
Neylesin ki üryân olmuş bîçâre
Sefîl baykuç teği sarılmış yâre
Dört ayak bir kuyruk kalmış ne çâre
Çekmişler nalların çıkmış çevânı
Nallarım çektiler gözüm bakardı
Kuyruğum kestiler yaşım akardı
Gelbulaslı Yakûb gönüm çıkardı
Köylüler pay etti geri kalanı
Ben de bilse idim durmaz gelirdim
Eşeğin hâlinden ben de bilirdim
Derisini soyar yağın alırdım
Nice bir çekeyim ben bu yavânı
Bayrakdâr eşeğin noldu dediler
Kodalfya kâdı oldu dediler
Eşek mesnedini buldu dediler
Sen ara bul derisini soyanı
Sağ eşek boğazlanmaz ey kanlı zâlim
Gâyet perîşân oldu bu benim hâlim
Bu sene gün attı benim ikbâlim
Kırk yüz saman bana etti ziyânı
Fetvâya danıştım buldu yerini
Dedi ki alırsın üçün birini
Şâhidin birisi şeyhin torunu
Birisi de Varıcna'nın çobanı
Semgütlü Gafûr'a gider hırlarım
Kapısında eşek gibi zırlarım
Hâkim efendiye varır zorlarım
Yıkarım başına halk-ı cihânı
Hırladı zırladı kaldı Bayrakdâr
Bıraktı Bayburd'a geldi Bayrakdâr
İmâmın yuduğun aldı Bayrakdâr
Zihnî de bitirdi bu dasitânı
CEYHUNÎ
Asıl adı Çördükoğlu Ömer olup 1832’de Zile’de doğmuş, 1912’de Alaca’nın İsacalı Köyünde vefat etmiştir. Babasının adı Ahmed’dir. Tahsili hakkında kesin bir bilgimiz yoktur.
Erzurumlu Emrah’ın çırağı olan Nuri’nin çıraklarındandır. Kendisi de pek çok çırak yetiştirmiştir. Niksarlı Bedri ve Kardeşi Çevri, Zileli Mevcî, Tokatlı Cemâli, Sivaslı Pesendî, vs. O, gezilerine bu çıraklarından bazılarını da beraberinde götürmüştür.
Bir ara İstanbul’da bulunmuş, Çırpıcı ve Veli Efendi Çayırlarında semaî kahvelerinde mesleğini icra etmiştir. 12 telli çöğürü çalmadaki ustalığı sebebiyle şöhrete ulaşmıştı.
Şairnâmelerde adına rastlanılamamıştır.
Kürre-i sevdaya uğradı yolum
Bir ateş verdiler ocaklarından
Dedim çekemem bu zaif kulum
Dedi oku aşkın sabaklarından
İkrar verip aldım anın behini
Çaldım o meydanın def ve neyini
Erenler kurmuşlar vahdet meyini
Bana da sundular çanaklarından.
Ledün ilmi derler mahremi oldum
Katre-i vücudun gulzemi oldum
0 tıfl-ı şirinin Meryem'i oldum
Geçtim o tenhaca sokaklarından
Sırr-ı Enelhak diyecek kimdir
Kanaat lokmasın yiyecek kimdir
Melamet hırkasın giyecek kimdir
Ceyhunî var Nuri çıraklarından
DADALOĞLU
Asıl adı Veli olarak söylenmekte olup 18. yüzyılın ikinci yansında bir Av-şar obasında doğmuş ve 1868’den sonra yine bir obada vefat etmiştir. Doğumu için ileri sürülen tarihler çok farklı olup 1765, 1785 ve 1790’dır. Babasının adı Âşık Musa’dır. Onu, annesi tarafından Nadir Şah’a (1733-1747) kadar çıkaranlar vardır.
Tahsili ve ustası hakkında hiç bir bilgimiz yoktur, ancak bu konularda babasının yardımcı olduğunu söyleyebiliriz.
Onu şimdiye kadar İmparatorluğa başkaldıran bir şair olarak göstermişler ve onun gerçek cephesine pek eğilmemişlerdir. O da, tıpkı bir Karacaoğlan gibi lirik şiirler söylemiş, Avşar güzellerine karşı beslediği duygulan mısralara dökmüştür.
Şiirlerinin tamamına yakını ağızdan derlenmiştir. Ünlü Hurşit ile Mahmihri Hikâyesii’ni de onun tasnif ettiği söylenir; bizce bu görüş doğru değildir.
Günümüzün şairnâmelerinde onu hep iskân, göç, çadır gibi kavramlarla birlikte düşünülmüş olarak görmekteyiz.
Bizim yaylamız meşeli
Gibinde güller döşeli
Altı top top menevşeli
Kızlar gelir yaylamıza
Bizim yaylamız atl'olur
Sütü kaynıağı tatl'olur
Kız gelinden kutlu olur
Kızlar gelir yaylamıza
Bizim yaylamız kayalı
Pınarları süt mayalı
Kilerinde kar dayalı
Kızlar gelir yaylamıza
Bizim yaylamız oluklu
Akar suları balıklı
Dadaloğlu'm çift belikli
Kızlar gelir yaylamıza.
***
Şu yalan dünyaya geldim geleli
Severim kır atı bir de güzeli
Değip on beşime kendim bileli
Severim kır atı bir de güzeli
Atın beli kısa boynu uzunu
Kuru suratlısı elma gözünü
Kızın iplik iplik süt beyazını
Severim kır atı bir de güzeli
Atın höyük sağrı kalkan döşlüsü
Kalem kulaklısı çekiç başlısı
Güzelin dal boylu samur saçlısı
Severim kır atı bir de güzeli
At koşu tutmasın çıktığı zaman
Yalı kaval gibi yıktığı zaman
At dört kız on beşe yettiği zaman
Severim kır atı bir de güzeli
Dadaloğlum hile yoktur işimde
Yiğit olan yiğit görür düşünde
At dördünde güzel on beş yaşında
Severim kır atı bir de güzeli
Kalktı göç eyledi Avşar elleri
Ağır ağır giden eller bizimdir
Arap atlar yakın eyler ırağı
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir
Belimizde kılıcımız kirmani
Taşı deler mızrağımın temreni
Hakkımızda devlet etmiş fermanı
Ferman padişahın dağlar bizimdir.
Dadaloğlu’m yarın kavga kurulur
Öter tüfek davlumbazlar vurulur
Nice koç yiğitler yere serilir
Ölen ölür kalan sağlar bizimdir
Çıktım yücesine seyran eyledim
Cebel önü çayır çimen görünür
Bir firkat geldi de coştum ağladım
Al yeşil bahçeli Kaman görünür
Şaştım hey Allah'ım ben de pek şaştım
Devrettim Akdağ'ı Bozok'a düştüm
Yozgat'ın üstünde bir ateş seçtim
Yanar oylum oylum duman görünür
Biter Kırşehir'in gülleri biter
Çığrışır dalında bülbüller öter
Ufakçık güzeller hep yeni yeter
Güzelin kaşında keman görünür
Gönül arzuladı Niğde'yi Bor'u
Gün günden artmakta yiğidin zârı
Çifte bedestenli koca Kayseri
Erciyes karşında yaman görünür
Dadaloğlu'm der de zatınan zatı
Çekin eyerLeyin gökçe kır atı
Göçmek değil bizim elin muradı
Ak yâre gitmemiz güman görünür
DELİ BORAN
Asıl adı Hanefi olup 1838’de Çorum’un Sarımbey köyünde doğmuş, 1898’de yine aynı yerde vefat etmiştir. Hayatı etrafında ve “Deli” lakabı almasıyla ilgili pek çok şey söylenmektedir. Ayrıca Küpeli Hanım adlı bir kadınla arasında geçtiği kabul edilen bir de hikâye vardır.
Yaşadığı çevrede yetişen âşıklarla yaptığı atışmalar sebebiyle biraz daha fazla tanıyabildiğimiz âşığımızı, köyün kurucuları Binboğalardan geldikleri için, güneyli olarak kabul edenler de vardır.
Torunları hâlâ o bölgede yaşamaktadır.
Şairnâmelerde adına rastlanılamamıştır.
Osman Paşa der ki vardık beriden
Bize kuvvet verdi Mevlâ'm Yaradan
Gözledim bir imdad gelmez geriden
Tükendi cephanem gittim yesire
Uyurdum rüyamda girdi düşüme
On'ki çoban geldi durdu karşıma
Seksen bin evladı verdim boşuna
Kalmadım geri gittim yesire
Bir taburda çevirdiler tuttular
Hesapsız da neferim mahvettiler
Beş taburu bir vapura kattılar
Yedi sancak içre gittim yesire
Edirne kapusu hem Gelibolu
Tuna boyundadır Moskof'un yolu
Boşuna elden gitti bu Rumeli
Bozuldu ittifak gittim yesire
Deli Boran bunu böyle söyledi
İndi aşkın deryasını boyladı
Moskof yesirini Muhammet neyledi
Çok iltifat eder Moskof yesire
DERTLİ
Asıl adı İbrahim olup 1772’de Gerede’nin Yeniçağa (Reşadiye) bucağına bağlı Şahnalar Köyünde doğmuş, 1845 yılında Ankara’da vefat etmiştir. Babasının adı Ali’dir. Onun ölümünden sonra rahatı kaçar ve Dörtdivan’ın Deveciler köyündeki akrabalarına sığınır. İstanbul’a gider, işsiz kalır; kısacası onun hayatı pek çok sıkıntıyla geçer. Konya’daki şöhretli âşıklık yıllarından sonra on yıl kalacağı Mısır’a gider. Bu yıllarda mahlası Lütfî’dir.
Başına buyruk yaşama arzusu yuvasını terk etmesine yol açar. Sazı omzunda Ankara, Sivas, Amasya, Çankırı vs. dolaşır, durur. 1840’ta intihara teşebbüs ederse de kurtarılır. O, bu olaylardan sonra Dertli mahlasını kullanacaktır.
Hem hece, hem aruz veznini kullanmıştır. Birincilerdeki yabancı kelime fazlalığına ek olarak İkincilerde dil ve yapı kusurları vardır. Pek çok klasik şairimizin tesirinde kalmıştır. Geredeli Figânî, Mudumulu Yağcı Emin gibi çıraklar yetiştirmiştir.
Dinî konulara rahat bir üslûpla yaklaştığı için din adamlarıyla arası pek iyi değildir. Ünlü “Telli saz” şiiri bu konuda büyük gürültüler koparmıştır. Dîvân’ı birkaç defa basılmıştır.
Dertli’ye yer veren bütün şairnâmeler ondan bahsederken çile, feryat, dert, gurbet, yurdunu terk etme gibi konulan ele almıştır.
Telli sazdır bunun adı
Ne âyet dinler ne kadı
Bunu çalan anlar kendi
Şeytan bunun neresinde
Abdest alsan aldın demez
Namaz kılsan kıldın demez
Kadı gibi harâm yemez
Şeytan bunun neresinde
Venedik'ten gelir teli
Ardıç ağacından kolu Be
Allah'ın sersem kulu
Şeytan bunun neresinde
İçinde mi dışında mı
Burgusunun başında mı
Göğsünün nakışında mı
Şeytan bunun neresinde
Dut ağacından teknesi
Kirişten bağlı perdesi
Behey insanın teresi
Şeytan bunun neresinde
Dertli gibi sarıksızdır
Ayağı da çarıksızdır
Boynuzu yok kuyruksuzdur
Şeytan bunun neresinde
***
Seyrimde bir şehre eyledim nazar
Gördüm elvan dolu meyhaneler var
"Teşne var mı" deyu sâkîler gezer
Ellerinde dolu peymâneler var
Bir takım doldurup bir takım sunar
Bir takım susayıp bir takım kanar
Bir takım tutuşup bir takım yanar
Bir takım aşk ile mestâneler var
Bir eli kâseli bir eli taslı
Bir takım şâh-zemîn bir takım yaslı
Bir takım delidir bir takım uslu
Bu meydandır bunda merdâneler var
Âşıklar pirine anda yan verir
Bu seyrandır dilden dile şan verir
Hast'olmadan yâr yoluna can verir
Nice Dertli gibi divâneler var
***
Harâba kul olduk bezm-i âlemde
Abâd olsak da bir olmasak da bir
Düştük çare nedir dâme âlemde
Azâd olsak da bir olmasak da bir
Aşk oduna yanmış ciğer-kebâbız
Hicr ile giryânız dide pür-âbız
Yapılmış yıkılmış hâne-harâbız
Bünyâd olsak da bir olmasak da bir
Biz Şirin elinden aşk meyin içtik
Hak ile bâtılı fark edüp seçtik
Varlık dağlarını deldik de geçtik
Ferhad olsak da bir olmasak da bir
Ey Dertli âlemde biz şâh-ı diliz
Hak'tan hakikatten âgâh-ı diliz
Tarik-ı esrâra ervâh-ı diliz
İrşâd olsak da bir olmasak da bir
ERZURUMLU EMRAH
Yaygın bir üne ve kendi adıyla anılan bir âşık kolunun kurucusu olmasına rağmen Emrah’ın sadece doğum ve ölüm yerlerini bilebiliyoruz: Erzurum’un Ilıca ilçesine bağlı Tanbura Köyü-Tokat’ın Niksar İlçesi. Araştırıcılar doğum ve ölüm tarihleri için çok farklı tarihler ileri sürmektedir: 1777-1784, 1814-1819 arası; 1854, 1864, 1876.
Şiirlerine bakarak onun medrese eğitimi gördüğünü söyleyebiliriz. Anadolu’nun pek çok ilini dolaşmış, birkaç defa evlenmiştir. Bu dolaşmaları ona Tokatlı Nuri ve Gedâî gibi ünlü iki çırağı kazandırmıştır. Her iki çırağı da pek çok çırağı yetiştirmiş ve bölgeyi adeta bir Emrah sevgisiyle kaplamışlardır.
Aruz vezni ile olan şiirleri, hemşehrisi Mehmed Abdülaziz Erzurumî tarafından Dîvân-ı Emrah (1916) adıyla yayımlanmıştır. Onun hece vezni ile yazdığı ve Dîvân’ına alınmayan şiirleri ise çeşitli mecmua ve cönklerde yer almaktadır.
Emrah’ın, adaşı Erçişli Emrah’la karıştırılması, son yıllarda yapılan çalışmalarla büyük ölçüde giderilmiş ve daha genç olanı da gereksiz töhmetlerden kurtarılmıştır.
Aruz ile yazdığı şiirleri klasik şiirin kokusunu taşımakta, hece ile yazdıkları ise, bu kokudan pek de kurtulmuşa benzememektedir.
Şairnâmelerde verilen bilgiler onun her hangi bir özelliğini ortaya koyacak vasıfta değildir.
Bana senden gayrı dildâr gerekmez,
Bir hâne bir halvet bir de sen gerek,
Bezm-i muhabbette ağyâr gerekmez,
Bir sâki bir şerbet bir de sen gerek.
Kaşların çatılmış sitemli didâr,
Melek-zâde misin ey perî ruhsar,
Bu kadar letâfet çünkü sende var,
Beyaz gerdanında bir de ben gerek.
Emrahî fedâdır uğruna canlar,
Bu yolda can verdi gedâlar hanlar,
Yâr yârına kavuşacak zamanlar,
Zamâne bir hoşça gönül şen gerek.
***
Dedim dilber sen de sevdakâr mısın
Dedi senden evvel nâre ben yandım
Dedim doğru söyle bana yâr mısın
Dedi sâdık yârim gönülden andım
Dedim gel ağyârı ferâmuş eyle
Dedi terk eyledim gönlüm hoş eyle
Dedim câm-ı aşkı sen de nûş eyle
Dedi çoktan anı nûş edip kandım
Dedim gerdânına benler dizilmiş
Dedi görenlerin kalbi üzülmüş
Dedim mahmur musun gözler süzülmüş
Dedi hâb-ı nâzdan şimdi uyandım
Dedim Emrah gibi var mı âşığın
Dedi elbet benim senin lâyığın
Dedim hâlinde bil bağrı yanığın
Dedi bilmez idim anca inandım
***
Gene bahar oldu açıldı güller
Bülbül-i şeydâlar bağlarda gezer
Bir saçı leylâ'ya meyil verenler
Elbet Mecnûn olur dağlarda gezer
Ne sönmez ateştir aşkın ateşi
Gittikçe arturur serde savaşı
Yâr senin aşkından çeşmimin yaşı
Bahar seli gibi çağlar da gezer
Emrah tek tıfıldan bağrı yanıklar
Bezm-i mahabbette kalbi sadıklar
Ma’şûkundan cüdâ düşen âşıklar
Rûz ü şeb âh eder ağlar da gezer
GEDAÎ
Asıl adı Ahmed olup 1826’da Tokat’ta doğmuş, 1899’da İstanbul’da vefat etmiştir. Ömrünün bir bölümünü arzuhalcilikle geçirdiğine ve aruzla oldukça başarılı şiirler yazabildiğine göre iyi bir tahsil görmüş olmalıdır. Genç yaşında Tokat’tan ayrılır ve Beşiktaş’a yerleşir. Bu sebeple bazı araştırıcılar onu “Beşiktaşlı” diye tanıtırlar. Sazı ve sesinin güzelliği Gedâî’nin sarayda da çalmasına kadar uzanır. Sultan Abdülaziz’in (1861-1876) saz heyetine girer.
Ustası Erzurumlu Emrah’tır. O, bir yandan başta Nedim, Gâlib, Bâkî gibi klâsik şairlerimizin gazellerini tahmis ederken bir yandan da İstanbul kahvehanelerinde gelip geçen âşıklarla atışmalarına devam etmiştir. Pek çok âşık ona nazireler söylemiştir. Devrin Ermeni ve Türk âşıklarıyla yaptığı karşılaşmalar büyük ilgi görmüştür. Lisânî, Yeksânî vs. gibi Ermeni; Hicâbî, Ceyhûnî vs. gibi Türk âşıkları bu arada sayabiliriz.
Hızrî’nin bahsettiği “Gedâyî’”nin âşığımız olma ihtimali oldukça zayıftır.
Ey benim canânım can içre canım
Şuh nevcivânım olma bivefâ
Rahm eyle bana
Ben sana kurbanım, gel kes gerdanım
Dök yerlere kanım tek ol aşina
Olma bîvefâ
Nâr-ı aşkın serde düştüm yek derde
Şeklin perilerde yoktur kişverde
Ellerin hançerde zerrin kemerde
Her gördüğün yerde gel bakma kıya
Can sana fedâ
Sevdim sen dilberi hublar serveri
Gördüm şeklin peri oldum müşteri
Çeksen de hançeri kessen bu seri
Gayri şimdengeri sen şah ben Gedâ
Kul oldum sana
HIZRÎ
Hayatı hakkında bilgimiz oldukça azdır. 18. yüzyılın sonlarında doğmuş ve 19. yüzyılın ilk yansında vefat etmiştir. Bazı araştırıcılar onu 1846’da vefat eden Gürünlü Hızır Efendi ile aynı kişi olarak kabul eder.
51 haneden meydana gelen, 364 şairin tanıtıldığı Cem’ü’ş-Şâir ân adlı şair-nâmesi, adeta bir ad listesi gibidir. Pek az şair hakkında öz bilgi verilmiştir.
14-27. hanelerde “şuârâdan idelüm kelâm” denilerek divân şairleri, 28-50. hanelerde “Açalım zübâm ol şâirânda” denilerek halk şairleri ele alınmış gibidir.
Şairnâmelerde adına rastlanılmamıştır.
Hamd-ı bî-had dâim Bârî Hudâ'ya
Bildürüp âleme vahdâniyyeti
Evveline yokdır aslâ nihâye
Âhirinin hiç bulunmaz gayeti
Cüz'îce söyledik ehl-i divânda
Vasf-ı Lisân ile her kâmırânda
Açalım zübâm (zebân) ol şâirânda
Nazm ile cem' idüp şol cem'iyyeti
Meftûni Mecnûnî Kemteri Âhî
Cevheri Mâhirî Ömer Sipâhî
Mahremi Fâhirî Savtî Silâhî
Var idi bunların hûb letâfeti
Delili Zelili Devrânî Kânî
Hemdemî Kâtibi Germi Giryâni
Kâhıri Fâhirî Derdi Hicrânî
Cefayî Cünûnî çekdi firkati
Kadîmi Nedimi Nidâyî Aşkî
Hasreti Revnakî Sadâyî Aşkî
Bursalı Yazıcı fezâ-yı aşkı
Bilmeyüp dolaşdı gezdi gurbeti
Rıhletî Sülûkî Reşkî cân idi
Pertevi Midâdî Kahrî şân idi
Bursalı Halil de hûb elhân idi
Bursalı Selmân'ın yokdur sur'ati
Benli Ali Topal Halil Kör Ali
Hazînî Azizi hem Katiboğlu
Kesâdî Küşâdî Şirreti belli
Eşrefoğlu hem Melîlî İbreti
Şâirân içinde Kayıkçı belli
Havâyî Gıdâyî Cüdâyî Şuğlî
Hacıoğlu Hocaoğlu Güloğlu
Bara Hamza Karaca Oğlan Urfetî
Hızriyâ kelâmın gel eyle direnk
Lâzımdır başına altunlı çelenk
Hatun oldı kafiye dahi kaldı tenk
Lisânın kalmadı gayri tâkati
KAMÎLÎ
Asıl adı Kâmil olup Tokat’ın Zile ilçesinde doğmuş ve 1862 yılında vefat etmiştir. Babası Hacı Eşbehoğulları’ndan Ali Feyzi’dir. Hattat olarak şöhret kazandığına bakılırsa iyi bir tahsil gördüğünü söyleyebiliriz. Yakın çevresinde pek çok çırak yetiştirmiştir.
Zile gibi şairin pek çok olduğu bir bölgede yetişmesine rağmen şair olarak fazla tanınamamıştır. Ruhsâtî’nin, “Kâmili dünyada almamış murâd” demesi, belki de onun sıkıntılı bir ömür geçirdiğinin işareti olabilir. Noksânî’deki Kâmilî’nin âşığımız olmasının yanında Gubârî’deki Kâmili için aynı şeyi söylemek mümkün olamayacaktır.
Bir güzel gördüm ben dâr-ı dünyada
Bir yosma kesimli, beyaz sadeli
Gül yüzün şulesi günden ziyade
Sarhoş yürüyüşlü gayet edalı
Görünce uğruna koymuşam seri
Eritir güneşi yüzünün nârı
Servi gibi boyu ötedenberi
Gelir göz süzerek eller badeli
Asker çekmiş hinduları döğüşür
Gelse rakip benim ile vuruşur
Boynu eğri âşıkları bakışır
Cümle halk yanında hal ifadeli
Nazik nazik iki kelâm söyledi
İşitenler aşk deryasın boyladı
Kâmil'im der beni mecnun eyledi
Al yanağın şekerinden tadalı
KUSURÎ
Asıl adı Ömer olup 1779’da Darende’nin Kızılcaşar köyünde doğmuş, 1853’ten sonra vefat etmiştir. Hayatım imamlık yaparak kazandığına bakılırsa belirli bir tahsil gördüğünü söyleyebiliriz.
Hece ve aruzlu şiirleri vardır. İlkinde dili daha sade olup oldukça başarılıdır. Âşık Ömer’in tesirinde kaldığı anlaşılan şairimizi takdir edenler arasında Gürünlü İrfânî ile Şürbî mahlasıyla şiirler söyleyen oğlu da yer almaktadır.
Çağdaşı şairnâme yazarlarından Hızrî sadece adını sayarken Ruhsâtî, gözünü pınara benzetmektedir. Sivas ve yöresinde yetişen şairnâme yazarlarının hemen hepsi ondan söz etmektedir.
Bir âhu gözlünün iftirakından
Aktı gözüm yaşı döndü sellere
Deli gönül vaz gelir mi yârinden
İner gider sahralara çöllere
Beni can evimden odlara yakıp
Hasret ırmakları gözümden akıp
Zülüf kemendini boynuma takıp
Beni mahpus eylemiştir tellere
İsmimiz ortada olmuş Celâl?
Var mı benim gibi başı belâlı
Şunda bir güzele meyil vereli
Düşürdü ismimiz dilden dillere
Kâr etti kalbine rakibin sözü
Tor suna çevirdi bizlerden özü
Dokundukça gözlerime ay yüzü •
Düşüyorum ak gerdanda hallere
Âşıklar içinde Kusûrî serdar
Asasız dolaştım ben diyar diyar
Güllerde dikeni yaratan settar
Kalır mola bu âhımız illere
MESLEKÎ
Asıl adı Bekir olup 1848’de Kangal’ın Kertme (Mescitli) bucağında doğmuş, 1930’da yine orada vefat etmiştir. Babasının adı Hasan’dır. Baba tarafından Muratoğulları diye bilinirler.
Bölgenin ünlü âşığı Ruhsâtî’nin çıraklarındandır. Yakın çevresini uzun yıllar onunla dolaşmış, bu sebeple şöhreti pek yaygınlaşamamıştır. Mahlası ustasının hatırasıdır.
Hece vezni ile sade bir dille söylediği şiirleri vardır. Aruza ilgi göstermemiştir.
Ustasının şairnâmesinde “Meslekî suzân var sen n’olacaksın” ve Kangallı
Noksânî’nin “Mesleki Küşe-i mihnette kalmış” dediklerine bakılırsa hayatı bazı sıkıntılarla geçmiş olabilir.
Gidersem sevdiğim gene gelirim
Sil gözünün yaşını aman ağlama
Vademde dolmuşsa elbet ölürüm
Top zülüflü telli ceran ağlama
Damarda kanımsın, tenimde canım
Seni görsem tazelenir imanım
Ey humar bakışlım, kaşı kemanım
Giyin kuşan ol şadüman ağlama
Hangi âşık görse vasfını öğer
Zülfünden bir tel ver dünyalar değer
Aşkınla köz oldu yandı bu ciğer
Sinni on beş taze civan ağlama
Naçardır bu gönül, gayretle naçar
Nerde güzel görsem gönlümü açar
Sanma ki sevdiğim senden vaz geçer
Hüsnüne bağlıdır iman ağlama
Kader ne yazmışsa onu düşürür
Kimisini karlı dağdan aşırır
Rakibler adamı yardan düşürür
Meslekîm sözüme inan ağlama
MİNHACÎ
Asıl adı Ali olup muhtemelen 1862’de Kangal’ın Deliktaş bucağında doğmuş, 1899’da (bazılarına göre 19Ol’de) vefat etmiştir. Ünlü âşık Ruhsâtî’nin oğludur. Medreseye devam etmiş; hastalanması, eşinin kendisini terk etmesi gibi sebeplerle genç yaşta vefat etmiştir.
Âşık bir babanın oğlu olması sebebiyle mesleğinde kısa zamanda ilerlemiş, pek çok bilgiye sahip olmuştur. Hece vezni ile söylemiştir. Sade bir dille söylediği şiirlerinde konuyu acılan teşkil etmiştir.
Bölgenin bütün şairnâme yazarları kendisine yer vermişlerdir. Feryâdî’nin “Minhaci yedi yıl bekledi bağlı” ve “Minhaci bağlı durdu kınamam”, İsmetî’nin “Minhaci de bağlı yetti ne yazık” demelerini anlamak güçtür. Bazıları da (Gülhânî) onun genç yaşta ölmesine temas etmişlerdir.
Kara gözlüm seni saran
Kullar irer muradına
Dudağından bade alan
Diller irer muradına
Vücudumu yaktın nâre
Yüzü ay gün, kaşı kara
Nazınan gelsen pınara
Yollar irer muradına
Gezsen bir hoş sadâ ile
Aman gamzen cüdâ eyle
Bağa girsen edâ ile
Güller irer muradına
Münhac yanar suzanında
Vefası yok cihanın da
Dane dane gerdanında
Haller irer muradına
MUHİBBİ
Asıl adı Kaya Salih olup 1823’de Yusufeli’nin Erkinis (Demirkent) bucağında doğmuş, 1868’de aynı yerde vefat etmiştir. Genç Alioğulları sülâlesindendir. Babası onun demircilikle ve kalaycılıkla uğraşmasını istemiş, okutmamıştır. İşlediği bir suç sebebiyle girdiği hapishanede, rüyasında Esma Hatun’u görür. Oltu mutasarrıfı Süleyman Paşa onu, önce hapisten kurtarır, sonra da Esma Hatun ile evlendirir.
Çok gezip dolaşan bir âşıktır. Nakşibendî’dir. Şâmili ve Mâhirî adlı iki çırağı vardır. İdrâki, Elfâzî ve Coşkum gibi âşıklarla yaptığı karşılaşmalarında daima onları mat etmiştir.
Kaleme aldığı Mevlid'ı şiirleri kadar ünlüdür. Şiirlerinin bize ulaşmasında Kâtip Hüseyin’in rolü olmuştur.
Şairnâmelerde adına rastlanılamamıştır.
Dinleyin ahbaplar tarif edeyim
Yetmiş iki dertten baştır bu sevda
Yandırır odlara pervane gibi
Daim sönmez bir ataştır bu sevda
Felek hisar çekmiş yolum açılmaz
Bir bülbülüm gonca gülüm açılmaz
Felek kırdı kanat kolum açılmaz
Yazı gelmez yaman kıştır bu sevda
Muhibbî'nin elif kaddin dâl eyler
Ağlatuben gözyaşına sel eyler
Hicran haddesinden çeker tel eyler
El sanar ki bir cünbüştür bu sevda
RUHSÂTÎ
Asıl adı Mustafa olup 1832’de Kangal’ın Deliktaş bucağında doğmuş ve 1911’de aynı yerde vefat etmiştir. Babası Ahmet’i küçük yaşta kaybetmiştir. O, dört defa evlenmiş ve 23 çocuk sahibi olmuştur. Oğlu âşık Minhaci’nin genç yaşta vefat etmesi Ruhsâtî yi büyük ölçüde sarsmıştır.
Hoca Feryâdî ve Âşık Kusûrî ustalarındandır. En ünlü çırağı ise âşık Noksânî’dir. Bilindiği üzere Meslekî de Noksanî’nin çırağıdır. Böylece âşık edebiyatı sahasında “Ruhsâtî Kolu” diye bilinen âşık kolu ortaya çıkmış olmaktadır.
“Şairnâme” adım verebileceğimiz iki şiiri vardır. Pek çok şiirinin konusu kendisidir. Önceleri İcâdî ve Cehdî gibi mahlasları da kullanmıştır.
Kendisinden sonra bölgesinde yazılan şairnâmelerde anılmaktadır. Bunlardan dikkati çekeni, Feryâdî’nin “Ruhsâtî kavuşmadı Meryem’e” şeklindeki söyleyiştir.
Sabahtan uğruma çıktı
Gider iken suya Fatma
Aklım idrâk eylemedi
Bu şendeki huya Fatma
Başında puldan fereyi
Yükledim gamı kirayı
Yakıyor kutnu savayı
Geyin usul boya Fatma
Saçına yakışır elmas
Başına yakışır elmas
Al hançeri başına kes
Korkarım ki kıya Fatma
Sürmeler çekmiş gözüne
Kirpiğin dökmüş yüzüne
Korkarım rakip sözüne
İnana da uya Fatma
Kapısında olsam sâyi
Destinden nûş etsem meyi
Ruhsat görünmüyor deyi
Aceb nerde diye Fatma
***
Bir vakta erdi ki şimdi günümüz.
Ayak belli değil, ser belli değil,
Bir gülü rânâya olduk müptelâ,
Bülbül belli değil, har belli değil
Kimse serin bu sevdaya salmamış,
Hiçbir kimse haktan nişan almamış,
Şeriatten asla eser kalmamış,
Hayır belli değil, şer belli değil
Kimse bilmez bir kimsenin kasdini,
Bilen hani düşmanını, dostunu.
Cümlesi giyinmiş namerd postunu,
Avrat belli değil, er belli değil.
Kamusu delalet bendini geçmiş,
Tahayyürde kalıp Ruhsat'ın şaşmış,
Cümle âlem halkı gayrette düşmüş,
Namus belli değil, ar belli değil,
SERDÂRÎ
Asıl adı Hacı olup 1834’te Şarkışla’da doğmuş, 1921’de ölmüştür. Babasını küçük yaşta kaybetmiş, eşekten düşmesi sonucu kolu kesildiği için de çolak kalmıştır. Mahlasından çok adı ile anıldığı için “Çolak Hacı” diye tanınmıştır. Okur yazarlığı yoktur.
Birkaç defa evlenmiş, bunlardan biri sebebiyle hapse de düşmüştür. Şiirlerinde kadınlara karşı olan yakın ilgisinin açık izleri vardır. Çevreden çok kendi dertleriyle ilgilenmiştir. Şiirinde hicve de yer verdiği görülür.
Şairnâmelerde kendisi hakkında fazla bir bilgi yoktur. Kul Gazi, “Âşık Ayşe Serdârî’nin Kızıdır” şeklindeki şöyLeylşiyle bize ek bilgi vermektedir.
Yenile bir haber geldi sıladan
Eğer asah ise büktü belimi
Dediler ki sevdiğini il almış
Kadir mevlam nasibeyle ölümü.
Şahin dedikleri bir küçük kuştur
Yarin güzelliği göz ile kaştır
Kadir Mevlâm beni yare kavuştur
Irak ise yakın eyle yolumu.
Deli gönül yükseğinden uçayım
Uçarsam da kanadımı açmayım
Muhanetin köprüsünden geçmeyim
Çoşkun sele uğradayım yolumu.
Serdar'im der yükseğinden gezmeyim
Dost elinden dolu bade süzmeyim
Yardan başkasına kuşak çözmeyim
Yedi yerden bağladayım belimi
SEYRÂNÎ
Asıl adı Mehmed olup 1800 (bazı kaynaklara göre 1788 ve 1807) yılında Everek (Develi) ilçesinde doğmuş, 1866’da yine aynı yerde vefat etmiştir. Babası, cami imamı Cafer Efendi’dir. Babasından aldığı ilk tahsilden sonra medreseye devam etmiş, burayı bitirmeden ayrılmış ve sekiz yıl süren askerlik görevine gitmiştir.
Yüzyılın ikinci çeyreğinde İstanbul’a girmiştir. Biraz medreseye devam etmiş, biraz da hat sanatı ve nakkaşlık tahsili görmüştür. Ancak saray ileri gelenlerinden bazılarını hicvetmesi, onun İstanbul’dan kaçırılmasıyla sonuçlanmıştır. Değişik yerleri dolaştığı söylenirse de nereleri ne kadar dolaştığı kesin olarak belli değildir. Develi’ye yakın bazı yerleri dolaştıktan sonra döndüğü ilçesinde ölünceye kadar kalmıştır.
Türk saz şiiri vadisinin en önde gelen hiciv ustalarındandır. Zamanında kıymeti pek bilinmeyen Seyrânî, âşık edebiyatımızın en güçlü seslerinden biridir. Eğer, aruzla yazdığı şiirlerindeki dil özellikleri az da olsa hece vezniyle söylediklerine tesir etmesiydi, kısacası dili biraz daha sade olsaydı, bir Karacaoğlan, bir Dadaloğlu kadar önemli bir yeri olacaktı. Şairnâmeler ondan çeşitli vesilelerle söz etmişlerdir.
Hak yoluna gidenlerin
Asâ olsam ellerine
Er pîr vasfın edenlerin
Kurban olsam dillerine
Torunuyuz bir dedenin
Tohumuyuz bir bedenin
Münkîr ile cenk edenin
Silah olsam bellerine
Bir üstâda, olsam çırak
Bir olurdu yakın ırak
Kemiğimi yapsam tarak
Yâr zülfünün tellerine
Vücudumu kavursalar
Yönüm yâre çevirseler
Harman edip savursalar
Muhabbetin yellerine
Kaldır Seyrânı parmağın
Vaktidir Hakk'a durmağın
Deryaya akan ırmağın
Katre olsam sellerine
***
Felek bir gün bize bir yol gülmedi
Tuğla taktı elin seyrânîsine
Yirmi dokuz harften al mahlas deyi
Teklif eder durur Seyrânî'sine
Er isen sözün yürüt bin ata
Söz ana değildir bencedir ata
Olur olmaz adam söz ata ata
Pâre pare oldu Seyrânî sîne
Her âşık içtiğin hayat sanırlar
Her meclisi avlu hayat sanırlar
Ben memat olsam da hayat sanırlar
Sağlığında girdi Seyrânî sine
Belki bu şeb bizde o yâr bulunur
Başı yastıktayken duyar bulunur
Sanma bu dünyada uyar bulunur
Everek'in ednâ Seyrânî'sine
***
Ben bu aşkın çilesini
Yanar çektim tüter çektim
Yedim gonca sillesini
Bülbül gibi öter çektim
Dizgin etsem gönül atın
Geçer göğün yedi katın
Yalan dünya maslahatın
Kâh bitmez kâh biter çektim
Seyrânî bilmem mert midir
Yoksa cana cömert midir
Eyyûb'un derdi dert midir
Ben ondan besbeter çektim
***
Mahkeme meclisi icat olduğu
Çeşme-i rüşvetin akmaklığından
Kaza belâ ile âlem dolduğu
Kazların kadıya uçmaklığından
Selefin rüşvetle hüccet yazması
Halefin anlayıp hükmün bozması
Yıkılan binanın birden tozması
Asıl sermayenin topraklığından
Asıl sermaye-i niyâbetleri
Emval-i eytamdır ticaretleri
Dâvet-i rüşvete icâbetleri
Sıdk ile gönlünün alçaklığından
Bülbülün aşkıdır dalda öttüğü
Çobanın sütedir koyun güttüğü
Toprağın Hâbil'i kabul ettiği
Şüphesiz yüzünün yumuşaklığından
Dünyadan ahrete gidip gelmemek
Olmasa iktiza eder ölmemek
Balık baştan kokar bunu bilmemek
Seyrânî gaafilin ahkamlığından
SİLLELİ SÜRURÎ
Asıl adı Osman olup yüzyılın başlarında Konya’nın Sille Bucağında doğmuş, 1855’te İstanbul’da vefat etmiştir. Kurtoğulları ailesine mensuptur. Biraz medrese tahsilinden sonra saz çalmayı öğrenip İstanbul’a gitmiştir. Rivayete göre, kendisini çekemeyen rakipleri tarafından zehirlenmiştir.
Şiirlerinden hece ile söylediklerinde daha başarılıdır. Aruzla yazdıklarında Fuzûlî’nin tesiri görülür. Padişahlar huzurunda saz çalıp şiir okuyabildiğine göre güçlü bir şair olmalıdır. El yazısıyla hazırladığı divânı basılı değildir.
Kardeşi de Zehri mahlasıyla şiirler söylemiştir. Öbür kardeşinin oğlu da Nigârî mahlasını kullanmıştır. Şairnâmelerde adına rastlanılmamıştır.
Şâkıya tez yetiş câna ulaştır
Bağrı kebâbıma gel dök elif bâ
Meclis-i irfanda bâde ulaştır
Kâseyi doldur ver verme elf zâ
Merhamet kıl bana gözleri âfet
Aşkıma dûşolan bulmaz selâmet
Yaktı bu sînemi aşk-ı harâret
Eridi kalmadı tende elif tâ
Tekye-i hüsnünde boynum bükerim
Hayâlin fikredüp yaşlar dökerim
Cemâlin gördükçe ben Hû çekerim
Çıkmadı hiç derûnumdan elif hâ
Sürûrî âşıkın bulunmaz fevki
Dem bu dem sürelim safâyı zevki
Aşkın kandilinin parlasın şevki
Uyar fitilini rûyi elif yâ
SÜMMÂNÎ
Asıl adı Hüseyin olup 1860 (bazı kaynaklara göre 1861) Narman’ın Samikale köyünde doğmuş, 1915’te aynı yerde vefat etmiştir. Babasının adı Hasan’dır. Tahsili hakkında bilgimiz yoktur. Ancak şiirlerinden çıkarabildiğimize göre biraz tahsil görmüş olmalıdır.
Araştırmacı M. Kardeş, onun Kırım’dan Hindistan’a kadar olan bölgeleri dolaştığını, bunda, rüyasında görüp âşık olduğu Gülperî’yi aramanın rolü olduğunu söylemektedir.
Ustası Erbâbî’dir. Çağdaşlarından Şenlik, Sezâî ve Nihânî ile karşılaşmaları vardır. Torunlarından ikisi de Sümmanoğlu ve Torunî mahlaslarıyla şiirler söylemektedirler. Tasavvufî konulara fazlasıyla eğilmiştir.
Yüzyılımızın şairnâmelerinde çeşitli vesilelerle anılmaktadır. Bazıları Gülperi’sini hatırlayıp anarken bazıları da torunlarını dile getirmişlerdir.
Bir menzile başa kadar varmazsan
Sen o yola kervan olsan fayda ne
Bir dilberin sinesine konmazsan
Hayal ile mihmân olsan fayda ne
Bir yazı ki kara olur kalemde
Sözü hor görünür her bir kelâmda
Bir güzel ki seni sevmez âlemde
Ya sen ona hayrân olsan fayda ne
Çekme şu dünyanın endişesini
Temiz eyle kalbin her köşesini
Kem söz ile kırma gam şişesini
Kırıp sonra pişman olsan fayda ne
Arabî Fârisî dilin olmazsa
Bülbüle münâsip gülün olmazsa
Asla bir meslekte elin olmazsa
Dâva ile sultan olsan fayda ne
Deli günül her isyandan beridir
Bir ah çekse dağı taşı eridir
Her bir güzel bir yiğidin yâridir
Elin güzeline baksan fayda ne
Sefil Sümmâni gel Hakk'ı zikreyle
Verdiği nimete dâim şükreyle
Yaman işitâ ezelden fikreyle
Başa geçip pişmân olsa fayda ne
TOKATLI NURÎ
Doğum tarihini 1825 olarak kabul eden kaynakların yanında bu tarihe şüphe ile bakanlar da vardır. Tokat’ın Kızılca mahallesinde doğmuş, 1883’te Samsun’da vefat etmiştir. Erzurumlu Emrah’ın çıraklarından olup mahlasını o vermiştir. Zileli Ceyhunî, Tosyalı Gayreti çırakları arasındadır.
Okur yazarlığı olmadığı için şiirlerini yanımdakilere yazdırdığı şeklindeki görüşe katılmak mümkün değildir. Aruzla da başarılı şiirler yazabilen birinin en azından biraz medrese tahsili görmesi gerekecektir. Nuri, güçlü bir âşık olmakla beraber gereği gibi tanınamamıştır. Şairnâmelerde adına rastlanılamamıştır.
Ey şûh-ı canânım çeşme-i fettânım
Gayet sevdi câmm seni dilrübâ
Oldum mübtelâ
Rûz u şeb giryânım hal perişânım
Rahim kıl sultânım cevretme bana
Ey gül-i ra'nâ
Nedir ol nevâziş nedir o reviş
Nedir tıpış tıpış reftâr yürüyüş
Nedir bana küsüş nedir o gülüş
Nedir o göz süzüş ey çeşme-i şehlâ
Kâmet-i bâlâ
Gamzesi âhûlar çeşmi câdûlar
Hançeri ebrular hâli hindûlar
Anberîn giysûlar türlü hoşbûlar
Rûyunda şebbûlar açılmış ra'nâ
Hikmet-i Mevlâ
Acaba bu dilber kimin dediler
Vasf-ı hâlin öğer Nuriyâ söyler
Bir ruhleri ahmer hüsnü münevver
Nice üftadeler hû çeker sana
Eylerler nida
TÜRK DİLİ DERGİSİ, HALK EDEBİYATI ÖZEL SAYISI