18. YÜZYILDA TÜRK SAZ ŞİİRİ
ABDİ
Hayatı hakkında bilgimiz yoktur. 1166/1752 yılında Mekke’ye gidip üç yıl kaldıktan sonra döndüğünü göz önüne alırsak yüzyılın ilk çeyreğinde doğduğunu söyliyebiliriz. Âşık Ömer ve Gevherî’nin tesirinde kalmış, belki de bu sebeple aruz vezni ve de şiirler yazmıştır.
Şairnâmelerde hakkında yer alan tek bilgi Sun’î’dedir; O, Abdi’yi, Şarkî ve birlikte Bağdad’a şan veren bir âşık olarak görmektedir.
Nedendir gül yüzün seyreden âşık
Bülbüller misâli efgâne gelir
Dolanır kuyunu çok bağrıyanık
Derdlidir cümlesi dermâne gelir
Kendine bendeni yâr-ı gâr etsen
Ne olur sevdiğim böyle kâr etsen
Cemalin şem'ini aşikâr etsen
Dönerek nice bin pervâne gelir
Sana ben ahvâlim söyleyim derken
Divâne gönlümü eyleyim derken
Seninle bir sohbet eyleyim derken
Neyleyim ol rakib bîgâne gelir
Sevdiğim doğrusu pek güzel imiş
Gülleri açılmış kemalin bulmuş
Yâr ile rakipler bir yere gelmiş
Zemmile bu halkı âyâ ne gelir
Bilmezdim sevdiğim ben böyle seni
Yazıklar uğruna bezi ettim teni
Niçin öldürürsün garip Abdi'ni
Kırk yılda bir yiğit dünyâya gelir
ÂGÂHÎ
Hayatı Hakkında her hangi bir bilgiye sahip değiliz. Şiirleri, 18. yüzyıla kadar olan şairlere yer veren bir cönkte yer aldığı için, araştırıcılar bu yüzyılın şairi olarak değerlendirmişlerdir.
Hızrî’de Âgehî olarak anılan şair Agâhı olabilir; Gülhanî’nin Sivas şairleri arasında saydığı Agâhı başka bir şairdir.
Sen hûblar şâhısın sultân ya handân
Rikâbında gerek yüz lâle güzel
Bırakmam desdimi asla yakamdan
Taksalar boynuma yüz lâle güzel
Yâr kabrim kazagör yektâsını bul
Hecele rı ze'yi yek ta sin'i bul
Fürûş-ı elmasını yektâsını bul
Sakın meyil verme yüz lâle güzel
Âgâhî şekvâmız yâre ne senden
Çektiğim hecr-i gâmı yâre ne senden
Diktiğim bir gül yâre ne senden
Gerekmez bizlere yüz lâle güzel
ÂŞIK AHMED
Hayatı Hakkında bilgimiz yoktur. Avusturyalıların Bosna’ya yaptıkları taarruzun (1737) püskürtülmesi üzerine söylediği destanından hareketle yaşadığı yüzyılı çıkarabilmekteyiz.
Şairnâmelerde kendisi Hakkında her hangi bir bilgiye rastlanılmamıştır.
Bosnalı der be hey devletli vezir
Nemse Kralının kasdı bizedir
Duydu Bosna askerinin geldiğin
Şüpheniz olmasın fırsat gözetir
Ordu taburları geldi kaleye
Kasd eyledi hasmın ol havâliye
İslâm asker(i) geldi kelle kelleye
İmdâd-ı Hak ile nusret bizimdir
Ali Paşa der ki çıkalım düze
Hak Teâlâ imdâd eyliye bize
Düşmanla gelelim biz de yüz yüze
İmdâd-ı Hak ile nusret bizimdir
Çekti tuğlarını düşman üstüne
Kuşandı kılıcın kâfir kasdına
Asker tâyin etti hasmın üstüne
İmdâd-ı Hak ile nusret bizimdir
Asker-i İslâmla kesildi yollar
Kondu karakollar yürüdü diller
Gelen gazilere verdi çelenkler
İmdâd-ı Hak ile nusret bizimdir
Pancov(a) Kalesinden bir saat beri
Geldi düşmanlardan müjde haberi
Tiğden geçirmişler yedi bin seri
İmdâd-ı Hak ile nusret bizimdir
Feryâdcısı geldi Banya-Loka'nın
Elli bin askeri vardır Duka'nın
Kaleyi hıfz edin vermeyin sakın
İmdâd-ı Hak ile nusret bizimdir
Pek çok yiğitleri yıldırıp geçti
Nemse kâfirine gör ne iş açtı
Kâfirler içine gulgule düştü
İmdâd-ı Hak ile nusret bizimdir
Rebiülevvelin yedinci günü
Kuffâra erişti İslâm'ın ünü
Gün gibi zah(i)r oldu Muhammed dini
İmdâd-ı Hak ile nusret bizimdir
Allah Allah deyip yürüdü asker
Katanası yolu göstermek ister
Gâziler at sürüp meydânı ister
İmdâd-ı Hak ile nusret bizimdir
Kâfir gördü bizi geriye kaçtı
Dest-i felek kudret ateşin saçtı
İç ağası cenk kapısını açtı
İmdâd-ı Hak ile nusret bizimdir
On bir saat tamâm eyledik cengi
İslâm askerinin olmadığı dengi
Kâfir suya döktü topu tüfengi
İmdâd-ı Hak ile nusret bizimdir
Bindi gâziler at sürdü meydâna
Ellerinde tîgi hep rüstemâne
Uralım kılıcı gelsin bu yana
İmdâd-ı Hak ile nusret bizimdir
Çarh-ı feleklerin kurup geçtiler
Şehidlik şerbetin anda içtiler
Yürüdü gâziler serdengeçtiler
İimdâd-ı Hak ile nusret bizimdir
Kaleli gördü kim geriye gitti
Feth-i bâb eyleyip ettiler hamdı
Haydadığı ispat ettiler şimdi
İmdâd-ı Hak ile nusret èttiler
Ahmed bu nusretin şükrün edelim
Duâya meşgul ol sözü nidelim
İnşâllah Belgrad'a gidelim
İmdâd-ı Hak ile neşret bizimdir
ÂŞIK ALİ
Hayatı hakkında bilgimiz yoktur. 1714 yılında cereyan eden Nasuh Paşa’nın öldürülmesi olayı için söylediği şiirinden devrini tesbit edebilmekteyiz. Şair ve âlimleri koruyan maktulun yakını olduğu tahmin edilebilir.
Şairnâmelerde kendisiyle ilgili her hangi bir bilgiye rastlanılmamıştır.
Her taraftan fermân oldu üstüne
Başına bir çâre bul Osman Oğlu
Tam dört vezir tâyin oldu üstüne
Kırk bin asker ile bil Osman Oğlu
Aşkar atla yorgun cenge varılmaz
Hatt-ı Hümâyûna karşı durulmaz
Hasmın gâlip bunda dâvâ sürülmez
Mahşerde murafâ ol Osman Oğlu
Hak seni hüccâca vermiş hidâyet
Bunca yıldır vardın geldin selâmet
Sancak-ı Resule yüz sür duâ et
Bir dahi bulmasın il Osman Oğlu
Muhassar eyledin Şam’ın çöllerin
Hoş selâmet ettin Mekke yolların
Seni ister şimdi Aydın illerin
Alan yolun gözler bil Osmanoğlu
Âlem nefir-i âm çıkılmaz başa
Şânın senin inkâr olunmaz hâşa
Bilesin yalınız bir Nasuh Paşa
Döğüşe döğüşe öl Osman Oğlu
Der ki Ali’m sana hezâr âferin
Bin yüz yirmi altıda kesildi serin
Cennette bir uçmak olmalı yerin
Bekâ çöllerinde kal Osman Oğlu
ÂŞIK BAĞDÂDÎ
Hayatı hakkında bilgimiz yoktur. Bağdatlı olduğu ve orada uzun bir müddet kaldığı için bu mahlası aldığı tahmin edilmektedir. Saygılı bir dille söz ettiği Sultan III. Selim’in (1761-1808) huzuruna çıktığı düşünülebilir.
Şairnâmelerde kendisiyle ilgili her hangi bir bilgiye rastlanılamamıştır.
Hazne'nin içinde bülbüller öter
Âvîze şulesi cihânı tutar
Babının önünde arslanlar yatar
Misâl-i cennettir yoktur kusuru
Havuz fevvâresi tavana urur
Kem söyliyenlerin dilleri kurur
Hem saf saf melekler seyrâna durur
Misâl-i cennettir yoktur kusûru
Kovuşun içine dîbâ döşendi
Çeşmelerden Âb-ı kevser boşandı
Arslanlar(ı) görenler kanlar kaşandı
Misâl-i cennettir yoktur kusû
Gayetle müferrih çeşme avlusu
Her dem feryâd eder bülbül yavrusu
Olamaz hiç bundan âlâ doğrusu
Misâl-i cennettir yoktur kusûru
Bu Bağdâdî senin medhin eyledi
İndi aşkın deryâsını boyladı
Her bir köşesinin vasfın söyledi
Misâl-i cennettir yoktur kusûru
ÂŞIK DERÛNÎ
Hayatı hakkında bilgimiz yoktur. Uzun bir destanına konu olarak aldığı bir isyan hareketinden 1799’da hayatta olduğunu anlamaktayız. Sun’î, Hızrî ve Gubârî’de sadece adı geçmektedir.
Size vasf edeyim nazm ile bir dem
Vidin üzerine olan destânı
Hiç sevmesen nâdân ile câhili
Gözlerim daima arar yaranı
Kâmil olup anlayana söylerim
Kulak verip dinleyene söylerim
Ehl-i kemâlâtın medhin söylerim
Başladım söze bâ izn-i Subhânî
Tuna Yalısı’nda Urumeli'nde
Her zaman söylenir halkın dilinde
Görmeyen de söyler onu gören de
Bin iki yüz on dördünde olanı
Bir azîm serhaddir Vidin demişler
Ziyaret etmeğe gidin demişler
Sıdk ile bunu gûş edin demişler
Geldiğin başına türlü seyrânı
Bir metîn kaledir âlemde meşhûr
Gazi Sultân Ahmed eylemiş mâmûr
Rumeli'nde bir er eyledi zuhûr
Bu Halk-ı âlemin bir kahramânı
Cem etti başına nice leşkeri
Tuttular şer(i)ate uymaz işleri
Yıktı harâp etti memleketleri
Tâmir olunmanın yoktur imkânı
Nice ki eyledi böyle bu hâli
Yüz tuttu feryâda cümle ahâli
Yazdılar ol güne çok arz-ı hâli
Ki yıktı her birin kıldı vîrâni
Devlete dâda feryâda geldiler
Rical ü kibâra yüzler sürdüler
Hâllerin ifâde edip dediler
El'amân def eyle işbu Pazvan’ı
Sultân Selîm Hân'ın mâlûmu oldu
Dinleyüben hemen hayrette kaldı
Mübârek gözleri yaş ile doldu
Haberi olunca bu perîşâni
Gelip bir araya ricâl-i devlet
Hakkında olundu azîm meşveret
Eylemen üstüne hezâr husûmet
Dünyâ'dan def etmek muhâldir anı
Hatt-ı Hümâyûnlar tahrîr kılındı
Her yana menziller çıktı salındı
Geşt ü güzâr edip hemen dolandı
Her ne var ülke-i Âl-i Osman'ı
Başlandı askerler cem edilmeğe
Veziri alişanlar bir bir gelmeğe
Vidin Kafesini harâp etmeğe
O denlü kalmaya nâm u nişânı
Anadolu'nun tüfenkçisi delisi
Kar(a) Osman Oğlunun azim ordusu
Akkirman'a kadar Tuna Yalısı
Sürdüler İçel'den Deli Osman'ı
On bin Boşnak ile Bosna Valisi
Tepedelin atlısı yayası
Yakova İşkodra Pizrim Paşası
Arnavutluk'tan hep mîr'i mirânı
Gürcü Osman Paşa Kürd Osman Paşa
Milâslı Mehmed Paşa Aloş Paşa
Şinikçi Paşa hem Silâhtar Paşa
Rumeli'nin dahi cümle âyânı
Kimisi Piyade kim süvari
Kalmadı gelmedik hiçbir diyârı
Şam'ı Mısır'ı Haleb'i Cezâiri .... .
Bilemem kaldı mı Arabistannı?
Nizâm-ı Cedid ite beşbin Soldat
Top humbara cephâne hep mühimmat
Donanma yelkenin eyledi küşât
Yüze yüze gelip âb-ı revânı
Kâzı olduk her ne gelirse başa
Onu dahi gördük kıldık temâşa
On beş bin askerle Hüseyin Paşa
Geldi deryâ'dan hem de kapudân'ı
Ne mümkün bunları söyleyim bir bir
Otuz dört vezir-i sâhib-i tedbîr
Kırk bin var idi bil sâfice İspir
Hesap eyle gayri bâki kalanı
Vidin civarında kuruldu ordu
Gelip herkes yerli yerinde durdu
Topçu humbaracı nizamın verdi
Her biri yerince tuttu mekânı
Topu humbarayı çünkü düzdüler
Keşf edip de etrâfları gezdiler
Münasip yerlerde hendek kazdılar
Anda dahi girdi kurşun atanı
Vardılar ordunun çadırlarına
Haber eylediler birbirlerine
Yayaları girdi hendeklerine
Atlıları çıktı okur meydânı
Vidin askeri de olup âmâde
Küçük büyük cümle eli duâda
Vidin civârında bir çöl ovada
Başladılar olmağa imtihanı
Bunu şerh eylemek değildir kâbil
İki asker tamâm oldu mukâbil
Bozulup neferât zelîl ü sefîl
Gâyetle çok oldu adam ziyanı
Leş kapladı ol gün rûy-ı zemini
Göklere çıktı yaralı emîni
Gâyet medh ederler Küçük Emin'i
Perîşân eyledi nice inşânı
Bağlar kenarında hoş savaş oldu
Rumeli valisi anda bozuldu
Kimi firâr edip kimi tutuldu.
Gâyretle çok oldu düşüp kalanı
Vidin'in halinden haber verelim
Gel bu kavgaları şöyle koyalım
Her ne ki olduysa bir bir sayalım
Edelim ahbâba bunda beyânı
Yerli Serdengeçti hem Yeniçeri
Binbaşı Subaşı hem Sekbanbaşı
Topçu arabacı cebecileri
Fedâ kıldılar hep baş ile cânı
Bunlar da düzdüler top humbarayı
Zeynettiler burçlar ile tabyayı
Dediler vermeyiz biz bu kaleyi
Huda'nın olursa bize ihsânı
Bu kale uğruna cân vermeyince
Vermeyiz kaleyi ta ölmeyince
Kınla kınla bir kalmayınca
Eyledik cümlemiz ahd ü peymânı
Başladılar top humbara atmağa
Yıkıp haneleri harâp etmeğe
Kimisi maildir seyre bakmağa
Kiminin vurulur dostu yârânı
Yağmur gibi yağar humbara gülle
Yıktı çok câmii evleri bile
Sabî sıbyânı kopardı velvele
Âsümâna çıkar âh ü figânı
Arası kesilmez Leyl ü nehârı
Taaccüb eyledi çok ihtiyarı
Böyle etmez deyu Moskof küffarı
Ki odur dâima dinin düşmânı
Bekleyip rûz u şeb tüfenk elinde
Cümlenin işleri derd ü elemde
Gülbâng-i Muhammed olup dilinde
Yektir Allah yek çağırır sıbyânı
Böyle bu hâl üzre sekiz ay geçti
Kimi de ordudan dağılıp kaçtı
Kimi de başının derdine düştü
Kiminin aklına geldi mekânı
Yürüyüş etmeğe destûr aldılar
Cümlesi birbirine hamle kıldılar
Hendeklere değin yakın geldiler
Urun diyerek şu kâfiristânı
Hışımla cümlesin tamam kıralım
Cümlemiz mâl ü ganî olalım
Tutup çıkaralım esir alalım,
İçeride olan kızı kızanı
Bu hâle çün râzı olmadı Mevlâ
Buldurmadı zafer bunlara aslâ
Hakk'a şükreyledi âlâ ve ednâ
Dediler korkmayın bulduk emânı
Yine gördüler ki tariki yoktur
Onlara imdâd eden yüce Hak'tır
Akıbet ferâget etmek gerekti
Zulme rızâ vermez Hükm-ı Yezdânî
Top humbara gülle atılır hemân
Dağları taşları bürüdü duman
Bozulup neferât çağırır emân
Ovada bırakıp hem nerdibânı
Cana kâr eyledi bunca meşakkat
Bu derdi çekmeğe kalmadı tâkat
Etmedi bir kimse bize şefâat
Bulmayınca nedir işin âsânı
Vakt-i asîr idi hemen her gece
Küçük büyük elin vurdu kılıca
Âlâ ve ednâsı hacı ve hocası
Dediler çıkmanın geldi zamânı
Allah Allah dedi çıktı bir sedâ
İçerden yürüdü bay ile gedâ
Gecede dağıldı ordu ibtidâ
Şaşırıp yolları aldı Balkan’ı
Ordunun yerinde kalmadı nişân
İki yüz bin asker oldu perişân
Nihâyeti yoktur Tuna'ya düşen
Arnavudlar başa giydi ormanı
Kimisi der aman get(ü)rün atları
Kimisi der aman kesin ipleri
Topçuları kaçtı kaldı topları
Yaralısı kaldı hemen uzam
Velhâsıl ol gece ordu kalmadı
Çadırları yıkmağa vakt kalmadı
Her eşyâdan geçip nesne kalmadı
Başını kurtaran sormaz ziyânı
Sabah oldu çün biz orduya vardık
Kalan mühimmâtı temâşâ kıldık
Denkleri bozulan çarşıya girdik
Metâını bırakmış bezirgâni
Fıstık ile badem nar ile turunç
Rugan ile asel gayet çok pirinç
Şişhâne tüfenk hem yatağan kılınç
Kimisi de buldu hançer sor anı
Çadırlar müzeyyen kalmış bîkıyâs
Türlü cevâhir ile nice elmâs
Hiç hesâba gelmez bulunan libâs
Paşaların bile kendi kaftânı
Hınta ile dakîk erzen ve sâir
Ovalar içinde yığılmış durur
Kimi yanaştırmış çuval doldurur
Kimisi yükletip ezmiş hayvanı
Kahve üzüm sabun leblebi şeker
Kimi kumaş alır ya kahve çeker
Hokkayla afyon mâcunu kim bakar
Yığılı durur çok bohça duhânı
Mutbahda var idi taâm bîbesâp
Şişte kalmış durur kızarmış kebap
Kimisi yemeğe eyledi hicâp
Dopdolu durmada helva kazanı
Kuburlar şöyle kalmış cümlesi
Yanında sandığı ve cephânesi
Osman Paşa'nın o idi gâ(i)lesi
Emreden getirin halat urganı
Ne mümkün vasf ile çıkalım başa
Anda bulunanlar etti temâşâ
İkinci gün çün kalktı Alo Paşa
Tutup getirdi çok taze civanı
Şevketlimiz geçti kusurumuzdan
Cümle husûmeti kaldırdı bizden
Bâ-emr-i Rabbânî oldu bu yüzden
Hakkımıza verdi ıtlak fermânı
Fermânda zikreder kılmayın firak
Cürmünüz affedip buyurdum ıtlak
Üç tuğ verip sana eyledim çırak
Osman Paşa lâlâm vezîr aslanı
Hemen bir nazm ile rûzâmımızdır
Derûnî dedi ki îcâdımızdır
Gece gündüz Hakka niyâzımızdır
Cümlemize nasip ede imânı
ÂŞIK HALİL
Hayatı hakkındaki bilgilerimiz son derece azdır. Bir şiirinden çıkarabildiğimize göre Bursalıdır. Sultan III. Selim (1761-1808) devrinde yaşamıştır. Hece ile söylediği şiirleri de, aruzla yazdığı şiirleri kadar sadelikten uzaktır. Ömrünün son yıllarında dinî-tasavvufî konulara eğilmiş ve bu vadide şiirler ortaya koymuştur.
Şairnamelerde Âşık Halil ile ilgili olarak yer alan hususların daha çok önceki yüzyılın Halil’ine ait olması kuvvetle muhtemeldir.
Gönül kuşu kanat açıp gezersin
Şu aşk ikliminde yâr illerini
Gülistan lafzın bağın çözersin
Aceb var mı kokar şu güllerini
Bezm-i esrâr içre kurup bir endam
A mürg-ı dil hep içtiğin nekre câm
Ne bu denlü sende olan ne kelâm
Ehl-i Dil mi bilir bu dillerini
Bülbül müsün tûtî misin dil nesin
Fahte misin tutî misin dil nesin
Ebeced misin huttî misin dil nesin
Kim kodu nokta-i fülfüllerini
De gülzar-ı-fende bir gülün mü var
Dimâğında bûy-ı sünbülün mü var
Halili’yle yine gulgulün mü var
Gösterir mızrağı bu hâllerini
***
Hak'tan inayet olunca
Kulun etmez melîl derler
İsmin diline alınca
Şeytan olur zelîl derler
Mevlâ’mın bir ismi Hâdî
Zikredene olur dâdı
Kendi birdir binbir adı
Bir ismine celîl derler
Tutun Hazret'in sünnetin
Öksüz bırakmaz ümmetin
Eder ol Hakka minnetin
Bizim için delîl derler
Bulunurken elde varlık
Çalış göster bir yararlık
Varacak yer pek karanlık
Ömrümüze kalîl derler
Cennet olsa mekânımız
Arzular onu cânımız
Suâl edersen şânımız
İsmimize Halil derler
ÂŞIK NİGÂRÎ
Hayatı hakkında bilgimiz yoktur. 1807 yılındaki bir isyan ile ilgili destanından hareketle yaşadığı devri tesbit edebilmekteyiz. Köprülü, Konyalı olabileceğini kaydeder.
Destandaki canlı tasvirler, Nigârî’nin de bu isyana katılmış olabileceğini göstermektedir.
Şairnâmelerde kendisiyle ilgili her hangi bir bilgiye rastlanılmamıştır.
Nice vasf etmeyim böyle koçağı
Menendi gelmemiş aslâ dünyâya
Dilerim ki cennet olsun durağı
Evvel makâmı firdevs-i âlâya
Artsın eksilmesin böyle koçaklar
Hep o yüzden şeref buldu ocaklar
Çekildi gâipten yeşil sancaklar
Niyet edip asker çıktı gazaya
On dört kale yürüyüş etti birden
Gâip erenler erişti geriden
Mert yiğitler şikâr aldı sürüden
Mübarek gazâsı Halil Ağa'ya
Ara yerde gitti İngiliz Mahmûd
işitip her biri oldular bîhûd
Şaşırttı onları Cenâb-ı Mabûd
Uğradı her biri gizli sıtmaya
On dört kale bir araya geldiler
Büyükdere’de kavi u karâr ettiler
Mustafa'yı şol serasker diktiler
Çekildi bayraklar Âsitâne'ye
Allah Allah deyip yürüdü asker
Böyle istedi ol Celîl-i Ekber
Erişti geriden Üçler Yediler
Kırklar da beraber girdi araya
Kireçburnu köy başını aştılar
Sağ selâmet istinye'yi geçtiler
Deryâ-menend dalgalanıp coştular
Gelip dâhil oldular Tophâne'ye
Her tarafa nidâ eyledi dellâl
Teaccüpte kaldı hep cümle ricâl
Muradların hâsıl etti Zülcelâl
Hakk'a doğruymuş özleri Mevlâ'ya
Yetmiş idi bu âlemin cânına
Girmediler hiç kimsenin kanına
Çektiler kazanı Et Meydânına
Haber gitti Seğmen Başı Baba'ya
Cem olup bir yere geldi ocaklı
Hep elleri gürzlü kolu kolçaklı
Ol yüzü heybetli beli bıçaklı
Velvele verdiler Âsitâne'ye
Şeyhislâm kazasker cümle geldiler
Şer'-i şerif üzre fetvâ verdiler
Allah Allah deyip gülbang çektiler
El kaldırıp başladılar duâya
Her birini bir tarafta buldular
Hem kolunu kanadını kırdılar
Bir saatte yedisini aldılar
Yolladılar her birini bekâya
Tekmîl oldu hep onların hepsi
Virân taran oldu gitti yapısı
Çok şükür açıldı cennet kapısı
Asıldı kılıçlar Arş-ı Âla'ya
Her biri bir göne oldular yeksân
Olmadı bir zerre kimseye ziyân
Def etti kazâyı rahmet-i Yezdân
Nâm u şânı gitti Kızıl Elmaya
Râhına aşk eden câm fedâ
Vücûdun hatâsız eylesin Hudâ
Tahta cülus etti Sultân Mustafa
Önce selâmlayıp Ayasofya'ya
Nigârî vasfını etmede hâlâ
İnâyet-i Hak'tan buldu tecellâ
Cihânda olmamış böylesi aslâ
Yazdılar târihin ilm-i simyâya
Evvelâ fermanlar oldu kıraat
Kurtuldu sevindi cümle mevcûdât
Cenâb-ı Bârî'den oldu inâyet
Emr oldu fermânı gitti Konya'ya
ÂŞIK RAVZİ
Hayatı hakkında bilgimiz yoktur. Ruslarla yapılan bir savaşa (1711 veya 1713) dair söylediği bir şiiri münâsebetiyle yaşadığı çağı çıkarabilmekteyiz. Destanda yer alan ifadelerin canlılığından savaşa katılmış olabileceğini tahmin edebiliriz
Şairnâmelerde kendisiyle ilgili herhangi bir bilgiye rastlanılmamaktadır
Yine baş kaldırdı Moskof Kralı
Kaçma kâfir sana meydânımız var
Seninle eyleriz ceng ü cidali
Bu yolda ölecek kurbânımız var
Kaldırdı bu yüzde Sultan Ahmed Han
Çağrıldı Ocaklı eyledi divân
Saf saf olup cümle geldiler hemân
Dediler uğ(u)runa bir cânımız var
Dağıldı fermânlar kûşe-i çâr'e
Turnacılar çıktı yüz bin serdâre
Yüz çavuş doksan atlı çıkt(ı) aş(i)kâre
Kan saçar bir sâhib-kırân'ımız var
Boşnak Arnavut hiç gelmez hesaba
Tatar Han askeri dönmüş kasaba
Yakarlar ülkeni olur harâbe
Oklar atar bunca kemântmız var
Yedi Kral kalksa bozulur ırzı
İslâm'a yardımcı Mevlâ'nın fevzi
Seferdir şühedâ menzili Ravzî
Bu yola ser fedâ îmânımız var
HOCAOĞLU
Hayatı hakkında bilgimiz yoktur. Nasuh Paşa’nın idamı (1714) üzerine söylediği şiirinden hareketle yaşadığı yüzyılı tesbit edebilmekteyiz. Mısralarındaki ifadelerden hacca gittiği anlaşılmaktadır. Hızrî’de sadece adı anılmaktadır.
Nasuh Paşa ile hacc'a gidenler
Aceb nam kodular Arabistan'a
Varup Beytullah'a tavâf edenler
Müstahak değil mi Bâğ-ı cinân'a
Nedir bu Arab'ın ettiği işler
Yediler kılıncı görelim n'işler
Söküldü cebeler kesildi başlar
Boyandı güherler kırmızı kana
Yine zâhir oldu keşf-ü kerâmet
Arab'ın başına koptu kıyamet
Hüccâc-ı müslimîn geçti selâmet
Erişti hacılar emnü emâna
Hocaoğlu âlem bilir bilmem
Bu düzenlik böyle kalır mı bilmem
Bir gelmiş bir dahi gelir mi bilmem
Böyle bir kahraman âhir zamâna
HÜKMÎ
Hayatı hakkında bilgimiz yoktur. Nasuh Paşa’nın idamıyla ilgili olarak söylediği destanından, onun 1714’te hayatta olduğunu çıkarmaktayız. Hükmî’nin şiirinde kullandığı dil, kaynaklardaki bilgilerin aksine, Paşa’nın masum bir insan olduğu şeklindedir.
Hızrî’nin Cemü’ş-Şâirân’ında diğer üç âşıkla birlikte “ârifân” olarak yer almaktadır.
Eyyâm-ı devlette Osman Oğluydum
Yoluna fedadır ser Pâdişâhım
Bir gelmiş bir dahi gelir mi bilmem
Ben gibi kahraman er Pâdişâhım
Hizmetinde mukîm idim bir zaman
Kâ'be yolun ettim emn ü emân
Emrinle çöllerde olursam kurbân
Bilinsin hayr ile şer Pâdişâhım
Râzı oldum emir Hak'tan gelince
Çâre yoktur peymânemiz dolunca
Rûz-ı mahşer Hak divânı olunca
Gel imdi suâlim ver Pâdişâhım
Urbân-ı Hicâz'a olmuşken gâlip
Olduk mu Hünkârım biz katli vâcip
Zerrece mihrine olmadık tâlip
Beni kullarına sor Pâdişâhım
Hükmî fırâkıyie olmuşam mağdur
Çölleri suladı dîdem çü yağmur
Kabirde hâlime beşâret olur
Alnımızdan akan ter Pâdişâhım
KABASAKAL MEHMED
Hayatı hakkında bilgimiz yoktur. Niş Kalesinin Ahmed Paşa tarafından geri alınması (20 Ekim 1737) üzerine söylediği destandan yaşadığı devri ortaya çıkarabilmekteyiz. Diğer bir şiirinde devrin bozukluklarını bir arzuhal olarak paşaya sunmaktadır.
Şairnâmelerde kendisiyle ilgili herhangi bir bilgiye rastlanılmamıştır.
Fukara kulların arz-ı hâl kıldı Ahvâller(i) ziyâde perîşân oldu Mâsumlar mektepte okumaz oldu Mâsumlar duâsın alın efendim
Mektebin önünde ahır yapıldı
Hep okuyan sıbyân geri çekildi
Etme diyenlerin evi yıkıldı
Bunun ilâcını görün efendim
Yiyiciler akçe ister zaleme
Verilen mâlımız gelmez kaleme
Perîşânlık şâyı oldu âleme
Kullarına imdâd kılın efendim
Akşam olur yiyiciler derilir
Fukarâ kulların kusûrunu bulur
Haftada hem üç yüz kuruşun alır
Keyfiyet(-i) hâlimiz bilin efendim
Silâhdâr yazmağa tertip olundu
Gitmeyenler için defter verildi
Üç yüzden ziyâde kulun soyuldu
Reâya ahvâlin bilin efendim
Yetmiş kadar adam mahbûs bulundu
Nice bîgünâhlar zahimdâr oldu
Mütevvellî imam sebebi oldu
Kulların ahvâlin bilin efendim
Yetmiş âdem ile ihzâr olundu
Reâya kulların hâli bilindi
Üç kimse üstüne hüccet olundu
Hâl(i)mize merhamet kılın efendim
Kara Molla Oğlu araya girdi
Altı kese akçeye halâs buldu
Reâyaya cebren salyâne oldu
Bize olan zulmü bilin efendim
Otuz kese akçe tecrîm olundu
Beş çift olanın ikisi kaldı Ak(ı)bet
Devec(i) Osman belâsın buldu
Şâirin hakkından gelin efendim
Reâya kulların çektiler gücün
İmam adam gönderdi töhmet için
Devletli beyefendimizin başıyçin
Tezkiye edin de sorun efendim
Niş gibi kalenin fethini kıldın
Koymadın küffârden intikâm aldın
Âlemde gâzîlik şöhretin buldun
Kullar intikâmın alın efendim
Kusûrum affınla eyle inâyet
Hâtiften târihi düştü hidâyet
Yoktur keremine aslâ nihâyet
Mehemmed bîçâre kulun efendim
KIYMETİ
Hayatı hakkında bilgimiz yoktur. Mevcut iki şiirinde geçen 1133/1721 ve 1135/1723 tarihlerinden yaşadığı yüz yılı tesbit edebilmekteyiz.
Sun’î, “Çalup almasında hoşdur Kıymetî” mısraıyla ondan öğücü bir dille söz etmiştir.
Dilberâ kâmiller etsin midhatin
Cebininde bî-behâne kaşların
Fermân eyle her ne ise hizmetin
Salsın beni Hindistan'a kaşların
Nâr-ı aşkın yaktı bağrım pişirdi
Nicesinin aklın aldı şaşırdı
Gör âlemi birbirine düşürdü
Verdi kendin dâsitâne kaşların
Kıymetin bilirsen sürersin demin
Dilerim solmasın rûyunla femin
Olaydı senin de mührün hâtemin
Hükmederdi Süleymân'a kaşların
Aşkın eyler beni âkıbet berbâd
Şîrin deyu deldi dağları Ferhâd
Mislin var diyenler eylesin ispat
Gelmemiştir bu cihâna kaşların
Medhindir ettiğim sen dâd eyleme
Bin gün âh edersem âzâd eyleme
Kendine hasredip mezâd eyleme
Sebep olur yüz bin kana kaşların
Ben gedâyım Kıymetiyim pâyına
Sinem siper gamzelerin yayına
Bin yüz otuz beşte mevlid ayına
Târih oldu her divâna kaşların
KÜŞÂDÎ
Hayatı hakkında bilgimiz yoktur. 1810 yılıyla ilgili bir olayı anlatan destanından yola çıkan Köprülü, 18. yüz yılın sonlarında yaşadığı görüşündedir. Hızrî, adını diğer birkaç şair ile birlikte saymaktadır.
İsmimi bilmez var ise âlemde
Aslım Bozoklu'dur ismim Pehlivan
Pederim tarafı Battal Gâzî'dir
Vâlidem tarafı Ahmed-i Târân
Al(i) Paşa kap(ı)sında sürdüm devrânı
Tersenkli kap(ı)sında açtım meydânı
Kendime bend ettim Deli Osman'ı
Varıp da Kuzgun'da tutmuştum mekân
Darb-ı âlî ile açtım bu dağı
Yiğit için yaptırmıştım konağı
Haramdır tilkiye arslan yatağı
Helâl olsun ona gelirse arslan
Bir mahzunluğum oldu etmem inkâr
Çıkmazdım Kuzgun'dan gelseydi küffâr
Pek belimi büktü ol Gâzî Hünkâr
Bakalım ne sürat gösterir devrân
Köt(ü)ye meyletmedim işim merd ile
Kötüler aradan çıksın derd ile
On yıl yürüttüm koyunu kurd ile
Tecellî eyledi ol ganî Yezdân
Hatt-(ı) şerif okunur dinleyen yoktur
Fetvâları dinlemeyenler çoktur
Âleme bir felâket olacaktır
Yazmadan usandı ol Şâh-ı devrân
Fitnelik edenler bulsun dermânı
Kurtarsın kâfirden Deli Osman'ı
Yine geldi pâdişâhın fermânı
Benim mâmur dünyâm oldu Tutrakan
Sinne Boğazı'ndan açmıştım meydân
Çıraklarım vardı etmiştim âyân
Pâdişâh uğruna beslerdim her ân
Sâyesinde rahat etmişti sıbyân
Dayılarım vardı arslan yürekli
Belleri kılıçlı gümüş tüfekli
Yanları çıraklı önü yedekli
Nice bir beyzâde hep ehl-i irfân
Aldım askerimi sökün eyledim
Ol kahbe Moskof'a oyun eyledim
Olduğum Kuzgun'u metin eyledim
Bir fitnelik düştü Ulah'a yaman
Havâric devri gibi gün açıldı
Yiğ(i)t olan yanımda kaldı seçildi
Çok kavgalar oldu kanlar saçıldı
Yetişip gelince Ordû-yı Osman
Geldi kâfir Silistre'yi sardı
Ordû-yı hümâyûn imdâda vardı
Yeniçeri yaya dayandı durdu
İmdâd senden bize ey ganî Yezdan
Nasıl vasf edeyim uzun hikâyet
Ben görmedim dostlarımdan rivâyet
Düşmandan kurtardığımdı şikâyet
Destûrlar yakıptır bu fânî cihân
Usandım âleme ben yaza yaza
Bir gazap var idi görünür göze
Her kaçan ki Moskof geçti bu yüze
Ol vakit dediler bana el'amân
Almış idim şu Moskof'un huyunu
Niyet etmiş geçmeğe Turla suyunu
Metânet eyledim Tuna boyunu
Varınca İsmâil’e geldi düşman
İsmâil'de çengim bilir âlemler
Kâfir ülkesinde çekti elemler
Âcizdir yazmağa bunca kalemler
Söylesin çengimi edenler seyrân
İsmâil çölünde kanlar çağladı
Kâfir ülkesinde canlar ağladı
Hilesinden kâfir sulha bağladı
Tek elinde kalsın Eflak'la Buğdan
Kâfir bu hususta buldu çok ruhsat
Sandı ki Âl-i Osman tutmaz kuvvet
İsmail İbrâil ol iki serhat
Çağrışarak gitti Baba Pehlivân
Bilmeyenler sandı kâfir barıştı
Rumeli içine istîlâ düştü
Yılık Oğlu geldi Balkan'ı açtı
Artık benim fırsat dedi bu devrân
Dört bin kişiyle Pazarcık'ta n'idem
Dîn-i İslâm uğruna gayret güdem
Devlet eli ile esir mi gider
İnayet şendedir ey ulu Sübhân
Küşâdî çağırır ey Kara Baba
Dîn yoluna şu şan olur mu hebâ
İnşallâh kurtarır ol cömerd
Huda Destgîrin olsun ol Şâh-ı Sultân
LEVNÎ
Asıl adı Abdülcelil Çelebi olan şairimiz Türk süsleme sanatnın önde gelen minyatürcülerindendir. Edirneli olup sonradan geldiği İstanbul’da girdiği nakkaşhâneden usta olarak ayrılır. İstanbul’da vefat eder ve oraya gömülür (1733).
Resim sahasındaki eserleri Vehbi’nin Surnâme 'sinde, Padişahlar
Albümü’’nde, Beşiktaş Mevlevihânesi’nde vs. bulunmaktadır. Dastân-ı Atalarsözü ile, Selânik-İstanbul yolculuğunu anlatan Tekerleme’si onun, ressamlığının yanında güçlü bir âşık olduğunu da göstermektedir.
Âşık Ömer’in resmini yapması, âşıklarla olan yakın dostluğunun güzel bir işaretidir. Mahlası da onun renk dünyasmı dile getirmektedir.
Hızrî, diğer birkaç şairle birlikte onun adını da saymaktadır.
Tut atalar sözün kalbi selîm ol
Gönülden gönüle yol var demişler
Gider yavuzluğu tab'ı halım ol
Sert (sarp) sirke kabına zarar demişler
Bilirsin alçağa akmadadır su
Kâmilin câhile nasihati bu
İkrârını gözet olma abesgû
Bildir îmân ile ikrar demişler
Âkıbet-endîş ol gönül dibelik
Yetişmez mi sana nümûnelik
Kaçan lori kuşu bulsa bir kemik
Evvel ölçer sonra yutar demişler
Her kârâ uzatma elin eteğin
Yelkovana döner âhır emeğin
Nitekim şaşkını gölde ördeğin
Başın kor kıçından dalar demişler
Aldanma cihânın sakın varına
Bir nefesi verme cihân varına
Bugünkü işini koyma yarma
Yar yıkıldığı gün tozar demişler
Kestim bu arsada ben de bir koyun
Meydân-ı hünerde gel sen de soyun
Feleğin zoruna dayanmaz oyun
Katı zor oyunu bozar demişler
Çoktur bu âlemde boşa yelenler
Kande bilenler ile bilmeyenler
Eskiden âdettir dağdan gelenler
Bağda olanları kovar demişler
Dediler bu pendi sordumsa kime
Tuz ekmek bilmezse müşkilin deme
Kül kömür ye nâmerd lokmasını yeme
Gün olur başına kakar demişler
Abestir her vara yoğa koşanlar
Gâhi doğru gâhi eğri eşenler (aşanlar)
Ağlamak ne demek kendi düşenler
İki gözden bile çıkar demişler
Arzeyle bu pendi kendi özüne
Dost addetme her güleni yüzüne
İncinme dostunun doğru sözüne
Doğru söz insana batar demişler
Darb-ı mesellerle eylersen amel
Kırkların birine olursun bedel
Usûlü mânâyı bilmeyen echel
Solağına davul çalar demişler
Bir mürşid-i kâmil bulmayanlara
Bin nasihatten ders almayanlara
Sözünün sübûtu olmayanlara
Dipsiz kile bir boş anbar demişler
Eşkin at yanına bağlansa güre
Huy alır huyundan ol göre göre
Hizmet eyler isen eyle bir ere
Su aktığı yere akar demişler
Çarşûy-ı dehirde nice toz kopar
Ol vakti gözeten çok takye kapar
Helâlzâde gelir pazarlık yapar
Haramzâde pazar bozar demişler
Âdet-i Hak budur ezel ü ebed
Kul kula sebeptir ey dil-i nâşâd
Bâye gedâ hizmet etmekten murad
Bal tutan parmağın yalar demişler
Dilden ister isen gıll ü gış gide
Metâ-ı razını açma hâside
Kıyma müşteriye az al fâide
Alan da satandan umar demişler
Yâr ile ettiğin kavle ver karâr
Kâr etmezsen bârı eyleme zarâr
Aza kanaat et olma tamahkâr
Ucuz satan tizcek satar demişler
Ham tamâı gel terkeyle erken
Elimden çıkmasın der isen örken
Deve âhu gibi boynuz ararken
İki kulaktan da çıkar demişler
Hîleyi irtikâp etme kıl hazer
Denilsin nâmına bir er oğlu er
Sen elin kapısın kakarsan eğer
El de senin kapın kakar demişler
Irzıyle varamaz eşkiyâ eve
Uslu gez kim seni kâmiller seve
Har'dan büyük at var attan da deve
Deveden de büyük fil var demişler
Güneş balçık ile sıvanmaz ey dil
Bîzebân da olsa bellidir kâmil
Kendinden gayriyi beğenmez câhil
Kendi çalar kendi oynar demişler
Tâlib-i mârifet çekerse emek
Yüğrük at artırır yemin giderek
Şâire ses ile saz ü söz gerek
Yalınız taş olmaz duvar demişler
Kûy-ı dilârâya eylersen akın
Hele gâfil olma etrâfa bakın
Karda yürü izin belirtme sakın
Ârif olur il tiz duyar demişler
Doyar mı cân ü dil bûs ü kenâre
Hicrân-ı aşk ile dil pâre pâre
Nem giderse gitsin visâl-i yâre
Bir arzu hezerân dînar demişler
Yüzüm yerde tenim hâk ile yeksân
Serim gavgâlarda hâlim perîşân
Gözlerim cemâl-i canâna hayrân
Gönül masumdur umar demişler
Gerek şakî olsun gerekse saîd
Kereminden Kerim eylemez baîd
Böyledir Mevlâ'dan kesme sen ümid
Gün doğmadan neler doğar demişler
Kanâat kıl lokma-i rûz u şebe
Eller konar topladığın zehebe
Bilirsin ki atalarımız bir tepe
Yıkılır bir dere dolar demişler
Yırtıcı kuşların ömürleri az
Bir tek ipte iki cânbâz oynamaz
Şâhrâhta kuyuyu kâmetince kaz
Ezkazâ ayağın kayar demişler
Levnî nasâyihi pirlerin böyle
Durûb-ı emsâli nazmile söyle
Meydân-ı hünerde ağırlık eyle
Ağır basar yeğni kalkar demişler
MAGRİBLİOĞLU
Hayatı hakkında bilgimiz yoktur. Garp ocaklarında yetişen asker şairlerdendir. Anlattığı olaylara göre yüzyılın ortalarında yaşamıştır.
Şairnâmelerde kendisiyle ilgili her hangi bir bilgiye rastlanılmamıştır.
Korsanlık ederken Hind'in yolunda
Nemse'nin bacını aldı Cezâyir
Urum’da Acem'de halkın dilinde
Küffârın bağrını deldi Cezâyir
Gaziler din için kılıç saldılar
Kanarya Boğazı'nda şikâr buldular
Kimisin batırıp kimin aldılar
Adûyu gamlara saldı Cezâyir
Mal(ı) alıp esirin mezâd ettiler
Batırıp gemilerin mat ettiler
Yedi kral birden feryâd ettiler
Şimdi cevâhirle doldu Cezâyir
Aktarmasın almış ayırmaz baştan
Balyemez topları attılar burçtan
Yeryüzünde İslâm melekler
Arş'tan Gâzîler kıymetin bildi Cezâyir
İsmin Cezâyirli Abdi Paşa vâli
Vermesin âlemde Mevlâ zevâli
Mağribl'oğlu eydür berhurdâr oldu
Bak gine şen oldu güldü Cezâyir
Gurbet illerine saldı yâr beni
Acâib hayrette kaldım Cezâyir
Çok kızlar yatağı dediler seni
Arzûladım seni geldim Cezâyir
İbtidâ gelince gördüm yalısın
Sundular kadehi içtim dolusun
Seyreyledim evliyâsın ulu'sun
Kalbim ferah buldu güldüm Cezâyir
Yalı Kapısı'nda kıldım temaşâ
Binâsın kurmuşlar taş üzre taşa
Cihânda bulunmaz emsâlin hâşâ
Aradım da seni buldum Cezâyir
Çıktım her tarafın kıldım ziyâret
Kırklar'a varınca okudum âyet
Evliyâ enbiyâsını tamâm et
Cümlesinden ibret aldım Cezâyir
Mağribl'oğlu eydür bu sözüm doğru
Çıktım burçlarına eyledim seyri
Vatanı sılayı unuttum gayri
Eğlendim de sende kaldım Cezâyir
Tunus'un üstüne aslanlar saldın
Mevlâ'ya tevekkül oldun Cezâyir
Sen bu satışları şahandan m'aldın
Evvelki nâmını buldun Cezâyir
Hüseyin Bey ile ibrâhim Hoca
Gâzîler dem çekti vardı kılıca
Yalınız beyleri kurtuldu anca
Bedestan'a değin kovdun Cezâyir
Gâziler silâhlı oldular süvâr
Düşmanlar görünce kılmadı karâr
Altı yüz çadırı kıldın târümâr
Tunus'tan âhını aldın Cezâyir
Mağribl'oğlu eydür yüksekten çadır
Evliyâ enbiyâ bizimle hazır
Tanrı'nın rahmeti ulu deryâdır
Tanrı'nın rahmetin buldun Cezâyir
NAKDÎ
Hayatı hakkında bilgimiz yoktur. Garp ocaklarına mensup asker şairlerdendir. Tasvir ettiği olaylardan yüzyılın ikinci yansında yaşadığını çıkarmaktayız. Aruzla yazılmış şiirleri de vardır.
Gubârî, bir takım şairleri saydıktan sonra, “Bunları fehm itmez Nakdî, Nikbetî” demektedir.
Yedi kral düştü senin kasdına
Gaflet uykusundan uyan Cezâyir
Donanmalar tâyin oldu üstüne
Hazır ol vaktine dayan Cezâyir
Gâzîlerin ekberleri şendedir
Rüstem'lerin bihterleri şendedir
Koç yiğitin defterleri şendedir
İbn-i fülân ibn-i fülân Cezâyir
Sensin serhadlerin bâl-i bülendi
Yedi kral eder sana pesendi
Her bir burcun Rüstem-i Zâl menendi
Her bir topun bir kahramân Cezâyir
Cân ü dilden eyledik ahd ü emân
Kat kat oldu kalbimizde dîn îmân
Din uğruna cenk edelim bir zaman
Mişvârımız olsun ıyân Cezâyir
Nakdî deryâdan umudum üzüldü
Serimize kalem böyle yazıldı
Devir âhır oldu zamân bozuldu
Yardımcımız ulu Sultân Cezâyir.
SEFERLİOĞLU
Hayatı hakkında bilgimiz yoktur. Garp ocaklarına mensup asker şairlerdendir.
Aruz ile yazılmış şiirleri vardır.
Şairnâmelerde kendisiyle ilgili her hangi bir bilgiye rastlanılmamıştır.
Bakma mısın küffâr kurduğu fende
Bize yardımcıdır ol Bârî Hudâ
Cuma günü idi başladık cenge
Sâna mâlûm olsun bil a Hünkârım
Bakma mısın sen şu dîni karaya
Lencon'lar donanmasın ald'araya
Nâmeler yollandı ta Rim Papaya
Sana mâlûm olsun bil a Hünkârım
Göbekli Burç önü ulu cenk yeri
Aslâ biz düşmandan dönmeyiz geri
İspanyol kral(ı)na içirdik zehri
Sana mâlûm olsun bil a Hünkârım
Küffâr donanması geldi eğlendi
Yedi kral ona imdâd eyledi
Seferl'oğlu bunu böyle söyledi
Sana mâlûm olsun bil a Hünkârım
SIRRÎ
Hayatı Hakkında bilebildiklerimiz çok azdır. Kütahyalı olan Sim, 19. yüz yılın başlarında hayatta idi. Oğlunun ölümü üzerine söylediği ağıtı, Kahveci Destanı ve koşmalarının yanında memleketini öğen şiirleri de vardır. Gazeller de yazdığına bakılırsa tahsili olan bir şairdir.
Şairnâmelerde kendisiyle ilgili her hangi bir bilgiye rastlanılamamıştır.
Böyle melûl melûl gezmeden ise
Ne durursun paşam vur öldür beni
Tatlı aziz candan bezmeden ise
Yâ ne durun beyim vur öldür beni
Bu güzellik kalmaz senden de geçer
Kaşların kemânı bağrımı biçer
Gamzelerin cellâd gözlerin hançer
Sapladı sîneme vur öldür beni
İçtiğim lebinden ol âb-ı zülâl
Aşkıyla bend etti ganî Zülcelâl
Sana katlim olsun efendim helâl
Yâ ne durun beyim vur öldür beni
Yolunda sayılmaz çektiğim emek
Safâdır uğruna bana can vermek
Sende âdet imiş âşık öldürmek
Yâ ne durun beyim vur öldür beni
Bîvefâ olduğun bilse meyil vermezdi
Böyl'olduğun bilse meyil vermezdi
Sırrı şaşkın senden böyle ummazdı Yâ ne durun beyim vur öldür beni
ŞERMÎ
Hakkında bildiklerimiz pek azdır. Tezkire sahipleri Safâî ve Sâlim’e göre adı Ali’dir. Üsküdarlıdır. Kahvelerde altı telli sazım çalıp türküler söyleyen, topçular zümresinden bir âşıktır. Bir koşması bestelenmiştir. Köprülü’ye göre devrinin önde gelen âşıklarındandır. 1715’te Mora Seferi sırasında vefat etmiştir.
Gubârî’de “Şekerbâr” olarak anlatılmaktadır; Hızrî’de ise sadece adı anılmıştır.
Gurbet illerine gitti efendim
Aceb dostlar gine tizce gelir mi
Zevk işret içinde zülfü kemendim
Benim bunda çektiğimi bilir mi
Ağlamaktan hiç bir lâhza gülemem
Akan bu çeşmimin yaşın silemem
Bir aceb sır vardır bunda bilemem
Deli gönül böyle mahzûn kalır mı
Bülbül gibi eyLeylm mi figânı
Zârım ile ağlatırım cihanı
O gül yüzlü âhu gözlü civânı
Çarh-ı felek elimizden alır mı
Beni Mecnûn eden ol saçı Leylâ
Gezerim aşk ile sahrâ -be-sahra
Aceb ol dilberi Âşık Şermiyâ
Bir gececik yine tenha bulur mu
TÂLİBÎ
Tokat’ın Zile ilçesinde doğup yine orada 1813’te, 80 yaşlarında vefat ettiği göz önüne alınırsa yüzyılın ortalarında doğmuş olmalıdır. Gençliğinde kahvecilik yapmıştır. Turhal Şeyhi Mustafa Efendi’nin halifesidir.
İstanbul’a kadar gitmiş, kendisini orada da kabul ettirmiştir. Zileli Fedâî, Râşid ve Es’ad adlı çırakları vardır.
Günümüze kadar gelebilen şiirleri daha çok gençlik yıllarında yazdığı lirik şiirlerdir; dinî şiirleri ise nedense daha az sayıda bize ulaşabilmiştir.
Sun’î’nin “nev-reste” dediği Tâlibî, şairimiz değildir. Gubâri, ondan ad olarak söz etmektedir.
Dil bir seni sevdim anca dünyâda
Cemâlin gördüğüm kâr bana yeter
Dolaştırma beni şem'a ziyâde
Uğruna yandığım nar bana yeter
Güzel ellerinden bâde süzersin
Gam değildir kara bağrım ezersin
El içinde zâr u sefîl gezersin
Kabre dek çektiğim âr bana yeter
Servi büyük her endamın gül gibi
Mah yüzünde zülüflerin kıl gibi
Her dilbere meyil vermem el gibi
Cihânda bir dâne yâr bana yeter
Tâlibî'yem canda sadâkatim var
Yiğitlik yolunda metânetim var
İstemem ötesin kanâatim var
Sen gibi bir sitemkâr bana yeter
Türk Dili Dergisi,Türk Şiiri Özel Sayısı III (Halk Şiiri)