MAZMUN
KLASİK dönem Türk edebiyatının en belirgin özelliklerinden birisi, beyitlerde anlam ve sanat katmanlarıyla yoğunlaştırılmış bir mazmun örgüsünün bulunmasıdır. Türkçe muhtelif sözlüklerde mazmun kelimesinin anlamı-, ödenmesi gereken borç; muhteva; mana, kavram; fehva, müfad; nükteli veya cinaslı söz; sanatlı söz; klişe söz, klişeleşmiş mecaz, kalıp benzetme; gizli bir mânâyı içine alan kelime; dolaylı anlatım; bir sözün içindeki gizli anlam; bir şeyin içinde bulunan mana ve mefhum; dikkatle anlaşılabilen şey (Şemseddin Sami 1996: 136; Muallim Naci 1978: 791; M. Bahaeddin 1914, 791; Devellioğlu 1970: 705 vd.) şeklinde karşılanmaktadır. Ancak bir edebiyat terimi olarak mazmunun neleri ifade ettiği konusunda kesin yargılara varılabilecek araştırmalar henüz yapılmamış, buna bağlı olarak da mazmunun divan şiirine ilişkin sınırları belirlenememiştir. Mazmunu şiirlerinde bizzat uygulayan şairler için bu kelimenin ifade ettiği anlam ile o şiirler üzerine teoriler üreten araştırmacıların teklif ettikleri tanımların birbirine ne kadar yakın durduğu yahut mazmunun hangi anlamlarından bahsedildiği konusu henüz açıklığa kavuşturulamamış, bu konuda yapılan araştırma ve tartışmalar (bk. Çavuşoğlu 1984: 198-305-, Mengi 2000: 45-61; Pala 1998: 10-11; Akün 1994: 421-424; Demirel 2002: 117-139) mazmunun hem sözlük, hem de terim anlamlan konusunda geniş bilgiler vermekle birlikte kesin bir neticeye ulaşamamıştır. Bunun en önemli sebebi, eskilerin mazmundan ne anladıklarına dair o dönemden kalma tanımların eksikliğidir. Eskiden beri, mazmun-ı kelam, bikr-i mazmun, mezamin-i taze, mazmun-perdaz gibi tamlamalar ile dilimizde kullanılagelen mazmun kelimesi, bir edebiyat terimi olarak belagat kitaplarına ancak Tanzimat’tan sonra girmiş, daha önceki kullanımları ise sözlük anlamlarıyla sınırlı kalmıştır. Fars dilinde bu kelime ile mazmun-1 ser-beste (kapalı ve muğlâk söz), mazmun-ı kelam (sözün konusu), mazmun-goften (bilmece, bulmaca söylemek), mazmunü'l-lugateyn (iki dilde de okunabilecek söz), mazmun-nigâr/mazmun-nevis (mevzuyu güzel ibare ile yazan kişi) ve hülasa-i mazmun (konunun sonucu ve özeti) gibi çeşitli tamlamalar yapılarak genellikle mana ile mazmun arasında bir ilgi kurulmuş, bilahare konuya hâkim olan fikir ve muhtevaya mazmun denilmiştir (bk. Dihhudâ 18589; Keyâmüş 1854:134,-140; Enûşe 1376: 589). Buna paralel olarak Fuzulî’nin "Şikâyetname” diye bilinen mektubunda "muhteva, içerik; belli mana, icap eden şey” anlamında "Didüm berâtumun mazmûm ne içün sûret bulmaz” biçiminde; Nef’î’nin, "Şâhid-i mazmunuma endîşe vârın bezi ider / Nakd-i şi’rimle suhan sermâye-i dükkân bulur” (Şiirimdeki kıymetli meta ve nakit sayesinde söz, şimdi dükkân sermayesi buluyor. Öyle ki onun kelimelerle örtünmüş gelinini alabilmek için en ince düşünceler, bütün varlıklarını ortaya dökerler.) beytinde de "kelimelerin gelinliği altındaki güzel mana gelini, yani sözün içindeki gizli anlam” karşılığıyla kullanılmıştır (Akkuş 1998: 71).
Kendine has bir sanat anlayışına ve işlenmiş bir dile sahip olan divan edebiyatı, kuralcı ve idealist yapısı içinde seçkin ürünler vermekle beraber, sınırları belirlenen bir şiir terminolojisi geliştirmeyi fazla önemsememiştir. Mazmunun, divan şairlerince farklı anlamlarda kullanılması ve terim anlamındaki muğlâklık bu yüzdendir. Oysa sanat anlayışlarını belirginleştirmek ve sanatçı kişiliklerini ispat etmek isteyen şairler için mazmun bir nevi hüner gösterme vesilesi sayılmış, usta şairler ile acemi şairler arasında bir mihenk kabul edilmiştir. Sözü ustaca söyleyen şairlerin lafız ile manayı örtüştürerek girift ve derin mazmunlar ortaya koyabilmeleri, kendilerini ötekilerden ayırmış ve edebiyat tarihinde onlara seçkin bir yer kazandırmıştır. Kaldı ki daha önce başka şairlerin söylemedikleri bir sözü, hayali veya düşünceyi (bikr-i mana) ustalıklı bir eda ile söylemek şairlerin bir idealidir. O, kullandığı kelimelerin çeşitli anlamları arasında açık veya gizli birtakım münasebetler kurmayı, bunlar vasıtasıyla da okuyucunun zihnindeki çağrışımları genişletmeyi şairliğinin gereği olarak görür? Bu gayeye yönelik olarak da beyitlerini edebî sanatlarla donatmak isterdi. Divan edebiyatının ilk dönemlerinden itibaren şairlerin, gerek çağdaşları, gerekse daha önce yaşamış rakipleriyle yarışmak zorunda kalmaları neticesinde, tabii olarak, divan şiirinin sanatlarla işlenmiş, mecaz, teşbih ve istiarelere kolaylıkla kapı aralayan, birtakım zarif söyleyiş ve bol çağrışımlı anlamlara imkân veren dili teşekkül etmiş ve bu işlenmiş dil, mazmun için gerekli zemini de hazırlamıştır Divan şiiri geleneğinde belirli duygular ve konular çevresinde yine belli unsurlar hazır bulunur-; her motif önce kendi başına, sonra da bağlı unsurlar grubu içinde bir değer ifade eder. Miskten bahseden şair ahu, Huten, saç, koku vb. kelimeleri de anacak; kirpik deyince gamze, ok, kaş (yay), temren vb. unsurlardan birkaçını beytine açık veya gizli olarak yerleştirecektir. Beyitlerdeki kelimeler arasındaki münasebet açık veya derece derece gizlenerek söylenebilir. Böylece teşbih, istiare, müraat-i nazir, hüsn-i talil, mecaz-ı mürsel, tevriye veya telmih sanatlarından bir veya birkaçı aynı beyitte toplanmış olur. Eğer şair bütün bu sanatlara rağmen hâlâ bir ilgiyi gizliyor ve bunu okuyucunun bulmasını istiyorsa mazmun yapmış olur. Bunun için mazmunu bir tek çerçeve içinde görmek yerine derece derece mazmun tiplerinden bahsetmek mümkün olabilir.
Hayattan ve tabiattan seçilerek idealleştirilen birtakım sembol, teşbih ve mecazlar, divan şiirinde farklı hayal ve düşüncelerin ifadesi için şairlere kolaylık sağlıyor, zamanla bu sembol ve teşbihler istiare biçiminde mazmunlaşıyordu. Söz gelimi XIII. yüzyılda şair sevgilisi için "la’l gibi kırmızı dudaklı” derken, bir yüzyıl sonra "la’l dudak’’ diyebiliyor, XV. yüzyılda ise "la’l” denilince sevgilinin dudağı kendiliğinden anlaşılıyordu. Divan edebiyatının gelişim dönemi tamamlandığında artık servi denildiğinde boy, yay denildiğinde kaş, ok söylenirse kirpik, goncadan bahsedilince de dudak anlaşılıyor, kelimeler birer kalıp benzetme veya klişe mecaza dönüşüyordu. Benzeyen benzetilen ilişkisinin ön plana çıkarıldığı bu tür teşbihler giderek yerlerini yalnızca benzetilenin söylendiği istiarelere bırakarak bir alt anlam, sözün içinde gizli bir başka mana ortaya çıkarır oldular. Böylece hemen her şiir, mecaz-ı mürsel, telmih, hüsn-i talil, tevriye gibi söz ve anlam sanatları ile zenginleştirilmeye başlandı. "Mutlak ve ideal olan güzel”i (hüsn-i mutlak, hüsn-i mücerret) aramaya yönelik bu gayret, gitgide şairleri kalıplaşmış benzetmelere ve sanatlara mecbur bırakmış, daha sonraları mesela sevgilinin boyundan bahsedecek bir şair "servi”, "şimşad” veya "Tuba” benzetmelerini birer prototip olarak hazır bulmuştur. Açık istiare yoluyla gitgide şiirin bünyesine yerleşen bu tür basit mazmunlar, divan şiirinin klasik çağa girdiği XVI. yüzyılda usta şairlerin teşbih mecaz ve istiarelerdeki doğrudan anlam göndermeleriyle doyum noktasına ulaşınca, şiir yazanların bunları kurallar çerçevesinde kullanmaları kolaylaşmış, usta şair ile sıradan şair arasındaki kıstas belirsizleşmiş oluyordu. Bu durumda usta şairler kelimeler üzerindeki açık ve doğrudan benzetmelere dayanan kalıp mazmunlar yerine ibareler ve beyit bütünündeki anlatıma dayalı gizli ve dolaylı mana mazmunlarına yönelmişler, kullandıkları kelimeler ile amaçladıkları anlam arasında ilk bakışta görülemeyecek birtakım ipuçlarını şiirlerine serpiştirerek okuyucuyu daha derinlerdeki manaya yönlendirmişlerdir. Ustalıkla gizlenen bu anlamlar gitgide daha ince söyleyişlere ulaşınca mazmunun mahiyeti değişmiş, şiir dilinde yaşayan istiarelere dayalı müşterek kalıpların dışında her şairin kendine has yeni mana ve mazmunları yaratabilmesine zemin hazırlayan çağrışımlar ortaya çıkmıştır. Bugün "bir ibare yahut beyitte verilen kelimelerin insan zihninde meydana getirdiği çağrışım, görünen mananın delalet ettiği bâtini mana” gibi tanımlarla anlaşılan mazmunun bilhassa XVI. yüzyıldan itibaren görülmeye başlanması, XVII. yüzyılda da Sebk-i Hindî ile hız kazanması bu yüzdendir. Modern araştırmacıların mazmun tanımlarındaki kavram kargaşası da bu gelişmelerin sınırlarının belirsizliğinden kaynaklanmaktadır
Mazmun, okuyucuyu şaşırtmak, hayrete düşürmek, heyecanlandırmak ve zihnini sözün anlam katmanları arasında dolaştırmak üzere şiire girer ve basitten karmaşığa, açıktan gizliye doğru birkaç kademede örneklendirilip tanımlandırılabilecek bir terim olarak karşımıza çıkar. Bir beyitte "gül” denildiği zaman "bülbül”ün de orada bulunması yahut "misk”ten bahsedilince "sevgilinin saçı”ndan söz edilmesine hazırlıklı olunması mazmunun en basit şeklidir. Bu tür mazmunlar divan şiirinin kuralcı yapısı ve işlenmiş dili gereği yaygın şekilde kullanılmış, sıradan şairler bile bunlara alışkın olarak şiirlerini yazmışlardır. Divan şiirinin dünyasını bilen bir okuyucu bu tür mazmunları ilk bakışta görüp anlayabilir. Böylece iyi bir okuyucu, sevgilinin gamzesinden bahsedildiği zaman hançer veya kılıcın; boyundan söz edildiği zaman da âşıklar arasında kopacak bir fitnenin işaretlerini aramaya başlar. Bu tür mazmunlar herhangi bir edebiyat sanatına ihtiyaç duymaksızın ifade edilmiş ve şiirin toplum katmanlarına yansıdığı ölçüde yaygınlaşmış, hatta halk şairlerini bile etkilemiştir. Baki’nin, "Eşcâr-ı bâğ hırka-i tecride girdiler / Bâd-ı hazân çemende el aldı çenârdan” (Bahçenin ağaçları tecrid hırkasına girdiler de artık kırlarda sonbahar yeli, çınardan el aldı (onun ele benzeyen yapraklarını alıp savurdu.1) beytinde "hırka, tecride girmek ve el almak” kelimeleri arasındaki bağlantıdan dolayı zihinde bir derviş mazmunu oluşmakta ve ağaçların meyve ve yapraklarından soyunduğu, böylece bir derviş kadar çıplak kaldığı, dolayısıyla da sonbaharın geldiği anlaşılır.
Mazmun, okuyucunun ilk bakışta şiirden anladığı mananın ötesinde bir mana ortaya koyarak onu söz cevherinin derinlerinde gizli bir hayret katmanına ulaştırır. Divan şiirinin diğer şiirlerden farkı da zaten kelimelerin zaman içerisinde yüklendikleri gizli manalar sayesinde görünen anlamların ardında nükteli ve sürpriz yeni anlamlar bulundurmasındadır. Bunun için şair bazı edebî sanatları da araç olarak kullanabilir. Fuzulî’nin, "Senden itmen dâd cevrün var lütfün yoh deyüp / Mest-i zevk-i şevkmam birdür yanumda var yoh” (Akyüz vd. 1990: 160) [Ey sevgili!] Eziyetin var da lütfün yok diye senden adalet istiyor değilim; bilakis, ben senin şevkinin [özlemin, coşku ve ışığın] zevkinin mestliğinde yaşıyorum, var ile yok, yanımda eşittir.) beytinde dâd (adalet), cevr (eziyet, ceza) ve lütuf (ihsan, bağış), birdür yanumda (katımda eşittir) ve var, yok kelimeleri arasındaki ilgi okuyucunun zihninde bir sultan çağrışımı doğurmaktadır. Şair, bu sultan mazmununu bilerek ve kasdederek beyte yerleştirirken tezat (cevr x lütuf; var x yok), tevriye (şevk = şavk, ışık; özlem, heves, coşku), leff ü neşr (cevr ile var; lütuf ile yok) sanatlarından yararlanarak sevgilisine "sen sultansın, ben kulunum” diye nükte yapmakta, sevgilisinin değerini yüceltirken kendi âşıklığının da bir kulluk ile eşit anlaşılması gerektiğini vurgulamaktadır.
Mazmunun en üst derecesini teşkil eden mana zenginliği şiir estetiğini esas alan çok yönlü bir sentez ve mükemmeli yakalama vasıtasıdır. Bu bakımdan böyle bir mazmun, usta şairlerin idealidir. Nedim’in, "Sinede evvel ne muhrik
ârzûlar var idi / Lebde serkeş âhlar âteşli hûlar var idi” beytinde zikredilmeyen bir servi mazmunu bulunmaktadır (Halil Nihad 1338: 179). Servide serkeşlik (baş çekmişlik, dik başlılık) vardır. Sinesinde muhrik (yakıcı) arzusu olup da ah ateşiyle tutuşan kişinin ağzından çıkan duman da göğe yükselirken serviye benzer. Servilerin, rüzgârlı havalarda iki yana salınırken çıkardıkları ses de ayakta zikreden dervişlerin "Hu! ” diye zikretmelerine yorulur. Bu durumda şair, okuyucusunun bütün bu gelenek birikiminden yararlanarak ateşli hular ve yakıcı arzuları servi ile mazmunlaştırarak kendisini bu hâle düşürenin servi boylu sevgilisinin aşkı olduğunu anlatmak istemiştir. Aynı beyitte şairin serkeşlikten kastı ah ünleminin başındaki a harfini hu kelimesinin başına çekmektir ki bu durumda sevgiliye ahu (ceylan) diye hitap etmiş olur.
Fars şiirinde mazmun, Türk şiirindeki kadar derinlikli olmamış, bir beyitteki hâkim fikir veya bir güzelliğe, bir nükteye işaret eden mananın varlığı mazmun olarak görülmüştür. Hatta şairlerin bu ortak manayı birbirlerinden alabilecekleri, ancak bunu kullanırken farklı biçimde kullanmaları gerektiği üzerinde durulmuştur. Türk şiirinde ise mazmun bir kereye mahsus kullanılan orijinal bir buluş olarak kabul edilir.
Mazmuna konu olan düşünce ve hayaller, genellikle dış dünyadan seçilir ve inanış yahut gelenek ile yakından ilişkili bulunur. Fars edebiyatındaki mazmunlar ile klasik Türk şiirindeki mazmunların farklılıkları gibi her şaire ait mazmunların da birbirlerinden ayrı ve özgün (mazmun-ı has) olması makbuldür. Gerçek hayattaki bir tecrübenin neticesi yahut toplumun bir inancı, öğrenilmiş bilgiler, kültür malzemesi veya herkesçe bilinen bir olay mazmun olarak kullanılabilir. Bu bakımdan "klişe mecaz” anlamı dışındaki mazmunlar şairlere özgü olup biri diğerininkini değiştirerek veya tekrar ederek söyleme yoluna gitmez. Kolayca çözülebilen mazmunların yerini çağdan çağa daha kapalı ve daha derinlikli mazmunların alması bu yüzdendir. Çünkü esas olan mazmunun orijinalliğidir (bikr-i mazmun). Okuyucu, şiirde doğrudan söylenen kelimeler üzerinde belli ipuçlarını değerlendirerek renk, şekil, fonksiyon veya nitelik açısından aslında kendisinin de gayet iyi bilip gözlemlediği bir şeyi, anlamın derinliği içinde ilk defa bulmanın heyecanını tadar ve böylece şairin sürpriz oyununa katılmış, duygularını orijinal şiir ile bütünleştirmiş olur. Burada kelimelerin zahirî anlamlarıyla onlara yüklenen deruni mananın her bakımdan tutarlı ve mantıklı olması, mazmunun heyecan ve şiddetiyle birlikte ifadenin özgünlüğünü de ön plana çıkarmış olur. Böylece mazmun, şair ile okuyucu arasında gizli bir dil veya ortak bir ilhama dönüşerek şiirin değerini artırır, onu diğer örneklerinden farklı ve üstün kılar.
Mazmun kullanmak, şair için ifade ustalığının bir göstergesidir. Orijinal bir mazmun, şairin övünme vesilesi olduğu kadar onun edebiyat tarihindeki yerini belirleyen bir mihenk taşıdır da. Görünürde olmayan bir anlamın dolaylı olarak ifadesi, bir tür üst dereceli söz sanatı, ince anlamlarla dolu bir nükte olarak düşünüldüğünde, şairin bunu başarabilmek için diğer edebî sanatlardan faydalanması, en azından mecaz ve teşbih gibi dolaylı anlatım klişelerine başvurması kaçınılmaz olacaktır. Zengin çağrışımlı bir dil ve anlatımın sezdirdiği bu deruni anlam, aslında girift bir sanat örgüsü veya çok yönlü bir sentezdir ve ustalık gerektirir. Şair onunla sözün en olgun biçimini, kendi şiirindeki zirve güzelliği ve mükemmeliyeti arar. Bu bakımdan bir mazmun, şairin varmak istediği hedeftir.
Türk edebiyatında divan şiiri geleneğinin ve imajlar dünyasının önemli bir parçası ve belki şairliğin göstergesi olmak bakımından üst kimlikli bir sanat dili olarak yaşayan mazmun, gerçekçi temele dayanan Arap şiirinde hemen hemen hiç gelişmemiş, Fars şiirinde de Türk şiirindeki zenginliğe varamadan "mana ve muhteva” anlamıyla sınırlı kalmıştır. Bu bakımdan mazmun, Türk şiirine önemli bir zenginlik olarak yansımış, İslam edebiyatları içinde en zengin kullanımını divan şairlerinin mısralarında bulmuş ve sanatlı bir üst dilin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Bu dil, kelimelerin görünür anlamları üzerinde şifrelenerek bir hâlin veya objenin kendisini açıkça söylemek yerine özelliklerinden bazılarım gizlice hissettirmek şeklinde kendini göstermişti. Öyle ki şifrelerin anahtarı bilindikten sonra kilidi kolayca açılır. Yalnız bunun için kelimelerin görünen anlamlarını bilmek yetmez. Divan şiirinin dünyasını ve geleneğini tanımak, şairin çağma ait maddi ve manevi kültür hayatı hakkında bilgi sahibi olmak, şiirde yer alan edebiyat sanatlarını teşhis edebilmek ve eserden müessire uzanacak yorumlama tekniklerine sahip olmak gerekir.
Divan edebiyatında her dereceden mazmunların önemli bir yeri olduğu mazmunların dünyasına girmeden bu şiirin tam manasıyla anlaşılamayacağı "Çeke mazmûnunu fehm etmede bir nükte-şinâs / Ne kadar dikkat ederse o kadar renc-i elîm” (Nef’î) (Nüktelerin ince manasını bilen bir kişi, şiirdeki bir mazmunu anlamak için, ne kadar kılı kırk yarsa o kadar eziyet çeker.), bunun için eğitim gerektiği açıktır (Akkuş 1998: 66). Divan şiirinin bir ilim dalı olarak okullarda okutulmaya başlamasıyla birlikte mazmunlara ilişkin kitap ve terim sözlükleri de kaleme alınmış, bunların içinde "klişe mecazlardan başlayarak bütün mazmunların çözümüne yardımcı olacak bilgiler derlenmiştir (bk. Levend 1948; Onay 1993; Pala 2oo3).
Divan şairlerinin mazmun gayreti, bir yandan şiirin dil estetiğini daha zarif bir ifadeye yönlendirir ve her kelimenin titizlikle seçilmesine yol açarken, diğer yandan onların düşünce ve hayal dünyalarının daha da derinleştirilmesine, özellikle Sebk-i Hindi’den sonra mana için sözün feda edilmesine zemin hazırlamıştır. Bazı şairlerin her şeyi mazmunlaştırma çabaları ise mazmunu bir bulmacaya dönüştürmüş, kendilerinin mazmun avcılığı (mazmun- perdazlık) ile suçlanmalarına kapı aralamış, hatta çok yanlış bir hüküm ile, divan şiirinin yalnızca mazmunlardan ibaret bir edebiyat gibi gösterilmeye çalışılmasına fırsat vermiştir.
İSKENDER PALA, Edebiyat Tarih, Kültür Bakanlığı
İLGİLİ İÇERİK