YOKLUK KAHRAMANLARININ DİLİNDEN ÇANAKKALE
MUSLAHATTIN INCİ-SÜHEYLA SANCAR AKBAYIR
Çanakkale Deniz Muharebesiyle ilgili yüzlerce kitap kaleme alındı. Bir misli de akademik araştırma yapıldı. Gelin görün ki, herkesin göğsünü kabartmaya matuf yerli bir sinema filmi çekilemedi. Aralık ayında izleyiciyle buluşan Water Diviner (Son Umut) filminin yoğun ilgi görmesi bu topraklara ait, gerçek öyküleri dinlemeyi sevdiğimizi bir defa daha gösterdi. Zira senaryo, Avustralya’dan ölülerini tanımaya Gelibolu’ya gelen bir ihtiyarın gerçek öyküsünden esinlenerek yazılmıştı. Filmle ilgili sinematografik yorumlar yapmak değil niyetimiz. Ama siperlerin yerle bir olduğu neredeyse boğaz boğaza savaşılan sahneler, resmi tarihin her nedense ‘meçhul asker’ olarak tarif ettiği koca bir insan seli, Çanakkale’nin zafer olduğu kadar acılar sağanağı yönlerini de hatıra sokuyor.
Çanakkale’ye yolu düşenler kahramanlık hikâyelerinin içinde nadiren ete kemiğe bürünmüş gerçek anekdotları dinleyebiliyor ne yazık ki. Hatta harbin komutanının Sultan Mehmed Reşat olduğunu bilenlerin sayısı bile son derece sınırlı... O sebeple deryadan birkaç katreyi, yokluğun kahramanlarından birkaçının hikâyesini sosyal tarihin hudutsuz alanından faydalanarak aktarmak istedik.
"ŞARAPNELLE YARALANAN KOMUTANIM BASIMDAN AYRILMADI"
“Kumandanımız, çektiğimiz siperler üzerinde korkusuzca dolaşıyor ve her hareketi şahsen iradeye çalışıyordu. Bir aralık alnına isabet edecekken sıyırıp geçen merminin tesiriyle sipere düşmüştü. Şuracıkta bu kahraman alay komutanımızdan bahsetmeliydim. Çünkü ben bizzat başını sardırıp o halde bizi komuta ettiğini gördüm.” Arıburnu’nda Çanakkale Deniz Muharebesi saflarına geçen bir gencin yazdığı satırlarda Binbaşı Tevfik Bey böyle anlatılıyor. Yalnızca bu yazılanlar dahi onun fedakârlığını ifade etmeye kâfi. Yıkık siperler arasında neredeyse boğaz boğaza çarpışmak zorunda kalan askerlerin görün - tüsü, Çanakkale denildiğinde gönlün kıyısına gözyaşı vurduran sahnelerden. Hatıralar, mektuplar, muhayyilemizin hakikatin bir nüvesi olabileceğinin delili. Şehit olmadan önce son sözleri “Her ne olursa olsun bir şeyler yapmalıyız.” olan alay komutanının çırpınışları, asker Rıza Tevfik Işkın’ın mektubundan duyulur: “Geceyi kanlar içinde geçirdim. Alay komutanımız Tevfik Bey geldi. Baştan aşağı şarapnelle yaralanmıştı, o da siperler yıkıldığı halde yanımdan bir an olsun ayrılmadı.”
Çanakkale Harbi tarihe Osmanlı’nın beşerî sermayesinin hızla tükendiği bir hadise olarak geçti. Bu kederli tükeniş on yıllarca etki sini gösterdi kuşkusuz. O kadar ki Araştırmacı-Tarihçi Ahmet Gülmez, devletin mülkiyeli, tıbbiyeli, sultani öğrencisinin neredeyse tamamının şehit düştüğünü aktarıyor. I. Dünya Savaşı’nın yaklaşık on sekiz milyonluk kaybı aydın zümrenin yok oluşunun da bir işareti Gülmez’e göre. Rıza Tevfik Işkın’ın cepheden yazdığı mektup bu tespitin gerçekliğini doğruluyor: “Şimdi biz bu alayda iki kişiyiz. Birimiz albaylıktan emekli Mehmet Ali Orgül. Biliyorsun ben de hâkimlikten emekliyim. Sözlerim uzadı, af buyurun. Şehit ve yaralı sayısı on bini buldu deniyor. Tabur kumandanımıza Şair Memduh derlerdi, edip bir şahsiyetti. O da Gazze’de şehit oldu.”
ÜZERİNDE ASHAB-I BEDİR TAŞIYAN ASKERLER
Savaşın başarılı komutanlarından Müstahkem karadan boğaza yönelen ve gerçek bir deniz zaferine imza atan Cevat Paşa o günü şöyle anlatır: “17 Mart’ta kala kala elimizde sadece yirmi altı mayın kalmıştı. Bu mayınları da karanlık limana paralel yerleştirme emrini verdim. Düşman donanması karanlık limanda böyle bir mayın hattının kıyı Mevki Komutanı Cevat Paşa, çaresizliğin had safhada olduğu bir anda askerlerin motivasyonunu yükseltmek için tabyadan tabyaya koşuyordu. Ahmet Gülmez, Cevat Paşa’nın dar bir coğrafyada yaşanan savaşın en önemli simalarından biri olduğu ve unutulmaması gerektiği fikrinde. Komutanın elinden gelen her şeyi yaptığı halde düşmanı durduramaması, 8 Mart gecesi taarruzlarda o güne kadarki en kanlı çarpışmanın yaşanması paşayı derinden sarsar. Bir rüya gören, onun tesiriyle de ya paralel olarak bulunmasına ihtimal vermeyerek manevralarını çoğunlukla ateşten bir derece korunmuş olan o alanda yapardı. Yine öyle yaptı. Ve son yirmi altı mayınımızın 18 Mart günü pek büyük yardımını gördük.”
Cephede, İtilaf Devletlerimin her yönüyle üstün olduğu bir harp yaşanıyorsa da Arıburnu’nun Anzaklar’a karşı koyan ilk alayının komutam Şefik Aker Bey her şeyin uhrevi bir atmosferde değiştiğine, “Bizi ateş altına almadıklarına dair bir hüsnü talih ve lütfü İlahi telakki ettim.” sözleriyle anılarında yer verir. Askerlerin iman kuvvetini artıran bir cevher söz konusuydu: Ashab-ı Bedir. Kimi askerler cesaret ve kuvvet için bu duayı üzerinde taşıyor ve okuyordu. Ahmet Gülmez, sahaflarda nadir de olsa Çanakkale askerlerine ait Bedir Gazvesi’ne katılanların isim listesine rastlandığını hatırlatıyor. Ona göre milli şairin atfının bir sebebi güzel ayrıntıda gizli. “Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi / Bedr’in aslanları ancak bu kadar şanlı idi
YÜZBAŞI HASAN'IN GÖREMEDİĞİ KIZI DİDAR HANIM
Çanakkale denildiğinde Yüzbaşı Hasan’ın hayat öyküsüne temas etmeye mecburuz. Onun askerî dehasının yanı sıra insanı bir hususiyeti daha vardı: Fedakârlığı. Araştırmacı Abdülkadir Güler’in çabalarıyla ortaya çıkan bir ayrıntı onun bu yönünü anlatmaya kâfi zannederiz. Müstahkem Mevki Kumandanlığı’nda çarpışan Yüzbaşı Hasan Bey’e bir telgraf gelir. Yüzbaşının bir kız çocuğunun dünyaya geldiği haber veriliyordur. Cevat Paşa müjdeyi bizzat vermek ister. Kendisine evladını görmek için izin verdiğini dualar eşliğinde yüzbaşına bildirir. Lakin Yüzbaşı Hasan’ın cevabı beklenmeyen bir biçimde olur: “Teşekkürler Kumandanım, izniniz olursa bir maruzatım var. Sizden gitmek değil kalmak için izin istiyorum. Vatan görevi daha mukaddestir. İngilizler her an saldırabilirler, müsaadenizle şimdi zamanı değil, cephede arkadaşlarımı evlatlarımı yalnız bırakmak istemiyorum, daha sonra gider kızımı görürüm izninizle.” Cevat Paşa’nın duyduklarıyla gözleri dolar. Onu alnından öper ve kendisiyle gurur duyduğunu söyler. Hasan Yüzbaşı bir maruzatı daha olduğunu ifade eder. Yaşanan çaresizliklere rağmen muharebenin seyrini ardında cansiperane savaşan gençlerin değiştirdiğine hükmetti Komutan. Çünkü Yüzbaşı kendisinden şehit olursa kızının adının Didar konulmasını rica etmişti.
Yüzbaşı Hasan Bey, 18 Mart günü İtilaf güçlerinin bozguna uğratıldığı büyük deniz taarruzunda şehit oldu. Lâkin kucağına alıp sevemediği, bir kez olsun göremediği yavrusuna görme-görünme manasındaki ‘Didar’ ismini vermesi geriye asla dönemeyenlerin, görülemeyenlerin yüreğine su serpti. Abdülkadir Güler, 82 yaşma kadar İstanbul’da ahir ömrünü geçiren Didar Hanım’ın her mart ayında nurdan silüet gibi Çanakkale’de gezindiğini anlatıyor. Dualarla görülmek düşmüştü onun payına,